5 Mart 2016 Cumartesi

UYUYANLAR VE UYANANLAR




Uyuyanlar hayatta bir anlam bulmazlar. Buldukları anlam nefisleri içindir. Her şeyin kendi egolarına,benliklerine hizmet etmesini uygun bulurlar. Vicdanlarını sustururlar. Ben olmayı severler. Üstün olmayı severler. Ben bilirim derler. Kendilerine "tanrı" derler. Ummanda bir damla olduklarını bilmezler.

Uyanmış olanlar gökyüzüne baktıklarında, maviliğin ötesinde uzayın,o uzayın ötesindeki alemlerin ve alemlerin olduğunu bilirler. Dünyadaki meyvelerin ve hayvanların güzelliğini görürler. Şükr ederler. İnsanı severler. Biz derler. Ben derlerken de biz derler. Bedenlerinin mabedleri olduğunu bilir ve onu korurlar. Sebeb ve sonuç yasalarını bilirler. Davranışlarından sorumlu olduklarını bilirler.

Uyanmışlar toprağa basarken adeta ondan özür dilerler. Gülmeyi de bilirler, saymayı da ve sevmeyi de. Yargıda bulunmazlar ama doğruyu bulmak için sorgularlar. Ve akışa saldığımızda göreceğiz hepimiz. Bizi çevreleyen kudreti, planı..
Devamını Oku »

KENDİ FREKANSIMIZI YÜKSELTEREK İYİLEŞ(TİR)MEK



 Bir dalganın belli bir zaman birimi (genellikle saniye) içerisinde tekrarlanma sıklığına, yani bir saniye içindeki döngü sayısına “frekans” denir.  “Hertz” birimiyle ölçülür. Herşey titreşmektedir. Bu nedenle herşeyin frekansı vardır. İnsan bedenindeki her hücrenin kendine göre bir doğal frekansı vardır. Aynı şekilde, her hastalığın, her bakterinin , her virüsün de doğal frekansı vardır. Her hücreyi kendi doğal frekansına döndürmek, bedeni sağlığa kavuşturur. Bedenin frekansıyla çatışan, onu bloke eden dalga boyları ise hastalığa hatta ölüme  neden olabilir. Yalnız maddî/fiziksel şeylerin değil, duyguların, düşüncelerin, isteklerin, ilişkilerin, filmlerin, kitapların, dokümanların, toplumsal konuların ve bireysel bilincimizin de frekansı vardır.

 Amerikalı Bilim Adamı Dr. David Hawkins , ( 1927-2012) frekanslar , frekansların bilinç düzeylerinde etkisi , ilişkisi üzerine binlerce araştırma yapmış ve ortaya Hawkins bilinç haritası denen Tabloyu çıkarmıştır. Yaptığı deneylerde , yüksek frekanslı duygu ve düşüncelerin ; düşük frekanslı olanlardan daha güçlü ve etkili olduğunu . En yüksek frekansa ulaşmış bir bilincin düşük frekanslı 70 milyon bilinci dengelediğini klinik olarak kanıtlamış ve Power vs Force - An Anato my of Consciousness ( Güç Kuvvete Karşı – Bilincin Anatomisi ) Kitabında detaylı olarak anlatmış.

Bilinç Haritası

Yapılan araştırmalardan kritik seviyenin 200-cesaret olduğu, ölçümü 200 un altında çıkan duyguların düşüncelerin, durumların kişiyi ve çevresini zayıflattığı , yorduğunu, aşağıya çektiğini ortaya çıkartmış.

Bir başka ilginç bulguysa , yüksek bilinç frekanslarının şaşırtıcı sayıda düşük frekansı dengelediği yönünde . Bireylerden herhangi birinin bilinç frekansı yükseldiğinde , çok sayıda düşük frekanslı bilinci etkileyip dengeleme imkanı olması .

Tablo şöyle :

300 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 90.000 kişiyi,
400 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 400.000 kişiyi,
500 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 750.000kişiyi,
600 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 10 milyon kişiyi,
700 seviyesindeki bir kişi ise 200’ün altındaki 70 milyon kişiyi dengelediği görülmüş.

 Pozitif ve herşeyi olduğu gibi kabullenen mutlu bir insanın yaydığı enerji, 90.000 insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Sevgiyi gerçek anlamda yaşayan bir insanın yaydığı enerji,750.000 insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Barış ve huzur içinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji,10 milyon insanin yaydıgı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Mevlanalığı yaşayan bir insanın yaydığı enerji,70 milyon insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Peygamber,budha seviyesinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji ise tüm insanlıgın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir...

Yapılan araştırmalar ve sonuç teyitleri yıllar sürmüş ve yüzbinlerce denek üzerinde çalışılmış.
Hawkins, insanlığın %85’inin 200’ün altında titreştiğini, son dönemde insanlığın ortalama farkındalık seviyesinin 204’e ulaştığını, yani negatif-pozitif sınırını aştığını, ancak insanın  anlamlı bir şekilde tatmininin 250’nin altında gerçekleşemediğini yazmaktadır.                                                                  
Bireyler gibi, toplumların ve kültürlerin, ülkelerin, coğrafyaların  da titreşim seviyeleri vardır. Bu titreşimler , o alanda yaşayan insanlar, bitkiler , toprak, hava, eşyalar,binalar  vs tarafından oluşturulmaktadır. 200’ün altındaki enerji alanları, açlık, kıtlık ve hastalıkların çok yaşandığı, cahillik ve işsizliğin çok olduğu, ilkel şartlara sahip ortamlardır. Tatmin edici bir yaşam 250 lerde başlamaktadır. 300’lerde teknolojik ve ekonomik olarak çok gelişmiş bir toplum mümkün olmakta, 400’lerde ise yüksek bir eğitim, bilgi, kültür ve sanat seviyesi yaşanacaktır.  500, başka bir büyük sıçramanın gerçekleştiği bir eşiktir. 500’lerin sonlarında toplum artık spiritüel bir toplum haline gelmektedir. 600, bütün topluma şefkat ve sevginin hâkim olduğu, bütün eylemleri sevginin yönlendirdiği bir seviyedir.

 Şimdi tablonun 200 ün altında kalan ve 200 ün üstünde kalan kısımlarına tekrar göz atalım . Sonra dönüp içimize, düşüncelerimize, sözlerimize, dualarımıza bakalım . Biz acaba bu tablonun neresindeyiz. Yaşadığımız yeri, mahalleyi, kenti, ülkeyi, dünyayı iyileştirmek için bizim üzerimize düşen nedir ?

Kaynak : Power vs Force - An Anato my of Consciousness
Dr. David Hawkins 
Devamını Oku »

SPİRİTÜEL FARKINDALIK



"Siz, ruhsal deneyim yaşayan bir insan değil; insani deneyim yaşayan bir ruhsunuz."


Spiritüel Farkındalık
(James Arthur Ray, Practical Spirituality)

Spiritüellik güçlü bir ilkedir. Spiritüelliği din ile ka­rıştırmamak gerekir. Spiritüellik, yani ruhanilik, sizin Yaratıcı Kay­nağınızla olan teke tek içsel ilişkinizdir. Din, tüzel bir varlık haline geldiğinden, dogma ve itaat, bireysel keşifler üzerin­de öncelik kazanmıştır. Topluluklar, hepsi Tanrı adına olmak üzere, korku ağırlıklı olarak anlamsız ritüellere koşullandırıldılar. Örneğin; Buda'nın temel hedefi, dogma ve kurallar aşılamak değil, insanın kutsallığını hatırlamasına yar­dımcı olmaktı. Dinler, modern dünyaya değer katmak için, gerçek­ten güncellenmeli ve değişmelidir. Tüm ibadet yerleri ve kutsal mekânlar, kendini güç kazanmaya adamış bireylerden oluşan bir bilinç laboratuvarı ola­bilmelidir. Böylece bireyler, geçmiş günlerin âlimlerini çalışmak yerine, önce­likli olarak âlim olma hedefine sahip olacaklardır.

