9 Aralık 2016 Cuma

CANLI YAŞAMIN TEMELİ VE BİLİNÇLİ ŞİFA ENERJİSİ : SU

 


Biyofizikçi olarak bitkiler, hayvanlar veya insanlardaki canlılığı araştırıyoruz. İlk etapta bizi ilgilendiren şey madde değil, saf enerjidir. Konu sadece su değil, bilgi (enformasyon) ve bilinçliliktir. Tüm düşünceleriniz ve bunların kaynağı, su ve tuza bağlıdır. Burada, daha sağlıklı olmak için değil, daha bilinçli olmak için, belirli bir suyu içmeniz gerekmektedir. Bilinçli olursanız, otomatik olarak daha sağlıklı olursunuz.

Elektrik, enerjidir. Enerji, bir tarafta bilgi, öteki tarafta canlılık olarak ifade edilebilir. Bilgi sözcüğü; bir şeyi, tekrar kendi asli formuna döndürmek, bir geometriyi tekrar yapılandırmak demektir. Hiç bilgisayarınızın ana parçasının ne olduğunu, düşündünüz mü? Bilgisayarınızdaki, bu çok küçük mikroçipi? Bir kuvars kristalinin geometrisi, bilgilerinizin orada saklamasını sağlar. Bu kristaller, sadece silikon üzerine basınçla üretilir, bunlar doğal dağ kristalleri değildir. Ancak sonuçta, burada söz konusu olan sadece geometridir.



BİR SU MOLEKÜLÜ ÇİFT KUTUPLUDUR


Her su molekülünün, birbirinden farklı olması ve her zaman tekrar aynı tam mükemmel geometriyi ortaya koymaları ilginç değil mi? Çünkü bir su molekülü, 104,7 derecelik bir açıyla, mükemmel bir dörtgenden başka bir şey değildir. Bu geometridir ve geometri, molekülde var olduğundan, suyun çok belirli frekans örneği vardır. Bir su molekülü, çift kutupludur, aynı gezegenimiz Dünya'nın Kuzey ve Güney kutbu gibi. Bu şekilde, her su molekülünün de, elektromanyetik kuşakla çevrelenmiş, bir eksi ve bir artı kutbu vardır.

Su, iki kutuplu olduğundan, belirli yerçekimi ve kaldırma kuvvetlerine tabidir. Su da, yerçekimi gücü vardır. Su, yukarıdan aşağıya doğru akar. Su, kimyasal materyal olarak, yukarıdan aşağıya akarken, tekrar aşağıdan yukarıya, saf ışık enerjisi olarak akar.                      

MADDE YOĞUNLAŞMIŞ-YAVAŞLAMIŞ ENERJİDİR

Prof. Popp'un getirdiği izah şöyledir: "Maddenin tüm formları, donmuş ışık veya yavaşlamış enerjiden başka bir şey değildir. Sonuç olarak maddeyi, enerji oluşturur.

Çaresi olmayan hiçbir hastalık yoktur. Doktor, okul bilgileriyle ve tecrübeleriyle, daha fazla yardım edecek durumda olmadığını, prensipte söyleyebilir. Ancak hiçbirimiz, temelde bir hastalığın, çaresi olmadığını söyleyemeyiz. Eğer biz bir problem ortaya çıktığında enerjiyi tekrar asli durumuna dönüştürebilirsek, o zaman buna otomatik olarak madde de uyacaktır. Hem de, bedeninizi oluşturan elementlerle, su ve tuz ile.

SU SARMAL ŞEKİLDE HAREKET EDER

Bedenimizde, suyun günlük olarak, aşağı ve yukarı canlı bir güç olarak aktığı, yaklaşık 90.000km sıvı bant vardır. Suyun içinde zaten canlılığı sağlayan dörtgen yapı vardır.

Su, sarmal şekilde, hareket eder, hiçbir zaman lineer değildir. Banyoda, bir bakın, su girdap formunda, hareket eder. Spiral oluşturan suyun hareketinin, genetik kalıtım bilgilerini içeren bedenimizdeki DNA ile aynı olması, ilginç değil midir?

KLORLU-FLUORLU SU VE BEYİN KONTROLÜ

Beyin suyunuz, çok yüksek derecede kristal yapılanmadır. Saf küçük kristaller ki, buna molekül-küme adını veriyoruz. Birbirine bağlanmış olarak ve bu şekilde geometri olduğu için, belirli bilgileri iletebilen bu yapıyı, suda da buluyoruz. Bu sürekli olarak değişir. Düşünceleriniz nereden geliyor? Kimyasallarla, suyun basitçe etkilenebileceğini biliyor musunuz?

Amerika'da, yüzeyi %100 örten klorlu su içilir. Buna eğer fluor katıp; fluorun frekans örneğini ölçersek, o zaman size bu fluorun, artık hiçbir isteğiniz kalmayacak kadar, beyin fonksiyonlarınız üzerinde uyumsuzluk yarattığını kanıtlayabilirim. İsteksiz olursunuz. Düşünün bunu, iki nesil boyunca tüm halka yaptılar. O zaman ne elde ettiler? İsteksiz, materyalistlerle dolu bir halk, bu insanlar, o zaman her şeyi, istenildiği gibi yapacaklardır. Yani böyle bir nesli yönetmek ve yönlendirmek kolaydır. Buna su ile ulaşılabilir.

37 derecelik bir beden sıcaklığında, beyin suyunuz, buzlanmış bir durum alır. Bu, jöleye benzer yüksek dereceli bir yapıdır. Bu yapıya mikrodalga uygulandığında, beyninizin kan bariyerinden, hayvansal albümin geçtiğinde ve beyninize girdiğinde, birden kristaller yapılarını değiştirmeye başlar. Ve beyninizin suyu sıvılaşır. Nedenini iyi incelemeliyiz, nedeni, daima geometride gizlidir.




HER SU MOLEKÜLÜNÜN KENDİ KİMLİĞİ VARDIR


Bu kristalleri, örneğin kar tanelerini soluyoruz. Suyun, katı hali olan kar tanelerinin, bir elektron mikroskobuyla, fotoğrafı çekilmiştir. Burada çok küçük altıgen ve mükemmel bir düzeni vardır. İki aynı kar tanesinin, hiçbir zaman birbirine benzememesi çok ilginçtir. Kendini kristalize edebilmesi için, her su molekülünde, bir milyardan fazla biyofoton çalışır ve bunlar kendilerini sürekli olarak tekrar düzenlerler. Bu şekilde, her su molekülü, öbürlerinden farklıdır, her su molekülünün kendi kimliği vardır.


SUYUN HAFIZASI VARDIR VE DENGELEYİCİDİR

Şimdi bir deney yapalım. Kar tanesini doğal şartlarda eritelim ve bundan tekrar su yapalım. Sonra da tekrar donduralım, tekrar tam olarak aynı kar tanesini elde ederiz. Bu nasıl olanaklı oluyor? Çünkü kim olduğunu hatırlayabiliyor. Suyun, hafızası vardır. Su bir bilgi taşıyıcısıdır. Maddeleşmeye sebep olan enerjinin formunu değiştirmediğimiz zaman, madde de değişmeyecektir. Çünkü o kim olduğunu biliyor. Bu olay, sizin organizmanız için de geçerlidir. Bilim adamları, suyun doğal bir dengeleyici olduğunu ve bizim su vasıtasıyla, bizde eksik olan dalga boylarını alabileceğimizi kanıtlamışlardır. Bu şekilde, kaybettiğimiz her şeyi dengeleyebiliriz. İtalya'da, Enza Enstitüsü'nden, Dr. Cicollo, son yirmi yıl içinde, tüm dünyadaki şifalı suları incelemiştir. Şifalı suların, öteki normal sulardan kimyasal yapıları aynı olsa da, biyofiziksel açıdan farklı olduklarını tespit etmiştir.



SU VE SÖZCÜKLERİN ETKİSİ

Bir Japon bilim adamı olan Dr. Masaru Emoto, suyu, sözcüklerle değiştirebilecek durumda olduğumuzu, fotoğraf çekerek, 10.000 deneyle kanıtlamıştır. Burada, sözcüklerin gücünü düşünün. Çünkü her sözcük, önceden düşünülmüştür. Bu elektriktir, bu dalga boylarıdır. Bunlarla, düzen yada kaos yapabilirsiniz. Masaru Emoto, nötr suyu alıp, sözcüklerle, yani bilgiyle yükleyerek; -4 derecede dondurmuş ve elektron mikroskobuyla, fotoğraflarını çekmiştir. "Beni hasta ediyorsun" mesajı ile yüklediği suyun görüntüsünün, aynı kanserli hücre yapısını ortaya koyduğunu, tespit etmiştir.

Bu şekilde, yapısı bozularak dondurulmuş, hasta bir suyu alalım ve sıvılaştırarak tek bir sözcük olan "Sevgi" sözcüğüyle, yeni bir bilgi verelim. Bunu, tekrar -4 derecede donduralım ve elektron mikroskobuyla fotoğrafını çekelim. Birdenbire, bu mükemmel kristali, mükemmel geometriyi elde ederiz. Bu deneyi, tersten 10.000 defa yapabiliriz, bilimsel ve objektif olarak suyun, düşünceyle ne kadar etkilenebileceğini, yine kanıtlamış oluruz.





SU MÜKEMMEL ÇÖZÜCÜ VE ŞİFADIR

Su, mükemmel bir çözelti maddesidir ve her şeyi kendine bağlayabilecek durumdadır. Bu nedenle, su içmek, gerçekten çok önemlidir. Bedenimiz, kendi kendisini, iyileştirebilir. Çoğu kişi de bunu, oruç kürleri vasıtasıyla yapar. Bunu, bıçaksız ameliyat olarak adlandırabiliriz. Bedeninizin, tekrar temizlenmesini sağlayın. Bunun için de, bunları çözen bir şeye ihtiyacınız var. Su, bunu başarır.

Ve artık biyofiziksel olarak da kanıtlayabildiğimiz gibi, su, yüksek derecede bir yapıya sahiptir. Ve bu yapılardan dolayı, bedenimizdeki benzer titreşimleri içeren birçok hastalıkları, Alzheimer rahatsızlığına kadar, beyinlerimizin kıvrımlarına yerleşmiş olan hafif ve ağır metal tortularını bile sökebilir. İsrail'de, bir doktora gittiğinizde, orada, hangi rahatsızlıktan dolayı gitmiş olursanız olun, sizi, önce tekrar bekleme odasına yollayıp, yarım saat içinde içmek üzere size 2 Litre su verilir. Ve siz, bu suyu içtikten sonra, hâlâ şikâyetleriniz varsa, bundan sonra sizi muayeneye kabul ederler. Bu bir gelenektir. Birden bire ortaya çıkan hastalıkların, % 80'ini, sadece su içerek iyileştirilebileceğini görmüşler. Bunun, sadece suyun kalitesine bağlı olmadığı da tespit edilmiş.Bunun için su, çözelti maddesi olarak biriken tüm atıkları, dışarı taşımak için kullanılıyor. Örneğin, burnunuz aktığında, neler oluyor? Bedeninizde, daha önceleri birikmiş olan zararlı maddelerin, etkisizleştirilerek dışarı atılabilmesi için, salgılar oluşuyor ve burnunuzdan dışarı çıkıyor. Aynı olay, cildiniz için de geçerlidir. Bedeninize girmiş olan zararlı tüm maddeler, cildiniz vasıtasıyla, ifraz edilir. Tüm problem, aslında içeride, oraya girmemesi gereken maddeleri, su yine dışarı taşıma kapasitesine sahiptir. Burada, suyun miktarı kadar, kalitesi de önemlidir.

SUYUN CANLILIĞI

Su, 80 metrelik bir boru sisteminden geçtiğinde, canlılığını kaybediyor. Bu da, borunun kötü olmasından dolayı değil, borudaki basınçtan oluşuyor. Suyun evlerimize kadar taşınabilmesi için gerekli olan basınç, suyun kendi hareketliliğini bozuyor. Suda, çift helezon şeklinde spiral hareket var. Bu da, suyun kristalinin oluşmasını sağlıyor. Suyun spiral hareketine zarar verildiğinde, kristal yapısı da bozuluyor. Kristal şekil olmayan yerde, geometri de yoktur. Böylece, bilgi de oluşamaz ve neticede canlılık yok olur.

KANSEROJEN TARIM İLAÇLARI VE YERALTI SULARI

Tarım sektöründe, 300 çeşitten fazla inorganik kimyasal yapıya sahip, tarım ilacı kullanıldığını ve bunların neredeyse 280'inin kanserojen olduğunu, biliyor muydunuz? Kanser nedir? Kanser kaostur.

Tarımda kullanılan ilaçlar, yeraltı sularına karıştığından, tekrar bizim çeşmelerimize geliyor. 280 ilacın kanserojen olarak bilinmesine rağmen, sadece 63'ü ölçülüyor. Kalanların isimleri bile bilinmiyor ve bunlar için, hiç bir sınır değer konulmamış. Ve zamanla, bu ölçülen 63 ilacın değerleri yükseldikçe, tolerans değerleri de yükseltilmiş. Suyun kalitesi, düzeltilecek yerde, içindeki maddelerin tolerans değerleri ile oynanmaktadır. Aksi takdirde, bu suyu, size satmamaları gerekir. 1992'den beri de, zaten bu 300 tarım ilacından, sadece 18'i ölçülmektedir. Ve böylece, gerçekte neler içtiğinizi düşünebilirsiniz.

YERALTINDA OLGUNLAŞAN SU: TOPRAĞIN KANI

En iyi içebileceğiniz su, doğal temiz kaynak suları, artezyen suları, yeraltından kendiliğinden çıkan pınar sularıdır. Çünkü suyun da, kendine has bir olgunluk derecesi vardır. Su, yağmur olarak yere indiğinde, bunu olgunlaşmamış su olarak adlandırırız. Bu suda, solar(güneş) frekansları ölçülebiliyor. Fakat yer manyetik frekansların da oluşabilmesi için, suyun, yerin çok altına inmesi ve toprağın kanı haline gelmesi gerekiyor. Yeraltında, tamamen olgunlaşan ve tüm yer manyetik frekans desenlerini içine alan toprağın kanı, kendi başına, 1000'lerce metre derinliklerden, girdap şeklinde, yukarı çıkabilecek güce ve enerjiye sahip oluyor.

ŞİŞE MİNERAL SULARI İNORGANİKTİR

Siz şişeden, mineral suyu içtiğinizde, bunu bedeniniz alamaz ve işleyemez. Çünkü mineral suyundaki mineraller, inorganik yapıya sahiptir. Bunlar zararlı değiller, ancak hücreler için kullanılabilir değildir. Böylece, kanınıza kadar giren kalsiyumun, hücrelerinizde özümsenemediği için hiçbir faydası olamaz. Bazıları, bu maddelerin bir kısmı, belki alınabilir diye düşünse de, bu kesinlikle mümkün değildir. Bunu, kahvaltıda tabağınıza, bir çubuk demir koymuş gibi de düşünebilirsiniz. Sudaki mineralleri alabilirseniz, çubuktaki demirleri de yiyebilirsiniz. Bu da mümkün olmadığı için, suyun, içerdiği mineraller de önemli değildir. Önemli olan, suda, hangi frekans desenleri vardır. Ve bu mineraller, halen iyonize durumda mı, etrafları su kılıfı ile çevrili mi? Çünkü biz, bu suyun yapısını bozduğumuzda, içindeki iyonize ve suya, elektromanyetik dalga boyları veren elementlerin, başka elementlerle birleşmesini sağlamış oluruz. Bu da genellikle, boru basıncı veya suya katılan karbon dioksitlerle yapılır. Böylece suyun doğal oksijeni alınıp, nitrojen katılır. Hâlbuki bizim amacımız, bedenden nitrojeni uzaklaştırıp, oksijen verebilmek olmalıdır.

CANLI OLMAYAN SU VE KİREÇLENME

Molekül evliliklerinde, örneğin pozitif yüklü kalsiyum ile negatif yüklü hidrojen karbonatlar birleşirler. Aslında bunlar, su canlı olduğu sürece, yani bir yapıya sahip olduğu sürece, iyonsal yapılarından dolayı, birleşemezler ve bedene zararlı hale gelemezler. Çünkü su, aralarında bir duvar gibidir. Şayet kalsiyum ve hidrojen karbonat birleşirse, yeni oluşum kalsiyum bikarbonattır, yani kısacası kireçtir. Ve siz de bunu, evinizin borularından dışarı atabilmek için, en pahalı cihazları kullanırsınız.

Bunu yaparken, kendi bedeninizdeki kireçlenen damarlarınızı, hiç düşünmezsiniz. Yaşlandıkça damarlarımız ve beynimizdeki sinir iletişim bağları kireçleniyor. Sonuçta, doğal olarak bilgi iletmek için, köprü kurulamadığından unutkanlık başlıyor. Burada oluşan kireçleri çözebilmek için; canlılığa, bilgiye veya yapıya gereksiniminiz var. Suyun geometrisine ihtiyacınız var. O zaman, oluşan molekül birleşimlerini de kırabilirsiniz.

ORGANİZMADAKİ RAHATSIZLIKLAR SU İLE İYİLEŞEBİLİR

Biz, araştırmalarımız çerçevesinde, segmanter diyagnostik ve organometri ile medes diye adlandırdığımız, enerjetik seviyede ölçüm yapabilen, bilimsel bir cihaz sayesinde, organizmadaki patolojik rahatsızlıkların bile, sadece su ile yenilebileceğini kanıtlayabiliyoruz. Uzun yıllar boyunca, teşhis amaçlı takip altında bulundurduğumuz hastalar var. Bizler, biyofizikçi olduğumuzdan, bizim kendi kendimizi,  yenileyebileceğimizi biliyoruz. Bedeninizdeki organlar, maddeden oluştukları ve çeşitli element bileşimleri içerdikleri için, her bir organın ayrı titreşim karakteri vardır. Örneğin bir akciğerin, doğal durumdaki titreşimi, yaklaşık 40 Hertz civarındadır.

Her gün içki alıyor ve ciğerlerinizi yıpratıyorsanız. Zorlanmadan dolayı, neredeyse ciğeriniz, 58 Hertz'e kadar yüksek titreşecektir. Eğer ciğerin enerji seviyesini, 40'tan 58 Hertz'e yükseltirsek, organın maddesel yapısının da değişmesi söz konusudur. Bu ise, organda bir bozulmaya sebep olacaktır. Bu olay da, aynı kanser de olduğu gibi, birden oluşmayacak, yıllarca organın maruz kaldığı tahribat, zamanla ortaya çıkacaktır. En başında, enerji seviyesinin değiştiğini, unutmayalım. Mesela bir hastamızın beyninin sağında bir tümör var. Tümör, organ seviyesinde kırmızımsı olarak görülmektedir. Bunu enerjetik seviyede ölçtüğümüzde; yani bu ölçümü, kanser, organ üzerinde görülmeden çok önce yaptığımızda, hastayı uyarabiliriz. Beyninde tümör olan hastaya, bedeninde eksik olan frekansları içeren bir su içirdiğimizde, çok farklı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Zarar görmüş olan yerler: epifiz, hipofiz, merkezi sinir sisteminde, sadece 17dak. sonra değişiklik oluyor. Fakat bu kadar kolay olamayacağını siz de tahmin edebilirsiniz. Tüm bir ömür boyunca, yanlış yaşayıp, mucize suyu içerek iyileşebileceğinizi sanmayın. Bu hasta tabiî ki tekrar eski yapısına dönecektir. Çünkü artık organ seviyesinde tahribat başlamıştır. Beden kendini, bu negatif duruma o kadar alıştırmıştır ki, 2-3 saat içinde, eski patolojik tabloya geri döner. Fakat bunun bize gösterdiği, suyun içinde öyle bir enerji var ki, eksik olan tekrar yerine getirilebiliyor ve yenilenme gerçekleşebiliyor. Bu hastaya, belki her gün, 2'şer litre bu sudan içirsek ve birkaç yıl devam etsek, bedendeki her yapıyı değiştirebiliriz.

Bedenlerimiz, 'kendisini yenileyici', bir alandan oluşuyor. Bedenlerimizin şekillerini oluşturan, neticede enerjidir. Örneğin, bir hastanın ayağını kestiğimizde, ayak parmağını algılayabiliyor. Çünkü enerjetik seviyede, o enerji var, buna da fantom(hayali) ağrılar deniyor.

CANLI YERALTI SULARINI KULLANIN

Suyunuzu doğadan almaya çalışın, has su içmeye çalışın. Günlük ihtiyacınız olan 2Ltr. su İçin. Güzel bir kaynak bulup, kimyasal analizini yaptırın. Çünkü zararlı kimyasal madde olmayan yerde, suyun yapısı var olduğu için, mikrop da oluşamaz. Böylece bu, suyun canlılık içerdiğine dair, elinizde bir garanti olur. Alabalıkların yaşadıkları akarsular, kesin temiz olur. Çünkü alabalıklar, çok hassas balıklardır. Suyun içinde, çekim ve itim dengesi bozulduğunda, suyun kalitesi bozulur ve alabalıklar bunu derhal algılar. Bu balıklar, suyun içinde, başka güçlerin de var olduğunun farkındalar. Levitasyon(itim) gücünü kullanarak, suyun içinde durabiliyorlar ve suyun içsel gücü olan saf ışık enerjisini kullanarak, akıntının tersine yüzebiliyor.

Bu kaynaklardan beslenen sulardan faydalanmalıyız. Bu tip sular, sadece geçen hafta yağmur yağarak orada birikmiş değil, yıllarca olgunlaşma sürecine bağlı olarak, 100-200-300 yaşında olabiliyor ve radyometrik ölçümlerle bu yaşını, tespit edebiliyoruz. Bazı fosil sular vardır ki, bunlar toprağın kanı olarak; 6, 7, veya 8000 yıl yeraltında beklemiş ve oluşmuşlardır. Bu suları bulup kullanmalıyız.




SUYU CANLANDIRAN CİHAZLAR VE KUVARS KRİSTALİ

Artezyen suyu bulduysanız, mutlaka cam şişelere koyun. Bu sulara ulaşamayanlar, suyu canlandırıcı cihazlar kullanabilirler. Bu cihazlar, borulardaki basınçtan dolayı bozulan suyun yapısını, tamir ediyorlar. Böylece, kristalize yapısı olmayan; yapı ve böylece bilgi içermeyen suyu, fiziksel bir yöntem ile tekrar canlandırabilir ve enerji verebiliriz.

Çeşme suyunun yüzey gerilimi, daima 73 Dune'dur. İyi bir kaynak suyun gerilimi, 58, 60, 62 Dune olabilir. Bizim kanımızın değeri, 42 ve 44 Dune civarındadır. Gıdaları özümlememiz için, bu değerin, kan değerimize en yakın olması daha uygundur. Ve bizim için en uygun olan, taze sıkılmış meyve suyudur. Taze meyve suyunun yapısı o kadar uygun ki, yüzey gerilimi, aynı kanımızın değeri gibidir.


Bunu tuzlu su (sole)ile de yapabiliriz. Doğal bir Sole'den, bir bardak doğal suya, 1 çay kaşığı ilave ettiğinizde, izotonik bir çözelti elde edersiniz. Bu çözeltinin değeri de, aynı kanımızın değerindedir. Çünkü mükemmel bir yapıya sahiptir. Kaynak artezyen suyu da, bu değere çok yakındır. Su, suyu canlandırma cihazlarından, çok hızlı geçtiğinden, çok kalıcı bir şekilde onarılamıyor.

Suyu canlandırma cihazları, çok pahalı olduğundan, bunun yerine, bir avuç kuvars kristalini, temiz kaynak suyuna koyarak, cam sürahi içinde bekletirseniz, suyu canlandıracaktır. Camın yapısı kuvars tozu içerdiğinden, zaten bir altıgen şekle sahiptir ve içine konulanı etkileyecektir. Ertesi gün suyunuzu içtiğinizde, koyduğunuz kuvars kristali, şeklini hiç değiştirmemesine rağmen, siz de tadındaki yumuşaklığı fark edeceksiniz.