"Siz, ruhsal deneyim yaşayan bir insan değil; insani deneyim yaşayan bir ruhsunuz." Siz, spiritüel bir var­lık, Yaratıcı Kaynağın ve Gücün bireysel var oluşusunuz, sizin kimliğiniz budur. En büyük günah, kutsallığınızı sorgula­maktır. Ruh her zaman daha büyük bir ifadeye açılan varlıktır ve sizin bura­da bulunma amacınız, ruhsal bir varlık olarak genişlemek ve bü­yümektir. Ortalama bireylerin sıkça karşılaştığı durumlardan biri, kim oldukları ve dünyanın ne olduğuyla ilgili yanlış bir tanım ve odak noktası ile yaşıyor olduklarının farkına varmalarıdır.

Yaşamınızı sürdürebileceğiniz üç halka vardır. Gücün ilk halkası, gayri ihtiyari bir dünya ve içinde bulundur­duğu tüm somut varlıklardır. Bu dünyada yaşamak doğal ve nor­mal görünse de, ayakta kalmak inanılmaz bir güç gerekti­rir. Bu kadar kolay görünmesinin sebebi, doğduğunuz andan iti­baren dünyayı gözlemlemeye koşullandırılmış olmanızdır. Dünyayı, ilginizle ayakta tutarsınız, ilginiz ka­yarsa, sizin bildiğiniz dünya da sarsılır.

Gücün ikinci halkası, Ruhun soyut dünyasıdır. Bu alışıl­madık bilinç dünyasına insan, enerji çoğaltımıyla girmeyi öğrenir. İkin­ci halkanın diyarını keşfetmeniz için size yardımcı olacak pek çok uygulama vardır, ama bunu başarmak, inanılmaz bir odak ve di­siplin gerektirir. Gücün üçüncü ve son halkası, iki dünyayı kaynaştırabilme be­cerisidir. Bu üçüncü safhaya eriştiğinizde, iradeniz ve isteğinizle ikisinde ya da herhangi birinde yaşayabilme becerisine sahipsiniz demektir.

Modern bilim şimdi, mistiklerin yüzyıllardır bildikleri şeyi onaylıyor. En büyük hata, sizin somut fiziksel bir varlık olduğunuz inan­cıdır. Fizikçiler, somut olarak görünen şeyin, tam olarak 99,99999 boşluk ya da Ruh olduğunu onaylıyor. Örneğin, bir za­manlar atomun katı olduğunu düşünmüştük. Şimdi, bir atomun bir futbol sahası genişliğinde büyütüldüğü takdirde, elektronların stadyumun etrafında uçuşan pirinç taneleri ile atomun çekirdeği­nin bir pirinç tanesi olacağını biliyoruz. Anlaşılan o ki, geriye pek çok boş alan kalıyor.

Büyük ustalar kendilerini, daha büyük bir enerji alanında işlev yapan enerji alanları olarak görürler. Güç, toplayabildiğiniz, yoğunlaştı­rabildiğiniz ve artırabildiğiniz enerji miktarıyla ölçü­lür ve yapabildiğiniz seviye ve derece, sizin kişisel gücünüzü be­lirler. Enerjinizi, daha yüksek bir frekansa ve sürate ulaştırmak için, çok daha yüksek bilinç seviyelerine ihtiyaç olacaktır. Yüksek sonsuz benliğinizle direkt bir ki­şisel deneyim yaşamadan sonsuz olduğunuzu bilemezsiniz. Spiri­tüel gelişime en büyük katkı, bilincin alışılmadık hallerinin içinden geçmektir. Sadece bu şekilde sınırlı, fiziksel benliğinizle ayrışmaya başlarsınız. Kendinizi gücün ikinci halkasına dâhil etmeniz gere­kir. Toplu bilinç ilerlemesi olarak gelişme umudu taşıyan her spi­ritüel yasa, önce ikinci halkayı benimsemelidir.

Spiritüel yasalar, kendi kimliklerini her şeyin başı ve sonu ye­rine, araştırma merkezleri; daha yüksek bir bilinç seviyesinin kişi­sel keşif ve tecrübesine odaklı bir laboratuvar olarak görmelidir. Tüm önemli öğrenme yasaları gibi, spiritüel araştırma merkezleri, kendilerini gereksiz kılmaya çalışmalı. Özgürlüğü ve kendine dayanmayı öğretmeyen her yasa, hatalıdır. İnsanın sonsuz spiritüel kavram­ları korkuyla açıklaması, insanileştirmesi, sınırlı aklından geliyor. Gücün ikinci halkası, ruh dünyasına bir adımdır. Bu adım, tüm gelenek ve âlimlerin söylediği, daha üstün bir sevi­yedir.

Cennet kelimesi, anlamı "genişleme" ya da "genişlemek" olan, Yunanca "ouranos" kelimesinden gelir. Bu yüzden insan aklı­nın bulutların üzerinde bir yere dönüştürdüğü cennet, aslında genişleme anlamıdır. Diğer bir deyişle, kendi kişisel bilinç ve gücü­nüzün evrimi ve genişlemesidir. İsa'nın söylediği şudur: "Cennetin krallığı içimizdedir" ve "Cennetin krallığı elimizdedir." Her iki ifade de, açıkça içsel gü­cünüze ulaşmanız gerektiğini ifade eder; Tanrı ruhtur ve bu ruh içimizdedir. Sizin temel kimliğiniz ruhtur; geldiğiniz yerden dolayı, bu formdan başka bir şey olamazsınız. Tüm bunların başlangıcı ruhtur ve sonuç olarak siz tüm kişi ve şeylerle birsiniz. Yaşamınızda daha fazlasına mı sahip olmayı seçiyorsunuz? Daha güçlü olmak mı istiyorsunuz? Öy­leyse, kaynak içinizde ve ona erişmek için önce kendi kimliğinizin farkına varmalısınız. Siz, genişleme görevinde spiritüel bir enerji alanısınız. Spiritüel kimliğinizin farkına varın ve gücün ikinci hal­kasına adım atın. Sonrası size verilecektir.
Devamını Oku »

DAHA YÜKSEK TİTREŞİMLERE ARACI OLMAK - STEVE ROTHER & GRUP




YUVAYA HOŞGELDİNİZ - STEVE ROTHER & GRUP

Daha yüksek titreşimlere aracı olmak


Enerji asla ölmez, sadece bir formdan diğerine dönüşür. Bir bitkinin ya da hayvanın daha yüksek titreşime geçmesinin bir yolu da enerjisinin daha yüksek titreşimli varlıklar tarafından özümsenmesidir. Onların bakış açısından bu kendini feda etmek değildir, sadece yükseliş sürecinin bir parçasıdır. Bitki ve hayvanların enerjinizin bir parçası olmak için kendilerini gönüllü vermelerinin sebebi budur. Böylece daha yüksek düzeyde her şeyin bir olduğunu, ayrı gayrı olmadığını anlarlar. Sizin perspektifinizden hayvan kesip yemek barbarca görünse de beslenme zinciri mükemmel bir şekilde görevini yapar. Barbarca olan hayvanlara davranış biçiminizdir. İşte bu yüzden hayvanların insanlarla ilişkilerini yeniden değerlendirdiklerini görüyorsunuz. Yediğiniz hayvanları ve bitkileri onurlandırmak tüm varlığı onurlandırmaktır. Böyle bir onurlandırma sindirim sisteminiz için de çok gereklidir.

Bir ağaçtan elma kopardığınızda da o ağaç acı duyar. Ancak, o da, daha yüksek titreşimli bir formda ifade bulabilmek için, bu acıyı seve seve deneyimler. Bu yüzden elmalarını alırken ağacı onurlandırın, ona saygılarınızı sunun. Onların etini masaya koyarken hayvanları onurlandırın. Evinizi ısıtmak için odununu kullanmak üzere bir ağacı kestiğinizde o ağaç ölür, eğer kestiğiniz ağacın yerine bir fidan dikerek ağacı ve Yerküre'yi onurlandırırsanız, eviniz iki kat ısınır. Size enerji sağlama konusunda oynadıkları rolden ötürü bitkileri ve hayvanları onurlandırın. Hayvanları, bitkileri, balıkları ve böcekleri onurlandırarak onların sizin vasıtanızla daha yüksek titreşime erişmelerine yardımcı olursunuz.