Biz size, kristallerle suyunuzu canlandırdığınızda, elde edeceğiniz yüzey gerilim değerlerinin, canlandırma cihazlarının sonuçlarından, daha iyi veya en azından o sonuçlarla aynı olduğunu, bilimsel olarak kanıtlayabiliriz. Zira bu cihazların çoğu, kuvars kristali içermektedir.

Peter Ferreira -  (ABD Biyofizik Araştırmalar Enstitüsü'nün Almanya Temsilcisi) 
Devamını Oku »

4 Aralık 2016 Pazar

KEHANETSEL RÜYALAR - Steve Rother



Kehanetsel Rüyalar


Bunlar uyurken yüksek benliğimizle kurduğumuz belli bir bağlantının sonucudur. Aslında, onlar başka bir realitede kendimizle buluşmamızın direkt sonucudur. Bu yüksek benliğimizin fiziksel benliğimize tohumlar ekmesinin ve fikirler iletmesinin bir yoludur. Onlar boyutlar arası zaman ve uzay düzeylerinde kendimizle buluşmamız açısından zaman yolculuğuna benzerler. Eğer böyle bir olay uyanık bir haldeyken vuku bulacak olsaydı, bilincimiz onun için herhangi bir başvuru noktasına sahip olamazdı.

Ancak, kehanetsel bir rüya normal realitemizde tam olarak rüyada gördüğümüz gibi nadiren gerçekleşir. Çünkü olay henüz mevcut realitede gerçekleşmemiş olsa da , o başka bir çoğul-evrende çoktan gerçekleşmiş olan bir deneyimdir. Zaman çizgisi perspektifleri tamamen farklı evrenlerle ilgili olduklarından, iki realite nadiren aynı şekilde gelişir.

Bu tip rüya tekamül tarihimizin bu zamanında en yaygın olarak görülen rüyadır ve birçoğumuz her gece böyle rüyalar görüyoruz. Onlar ayrıca nadiren bilinçli olarak hatırlanan rüya tipidir. Onların amacı bizi önümüzde uzanan şeyler konusunda uyarmaktır ki uyandığımızda bizi bekleyen seçimlere hazırlanabilelim. İşte bu yüzden, çoğu kez, vuku bulmak üzere ruhumuzun tüm farklı realitelerdeki deneyimini birleştirirler ve tazelenme dediğimiz şeyin temelidirler. Tazelenmek, canlanmak, gençleşmek için ruhumuzu yeniden birleştirmemiz gerekir.

Bu rüyalarla ilgili hatırlanacak önemli şey, onların sadece görüldükleri sırada doğru ve geçerli olduklarıdır. Biz her konuda her zaman seçime sahibiz. Bu kehanetsel rüyalar bilinçli olarak nadiren hatırlansalar da, bizde önümüzde uzanan olaylarla ilgili hisler bırakırlar. Güçlü psişik yeteneklere sahip olan birçok kişi aslında insanlarda bu rüyalardan kalan hisleri "okuyarak" bu enerjiyle bağlantı kurarlar. Biz her zaman seçime sahip olduğumuzdan, olayların zaman çizgisini gerçekten değiştirebiliriz. Dolayısıyla, canlı ama büyük ölçüde hatırlanmayan kabusların deneyimlenmesi bile o deneyimin sonucunu değiştirebilir.

Her rüya kişiye özeldir ve rüyadaki simgeler onun yaşam deneyimiyle açıklanabilir. Bu nedenle bu tür iletilere cevaben; benim de bir başkasının da sizin gördüğünüz rüyayı yorumlama olasılığımızın bulunmadığını söylemek istiyorum.


Gördüğünüz rüyaları hatırlayabiliyorsanız mutlaka bir mesaj taşıdıklarını bilmelisiniz. Dikkat edeceğiniz husus özellikle kehanetsel rüyalarda gördüklerinizin tam olarak gerçekleşmeyeceğini bilmeniz ve sembolik anlamlarını yaşam deneyimlerinizle yorumlayıp anlamlandırmanız gerektiğidir.

İki kişinin aynı rüyayı gördüğünü varsaysak bile, rüyaların her biri için farklı bir mesaj taşıdığını unutmamalıyız.


Duygusal olarak kehanetsel rüyalar

Steve Rother, duygusal olarak kehanetsel rüyaları; “genellikle duygusal bir deneyimle tohumlar eken harika rüyalar,” olarak tanımlar.

Bu tür rüyaları detaylı olarak hatırlarız ve hatırlama sürecinde bile duygusal yoğunluğumuz sürer.


Örnek

Rüyamızda tanımadığımız birisinin uçak kullandığını ve gökyüzünde güvenli bir biçimde uçtuğunu görmüşsek uyandığımızda aklımızda kalan sadece bu kadarı olabilir. Ama sessiz kalıp rüya hakkında düşünürsek farklı detayların aklımıza gelmesi olasıdır.

Rüyada görmediğimiz semboller belirir ve hatırladıkça duygu yoğunluğumuz daha da artar.

Pilotun eşine sadık birisi olduğuna dair bir veri almamışken, yüzük parmağındaki alyansa sık sık baş parmağı ile dokunup gülümsediği zihnimizde belirebilir.

Rüyada görmediğimiz halde birden pilotun çocuğunun fotoğrafının kokpitteki görüntüsünü anımsayabiliriz. Hatta eşine aldığı ve sefer dönüşü vermeyi planladığı mücevherin kutusunu bile hatırlamamız olasıdır.

Bu tür rüyaların da ayrıntıları uyandıktan sonra silinip gider, ancak, hissettirdikleri günler boyunca ilk anki gücünü korur.

Yakın bir gelecekte gerçekleşecek duygusal bir deneyimin tohumlarının atıldığı bu tür rüyaları birilerine anlatmak ya da yazmak için derin bir istek duyabiliriz.

Bu tür eylemler rüyanın yarattığı duygusal yoğunluğu sonlandıracağı için önerilmez.

Ancak, gizli sembollerin zihnimizde belirebilmesinin, rüyada görmediğimiz bazı iletilerin hatırlanabilmesinin de ancak dışa vurma yoluyla mümkün olduğunu söylemek gerekir.


Tavsiye

Tavsiyem, bir süre rüyanın duygusal etkisini yaşamak için ketum kalmanız, birkaç gün sonra gördüklerinizi sizi yargılamayacak birine anlatmanız ve anlatırken hatırladıklarınızı not alarak öz yaşam deneyimizin ekseninde yorumlamanızdır.

Bilinçaltınız sizi duygusal bir deneyimle karşılaşmadan önce uyarmak ve hazırlık yapmanız için semboller yoluyla ulaşmak ister. Bunun için basmakalıp yorumlara itibar edeceğinize, rüyayı kelimelere ayırıp anlamlarını bulmaya ve birleştirmeye çalışacağınıza, ne hissettiğinize odaklanmanız ve gördüklerinizin sizin özelinizde neyi çağrıştırdığına dikkat etmeniz daha yararlı olacaktır.

Yukarıda örnek verdiğim rüyayı siz görmüş olsaydınız size sorum şu olacaktı: "rüyayı görürken ve uyandıktan sonra ne hissettin?"

Hislerinizi anlatırken duygusal yaşam geleceğinizle ilgili ipuçlarını da anlatacağınıza kuşkum yok. Kelimelere takılmayın, sembollerin size ne hissettirdiğine bakın.

Mutlu hissediyorsanız, bilinçaltınız mevcut yaşam biçiminizi sürdürmeniz halinde güzel bir ilişkiye başlayacağınızı müjdeliyor, kötü hissediyorsanız sonu iyi bitmeyecek bir ilişkiden sizi korumak için uyarıyor diyebilirim.

Steve Rother
Devamını Oku »

3 Aralık 2016 Cumartesi

FREKANSIMIZI YÜKSELTMEK İÇİN NELER YAPABİLİRİZ ?






Enerji Alanınızı Birikimlerden Temizlemek Frekansınızı Yükseltir 

Işığınız bir elekten geçer gibi parlar, siz bu ışığın geçtiği kadarsınız. Ortak bir merkez tarafından bir soğan gibi yuvarlak katmanlarla çevrili olduğunuzu düşünün. En yakınınızdaki katmanlar fiziksel bilgiler içerir, bunun ötesindekilerde sırasıyla duygusal bilgiler, düşünce kalıplarınıza dair bilgiler ve en uzaktakilerde de ruhunuz ile hayattaki amacınızla ilgili bilgiler bulunur. Bunlar farkındalığınızdaki oktavlar gibidir.  Ruh seviyesinde korku ya da blokaj yoktur -sadece berrak, meditasyon yapanların saf bir farkındalık duygusu yarattığını ifade etmek için kullandıkları tabirle şefkat dolu mücevher ışığı vardır. Ama fiziksel, duygusal ve zihinsel katmanlarda kafanızın karıştığı ve korktuğunuz eski deneyimlerden kaynaklı fonksiyon bozukluklarını, sabit fikirleri ve donmuş duyguları bulursunuz. Bu kısaltılmış kalıplar gölgelere benzer; kendi doğrunuzu ve sevginizi yaşamadığınız hareketsiz yerlerdir. Parçalandığınız ya da bir şeyden kaçtığınızda da delikler ve gediklerle karşılaşırsınız ve bunlar da bloklar gibidir.

Zihninizi sakinleştirdiğinizde, hiçbir şey düşünmezsiniz ve bir şey düşünmediğinizde hiçbir şeye direnç göstermezsiniz ve direnç göstermediğinizde ve hiçbir şeye direnç göstermeyen düşünceler beslediğinizde Varlığınızın titreşimi yüksektir, hızlıdır ve saftır.

Abraham/Esther Hicks

Şimdi ruhunuzun yaşamınızı, bedeninizi ve kişiliğinizi yaratmak için oktavlarla bilgelik, niyet ve enerji yolladığını hayal edin. Birçok gölge ya da katı yer ve kim olduğunuza dair alandaki boşluklar yüzünden bütünlüğünüzün sadece belli bir yüzdesi elekten geçen ışık misali açıklıklardan geçebilir. Yüksek boyutlarda her yerde bir gölge ya da gedik vardır, sizin yaşamınızda ve bedeninizde de benzer bir kasılma ya da bilinçsiz yerler olacaktır. Duygusal bir travmanın hatırası ve bunun etrafında oluşmuş inançlar bedenin üzerine gölgelerini düşürecek, belki de kronik ağrılara, hastalıklara ya da orjinal yaraya tekabül eden bir noktada incinmelere sebebiyet verecektir.

Bastırılmış duyguları ve inançları anlayıp rahat bırakarak şifa bulduğunuzda, alanınızdaki karanlık noktalar kaybolur ve ondan sonra ruhunuzun mücevher ışığı daha fazla parlayabilir. Burada dünya üzerinde frekansınız yükselir, daha bilge ve daha sevecen bir insan olursunuz, bedeniniz iyileşir ve hayatınız daha iyi bir hale gelir. Demek ki, ruhunuzu bloke eden duygu ve düşüncelerden, sağlıksız duygusal alışkanlıklarınızdan, arınırsanız frekansınızda doğal olarak yükselecek.



Ruhu bloke eden şeylerden sıkça karşılaşılanlar arasında önceden üzerlerini kapattığımız sağlıksız duygusal alışkanlıklar bulunur: Kurban, mağdur ya da egemen güç olmak, kendini ya da başkalarını suçlamak, inatçı ve söz dinlemez olmak, başkalarını kurtarmak ve kurtarılmayı istemek ve başka şeylerle oyalanmak, geciktirmeler ve ertelemelerle gerçeklerden kaçınmak…Bunlara bir de şunları ekleyin: Başkalarını kıskanmak, saldırmak/kavga etmek, şikayet edip olumsuz konuşmak (ben yapamam, nefret ederim) ya da çirkin bir dil kullanmak (küçümseyerek konuşmak, dedikodu yapmak) ve akla gelebilecek en kötü senaryoları detaylarıyla kurgulamak. Budist rahibe Pema Chödrön bu tepkileri yemi yutmuş balıklar gibi “oltanın ucuna takılmak” diye niteliyor.

Bu olta iğnelerinden kurtulduğunuz ya da bu davranışları değiştirip yerlerine sağlıklı duygusal alışkanlıklar koyabildiğiniz zaman, olan bitene karşı çıkmayı bırakıp olayları sadece olduğu gibi kabul ettiğinizde ruhunuzun mücevher ışığının size daha fazla enerji vermesine izin vermiş olursunuz. Ve bunu her yaptığınızda mevcudiyetiniz önemli bilgileri ortaya çıkarır, sevecen bakış açınızı güçlendirir ve bundan sonra ne yapacağınızı bilmenize yardımcı olur. Bir şeyin üzerindeki etiketi kaldırdığınız ya da sabit bir fikir ya da bir tanıma yatırdığınız enerjiyi geri çektiğiniz zaman bir gölgeyi daha silersiniz ve yaşamınıza daha fazla mücevher enerjisi dolar. Aynı şey “rol yapmayı kestiğinizde” ve sağlıklı beslenip bayağı bir kilo verdiğinizde, sigarayı bıraktığınızda ya da bedeninizi bağımlılık yaratan maddelerle kirletmekten vazgeçtiğinizde de geçerlidir.

Ruhu bloke edenler arasındaki diğer bir kategori ise erken yaşlarda hayatta kalmak için farkında olmadan edindiğimiz düşünceler, inançlar ve dünya görüşleriyle ilgilidir. Bunlar, kim olduğunuzla ve burada bulunma amacınızla hiç ilgili olmayabilirler. Bu üst üste binmiş tabakalar ilk olarak, anne-babanızın inanç yapıları ve bedensel duruşlarını farkında olmadan benimsediğiniz “radar” döneminizde ortaya çıkmıştır. Aslında gözü pek bir gazeteci olmanız gerekirken, bu tabakalar size kibar ve alçakgönüllü olmanız gerektiğini söylüyor olabilir. Bu düşünceler size ağırlık yapan ıslak battaniyelere benzer, bıraktığınız alışkanlıklara dönüp eskisi gibi davranmanıza neden olur. Bu fikirler aslında size ait değildir ve belki de onları kimden ödünç aldıysanız ona geri vermeyi hayal edebilirsiniz ya da enerji sahanızdan buharlaşıp uçtuklarını, yok olduklarını görebilirsiniz. Bu ödünç fikirleri tanırsınız çünkü sonlarında “meli-malı” ekleri bulunur ya da bunları kendi kendinize söylemeyi denediğinizde başka birinin sesinin yankılandığını duyarsınız.

ŞUNU DENEYİN!

Başka İnsanların Üzerinizde Oluşturduğu Katmanları Temizleyin

Uğruna yaşadığınız töre ve değerlerin bir listesini yapın, hatta doğru bulduğunuz olumsuz olanları bile bu listeye yazın. Hangileri annenizden geliyor? Babanızdan gelenler hangileri? Aralarında modası geçmiş ve aslında size uygun olmadığını düşündükleriniz var mı? Varsa bunları kimden aldıysanız o insana iade edin ya da yok olmaya bırakın.
Para, iş, ilişkileri ebeveynlik sağlık, yaşlanma, din, politika ve ölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve tavırlarınızı yazın. Bu fikirleri nereden, nasıl edindiniz? Bunlara ihtiyacınız var mı? Hepsini birer birer askıya almayı deneyin. Sabit fikirlere ve kurallara sahip olmak yerine her bir alanın size spontane olarak nasıl olabileceğiniz ve ne yapacağınızı öğretmesine izin vermek nasıl olurdu? Bu alanlar nasıl genişleyebilir ya da değişebilir?
Eğer cahillik ve ilgisizlik, mahrumiyet ve çaresizlik, unutkanlığı ve değersizlik duygusunu veya şikayet etmeyi artıran alışkanlıklarına takılıp kaldıysanız bu tür gedikleri doldurabilecek yegane şey anda mevcudiyettir: Her şeyin altında yatan, her şeye sinen sevgi dolu şefkat ve merhamet niteliğinde bir varoluş. Odaklanın, mevcudiyetinizle dolun ve sağlıksız duygusal alışkanlıklarınıza karşı “zihnen mevcut” olduğunuzu göreceksiniz. “Bilmem” dediğinizi işitince, “Bununla ilgili neler biliyorum?” demeye çalışın. Kendinizi bir arkadaşınıza, “Ben iyi dans edemem” derken bulduğunuzda bu düşünceyle ilginç, kendinize has ya da yaratıcı şekillerde hareket ettiğinizi düşünerek eğlenebilirsiniz. Dans etmenin size has haliyle yaşamak, bu hareketleri hayatınızın bir parçası yapmak nasıl olurdu? Hiçbir zaman yeterli paranız olmadığı kasetini yine başına sardığınızda kendinize şunu diyebilirsiniz: “Dur bir dakika! Şimdiye dek hayatta kalabilecek ve belli bir seviyede yaşayabilecek kadar param oldu. İyiyim ben. Durumumu istediğim zaman, daha enteresan bir şey elde edebileceksem değiştirebilirim. Şu an bana göre enteresan bir şey var mı? Ne yaratmak istiyorum” Siz kendi hikayenizin yazarısınız. Size gizemli bir şekilde bir yaşam hediye edildi ve aynı zamanda da kendi tavrınızı, ruh halinizi ve hareketlilik seviyenizi seçmekte özgürsünüz. Bu dünyada sizi gerçek siz olmaktan alıkoyabilecek güçte hiçbir kuvvet olamaz.

Nehirlerde hiç acele yoktur. Oraya, suyun kenarına gittiğinizde akış hızıyla hareket etmeye başlarsınız ve bu hız sizi bu gezegen üstündeki yaşamdan çok daha eski bir akışa bağlar. Bu hızı kabullenmek bir günlüğüne bile olsa bizi değiştirir, kendi kalp atışlarımızın sesinin ötesindeki ritimleri hatırlatır.

Jeff Rennicke


KISACA…Olumsuzluklara takılı kalmış olmak dört nedenle olur: Düşük kişisel titreşim, iradenin yanlış kullanımı, dalgalar ve döngülerle uyumlu yaşamamak ve anın içinde tam olarak mevcut olup tam bir farkındalık içinde bulunamamak.

Korktuğunuzda ve bu korkuyla sağlıksız duygu alışkanlıklarıyla savaş -ya da- kaç yöntemleriyle başa çıkmaya kalkıştığınızda kişisel vibrasyonunuz düşer. Kişisel vibrasyonunuz düştüğünde bir şeye takılıp kalmak kolaydır çünkü düşük frekanslar daha olumsuz deneyimlere neden olur. Bir dalgayı durdurmaya ya da arzu ettiğiniz gibi zorla hareket ettirmeye çalışırsanız yaşam akışınızda geri tepmeler ve deformasyonlara neden olursunuz. Bu deneyimi bir kenara bırakıp boşluk ya da olumsuz gerçekliklere konsantre olmaya çalışırsanız mevcudiyetin eksikliği deformasyonlara ve pürüzlere neden olur.

İrade gücünün doğru kullanımı zor kullanmak, kontrol etmek ya da direnmek değil şöyle olmalıdır: (1) Daha yüksek bir titreşim seçin, (2) İçinde bulunduğunuz dalga hareketine uyum sağlayarak “akışla” birlikte hareket edin, (3) O an her ne oluyorsa, “onunla kalmayı, onunla birlikte olmayı”, ruhunuzun bilgeliği ortaya çıkabilsin diye her durumda daha fazla mevcut olabilmeyi seçin… Ruhunuzu bloke eden düşünceleri ve kişiliğinize uygun olmayan ödünç alınmış düşünce katmanlarını yok ederek mücevher ışığınızın hayatınıza ve bedeninize dolması için daha temiz bir alan açabilirsiniz. Bunu yapmak için kuvvete ya da zor kullanmaya hiç ihtiyaç yoktur -frekansınız kendi araç gerecine bırakıldığında doğal olarak kendiliğinden yükselir. Kendinizi olumsuz titreşimlerden arındırmanız bugün kolaydır çünkü bedeninizdeki ve dünyadaki ivme kazanan frekans uzun süre takılıp kalmayı zorlaştırır ve korkulardan arınmak hemen anında mümkün olabilir.

Kaynak: Frekans - Penney Peirce
Devamını Oku »

15 Ekim 2016 Cumartesi

KARANLIK VE IŞIK




KARANLIK VE IŞIK

Birçok insan karanlık ve ışığın ne olduğunu bilmez. Karanlık sevgisiz enerji olarak tanımlanır, oysa birçoğunuz “karanlık işler çeviren” varlıklar olduğuna inanırsınız! Bu böyle değildir, evrende karanlık işler çeviren hiçbir varlık yoktur. Karanlık bir titreşim halidir, sevgisiz bir haldir. Karanlık pasif, ışık ise aktiftir, işte hepsi budur! Orada hiçbir dram, hiçbir korku yoktur. Korkuyla ilgili korkunuzdan, onun sadece düşük bir titreşim hali olduğunu bilerek kurtulabilirsiniz.

Evrende bir denge vardır. Işığın daha yüksek düzeyde titreştiğini ve daha fazla enerji gerektirdiğini hatırlayın, dolayısıyla o daha aktif bir unsura sahiptir, karanlıksa buna sahip değildir ve daha az enerji gerektirir. Bu yüzden karanlığı barındırmak ve sürdürmek daha kolaydır. Karanlık sadece ışığın yokluğudur, ışık ise Tanrının içinizdeki mevcudiyetidir. İşte yeni çağınızla ilgili şaşırtıcı bir bilgi, karanlık ve ışığın işleyiş paradigması artık değişiyor. Daha yüksek düzeyde titreşenlerin hissettiği şeylerden biri de bir rahatsızlık halidir. Her şey yolunda gider gibi görünmesine rağmen yine de rahatsızsınız, çünkü yeni bir hücresel dengeyi deneyimliyorsunuz, buna alışın.

Daima bir denge olmalıdır. Dünyanın ve evrenin işleyiş biçimi böyledir, hücresel yapınızın işleyiş biçimi de böyledir, biri daima diğerine eşit olmalıdır ya da birinin enerjisi en azından bütünü dengeleyecek bir başka şeye dönüştürülmelidir. Ölümde bile denge vardır. İşte meydana gelen ve işlerin işleyiş biçimini değiştiren şeyin anahtarı budur. Geçmişte gezegende dengeli olması gereken insan enerjisiydi, tüm karanlık ve ışık dengesi insanlara yükleniyordu, bu dengeyi sağlayan şey de insanlığın bilinciydi, böylece olumlu kadar olumsuzun da bulunabileceği bir denge yaratılıyordu, bunun üzerinde biraz düşünün. Siz bir kazanan varsa bir de kaybedenin olması gerektiğine inanarak büyüdünüz, bu iki boyutlu, eski enerjiye ait bir düşünce biçimidir.

İş şimdi değişmiştir, farkında olmasanız da yeni enerjide artık sizinle birlikte yürüyen bir ortağa sahipsiniz. Nötr aşıyı almaya niyet ettiğinizde dönüşüme uğrayan karmanın nereye gittiğini hiç merak ettiniz mi? O yerküreye, toprağa gidiyor. Bunca zaman sizi üstünde taşıyıp destekleyen gezegenin enerjisine dönüştürülüyor. Son dönemlerde yerküreye ne olduğuna bir bakın, dünya neden şimdi değişiyor? Mevsim değişiklikleri ve hava durumundaki çarpıcı değişimler neden şimdi meydana geliyor? Yüzyılda bir görünen fırtınalar neden her 15 yılda bir tekrarlanıyor dersiniz? Sizden boşalan enerji toprağa gidiyor da ondan. İki kazananı olan bir yarışmayı düşünün, siz yeni enerjiyi alıp kazanıyorsunuz, toprak da attığınız eski enerjiyi alıp titreşimini yükseltiyor, yani o da kazanıyor, durum budur.