Bazı hayvanlar sadece dostunuz olmak için kontrat yaparlar. Bu yüzden onların ölümlerinin acısına dayanmak size çok zor gelir, çünkü ailenizin vazgeçilmez bir parçası olmuşlardır. Gerçekten de öyledirler. Bazıları hayvanların öldükten sonra daha düşük bir düzeye gittiklerini, bir daha insanlarla asla ilişki kuramayacaklarını söylerler. Bu çok komik bir görüştür, çünkü hayvanlar ve bitkiler sırf farklı bir düzeyde bulundukları için sizden daha aşağı değildirler. Bir ağaç öldüğünde normal olarak yasını tutmazsınız, çünkü o sizin titreşiminize uzaktır, ama yine de bir ağaçla kontrat yapmanız pekala mümkündür. Örneğin, çocukken sevdiğiniz ve tırmanmaktan zevk aldığınız bir ağaç varsa, ağaç sizin siz de ağacın bir parçası olmuşsunuzdur. Eğer ağaç ölecek olursa yasını pekala tutabilirsiniz. Titreşim düzeyleri birbirine yaklaştıkça yaşam formlarının aralarındaki bağ da o kadar güçlenir. Birçoğunuz hayvanların acı çekmesini istemediğiniz için et yemezsiniz, ancak bir domatesi öldürmek için iki kere düşünmezsiniz! Oysa onlar aynı enerjidendir, sadece titreşim düzeyleri farklıdır. Biri titreşim olarak diğerine kıyasla size daha uzak olduğu için aynı hassasiyeti göstermezsiniz. Tabağınızda olmak domatesin en yüksek amacı olabilir, kendini sunarak domates size hizmet etmekle kalmaz, aynı zamanda enerjisini sizinkiyle kaynaştırarak daha yüksek bir titreşim düzeyine de geçer. İnsanın diğer yaşam formlarından ayrı olduğunu sanıyorsunuz, ama öyle değil. İnsan evrimleştiğinde domates de diğer yaşam formları da evrimleşirler.

Köpekleriniz, kedileriniz ve diğer hayvanlarınız genel sağlığınızı korudukları gibi, alzheimer türü hastalıkların tedavisinde yararlandığınız yeteneklere de sahiptirler. Hemcinsleriyle iletişim kurma yeteneğini kaybetmiş insanlarla iletişim kurabilir, enerji aracılığıyla acılarını hafifletebilirler. Bazı hayvanlar bu işleri yapma kontratıyla doğarlar.
Devamını Oku »

SAÇ İLE İLGİLİ GERÇEK VE KIZILDERİLİLERİN SAÇLARINI UZATMALARININ NEDENİ



SAÇ İLE İLGİLİ GERÇEK VE KIZILDERİLİLERİN SAÇLARINI UZATMALARININ NEDENİ

Saç ile ilgili bu bilgi Vietnam Savaşından bu yana halktan saklanmaktadır.
Kültürümüz insanları saç stilinin kişisel bir tercih konusu olduğuna inanmaya yönlendirir, saç stili moda konusudur ve insanların saçlarını yaptırma tarzı sadece kozmetik bir sorundur. Ama Vietnam'a geri döndüğümüzde bütünüyle farklı bir resim ortaya çıktı, dikkatli bir şekilde örtülen ve halktan saklanan bir resim.

Doksanlı yılların başında Sally (mahremiyetini korumak için isim değiştirildi) VA Hastanesinde çalışan lisanslı bir psikolog ile evlendi. Post travmatik stres rahatsızlığı olan savaş gazileri ile çalışıyordu. Onların çoğu Vietnam'da hizmet etmişti.

Sally anlatıyor, "Bir akşam kocam eve geldiğinde ellerinde kalın bir resmi görünen dosya vardı. İçinde hükümet tarafından görevlendirilmiş bazı araştırmaların yüzlerce sayfası vardı. Kocam içindekilerden şok oldu. O dökümanlarda okuduğu şey hayatını tamamen değiştirdi. O andan itibaren orta yaşlardaki muhafazakar kocam saçlarını uzattı ve bıyık bıraktı ve bir daha hiç kesmedi. Dahası, VA tıp merkezi bunu yapmasına izin verdi ve diğer çok muhafazakar adamlar da onu takip etti.

Dökümanları okurken nedenini anladım. Vietnam Savaşı sırasında savaş departmanındaki özel kuvvetler yetenekli casusları aramak için Amerikan Kızılderilileri bölgelerine gizli uzmanlar gönderiyordu, engebeli arazilerde gizlice hareket edecek eğitimli genç erkekleri arıyorlardı. Özellikle sıra dışı, neredeyse doğaüstü, iz sürme yetenekleri olan adamları arıyorlardı. Onlara yaklaşılmadan önce, bu dikkatle seçilmiş adamlar iz sürmede ve hayatta kalmada uzmanlar olarak dökümante ediliyordu.

Yeni askerleri askere almak için kullanılan işe yarayan düzgün cümlelerle olağan ayartmalarla, bu Kızılderililerin bazıları askerliğe kaydedildi. Askere kaydolduklarında, şaşırtıcı bir şey oldu. Kendi doğal bölgelerinde sahip oldukları yeteneklerin ve becerilerin gizemli bir şekilde yok olduğu görüldü, bu askerler başarısız olmaya devam ettiler.

Ciddi performans başarısızlıkları, hükümetin bu acemi erleri kapsamlı şekilde test etmesine yol açtı. Beklendiği gibi performans gösterememeleri sorgulandığı zaman, daha yaşlı askerler ısrarlı şekilde askerlik nedeniyle saçları kesildiği zaman, artık düşmanı 'hissedemedikleri' yanıtını veriyorlardı. 'Altıncı duyuya' erişemiyorlardı, 'sezgileri' artık güvenilir değildi, ince işaretleri 'okuyamıyorlardı' ve süptil duyular dışı bilgiye erişemiyorlardı.
Test kurumu daha fazla Kızılderili asker topladı, saçlarını uzatmalarına izin verdi ve onları çoklu bölgelerde test etti. Tüm testlerde aynı skorları alan adamları ikili olarak bir araya getirdiler. Adamlardan birinin saçı kesilmezken, diğerinin saçı kesildi. Sonra iki adam tekrar teste tabi tutuldu.
Saçları uzun olan adam yüksek skorlar almaya devam etti. Saçları kesilen adam daha önce yüksek skorlar aldığı testlerde başarısız oldu.
Döküman tüm Kızılderili askerlerin saç kesiminden muaf tutulmasını tavsiye etti.

Yorum:

Memeli bedeni milyonlarca yıldır evrimleşmektedir. İnsan ve hayvanların hayatta kalma yeteneklerinin bazen neredeyse doğaüstü olduğu görülüyor. Bilim sürekli şekilde insanların ve hayvanların hayatta kalma şaşırtıcı yetenekleri ile ilgili daha fazla keşifler getiriyor. Bedenin her bir parçasının, bütün olarak bedenin esenliği ve hayatta kalması için icra ettiği duyarlı bir işi vardır. Bedenin her bir parçasının var olma nedeni vardır.
Saç sinir sisteminin bir uzantısıdır, dışsallaşmış sinirler olarak görülebilir; beyin sapına, limbik sisteme ve neokortekse çok fazla miktarlarda önemli bilgi aktaran bir tür son derece evrimleşmiş 'duyarga' veya 'anten' olarak düşünülebilir.