Toprağın da varlığın bir parçası olduğunu anladığınızda, çevresindeki manyetiklerin onu destekleyen bir koza olduğunu kavradığınızda içinde bulunduğunuz sistemi de anlayacaksınız. Artık insanlık dengenin asıl yükünü taşımak zorunda değildir, bunu yapamaz, çünkü aktif olumlunun pasif olumsuza ağır basmaya başladığı ve bir ışık işçisinin düzinelerce ışıksız insana bedel olduğu kritik kütleye erişilmiştir. İşte bu yüzden ışığa ve sevgiye sahip tek bir insan düzinelerce insanı değiştirebilir. Eskinin yeniye dönüşümünden açığa çıkan enerji toprağa gider ve yerküre buna tepki gösterir, yerküre değişikliklerinin nedeni budur! Kendinizi korkunç bir doğa olayının ortasında bulduğunuzda korkmak yerine onu onurlandırın! Toprak eski enerjiyi massettiği için sarsılmakta, olumsuz olumluya dönüşmekte ve denge değişmektedir. Eğer sınavlarınızı siz planlamışsanız, çözümlerini de sizin planlamış olmanız mantıklı değil mi? Sorunların çevresindeki tüm enerjiyi, tüm korku ve endişeyi düşünün, bir de hazırlanmış çözümlerin içerdiği sevginin çevresindeki enerjiyi düşünün, işte bu dengedir.

Biraz da yaşamdan ve ölümden söz edelim. İnsanların düşündükleri şekliyle ölüm eski bir paradigmadır, çünkü yeni enerjide bu gezegeni hızlandırabilmek için uzun ömür sürmenizden daha büyük bir nitelik yoktur! Eski paradigmada ölüm bir enerji değişimiydi, 950 yıl yaşaması gereken bedenler sizin izninizle 60-70 yıl yaşayabiliyordu. Yaşlanma da tasarladığınız bir şeydi, hızlı ölüm ve doğumlarla, yeni karmik örtülerle geri gelip ışık ve karanlık mücadelelerinden geçiyordunuz. Bu eskiden değişimin motoruydu, ama artık değil, çünkü 11:11’de DNA’nıza daha uzun bir ömür için izin verdiniz. Sizden, insan biyolojisinin sürekli yaşayacağı bir alana geçmesi istenmektedir. Bu beklediğinizden daha önemli ve farklı bir şeydir, hücrelerinizin ta ipliklerinden gelecek talimatlara bağlıdır. Bakalım biliminiz bunu çözebilecek mi? Artık burada kalma iznine sahipsiniz, ayrıca çok uzun bir yaşamı destekleyecek enerji ve bilgi de size verilecektir.

Yakında biliminiz insan biyolojisinde ışığın etkisinin ne denli önemli olduğunu
keşfedecektir. Yaşlanmaya neyin sebep olduğunu anlamaya başlıyorsunuz, ama hala anlamadığınız bir nitelik var ki, o da beden saatiyle ilgilidir. Bedeniniz zamanı dikkatle izler ve hesabını tutar, bunu biliyor muydunuz? Belirli şeyleri ne zaman yapacağını bedenin nasıl bildiğini sanıyordunuz? Siz kadınlar, beden saatinin neden aylık bir devreye sahip olduğunu hiç merak etmediniz mi? Neden insan biyolojisi Ay’ın devrelerine karşılık verir? Çünkü yerküreyle insan biyolojisi arasında bir ilişki var, çünkü yerküre temel 12 fiziğine karşılık verir, biyolojiniz de öyledir. DNA’nızın 12 ipliği size temel 12’yi haykırır, hücrelerinizdeki saat biyolojinizi dikkatle izler. İzlenen iki şey vardır, birincisi manyetiklerdir. Beden manyetikleri bilir, bir insanı alıp manyetik enerji ağından ve ley hatlarından hızla geçirdiğinizde beden buna belli bir biçimde tepki gösterir. Bir yöne gittiğinizde beden buna bir türlü, diğer yöne gittiğinizde ise başka türlü tepki gösterir. Yönlerden birinin tüketici, diğerinin ise güçlendirici olduğunu biliyor muydunuz? Evet, bedeniniz gezegenin manyetiklerine karşılık verir, manyetikler olmadan yaşayamazsınız. Bilmeniz gereken diğer şey, biyolojinizin manyetik girdiyle birlikte ışığı ve karanlığı da saydığıdır, yani sayma mekanizması karanlığı ve ışığı da içerir. Bedeninizin her hücresi ne zaman gündüz ne zaman gece olduğunu bilir, bunun gözlerinizle hiçbir ilgisi yoktur, gözleri görmeyen bir kişi de aynı yeteneğe sahiptir, çünkü hücresel yapı ve damarlarınızdan akan kan ışığı da karanlığı da tanır, günleri manyetik niteliklerle birlikte sayar.

 Yakında söylediğim şeyi doğrulayan bir kanıt ortaya çıkacak. Ömrünüzün uzaması için bakmanız gereken bir sonraki şey bu beden saatidir, çünkü o saate hitap edilebilir ve değiştirilebilir. DNA’nın saat bölümünü arayın, bu sayan bölüm tüm tabloyu anlamada kritik bir öneme sahiptir.
Şimdi nefret ve sevgiden söz edelim. Sevgi ve nefretin enerjisinin özde aynı olduğunu bilmek bazılarınızı şaşırtabilir. Nefret, kutsanmış ışık enerjisinin içinden geçmesini bekleyen cehalettir, evet nefret budur! Eğer herhangi bir yerde herhangi bir bilinci ışıktan yoksun bırakırsanız karanlık tarafın kuşku ve korku olarak ortaya çıktığını görürsünüz. Karanlık basit olarak sevginin yokluğudur. Hepiniz vicdansız insanları görmüşsünüzdür, onlar her türlü olumsuz şeyi yapar ve bundan rahatsız olmazlar. Aslında onlara bakarken sevgi unsurundan yoksun bir cehalet bilincine bakmaktasınız, ama onlar bile dönüşüme uğrama potansiyeline sahiptir. Dolayısıyla nefret değişmeyi bekleyen bir enerjidir, kendinden hoşnut değildir, mutsuzdur ve değişmek istemektedir. Bunu görmek için nefret edenlere şöyle bir bakmanız yeter!

Öte yandan sevgi dönüşüme uğramış nefrettir! Tanrının varlığına inanmayan insanlar görmüşsünüzdür, onlar dünyada hiçbir şeyin iyi olmadığına ikna olmuşlardır. Ama bu insanlar genellikle bir gecede değişime uğrar ve nefretten arınırlar, oysa size daha evvel umutsuz bir vaka olarak görünmüşlerdir. Yeni enerjide böyle bir anda aydınlanmalar çok görülecektir, bu aktif sevginin nefret ve korkuyu dönüşüme uğratan mucizesidir! Karanlık bir yere ışık tuttuğunuzda artık karanlık orada varlığını sürdüremez. Bir kez bir şeyin nasıl işlediğini anlarsanız farkındalıktan yoksunluk haline geri dönemezsiniz.

Korkan kişi karanlıktadır, korkan kişi henüz aktif ışık unsurunu görmeye hazır değildir. Korkan kişi henüz kalbinde bulunan yüce varlığın değerini idrak edememiştir. Nefret gibi korku da cahildir, korku ve nefret değişmek isteyen geçici şeylerdir, onlar değişime hazırdır. Öte yandan huzur tıpkı sevgi gibi kendinden hoşnuttur, mutludur, çünkü aktif ışık enerjisine ve saf niyete sahiptir. Çevrenizdeki dünya kaos içinde görünse de huzur içinde olabilmeniz harika bir şeydir. Bazıları bunu sorunları görmezden gelip başını devekuşu gibi kuma gömmeye benzetirler. Onlar kaos karşısında huzuru korumanın Tanrısal bir özellik olduğunu anlamazlar.

---- KRYON ----
Devamını Oku »

12 Ekim 2016 Çarşamba

FARKINDALIĞIN GÜCÜ




FARKINDALIĞIN GÜCÜ

Bir insan olarak yükseliş statüsüne geçmek istediğinizde aslında hücrelerinizin titreşiminin yükselmesini istemektesiniz. Saf niyetiniz yoluyla hücresel yapınızın farkındalığı oluşmaya başlar. Bedeninizin her hücresi varlığınızın tüm planını içermektedir. O, DNA dediğiniz kodda, bir tanesi de DNA’nın çevresindedir. Birlikte getirdiğiniz kontrat, kimliğinizin bilgisi, manyetik damganız hepsi bu kodda yer alır. Yeni gelen İndigo çocuklarda neyin farklı olduğunu bilmek ister misiniz? Eğer onların DNA’larının kimyasal olmayan parçalarını inceleyebilseydiniz farkındalığın, yani kimyasal olmayan DNA’nın bir parçasının değişmiş olduğunu görecektiniz. O spiritüel parçadır, ama yine de fizikseldir. Var olmuş her şey, bir insan olarak var oluşunuzun tüm kaydı o kodda bulunur, kontratlarınızın planı da orada yer alır. Bu hayattaki deneyimlerden kaynaklanmayan korku ve endişeler bu kod vasıtasıyla geçmiş hayatlarınızdan gelmektedir. Mucizevi bir şifanın zamanı geldiğinde hücreler, özellikle de hasta olanlar “gitme” zamanının geldiğini anlar ve bunu yaparlar. Hiç yoktan kemik, doku ve etin meydana geldiği mucizevi şifa türleri bile içinizden tezahür eder. Bazen doğuştan gelen sorunlar hallolur, hastalıklar şifa bulur ve doktorlar huşu içinde ne olup bittiğini merak ederler! Size ne olduğunu söyleyeyim, doku yenilenmesi hakkında tüm bilgiye sahip olan hücreler uyandırılmışlardır. Bunu biliminizde görmek istiyor musunuz? Eğer istiyorsanız “hücre intiharının” kanıtını arayın. Bu, dengesiz olduklarını her nasılsa “bilen” hücrelerin çekirdeğinden kaynaklanan bir yıkımdır. Biliminiz bu hücrelerin sanki bunun “farkındaymış” gibi içten dışa doğru patladıklarını söyleyecektir. Bu nedir biliyor musunuz, bu içinizdeki Tanrısallıktır, içinizdeki farkındalıktır! Bunun için Tanrıya teşekkür mü etmek istiyorsunuz? Öyleyse Tanrıyı dışınızda değil içinizde arayın, çünkü O oradan, içinizden gelmiştir.

Mucizeler kozmik kafesle bağlantılıdır. Kozmik kafes evren enerjisidir, bir gün potansiyeline ulaşacağınız gerçek enerjidir. O fizikten öte bir şeydir, aynı zamanda ezoteriktir. Dünyadan evrenin en uzak noktalarına enerji aktarmanızı sağlar, çünkü birlikte düşünen tek bir bilinçtir. Şifa sağlarken aslında hücrelerinizin kafese bağlı bölümlerini uyandırmaktasınız. Kozmik kafes ruhsal saf niyetinizi hücresel yapınızın çok ötesine taşır.
Saf niyet her şeydir . Bir ilacı elinizde tutarak, sadece elinizde tutarak o ilacın özünü bedeninize çekip alabilirsiniz. Onun şifa nitelikleri içmenize ya da şırınga etmenize gerek kalmadan bedeninize geçecektir, buna ilacın özünü alma niyeti denir. Niyet, fiziğin üzerinde bir güce sahip olan bilinçtir, yüzyıllardır bedende mucizeler yaratan şeydir. Bugüne kadar gördüğünüz en mucizevi şeyler saf niyetten kaynaklanmış ve şifa içerden gelmiştir, çünkü niyet molekülleri etkileyen ve kendini tezahür ettiren spiritüel bir güce sahiptir.

Yediğiniz şeyleri niyetinizle arındırabilirsiniz! Bundan böyle yemeğe oturduğunuzda elinizi yemeğin üstüne tutarak sessizce ya da yüksek sesle “Seni kendi titreşimime yükseltiyorum” deyin. Bu durumda fizik maddeler üzerinde kontrole sahip içinizdeki melek molekülleri temizleyecektir. Düşük kalorili bir yiyeceği mucizevi bir biçimde işe yarar hale getirebilirsiniz. Sizinle aynı yemekleri yedikleri halde hastalananlar da olacaktır, bunu sağlayan şey farkındalığınız ve fizik üzerinde sahip olduğunuz güçtür.
Çevrenizdeki fiziği etkileme gücüne de sahipsiniz, bu işlem de kozmik kafesle ilgilidir. Bunu söylerken kaşıkları eğip bükmekten değil, insanların kalplerini değişime uğratmaktan söz ediyorum. “Işığı tutma” terimi daha yüksek düzeyde titreşmeyi seçme anlamına gelir. Işığı tuttuğunuzda, her nereye giderseniz gidin enerji yayarsanız, bu uyumlanmış enerjidir, yani belirli bir niyeti olan enerjidir. Bir insan bu uyumlanma sayesinde girdiği odanın enerjisini değiştirebilir. Her bir niyet ve titreşim düzeyi kafes için karmaşık bir talimat dizisi gibidir. Bazılarınız bir salona girdiğinde tüm başlar dönüp ona bakar, siz buna karizma dersiniz, ama gerçekte o başka bir şeydir, insanın kafese uyumlanmasıyla değişen enerjisinin herkes tarafından hissedilmesidir. Ellerinizi birilerinin üstüne koyduğunuzda kendilerine yardım ettiğinizi hissedeceklerdir. Birçoğunuz, ellerinizin karşınızdaki insana hiç dokunmadan daha iyi iş gördüğünü anlayacaksınız.
Kafese uyumlandığınızda daha önce asla yapamadığınız bir şeyi de yapacak, duygular üzerinde kontrole sahip olacaksınız. Huzur yaratabilecek, nefret, kıskançlık, korku ve dramı dönüşüme uğratabileceksiniz. Endişelendiğinizde meydana gelen hücresel değişimin farkında mısınız? Bazılarınız yemek yiyemez hale gelirsiniz, bu bir ipucudur. Onlar edişe ve korkuyu bilirler. Eğer hücreleriniz endişe ve korkuyu biliyorlarsa sevinci ve aydınlanmayı da bileceklerdir.

KRYON

Devamını Oku »

10 Ekim 2016 Pazartesi

UFO GÖZLEMİ İÇİN TEKNİK BİLGİLER - UFO YANILGISI - DOĞAL FENOMENLER


Bir insanın gördüğü uçan herhangi bir şeyin UFO olduğuna inanması çok da zor bir şey değildir. Beynimizde anlamlandıramadığımız uçan herhangi bir nesneyi UFO sanabiliriz.Bu yüzden siz UFO meraklıları için kapsamlı bir çalışma yaptım. İşte sık sık UFO'larla karıştırılan nesneler ve doğal fenomenler :

Uydu ve Roket Tankları : Son yıllarda Dünya genelinde bir çok bölgeye düşen ve insanlarda merak uyandıran bu cisimler aslında yörüngedeki uyduların manevralarında kullanılan yakıt tanklarıdır.Değişik çap ve ağırlıkta olan bu tanklar düştükleri yerde 2 ila 4 metre genişliğinde ve yaklaşık 30 ila 50 cm derinliğinde krater oluşturuyorlar.


    Dilek Feneri : Dilek balonu yada dilek feneri aslında küçük bir hava balonudur. Her dilek feneri çok hafif bir kağıt kullanılarak,el ile yapılmaktadır. Tam ortasında ufak bir mum bulunur. Bu mum yakılmak sureti ile dilek balonunun içi sıcak gazla dolunması sağlanır. Böylece sıcak havayla dolan dilek balonu yükselmeye başlar.Günümüzde bir çok etkinlikte kullanılmaktadır. Bazı etkinliklerde dilek balonunun üzerine gerçekleşmesini istenilen dilek yazılıp gökyüzüne gönderilir. Asya'dan günümüze kadar gelen bu adet çok eski zamanlarda Çin'de Çin feneri oyunlarında yada şenliklerde yapılmaktaydı.

”…Eskiden Uzak Doğu’da haberleşme aracı olarak kullanılan Dilek Feneri, ilk önceleri, bazı inanışlara göre dilek tutulduktan sonra havaya bol miktarda salındıklarında, insanlar tarafından dileğin gerçekleşeceğine inanırlarmış…” Ufo meraklılarının baş belası olan bu fenerler aslında yangın tehlikesi de taşımaktadır,Bir çok ülkede yasaklanmaya başlamasının sebebi de budur.Dilerim bir daha gökyüzünde bunlardan görmeyiz.



    Led Lambalı Balon :  Helyum gazı ile şişirilen balonun içine yerleştirilen pilli Led ışık sayesinde gece yapılan parti ve organizasyonlarda kullanılır.Gökyüzüne toplu olarak bırakılarak gökyüzünde bir ışık şöleni yaşatmak amaçlı kullanılan bu balonlar ticari amaçla satılmakta olup çok pahalı da değildir.Yeni nesil olan bu Led Lambalı Balonlar da en az Dilek Fenerleri kadar UFO gözlemcilerini kızdırmaktadır.Belirli bir yüksekliğe ulaştıktan sonra balon oldukları anlaşılmayan  bu balonlar,aşağıdan bakan insanlara UFO gibi bir görünüm uyandırır.Bu yüzdendirki bunlara halk arasında " Ufo Balonları " denmiştir. Bu balonların yayılmasıyla birlikte UFO ihbarlarının da artması kaçınılmaz olacaktır.Tabi deneyimli gözlemciler gerçek Ufo'ların karakteristik özelliklerini bildiğinden onları Ufo 'lardan ayırt etmesi çok da zor olmayacaktır diye düşünüyorum.

   
Kuşlar : Etrafımızda uçuşan çeşit çeşit,irili ufaklı ,değişik renklerde kuşlar vardır.Bazen fotoğraflarda onları çok net görürken bazen de bulanık ve flu görebiliriz,hatta bazen farklı açılardan dolayı onların kanatlarını göremez ve UFO'lara benzetebiliriz.Böyle durumlarda perspektif yanılgısı yaşayabiliriz.Kuşların bazen fotoğraflarda flu ve bulanık görünmelerinin sebebi ise fotoğraf makinesini kullanan kişinin kullanıcı hatasından ya da denemekte olduğu sanatsal çalışmalardan kaynaklanmaktadır.Bu noktada önemli olan ayrıntılar fotoğraf makinesinin  ayarlarıyla alakalıdır. 

Temel fotoğrafçılık terimleri; " DİYAFRAM - ENSTANTANE - ISO " bu üç temel parametre, ışığın miktarını azaltma veya artırma anlamına gelir. Diyafram’ı ne kadar çok açarsak, filmin üzerine o kadar fazla ışık düşecektir. Buna benzer şekilde, Enstantane’yi (örtücü perde) ne kadar süreyle açık kalmaya ayarlarsak, bu ışığın o kadar fazlalaşacağı anlamındadır. ISO ayarımız ne kadar duyarlıysa, filmin ışığa vereceği tepkime de o oranda fazla olacaktır. Bu ayarların her birinin fotoğraf üzerindeki etkisi fotoğraflarda farklı efektler elde etmemizi sağlar. İşte burada önemli olan, çektiğimiz fotoğrafların sanatsal kullanımı konusunda temel bilgi ve tecrübeyi oluşturmasıdır.Bazen bir manzaranın ya da bir kişinin fotoğrafını çekerken biz farkında olmadan kadraja kuşlar da girebilirler.Siz belki onu gözle görmemiş olabilirsiniz ama o kadrajda olabilir,fotoğrafları daha sonra incelerken sürprizlerle karşılaşabilirsiniz.Makine ayarlarının fotoğraf üzerindeki etkisini daha iyi anlamanız için alttaki resimleri detaylıca inceleyiniz.





    Cam Yansıması : Işık kaynağından çıkan ışınların parlak bir yüzeye çarpıp geldiği ortama geri dönmesine yansıma denir. Yansıma olayında ısığın hızı, enerjisi, frekansı, rengi değişmez. Sadece hareket yönü değisir.Bu konuyu da ele alıp kategoriye dahil etmemin belirli sebepleri bulunmakta. Ender rastlanan bir yanılgı olmakla birlikte bazı art niyet taşıyan insanların bunu özellikle bilgi ve amaç kirliliğine yol açmak için kullandıklarını gördüm.Elbette aralarında hiç bir art niyet taşımayan sadece yanılgı yaşayan insanlar da var.

Aşağıda görmüş olduğunuz fotoğraflar bir vapurun içerisinden çekilmiştir.Solda gördüğünüz fotoğrafı çeken kişi hiç bir kötü amaç taşımadan güneşin batışını yani manzarayı görüntülemek istemiş.Daha sonra fotoğrafları inceleyen şahıs bir UFO yakaladığını düşünerek bilgi almak için bu fotoğrafı insanlarla paylaşmış.Sağ tarafta görmüş olduğunuz fotoğraf ise bir kaç yıl önce bir grupta paylaşıldı.Paylaşılan bu fotoğrafı yayınlayan şahıs adeta insanlarla dalga geçercesine ısrarla UFO olduklarını iddia etti,daha sonra bilinçli insanların soruları kendisini köşeye sıkıştırınca sorulan sorulara cevap vermeden ortadan kayboldu.Ben tarafsız bir araştırmacı olarak aşağıda ufak bir analiz yaptım.Yorum sizin..




   Meteoroloji Balonu : Meteoroloji'de hava tahmini icin kullanılır. 
Radiosonde cihazi bağlanan, içi ,helyum ya da hidrojen ile doldurulan balon, gökyüzüne bırakılır.Balona bağlı radiosonde basınç,sıcaklık ve nem e duyarlı bir özelliğe sahiptir.Sensörlerden eşit zamanlı olarak alınan verileri istasyona gönderir.Bu tür balonlar genellikle lateksten yapılır . Kalkış anından itibaren atmosferin üst seviyelerindeki  nem, sıcaklık, basınç gibi değerleri ölçmeye yarar.Bu ölçüm, balon patlayıncaya kadar merkeze iletilir.Balonlar, Türkiye'nin 8 noktasından her gün aynı anda, öğleden sonra ve gece olmak üzere iki kez havaya bırakılıyor. Balon, üzerindeki sistem sayesinde her iki saniyede bir bulunduğu yerin sıcaklık, nem, basınç, rüzgar hızı ve yönüne ilişkin değerleri yerdeki tahmin merkezine iletiyor.  
Gökyüzüne adeta "sondaj" yapan balonun 11 kilometrelik atmosferdeki yolculuğu, meteoroloji uzmanlarına çalışmalarında kullanacakları kıymetli bilgileri sunuyor. 
Meteoroloji uzmanları da farklı yollardan elde ettikleri verileri, son 12 saatte görülen hava durumunu da göz önünde bulundurarak, 3 günlük tahminlere dönüştürüyor.
Bırakıldıktan 90 dakika sonra yerden 35 kilometre uzaklaşmış olan balon, basınç farklılığı nedeniyle patlıyor. Balonun üzerinde verileri merkeze yollayan yaklaşık 150 gramlık cihaz ise üzerindeki mini paraşüt sayesinde yeryüzüne yumuşak bir iniş yapıyor. 
Birçok alanda farklı amaçlarla değerlendirilen tahminler, afetler için de uyarma özelliği taşıyor. Yaşanabilecek sel, fırtına, don gibi olaylara ilişkin ilgili kurumlar bilgilendiriliyor ve tedbir alınması için zaman kazandırılıyor.Değişik çaplarda ve renklerde olabilen bu balonlar da çok yanıltıcı olabiliyor.


   Değişik Tür Balonlar : 

Birçok gökyüzü gözlemcisi, gökyüzünde balonlara benzeyen nesnelerin videolarını yayınlıyor.Bunların % 90'ı balonlardır, ancak balonlara benzeyen ve balonlar gibi görünen,  dünyevi olmayan % 10 var. Dikkatli bir çalışma sonucunda ince farklılıklar görülebilir .

Değişik türde,değişik boyutlarda ve renklerde balonlar mevcuttur,bunları genelde ülkemizde görmesek bile görmeyeceğimiz anlamına gelmez.Çocukların ilgisini çekmek için her gün yeni bir şey icat ediliyor.Her zaman şüphe ile yaklaşmaya devam etmeliyiz,dikkatli gözlemlemeliyiz.Bu tip balonların ülkemizde henüz görülmemesi biz UFO meraklıları için sevindirici,yine de yanılgı yaşamamak için dikkat etmeliyiz.