İnsanlarda sadece saç değil, erkeklerde yüz kılları beyne ulaşan bilgi ana yolu sağlar; saç aynı zamanda enerji yayar, beyin tarafından dış ortama yayılan elektromanyetik enerjiyi yayar. Bir insan uzun saçlı iken ve saçlarını kestirdikten sonra Kirlian fotoğrafları ile bu görülmektedir.
Saç kesildiği zaman, ortamdan alınan ve ortama gönderilen aktarımlar büyük ölçüde engellenir. Bu hissizleşme ile sonuçlanır.
Saç kesimi lokal ekosistemde çevresel stresin farkındalıksızlığına katkıda bulunan bir faktördür. Ayrıca her türde ilişkide duyarsızlığa katkıda bulunan bir faktördür.


KAYNAKLAR :

http://isamveri.org/pdfdrg/D00198/2008_25/2008_25_OZTURKN.pdf

 http://www.disclose.tv/news/the_truth_about_hair_and_why_indians_would_keep_their_hair_long/119687?


Devamını Oku »

TUTANKAMON'UN MEZARINDA ÇOK SAYIDA GİZLİ BÖLME KEŞFEDİLDİ




Tutankamon’un Mezarında Çok Sayıda Gizli Bölme Keşfedildi

Kral Tutankamon’un mezarında gizli iki oda bulundu ve bu buluş Kraliçe Nefertiti’nin yattığı yer ile ilgili gizemi çözebilecek. Mısır’lı bakanlar daha önce, gizli bölmelerin ‘hazinelerle dolu’ olduğunu ve buluşun 21.yüzyıla damga vuracağını söylemişti.

Mısır’ın eski eşyalardan sorumlu bakanı, verdiği demeçte uzmanların söz konusu odaların varlığından yüzde doksan emin olduğunu ve resmi makamların bunlarda hazine olduğunu söylediği belirtiyor.

Taramalara göre mezarın kuzey ve doğu duvarlarında gizlenmiş iki odanın metal veya organik malzeme içerdiği görülüyor.

Bu, daha önce keşfedilememiş odaların, Eski Mısır’lıların en derin sırlarından bir çoğunu ortaya çıkaracağı umuluyor. Bazı teorilere göre mezarın Kraliçe Nefertiti’ye ait mezarın konumunu sakladığı düşünülüyor, Nefertiti’nin de bilim adamları arasında Tutankamon’un annesi olduğu düşünülüyor. Mısır’ın eski eserlerden sorumlu bakanı, mezarın Tutankamon’un ailesine ait bir kişinin kalıntılarını barındırdığını düşündüğünü, ancak bu kişinin Nefertiti olup olmadığı konusunda görüş bildirmeyeceğini söyledi. Eğer gerçekten de gizli bölmeler Kraliçe Nefertiti’nin mezarını saklıyorsa, bunun 21.yüzyılın en büyük ve önemli arkeolojik buluntusu olacağı düşünülüyor, bazı kişiler de Tutankamon’un mezarının aslında “Büyük Kraliçe” için yapıldığını konuşuyor.

Keşif, mezarın içeriğini ortaya çıkarmak amacıyla Japonların yürüttüğü bir radar çalışmasıyla yapıldı. Araştırmacılar bu ayın sonunda daha detaylı bir araştırma yapacak ve boşlukların kesinlikle gizli oda olup olmadığını ortaya çıkaracak. Taramalar olumlu bir sonuç ile geri dönerse, araştırma ekibi nasıl ve ne zaman gizli odalara gireceklerini tartışacak.

Mısır’ın eski eserler bakanı ve bir mısır bilimci olan Mamdouh Eldamaty, “%90’dan fazla bir ihtimalle gizli odaların orada olduğunu söyleyebiliriz” diyor. “Ancak %100 emin olmadan sonraki adımı atmayacağım”.

Mısır’ın Luxor kentindeki mezar, İngiliz Arkeolog Howard Carter tarafından yönetilen bir ekip tarafından 1922 yılında bulunmuştu.



KAYNAKLAR :
http://www.independent.co.uk/news/science/archaeology/queen-nefertiti-tomb-egypt-king-tutankhamun-have-we-found-secret-lost-burial-a6942696.html
http://www.bilim.org/tutankamonun-mezarinda-cok-sayida-gizli-bolme-kesfedildi/
Devamını Oku »

YAŞAM ÇİÇEĞİNİN UNUTULMUŞ SIRRI 2: YÜZ MAYMUN DENEYİ NEYİ KANITLADI ?



Avustralya’daki Aborjinler bizim daha önce bilmediğimiz, insanları birbirine bağlayan bir enerji alanını uzun zamandır biliyorlardı. Dünya’nın herhangi bir yerinde bir insanın bulduğu bir fikri, dünyanın farklı bir yerinde aynı fikri bulan insanlar vardır. O insanlardan her biri, bu fikri diğerinin çaldığını düşünür ve söyler.

Yaşam Çiçeği Yazı Serisi’nin 2. yazısı çok ilginizi çekecek. Neden mi? Çünkü bu yazımızda çok az kişinin bildiğini düşündüğümüz bir deneyden bahsediyoruz. Bu, hepimizin birbirimizle nasıl bağlantıda olduğunu ispatlayan çok ilginç bir deney. Şu andan itibaren düşündüklerinize ve hissettiklerinize dikkat edin. Çünkü, düşündüklerimiz dünyanın bilinç alanına yerleşiyor ve mutlaka bir gün gerçekleşiyor! İşte kanıtı: 100 Maymun Deneyi.

Bilim adamları, Japonya’daki Koshima Adası’nda yaşayan vahşi maymunlar üzerinde bir deney yapmışlardır. 30 yıl süren deney süresince, ada da yaşayan maymunlar, kumların üzerine bırakılan tatlı patateslerle beslenir. Fakat maymunlar patatesleri kumlu ve kirli yemeği sevmiyorlardır.
Adadaki maymunların arasından bir tanesi, İmo isimli genç maymun, patatesleri yıkayarak kir ve kumdan arındırmayı kendince keşfetti. Bu yöntemi keşfeden İmo, önce annesine öğretti. İmo’nun oyun arkadaşları da patatesleri yıkamayı kısa sürede öğrendi ve annelerine öğrettiler. 1952-1958 yılları arasında bunu yapan maymun sayısı kritik kütleye ulaştı. Dr. Watson tarafından yaklaşık bir rakam olarak belirtilen 100, kritik kütleyi ifade eden bir rakamdı. 100 maymundan sonra birdenbire adada kalan diğer maymunlar da hiçbir etki altında kalmadan patatesleri temizlemeye başladı. Eş zamanlı olarak çevredeki adalarda, hatta Japonya anakarasında yaşayan maymunlar da patatesleri yıkamaya başlamıştı.

Bu maymunların, hepsi aynı adada yaşamadıkları için, birbirleri ile bilinen iletişim dışında bir iletişim kurdukları fark edildi. Bilinmeyen bir iletişim ağının varlığı ileri sürüldü. Takip eden yıllarda maymunların arasındaki ağın insanların arasında olup olmadığını merak eden bir bilimsel ekip kuruldu. Avustralyalı ve İngiliz bilim adamlarından oluşan ekip bir deney yaptılar. İnsan suratlarından oluşan bir fotoğraf oluşturdular. İlk baktığınızda 6-7 adet insan suratı görebiliyordunuz. Diğerlerinin nerede olduğunu birisinin öğretmesi gerekiyordu. Fotoğraf önce Avustralya’da belirli sayıda insana, belirli bir sürede gösterilerek, resimde kaç tane surat görüldüğü soruldu. Genelde 6-7 adet görüldü, çok azı 9 adet görebildi. Mutlak kütleye ulaşan yani birkaç yüz insan üzerinde yapılan deneyin sonuçları kayda alındı. Daha sonra bir kısım araştırmacı, Dünya’nın diğer tarafına, İngiltere’ye gittiler. Fotoğraf sadece İngiltere’de kapalı devre yayın yapan BBC kanalında yayınlandı ve her bir suratın nerede olduğu tek tek belirtildi. Birkaç dakika sonra, Avustralya’daki araştırmacılar yeni deneklere aynı deneyi uyguladılar. Birden bire suratlar görülmeye başlandı.