  Drone - Multikopter : Ufo araştırmacılarının en büyük baş belası diyebilirim.

Oxford İngilizce Sözlüğü’ne göre “drone”, uzaktan kontrol edilen, pilotsuz hava aracı veya misili anlamına geliyor. Drone’lar ya da uzun ismiyle insansız hava araçları (İHA) 20’inci yüzyılın birçok teknolojisi gibi önce savunma sanayi için geliştirildi. Önceleri gözlem amacıyla tasarlanan bu araçlar, askeri saldırılarda kullanılmaya başlanması daha geniş kitleler tarafından tanınmasını sağladı.

Sivil drone’lar

Nikola Tesla’nın 1898’de aldığı ve teleotomasyon diye tanımladığı insansız hava aracı patenti, bugünkü drone teknolojisinin temellerini oluşturan prensiplerden biri olarak görülüyor. Bu da drone’ların ilk etapta sivil kullanım için düşünüldüğünü gösteriyor. (Benzer bir konuda, Amerika’nın “dronefather”ı Abe Karem’in The Economist röportajını da okuyabilirsiniz.)

İnsansız hava araçlarının sivil kullanımı konusunda iki ana ayrımdan söz edebiliriz. Bunlardan ilki pilotsuz uçaklar. Geçtiğimiz yıl yolcusuz olarak da olsa başarılı bir test uçuşu yapan İngiliz BAE Systems’ın pilotsuz uçuşu, en az sürücüsüz araçlar kadar ses getrmişti.

Askeri drone’lardan çok daha küçük ebatlara sahip ve quadcopter gibi popüler örnekleri olan drone’larsa ikinci grubu oluşturuyor. Bu drone’ların son dönemdeki kullanım alanları arasında, yangın söndürme, doğal yaşamı gözleme, tarım, havadan çekim yapma, deprem sonrası hasar ve radyasyon tespiti gibi çok sayıda farklı konu beliriyor.

DIY Drone’lar

Günümüzde drone’ları, hafızalardaki askeri görüntülerden belki en başarılı biçimde uzaklaştıran gelişmelerden biri de maker kültürü içinde bir yer bulması oldu. Do it Yourself (DIY) yani kendin yap drone’ların, askeri drone’ların aksine hafiflik, ucuzluk ve taşınabilirlik gibi özellikleri, drone’ları birçok sivil için erişilebilir hale getirdi. Dünya çapında bilinen en popüler online komünitelerden biri olan diydrones.com üzerinde hergün onlarca farklı gelişme ve yapım süreçleri kullanıcıları tarafından paylaşılıyor. Sitedeki Arducopter Türkiye Grubu ise Türkçe içeriklerin paylaşıldığı bölüm.

Amatör drone’ların kullanımı da hızla yaygınlaşıyor. 2010 yılında piyasaya sunulan ve bugün bilinirliği en yüksek drone markalarından biri olan Parrot’ın ilk iki yılındada 300 binden fazla AR drone modelini satmış olması bunun bir göstergesi. (Şirket kamuoyuyla paylaştığı satış rakamlarını düzenli olarak güncellemiyor.) Parrot, Türkiye’de buldumbuldum.com, arabulvar.com, bunlardanistiyorum.com ve D&R‘dan satın alınabiliyor. Bir diğer bilinirliği yüksek marka Phantom’un ise Türkiye yetkili satıcısı TechnoModel.

Drone’ların sivil kullanımı konusunda ise en başla gizlilik ve fiziksel güvenlik konularında soru işaretleri var. Drone’ları ticari amaçla kullanmak isteyen ilk şirketlerden biri olan Amazon’un drone’larla teslimat  yapma talebine (ve birçok benzer talebe) yakın zamanda düzenleyiciler (FAA) tarafından olumsuz cevap geldi. Her ne kadar Amerika’da gelecek yıldan itibaren yürürlüğe girmesi beklenen yeni düzenlemelerin drone’ların ticari ve sivil kullanımındaki engelleri ortadan kaldırabileceği beklense de,durum belirsizliğini koruyor. Zira, geçtiğimiz günlerde Amerikalı bir kadının 26’ıncı katındaki penceresinde bir drone’la göz göze gelmesi gibi gelişmeler, amatörler için ciddi sınırlamaların devam edeceğini gösteriyor.

Yine de drone’lar yeni tanımlar ve düzenlemelerle, öyle ya da böyle  hayatımızda yer edinecek gibi görünüyor.



 Venüs Gezegeni : Venüs, Güneş ve Ay'dan sonra en parlak nesnedir. Dünyadan bakıldığında anormal parlaklıkta bir nokta olarak görüldüğü için sık sık UFO sanılabiliyor.Ayrıca dünya batıdan doğuya dönerken, Venüs ise ters istikamette, doğudan batıya döner. Bu nedenle Venüs bize hareket ediyormuş gibi görünür. Bu da haliyle bir diğer UFO yanılgısı yaratıyor.



 YANILTICI YILDIZ PARLAMALARI : Yıldızların yanıp söner gibi görünmesinin de nedeni atmosferdir. Bir yıldızın ışığı atmosferden geçerken hava ısısındaki değişikliklerden dolayı kırılır. Bu da dünyadan bakıldığında ışığın yanıp sönüyormuş gibi görünmesine neden olur. Oysa aynı gözlem uzaydan yapılsa ışık sabit kalır. Yıldızlara bir kamera veya fotoğraf makinesi ile zum yaptığımızda değişik renklerde ışık dalgalanmaları olduğunu görebiliriz,bu da acemi gözler için çok yanıltıcı olabilir.



  Uluslararası Uzay İstasyonu : Uluslararası Uzay İstasyonu'nu (ISS) gözlemlemek  çok  kolaydır. Çünkü UUİ, Iridium uydularına göre gökyüzünde oldukça uzun süre gözlenebilir. UUİ Dünya yörüngesinde bulunan en büyük yapay uydudur. Uydunun büyüklüğü son bir kaç yılda devasa hâle gelmiştir. Bu yüzden de parlaklığı oldukça artmaktadır ve UFO meraklılarını oldukça yanıltmaktadır.UUİ'nin gökyüzündeki geçişinin uçak geçişinden pek bir farkı yoktur. Ne olduğunu bilmeyen biri bunu uçak zannedebilir. Bir çok uydu da tıpkı UUİ gibi geçişler yapar. Bir uyduyu uçaktan ayırmanın en kolay yolu ise nesnenin flaşının olup olmadığına bakmaktır. Uçaklar genellikle kırmızı ve beyaz flaşlar yansıtırlar. Uyduların ise çoğunluğunun ışıkları sabittir. Fakat bazı uydular yanıp sönüyor şeklinde görülebilirler. Bu uydularının parlaklığındaki bu değişim onların kendi etrafında dönmelerinden kaynaklanır.Uydularının parlak yüzeyleri Güneş aldığı durumda parlak, koyu yüzeyleri Güneş aldığında ise sönük görünür. Bu yüzden sanki ışığı yanıp sönüyormuş gibi bize görünürler.Son zamanlarda uydunun gündüz vaktinde bile görüldüğü birçok amatör tarafından bildirilmektedir. UUİ'nin geçişlerini,pozisyonunu öğrenmek ya da uydunun üzerindeki kameralardan  Dünya'yı canlı olarak izlemek için altta verdiğim linkleri kullanabilirsiniz.



 İridyum Uyduları : İridyum Uydusu Parlamaları
İridyum Uyduları, uydu telefonlarının ve çağrı cihazlarının birbirleriyle olan bilgi ve ses akışını sağlamak için Dünya'nın yörüngesine oturtulmuş uydulardır. İlk planlanan sayıları 77 olduğu için uydulara o atom numaralı element olan İridyum adı verilmiştir. Her bir uydu numaralarla adlandırılır.
Yörüngeleri ekvatora 86.4o eğiktir. Birbirlerinden bağımsız 6 hareketli yörünge düzlemi vardır. Yörünge düzlemlerine 1, 2, 3, 4, 5 ve 6 adı verilmiştir. Her bir yörünge düzlemi, yanındaki yörünge düzleminden 31.6o eğiktir. (Ama 1. ve 6. yörünge düzlemleri arasında 22o fark vardır.) Planlanan sayı 77 olmasına rağmen toplam sayılarının 72 olmasına karar verilmiştir. (Aslında 66 tanesi yeterlidir. Geri kalan 6 tanesi yedek uydulardır. Her bir yedek uydu bir yörünge düzleminde bulunur.) Alçak yörünge uyduları olup deniz seviyelerinden yükseklikleri 780 km kadardır. Yörüngedeki hızları 27000 km/s kadar çıkabilir. Haberleşme akışını sağlamak için uydular öndeki, arkadaki ve yanındaki uydularla sürekli irtibat halindedir. Dünya çevresindeki tam bir turu yaklaşık 100 dakikada atarlar.
Yörüngeleri hareketli olduğu için uydular sürekli yer değiştirir. Antenlerin yüksek yansıtıcı özelliklerinden dolayı anten belli bir açıya geldiğinde Güneş'ten aldığı ışığı yansıtır.Bu esnada gökyüzünde bir ışık parlaması olur bu durum bilinemeyen bir gök cismi ya da UFO olarak algılanır.
Yapay uydu gözlemek gökbilimin en eğlenceli yönlerinden biridir. Bunun için teleskop veya dürbün gibi özel bir alete ihtiyacınız yok çünkü en parlak uydular halk arasında "Çoban Yıldız'ı olarak bilinen Venüs'ten bile daha parlaklar.

Yapay uyduları gözlemlemek için nereden, ne zaman geçeceğini bilmemiz gerekir. Bunun için amatörlerin en çok kullandığı kaynak olan www.heavens-above.com adlı sayfayı kullanacağız.
Sayfaya girdikten sonra yapmamız gereken ilk şey konumumuzu ayarlamak olacak. Bunun için 'Configuration' yazan bölümden 'Select from database' kısmına tıklayarak açılan sayfadan ülkemizi seçiyoruz. Ülkeyi seçtikten sonra karşımıza bir arama sayfası geliyor. Bu kısımdan bulunduğumuz ilçeyi yazarak arattırabiliyoruz. Arama yaparken Türkçe karakter kullanmamaya özne gösterin. Eğer ilçe merkezinde değil de ilçeye bağlı köyde veya semtte oturuyorsanız ilçenizin sağında yazan 'neighbours' kısmından semtinizi veya köyünüzü seçebilirisiniz. Bu işlemi tamamladıktan sonra sistem sizi tekrar anasayfaya yönlendirecektir.

Gökyüzünde en çok gözlenen uyduların başında Iridyum haberleşme uyduları ve Uluslararası Uzay İstasyonu gelir. Bu uydular şehir ışıkları altında dahi gökyüzünde kolayca fark edilebilirler. En parlak durumda bu uydular Ay'dan sonra gökyüzündeki en parlak nesne konumuna gelmektedirler.
Iridyum haberleşme uydularını gözlemlemek için saatlerimizin hassaslığı oldukça önemlidir. Çünkü bu uydular gökyüzünde yaklaşık 30sn görülebilirler. Eğer saatiniz tam olarak ayarlı değilse ansayfanın aşağı kısmında yer alan 'what time is it?' bölümüne tıklayarak saatlerinizi ayarlayabilirsiniz.
Iridyum parlamalarının ne zaman gerçekleşeceğini öğrenmek için 'Satellites' kısmından 'Iridium flares' bölümündeki 'next 24 hrs' ya da 'next 7 days' yazılarından birine tıklayın. Karşınıza gelen sayfada mag (magnitude) alt (altitude) ve az (azimuth) gibi terimler çıkıyor. Bunlardan 'magnitude' terimi Türkçe karşılığıyla kadir olup parlaklık sistemidir. Uydunun kadiri ne kadar düşük değerdeyse o kadar uydu o kadar parlaktır. 'Altitude'ün Türkçe karşılığı ise "yükseklik" olup uydunun geçeceği konumun derece cinsinden yüksekiğini ifade eder. Gökyüzü boydan boya 180odir. Ufuk çizgisini 0o olarak kabul edersek başucu noktası 90oe karşılık gelir.  Kolumuzu uzattığımızda bir yumruk genişliği yaklaşık olarak 10 dereceyi ifade eder.  Bir karış ise yaklaşık 25o bir alan kaplar. 'Azimuth'un Türkçe'deki karşılığı ise "Güney açısı"dır. Güney açısı başlangıç noktası kuzey (0o) olup etrafımızı çevreleyen 360o lik derecelik çemberi ifade eder. Doğu 90o ye, Güney 180o ye, Batı ise 270o ye karşılık gelir. 'Azimuth' kısmının yanında 'Distance to flare centre' ve 'Intensity at flare center' terimleri yer alıyor. Bunlardan ilki bulunduğunuz konumun parlama merkezine olan uzaklığını belirtir. Parlama merkezinden uzaklaştıkça uydunun görünen parlaklığı azalacaktır. Mesela -8. kadirden bir İridyum uydusunun 10 km batısında yer alıyorsanız uydu size yaklaşık -3 kadir olarak görünecektir. İkinci terim ise parlama merkezindeki parlaklığı belirtir.



  Yıldırım Topları : Yıldırım topları doğal bir fenomen olup genelde gök gürültülü havalarda oluşan ve ışık saçan bir hava olayıdır. Çok nadir olduğundan UFO'larla karıştırılabilir.



   Deprem Işıkları : Çok uzun bir zaman boyunca yerbilim­ciler tarafından dikkate alınmamış olsalar bile artık bu konuda yürütülen ciddi bilimsel araştırmalar mevcut. Çünkü 1966 yılında Japonya’daki Matsushiro depreminde fotoğraflanarak belgelenmiş, gerçek oldukları görülmüştü.

Deprem ışıkları birbirinden farklı şekil ve renklerde olabiliyor. Bazen gökkuşağı renk­lerinde ve gökyüzüne yayılmış olarak, kimi zaman renkli küreler halinde ya da titreşen ışıklar şeklinde görüldükleri oldu. Ortaya çıktığı bölgeler de tıpkı renk ve şekilleri gibi değişken. Örneğin depremin merkez üs­sünden 400 kilometre uzaklıkta belirdiği de oluyor. Geçtiğimiz yıllarda öne sürülen bir teoriye göre, ışıklar sadece depremin bazı tabakaları birbirinden kopararak ayırdığı durumlarda, bu nedenle oluşan yarıkların üzerinde ortaya çıkıyor. Genelde sade­ce birkaç saniye süren bu garip ışıkların anlaşılması, hayvanların depremi önceden sezebiliyor olmalarının ya da bazı insanların depreme saniyeler kala şiddetli baş ağrıları yaşamasının sebebini de açıklayabilir.


  Füze Testleri : 2009 yılında Norveç'te parlak, uzun kuyruklu bir ışık görüldüğü kaydedildi. Bu herkes için çok etkileyici bir görüntüydü. Gerçekten uzayın derinliklerinden gelen tuhaf bir şeye benziyordu ama aslında açıklaması çok basitti. Rusya'nın başarısız olduğu bir füze testiydi.
   


   Değişik Bulut Şekilleri : Soğuk su damlacıkları bazen alışık olmadığımız bulut şekilleri meydana getirir. Bu bulutların değişik özellikleri vardır. Rüzgar estiğinde yada yakınından bir uçak geçtiğinde birdenbire donarlar yada buharlaşabilirler. Oluşturdukları değişik şekiller yanıltıcı olabilir ve UFO sanabilirsiniz.Tabi bulut taklidi yapan ya da bulutların arasına gizlenen gerçek UFO 'ları da  unutmamak gerek.



 Gelişmiş Gizli Uçaklar : Radarlar uçakların yerlerinin belirlenmesinde çok başarılıdır. Bu durum bir hava saldırısı sırasında öncelikle sürpriz faktörünü ortadan kaldırır. Ayrıca düşman avcı uçaklarının ya da uçaksavar sistemlerin uçaklara karşı önlem alması olanağı doğurur. Bu düşüncelerden hareketle ABD ,RUSYA gibi gelişmiş ülkelerin mühendisleri radarların uçakları görmesini güçleştiren çeşitli yöntemler buldular. Radara yakalanmama özelliğine sahip uçaklara "stealth" yani hayalet uçak adı veriliyor. Bu uçakları radarlar görmese bile gözle görebilmek mümkün olabilir,çoğunluğu ileri mühendislik olan bu uçaklar değişik çaplarda ve şekillerde olabilirler.Hiç alışkın olmadığınız türde olan bu uçakları görüp UFO sanmanız çok olasıdır.

Askeri Drone : Drone’ların Türkiye dahil olmak üzere yaygın kullanımı hala askeri. The Guardian ya da Huffington Post gibi yayınlarda drone’lar için ayrılmış özel bölümlerinde sıralanan haberlerin neredeyse tamamı bu konularla ilgili. Hatta Amerika drone saldırılarının neden olduğu can kaybını kayıt altına alan şöyle mobil uygulamalar bile mevcut.

Bunların bir sonucu olarak hafızalarda çatışma ve savaşlar gibi doğrudan şiddeti çağrıştıran olaylarla özdeşleşen drone’ların amatör ve ticari kullanımı ise son dönemde gittikçe yaygınlaşıyor. Bu durum, drone’ların yeniden tanımlanması gerekliliğini getiriyor. Amerika başta olmak üzere, yeni yasal düzenlemelerle drone’ların askeri savunma ve saldırı dışında kullanım alanlarını tartışmaya açıyor.

Vietman Savaşı’ndan günümüze askeri drone’lar

İnsansız hava araçlarının askeri kullanımı fikrinin 1800 sonlarına kadar gittiği belirtiliyor. Modern çağda savaşla özdeşleşen silahlı drone’ların kullanımıyla ilgili en bilinen örneklerden biri de Vietnam Savaşı. Savaş sırasında yaklaşık 3,500 İHA operasyonunda kullanılmasıyla tarihin belki en çok bilinen drone’larından biri de radyo kontrollü, yüksek hızlı Ryan Firebee oldu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaygınlaşmaya başlayan silahlı drone’ların kullanımı o kadar yaygınlaştı ki, Batı Galler, insansız hava aracı üretiminde dünyanın önde gelen ülkelerden bir olma iddiasıyla drone’lara özel havaalanını açtı, Türkiye, Türk İnsansız Hava Aracı (TİHA) programı kapsamında yerli askeri drone’larını üretmeye başladı, Amerika Kuzey Kore nükleer silahlarını takibe almak için kullandığı Global Hawk’ı, Japonya depremi sonrası hasar tespiti için Fukushima Daichi nükleer santraline gönderdi. Örnek listesi oldukça uzun.


GRUP HALİNDE UÇAN EĞİTİM UÇAKLARI : Filo halinde belirli bir kol düzeninde uçan eğitim uçakları beraber hareket ettiklerinden çoğu zaman Ufo yanılgısı yaşatmaktadır.


Lens Parlaması (Lens Flare) :  Bu çok sık karşılaştığımız ve çok yanıltıcı bir durumdur.Buna " Lens Parlaması " (Lens Flare) diyoruz.Aslen bir hata olmakla birlikte etkili bir ışıktan yanlış açıyla gelen ışığın merceklerde yansıyarak parlaması sonucu oluşan ışık daireleridir.Aynı zamanda fotoşop programlarında kullanılan ışık efektidir.






Uzun Pozlama : Fotoğrafçılıkta en çok kullanılan tekniklerden biri olan “uzun pozlama” çoğunlukla gece çekimlerinde kullanılmakla beraber bir çok farklı durumda da etkili fotoğraflar çıkartmanız için kullanılır.Alttaki örnek fotoğraflarda gece uçan uçakları uzun pozlama tekniği ile fotoğraflamışlar.Uzun pozlama gibi fotoğrafçılık teknikleri  hakkında bilgisi olmayan bir insan için çok yanıltıcı olabilir.





 Işıklandırmalar : Bazı binaların,iş hanlarının veya eğlence mekanlarının ışıklandırma sistemleri gece gökyüzünde ilginç görüntülere sebep oluyor ve insanlar bu görüntüleri bir doğa fenomeni ya da bir UFO olarak düşünebiliyor.





  Açıklama : Bilindiği üzere UFO 'ların belirli karakteristik özellikleri vardır. Formu, yapısı, manevrası, hızı ve yerçekimine ters düşen biçimde havada asılı durup, daha sonra olağanüstü bir hızla ivme kazanarak yok olması ya da havada aniden materyalize olması veya demateryalize olması gibi.Bu karakteristik özellikler hiç bir şekilde bilinen konvansiyonel araçlarla ve teknolojilerle uyuşmamaktadır.

UFO’ların yapısal özellikleri birbirinden farklı olmasına rağmen, yakın karşılaşma raporlarında bazı ortak özelliklerden de bahsedilmektedir. Bağlantı yerleri bulunmayan dış omurgalı UFOlara dair raporlar, bu araçların ileri bir teknolojiyle inşa edildikleri izlenimini vermektedir. Gözlemlenen ve fotoğraflanan UFO’lar arasında, alt bölümlerinde üç ya da dört küre bulunan kubbeli diskler dikkat çekicidir. Bu kürelerin döndükleri görülmüştür. 

Disklerin üstündeki kubbelerden anten benzeri cisimler çıkmaktadır. Disk biçimli UFOlarda pencere ve kapılar da gözlemlenmiştir. Bunun yanında, alt kısımlarında dikdörtgen paneller bulunan üçgen biçiminde UFOlar da bulunmaktadır. 

Işıklar, pencereler, paneller, yükseltilmiş yüzeyler hemen her tür UFO’da görülmektedir. Bu özelliklere sahip cisimler gözlemleyen tanıklar bunların başka dünyalardan geldiğine ikna olmuşlardır. UFOlar hem gündüz hem de gece gözlemlenebilmekte ve bazı atmosferik efektler yaratmaktadırlar. Parlayan ışık geçirmez gövdeler, parlayan yarısaydam gövdeler, kıvılcımlar ve dumanlar bu efektler arasındadır. Gündüz gözlemlenen UFOların belirli bir renkte ışık yaydığı görülmemiştir. Genel olarak gümüşi ve beyaz renkte oldukları söylenmektedir. Gece ise, UFOlar parlak ışık kaynakları olarak belirirler. Gövde ışıklarının rengi değişiklik göstermektedir; bazen birden fazla renge girerler ya da gözlem sırasında renk değiştirirler. Kimi görgü tanıkları, bu araçların hızlandıkça gözlemlenmesi güçleşen değişiklere uğradıklarını bildirmişlerdir. 

Bu özelliklerin UFOların sahip olduğu itici gücün bir ürünü olduğu tahmin edilmektedir. Bu, aynı zamanda, gözlemlenen cismin bir araç olduğunu da göstermektedir. Eğer bazılarının belirttiği gibi UFO’lar elektrogravitik ya da manyetogravitik bir teknolojiyle çalıştırılıyorsa, bahsettiğimiz özellikler bu teknolojinin ürünüdür. UFOlar saçtıkları ışıklarla kendilerini çevreleyen atmosferi iyonize edebilmektedirler. Bu iyon katmanları, bulunulan yere ve havanın durumuna göre farklı renklere sahip bir plazma haline gelmektedirler. Uzaylı varlıklar ayrıca, ivmenin ve hızlı manevraların negatif etkilerini sıfırlayan aletler de geliştirmişlerdir, dolayısıyla uçan daireleriyle havada akıl almaz manevralar yapabilmektedirler. Bildirilen yüzlerce UFO raporu üzerinde yapılan çalışmalar, UFOların belli başlı ve yinelenen bir manevra paternleri olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bunlar arasında, UFO’ların önce havada asılı kalması ardından aniden hızla yükselmesi o kadar sık rastlanan bir olaydır ki, bu bir UFO’nun tipik özelliği olarak kabul edilmektedir, çünkü hiçbir doğal ya da insan yapımı cisim bu şekilde hareket edememektedir. Daire biçimini alma, havadaki araçları süratle geride bırakma ve bir araya gelerek birlikte hareket etme de sık sık gözlemlenen UFO manevralarındandır. 

Devamını Oku »

Yukarı Git