Bu deneyle birlikte insanların arasında görülmeyen, daha önce fark edilmeyen bir ağ olduğu kanıtlandı. Dünya’nın farklı bölgelerinde yaşayan insanlar aynı anda, aynı şeyleri düşünebilir, icat edebilir, keşfedebilir ki; bu ağ sayesinde.

Bu ağların birden fazla olduğunu hatta şimdilerde Dünya’nın çevresinde 5 farklı bilinç ağı olduğunu ifade eden Drunvalo, iki seriden oluşan “Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı” kitabında bu deneylere yer vermiş. Aynı zamanda bu ağları bu deneylerden çok önce, 1940’larda yani II. Dünya Savaşı döneminde fark eden iki hükümetin, bu ağı nasıl kontrol altına alarak insanların duygu ve düşüncelerini kontrol etmek istemiş olduklarını anlatmış. 1970’de bu savaşın renginin değişmesiyle, Sirius Deneyi sürecine giren Dünyamız üzerinde kurulan 3. ağ olan, Birlik bilinci ya da Mesih bilinci ağından detaylı olarak bahsetmiş.

 Yaşam Çiçeğinin Sırrı 2 - Drunvalo Melchizedek
Devamını Oku »

NEGATİF DUYGULAR SIRASINDA HÜCRELERİNİZE NE OLUYOR ? VE BUNU NASIL ÖNLERSİNİZ ?


Çok sayıda bilimsel araştırma negatif duyguların hücrelere nasıl zarar verdiğini gösteriyor. İnsan düşünce ve duygularıyla tüm bedenini etkiliyor. Sizin devamlı düşündüğünüz şeyler realiteniz haline geliyor, bu yüzden de zehirli düşünceler kişinin hayatında hastalık, talihsiz olaylar ve diğer olumsuzluklar olarak ortaya çıkıyor. Pozitif enerji hücrelerinizi genişletirken, negatif enerji ise onları büzüyor.
Daha önce belki “Plasebo etkisi”ni duymuşsunuzdur. Bazı bilimsel çalışmalarda hastaya ilaç yerine içinde etken madde olmayan ilaç görünümlü maddeler verilmiştir, bu halk arasında daha çok “şeker hapı” olarak bilinir. Zihnin o boş hapı ilaç zannetmesi ve hastalığın bu hapla iyileşebileceğine inanmaları sonucunda insanlarda iyileşme belirtileri gözlenebiliyor. Ancak, bunun tersi de doğru. Buna “Nosebo etkisi” denir. Bu, bir insanın  kendisine zararlı bir sonucun oluşacağına inanmasıyla o sonucu yaratmasına denir. Örnek olarak; bir kişinin ilaç içtikten sonra prospektüsün yan etkiler bölümünü okurken bu yan etkileri kendisinde hissetmeye başlamasını verebiliriz. Negatif duygu ve düşünceler, yönlendirmeler hücrelerinizde tutulurlar ve bazı durumlarda rahatsızlık ve hastalık yaratırlar.

Telomer

Dr. Karen Lawson, eğer yargı yapmadan ya da sonuca bağlanmadan negatif duygularımızı ifade edebilirsek, onları vücudumuzdan çıkararak özgürleşebileceğimizi söylüyor. Böylece negatif enerjinin üzerimizdeki ağırlığını serbest bırakabiliriz. Ancak, bu zehirli düşünceleri kendi içimize hapsetmek ve bu hislere sıkı sıkı tutunmak yüksek kan basıncı ve sindirim sorunları gibi çeşitli sorunlara sebep olabiliyor. Ayrıca kronik stres de telomerleri (yaşlanma üzerinde büyük bir etkiye sahip DNA iplikçiklerinin uç bölümleri) kısaltarak insan ömrünü azaltabiliyor.
Peki, beyniniz siz negatif düşünceler içinde olduğunuzda nasıl tepki veriyor?

Sizin bir şey düşündüğünüz her an, beyniniz daha fazla sinaps (sinir hücrelerinin birbirleriyle ya da diğer kas veya salgı bezleriyle iletişim kurmasını sağlayan bağlantı noktaları) ve sinir yolu üretir. Yani devamlı negatif düşünceler içinde olmak sadece onları kuvvetlendirir. Aynı şekilde bunun tersi de geçerlidir, yani devamlı pozitif düşünceler içinde olmak ise pozitif sinir yollarını kuvvetlendirir.
Birçok bilim insanına göre, negatif düşünce ve duygular, merkezi sinir sistemi ve beyin arasında sinyallerin iletilmesini engeller. Bu ise sizin bağışıklık sisteminizi, hafızanızı, uyku düzeninizi ve çok daha fazlasını tehlikeye düşürebilecek bir “beyin sisi” oluşturur.

Siz olumsuz duygular içindeyken, kortizol (stres hormonu) o anki stres etkeni ile başa çıkmanız için vücudunuza salınır. Tehlikeli bir duruma tepki göstermek insan olmanın normal bir parçasıdır, ancak olay oluştuktan sonra stresin devam etmesine izin vermek migren, kas ve göğüs ağrıları ve uyku aksamaları gibi birçok sağlık sorunlarına yol açabilir.

Geleceğe çok fazla odaklandığımızda sık sık kendimizi korkmuş hissederiz. Bu da beyincik aktivitemizi düşürebilir. Beyincik aktivitesinin azalması, beynin yeni bilgileri işleme kapasitesini engeller ve yaratıcı problem çözme becerilerini aksatır. Ayrıca korku, sol temporal lobu (beynin sol yan tarafına yerleşmiş olan bölümü) etkileyebilir, bu da ruh halini, hafızayı ve impuls (dürtü) kontrolünü etkiler.

Beyninizin Frontal lobu (beynin ön tarafına yerleşmiş olan bölümü, bilinçli düşünmeden sorumludur), özellikle Prefrontal korteksi, iç hedeflerinize ve inançlarınıza dayalı düşünce ve eylemlerinizi düzenleme konusunda büyük bir rol oynar. Dolayısıyla, beyninizden geçen negatif duygu ve düşünceleri tekrar edip durduğunuzda, bu olumsuz düşünce süreci büyür ve daha fazla sinaps ve nöron baskın düşünceleri kopyalamak için bedende oluşmaya başlar.
Siz şimdi düşünce ve duygular sağlığınızı nasıl etkiliyor biliyorsunuz, peki düşüncelerinizin pozitif kalmasını nasıl sağlayabilirsiniz?

Her şeyden önce, negatif duygularınızı bir şekilde serbest bıraktığınıza emin olun. İster bir arkadaşınızla konuşma yoluyla olsun, isterseniz de yazı, resim ya da diğer sanatsal ifade tarzları olsun, bunlar negatif enerjinin serbest kalmasına yardımcı olur. Olumsuz duygu ve düşüncelere ne kadar uzun süre takılırsanız, onlar beyninizi bir şekilde işgal ederler ve sonuçta da onları gerçeğiniz olarak tezahür etmiş bulursunuz.

İkincisi, meditasyon negatif düşünceleri gidermeye ve pozitif düşünceler için beynin yeni sinir yolları oluşturmasına son derece yardımcıdır. Düzenli meditasyon yapmayı öğrenmek enerjinizin yüksek kalması konusunda size katkı sağlar.

Ayrıca, enerji bulaşıcı olduğundan, kendinizi pozitif ortam ve enerjilerle çevrelediğinizden emin olun. Hayatınıza olumsuz insanları almak sadece kendi enerji seviyenizi düşürür. Devamlı toksik enerjiye maruz kalmak ruhunuza büyük hasar verebilir. Size ilham veren, enerjinizi yükselten ve mümkün olan en iyi hayatı yaşamanız için size cesaret veren insanlarla birlikte zaman geçirin.
Son olarak da kişisel bakımınız için yeterli zaman ayırdığınıza ve kendinizi sevdiğiniz hayatı yaşamaya adadığınıza emin olun. Başkasının mutluluğu için kendi mutluluğunuzu tehlikeye atmayın; en yüksek Özünüze dönüşmenin tek yolu kendi kalbinizi dinlemek ve gitmeniz gereken yolu size göstereceği konusunda kalbinize güvenmektir.

Unutmayalım ki negatif duygu ve düşünceler, aşk, yaşam ve gerçek mutlulukla dolu bir kalp ve zihinde var olmaya devam edemezler.

Kaynak: www.powerofpositivity.com  
Devamını Oku »

TİTREŞİMLERİN SIRRINI ÇÖZEN KAİNATIN SIRRINI ÇÖZER : FREKANSLAR VE HAYATIMIZA ETKİLERİ


Bundan yirmi yıl önce size evrenin aslında kocaman bir titreşim olduğu söylenseydi, küçük evren insanın da etrafındaki her şeyle birlikte her an titreşmekte olduğunu ve hayatın sırrının titreşimlerde saklı olduğu söylenseydi ne düşünürdünüz?

Nikola Tesla titreşimlerin sırrını kısmen de olsa çözmüştü

Muhtemelen bu söylenilenlere çok fazla anlam veremez ve üzerinde de fazla durmazdınız. Çünkü o zamanlar titreşimlerin bu derece önemli olduğu insanlık tarafından bilinmiyordu. Gerçi hala da tam olarak bilindiği söylenemez… Hâlbuki bundan 100 yıl önce Nikola Tesla kendi icadı olan deprem makinesini anlatırken şu sözleri söylemişti: “Birkaç saniyede binanın titremeye başladığını hissettim. On dakika daha devam etseydim binayı ve sokağı yıkabilirdi. Aynı cihazla Brooklyn Köprüsünü 1 saatten kısa bir süre içinde East River’a indirebilirdim.” Tesla frekansların yani titreşimlerin sırrını kısmen de olsa çözmüştü. Tesla’ya göre evren kocaman bir titreşimdi ve hepimiz bu titreşimin küçük birer yansımasıydık. Ya da başka bir deyişle evren bir gitar, bizler de onun telleriyiz ve diğer tüm tellerle birlikte her an titreşiyoruz. Bilim adamları yüzyıllardır bu şarkıyı anlamlandırmaya çalışıyorlar ve sonunda notaları keşfettiler. Şimdi de gitarın tellerini koparmadan melodiyi çözmeye çalışıyorlar… Bu yazıda melodiye ait birkaç sol anahtarı vermeye çalışacağız.

Saniyede 10 bin kez hızla titreşen canlıları göremiyoruz,titreşimler atomlardan çoğalmamıza yarayan spermlere ,dünyamızdan yıldızlara kadar tüm evrene etki eder.

Her şeyin özü enerjidir. Kütle, enerjinin yoğunlaşmış halidir. Düşünce enerjidir. Enerji sürekli titreşerek bir salınım oluşturur. Bizler de insanoğlu olarak sürekli titreşen enerjileriz. Titreşim seviyemiz düşük olduğu için yeryüzünde çökeltilmiş şekilde yani kütle-beden olarak hayatlarımızı devam ettiriyoruz. Bizim titreşimimize uygun şekilde titreşen enerjileri de kendi titreşim dünyamızda kütle olarak görebiliyoruz (diğer insanlar, hayvanlar, masa, sandalye vs.) İnsan bedeninin doğal titreşim düzeyi saniyede ortalama 300 titreşimdir. Dünya işleriyle fazlaca ilgili olan insanlar bu titreşimin altındadırlar. Frekans yani titreşim düzeyi arttıkça kişilerin doğaüstü güçleri de artmaktadır. Şifa verme gücüne sahip olan kişilerin titreşim düzeyleri saniyede ortalama 500 titreşimdir. 800 titreşim seviyesine gelindiğindeyse medyumik güçler ortaya çıkar. 1000 titreşimin üzerinde telepati kanalı gayet akıcı şekilde açıktır. Saniyede 10 bin titreşim seviyesindeki insan astral seyahat yapabilir konuma gelir. Bu tıpkı bir gitarın tellerinin titreşmesi gibidir. Gitarın telini oynattığınızda önce hızla titreşir, teli göremezsiniz. Sonra titreşim azalmaya başlar ve tel görünür hale gelir. Bizler de şu anda saniyede 300 titreşimle birbirimizi görebiliyoruz ama saniyede 10 bin kez hızla titreşen canlıları göremiyoruz. Onları boyut üstü varlıklar olarak adlandırıyoruz. İçimizden pek azımız yani medyum diye tabir ettiğimiz kişiler onlarla temasa geçebiliyor. Bazen kanal olarak da onlardan gelen bilgileri aldıklarını iddia edebiliyorlar. Bu kişilerin bir kısmı şizofren hastası, bir kısmı dolandırıcı olabilir ama titreşim seviyesini saniyede 10 binin çok üzerine çıkartıp zaman mekân mefhumunu aşan insanların da var olduğu biliniyor. Çok büyük kâhinler bu frekans seviyesinde oldukları için söyledikleri pek çok şey doğru çıkmaktadır. Duru görü yapan medyumlar kaybolan eşyaları bu şekilde bulabilmektedir. Şifacılar tek bir dokunuşla hastanın hasarlı olan organına en uygun frekansı vererek onu iyileştirebilmektedir. Şifacı ya da bioenerji uzmanı olarak tabir ettiğimiz kişilerin yaptıkları şey özünde kendileri vasıtalarıyla hastaya doğru frekansları vermektir.

Frekanslarla (titreşimlerle) hastalıkları iyileştirmek mümkün!

Her organın kendine özgü titreşimi vardır. Bedenin titreşiminin dışında organlar da kendi aralarında farklı hızlarda titreşirler. Örneğin kalbin titreşim hızıyla böbreğinki aynı değildir. Böbrek arıza yaptığında bu aynı zamanda onun titreşiminde bir sorun olduğu anlamına gelir. Bir insanı kalbine iyi gelmeyecek titreşimlere maruz bırakırsanız o kişi kalp krizi geçirip ölebilir. Bu şekilde uzaktan suikastların yapılması bile teoride mümkündür. Doğru titreşim hayat kurtardığı gibi yanlış titreşim de can alır. Dozer kullanıcıları, asfalt delici vibrasyon cihazlarını kullanan kişilerin kalp krizi geçirip ölmeleri ya da uzun vadede çeşitli hastalıklara yakalanmaları olasıdır. Çünkü bu cihazlar çok güçlü titreşimlere sahip oldukları için vücudun titreşimini bozmaktadır. Frekanslarla (titreşimlerle) hastalıkları da iyileştirmek mümkündür.

337 Hz: Kan dolaşımını düzene sokar
537 Hz: Endokrin sistemini düzene sokar (büyüme, gelişme, cinsellik, metabolisma ilşe alakalı hormonal denge)
625 Hz: Böbrek fonksiyonları
635 Hz. Hipofiz bezi (pituary)
654 Hz: Pankreas
662 Hz: Epifiz bezi (pineal)
696 Hz: Kalp
751 Hz: Karaciğer
763 Hz: Tiroid
764 Hz: Sinir sistemi
835 Hz: Bağışıklık sistemi
1335 Hz: Adrenalin, stresle mücadele
1565 Hz: Ruhsal şifa
—————
528 Hz frekansı tüm evreni şifalandıracak kapasitede mucizevi titeşimlere sahiptir. DNA onarıcı gücü vardır. 396 Hz korkulardan arınmamıza, 741 Hz farkındalığın artmasına ve uyanışa geçmemize, 582 Hz ruhumuzla bağlantıya geçmeye yarar.

Her titreşimin ölçüsü bir frekans değeriyle hesaplanır. Farklı titreşimlerin farklı frekansları vardır. Bir titreşimin ne tür bir titreşim olduğunu frekans değerleriyle ölçeriz. Frekans teknolojisi günümüzde kısmen de olsa tıpta kullanılıyor ancak gün gelecek pek çok hastalığın tedavisi frekanslarla yapılabilecek. Her hastalığa uygun frekans bulunacak ve hasta kişi o frekans ortamına sokularak tedavi edilecek. O gün geldiğinde modern tıp ile alternatif tıp birleşmiş olacak. Aslında bu bilinen bir şey ama hala hastalıkların çaresini ilaçlarda arayıp duruyoruz ve bu durum ilaç sektörünün çok işine yarıyor. Plasebo etkisi bile aslında frekansların değişmesiyle alakalı. İnanmak denilen şey, hastanın hastalığa karşı tutumu değişince frekansının da değişmesi ve hastalığın artık o frekansta kendine yer bulamamasından başka bir şey değil. Birinin elini tuttuğunuzda bedeniniz otomatik olarak onun frekansına ayarlanıyor. O halde kimin elinden tuttuğunuza dikkat edin çünkü eğer onun manyetik alanı sizinkinden daha kuvvetliyse sizi kendi frekansına çekebilir ve o frekans gerçekte size yaramayan bir frekans olabilir.

İlişkilerde de asıl mesele doğru frekansı bulabilmekte…

Frekans teknolojisi hızla gelişmeye devam ediyor. İleride öyle günler gelecek ki, kişiler eş seçimini yaparken sadece kan uyuşmazlığına değil frekans uyuşmazlığına da bakacaklar. Bu şekilde kimin kiminle anlaşamayacağı net bir şekilde bilinebilecek. İyi başlayıp kötü giden ilişkilerin de sebebi frekansların değişmesi aslında. On yıldır birlikte olduğunuz kişiyle artık anlaşamıyorsunuz çünkü ikiniz de on yıl önceki frekanslarınızda değilsiniz artık ve bugün apayrı iki frekansta yaşıyorsunuz hayatı. Kısmet dediğimiz şey de frekanslarla son derece ilintilidir. Dünyanın iki ayrı ucunda da olsa en doğru frekanslar her zaman birbirlerini buluyor. Tıpkı göçmen kuşların yollarını bulması gibi dünyanın manyetik haritasında hepimizin ayarlı olduğu bir frekans var ve kendimize en uygun frekansı bir göçmen kuş edasıyla buluyoruz. Bazen de bulamıyoruz. İşte o zaman hayatımızda problemler ortaya çıkıyor. Bizimkinden daha güçlü bir frekansın etkisine girdiğimizde kendi manyetik alanımızdan kopuyoruz ve kendimizi kötü giden bir evliliğin içinde ya da istemediğimiz bir işi yaparken bulabiliyoruz. İşte bütün bunların sebebi yanlış frekanslar… İlişkilerde de asıl mesele doğru frekansı bulabilmekte.

Herkesin kendisine en uygun titreşimi bulma potansiyeli vardır. Kendimizi dinlemek diye ifade ettiğimiz kişinin bir karar vermeden önce içe dönme hadisesi de budur aslında. Kendimizi dinlediğimizde titreşimlerimizi de fark ediyoruz ve titreşimler iç ses olarak bizim için neyin iyi ve doğru olacağını bize söylüyor. Bir miktar derin düşünme ve yalnız kalmak kendimizi yani titreşimlerimizi anlamak için yeterlidir. Yeter ki kendimize bu fırsatı verelim…

Devamını Oku »

DÜNYA DEĞİŞİMLERİ ÜZERİNE MESAJ (Manyetik Alan ve Etkileri)




Dünya Değişimleri Üzerine Mesaj (Manyetik Alan ve Etkileri)

Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı
Drunvalo Melchizedek

Bu, yaşanacak en şaşırtıcı zamanlardan biridir ! Hepimizin etrafında olan – güneş sisteminde, gezegenimizde ve hatta bedenlerimizde – bu hızlı tekamülsel değişimleri deneyimlemek için burada olduğumuz için çok şanslıyız.
Burada Dünya üzerindeki bir çok insan gerçekleşmekte olan olağandışı şeyleri görmüyor, çünkü dıştaki görünüşler normal ve her günkü gibi kalıyor.
Ama, gerçekleşmekte olan şey kesinlikle normal değil. Milyonlarca yıldır, insanlık yirminci yüzyıla kadar yavaş, düzenli bir hızla tekamül etti. 1900’de, atlara biniyorduk ve basit bir mektubun gezegenin uzak alanlarına erişmesi haftalar veya aylar sürüyordu. İnsanlığın aya adım atması fantezi olarak düşünülüyordu. Gerçekte, diyelim 1890’da doğmuş olan biri ayda yürümenin gerçekleşebileceğine asla inanmazdı. Ama sadece 78 yıl sonra, bu gerçekleşti.
Ne oldu ? Tekamül hızımız nasıl bu kadar hızlı arttı ? İnsanlığın tekamülünde gerçekte olmakta olan nedir ?
Neden şimdi ?
Bir çok soru var.

Bilginin Toplanması

Bu zamanlarda insanın bilgisinin toplanması denklemine bakmak aydınlatıcıdır. Britannica ansiklopedisi yirminci yüzyılın gelmesi ile, insanlığın belli sayıda bilgi – modern terimlerle “bit” – elde ettiğini belirtir. Bu bilgi bitleri 6000 yıl önce, Sümer’deki uygarlığın başlangıcından, MS 1900’e dek toplandı.
Ve 1900’den 1950’ye dek, insanlık, uygarlığın başlangıcından bu yana topladığı aynı sayıda bilgi bitini topladı. Başka bir deyişle, sadece 50 yılda, 6000 yılda elde ettiğimiz bilgiyi elde ettik.
Bu kesinlikle normal değildir.
Ve bu bitmedi. Bilgideki artış üssel olarak devam ediyor. 1950 den 1970’e dek iki katına çıktı. Şimdi, bilgi artışı o kadar hızla ilerliyor ki, NASA bile bununla başa çıkamıyor. Bir noktada, NASA’nın bilgisayarlarına yeni veriler almada sekiz buçuk yıl geride olduğu bana anlatıldı.
Ancak, değişen sadece bilgi değil. Ayrıca, daha önce asla görülmeyen fenomenler ile birlikte insan deneyiminin her seviyesinde gerçekleşen değişimler var.

Dünya Değişimleri

Dünya Değişimleri departmanında, Dünya’nın jeomanyetik alanı, kısa bir zaman periyodunda o kadar değişimden geçiyor ki, hiç kimse bunun gerçekleşebileceğine inanmazdı.
Manyetik alanın yaklaşık 2000 yıldır zayıfladığını biliyoruz. Ve ayrıca, 500 yıl önce dramatik olarak düştüğünü de biliyoruz. Ancak, yaklaşık 30 yıl önce, manyetik hatlar kaymaya başladığında bizi şaşırttı. 1990 lara kadar o kadar kaydılar ki, ticari uçakların iniş yapması için kullanılan aeronautik haritaların tüm dünyada değiştirilmesi gerekti.
Balinalar, aynı nedenle, kıyıya vurmaya başladılar. Onların göçleri bu manyetik hatları takip ediyor. Bu hatların aniden ve beklenmedik şekilde değişmesi ve karanın içine gitmesi balinalar için felaket oldu.
Kuşların göçü de Dünya’nın manyetik alanına bağlıdır. Ve kuşlar da balinalar gibi kötü durumda. Bu masum yaratıklar, beklemedikleri Dünyanın farklı bölgelerine vardıklarında büyük problemlerle karşılaşıyorlar.

İnsanın Dünya Değişimlerine Tepkisi

Bu değişimler insanlar için problem olabilir mi ? Evet, olabilir, ve oluyor. Son zamanlarda, Gregg Braden, Nature dergisi dahil bilimsel dergiler, Dünya’nın manyetik alanının, Kuzey ve Güney Kutuplarının yer değiştirmeye hazırlanıyor olabileceği bir akışta olduğunu bildiriyorlar.
Eğer bu gerçekleşirse (şüphesiz bu bir spekülasyon, ama bunun 13,000 yıl önce gerçekleştiğini biliyoruz), önümüzde yoğun problemler olabilir. Ve bir kutupsal yönelim ile diğeri arasındaki tersine dönme periyodunda, manyetik alanın kendisini iptal etmesi ve sıfıra düşmesi mümkündür.
Kutup değişiminin insanlık için ne anlama geldiğini hiç kimse bilmiyor. Ama, eğer manyetik alan iki haftadan daha uzun süre sıfır olursa neler olacağını biliyoruz. Rus uzay programı bunu bize gösterdi. Ruslar, bir kozmonot uzaya bırakıldığında – uzayda manyetik alan azdır veya yoktur – iki hafta sonra kozmonotun iyileştirilemez şekilde çıldırdığını keşfettiler. Bu manyetik alanın zihinlerimizi dengede tutmak için gerekli olduğu görülüyor (bunun olması için, Rus kozmonotlara bedenlerinin etrafına giymeleri için özel cihazlar verildi)
Dünyada, bir çok değişiklikler gerçekleşiyor, hiç kimse bunların ne anlama geldiğini bilmiyor. Gerçek şu ki, sevgili Dünya Anamız son 30 yılda, “doğal” afetlerde normalin üzerinde % 500 den fazla artış deneyimledi. Daha fazla tornado oldu (ABD de bir ayda 400 den fazla), daha fazla ve daha hızlı kasırgalar (bazıları 300 mil/saat), olağandışı hava durumları, daha fazla deprem, toprak kayması – öncesinden daha fazla.
Dünyanın etrafında, hiç kimsenin daha önce görmediği yeni bir atmosfer gelişiyor.
Ve Güneşten ne haber ? Bugün Güneşimizde gerçekleşenler benzer olayları daha önce asla görmedik. Güneşten gelen enerjinin şiddeti bilimsel gözlemlerimizin tarihinde olanlara paralel değildir.
Ve Güneşte olan şey Dünyada olanları direkt olarak etkiliyor.

Bilinçlilik Izgaraları

Bilinçlilik ızgaraları (orijinal olarak Ruslar tarafından bulundu) belki de en önemli olan Dünya Değişimlerinin veçheleridir. Bu ızgaraların nasıl değiştiği ve onlara olan şey, hepimizi etkiler.
Bazen Mesih Izgarası veya Birlik Bilinçliliği Izgarası olarak refere edilen yeni ızgara, gerçekten “olacağımız şeydir”. Gizli hükümet bu ızgarayı yok etmek için bildiği her şeyi denedi, ama Dünya Ana onu savunmaya devam etti ve gelişmesine izin verdi.
Dünya Değişimlerinin tartışması, ızgaraların bu anlayışı olmadan tam olmazdı.
Bu Sayıda
İnsanlık, çevresindeki inanılmaz değişimin ortasındadır, ve bunun insanlığın bilinçliliğinde inanılmaz bir değişime dönüşeceğini hissediyoruz. Biz – siz ve ben – sonuçları göreceğiz, çünkü bu değişimler şimdi, bizim ömrümüzde gerçekleşiyor.
Bu sayıda, Dünyadaki bu ve diğer değişimleri incelemekte olan önemli araştırmacılardan ve yazarlardan örnekleri bir araya getiriyoruz. Amacımız tüm bunların ne anlama geldiğini deneyimlemenize yardımcı olmak ve kendiniz ve sevdikleriniz için uyum yaratmak için bu değişimlerle etkileşmenin bir yolunu bulmanıza yardımcı olmaktır.
Doğa ile dengede olan yollarla yaşamlarımızı yaşamak için, anlayış ve bilgiden bilgelik gelir. Her yerde kaosun ortaya çıktığı görülebilir, ancak – Roger Nelson ve Vladislav Lugovenko’nun çalışmasının gösterdiği gibi – insan ruhu, Tanrı ile candan bağlantımız vasıtası ile kaosu düzene getirebilir.
Kişisel olarak, bu dışsal değişimlerin, kalplerimizde gerekli olan değişimler için katalizör olabileceğini hissediyorum. Çünkü çözümü ve varoluşumuzun nedenini sadece kalplerimizde bulacağımıza inanıyorum.

Yakın Gelecekte ne olacak,

Değişimlerin yer aldığı Dünya yalpalamasının bu noktasına yaklaştığımız zaman, bütün sosyal yapılar vb. herşey çözünmeye başlar ve çöker. Bunun anahtarı Dünyanın Manyetik Alanıdır. Günümüz Biliminin anladığı, Dünyanın sıvı görünümlü kompozisyonun katı olduğu yerde, Manyetik Alanın desteklediği bir bağlantı yeri olan Manyetik-Hidrodinamikler içindeki ilk yerde değişim için bir eksene sahip bir Anahtar olabilir. Bu Alan çöktüğünde, bazı katı unsurlar sıvı ve kaypak olur. Onlar bunu Laboratuvarda örneklerle kanıtladılar. Bu Manyetik ve Elektromanyetik Alan bir Anahtardır. Bu Manyetik Alan biz olarak düşündüğümüzün kim ve ne olduğunu yorumlamak ve hem de zihnimizi depolamak için kullandığımız bir şeydir. Biz hafızayı yitirmemek için dış bir Manyetik Alana gereksinim duyarız. Manyetik Alanın bazı biçimleri olmadan yaşayamayız. Dünyanın belli başlı şehirlerine bakacak olursanız, Dolunay esnasında ve onun önceki ve sonraki günlerinde daha fazla tecavüz ve öldürme olaylarının olduğunu fark edeceksiniz. Neden, Dolunayın Dünya Manyetik alanında bir dalgalanma sebebine meyletmesidir, ve bu değişim İnsanları duygusal olarak aşırı bir duruma getirmek için yeterlidir. Manyetik Alan duygusal bedeni etkiler.

Manyetik Alanın Çöküşü

Şeylerin bir denge dışına çıkmaya başladığı bir yalpalama noktasında olduğunuz bir Gezegen düşünün. Aniden Dünyanın Manyetik Alanı, zamanın çok kısa bir devresinde (genellikle üç ile altı ay) bir aşağı, bir yukarı inip çıkmaya ve dalgalanmaya başlıyor. Olan, İnsanların onu kaybetmeye başlamasıdır. Onlar çılgınlaşır. O, bütün bir Gezegen yapısının çökmesidir. Dengesizleşen herşey parçalar halinde düşer. Manyetik Alan nihayetinde üç buçuk gün içinde bütünüyle gidecektir. Genellikle siz büyüyen bir Kaos göreceksiniz.

Dünyanın başlıca 4000 Kutsal alanı, Dünyanın Gezegensel ızgarası düğüm noktalarında yerleşiktir; Mısır Gizadaki Büyük Piramit, Perudaki Machu Picchu, İngilteredeki Stonehenge, Meksikadaki Teotihuacan Piramitleri, Titicaca gölü, Güney Amerika, Shasta dağı, Kaliforniya, Sedona, Arizona, Kambodyadaki Angor Wat, Guatemala daki Tikal, İngilteredeki Averbury, Çindeki Shaanxi Piramitleri, Büyük Zimbabvenin Harabeleri, Avusturalyadaki Kunoonda taş çemberleri, Haleakala Krateri, Hawai, Kailas dağı, Tibet ve Haleakala, Hawai vb.

Morfolojik Izgara Etkileşimleri

Her zaman bir kişi, Bilinç Izgarası içinde düzenli çalışır, onlar ızgaradan gelen belirtileri arttırır. Burası, bu yolla, İnsanların tamamen hatırlamaya ve nefes almaya başlayacağı bir yerdeki bir noktaya gelecektir. Çocuklar en az soruna sahip olacaktır. Sizden daha yaşlılar onu daha zorlukla yapacaktır.

Boyutsal Arayüz ve Eksen Değişimin Son Zamanı

O olursa, umarım orası dışında çılgınlığa ulaşmayacaktır, orası Kıyametin geldiği fikrinin olduğu yerdir. Eğer kayıtlardan geriye doğru bakacak olursanız, M.S 1400 de eksenin değiştiği zaman Güney Amerika da, onların hepsi, duygularının çok güçlenmesi nedeniyle birbirleriyle kavga ve savaşa başlamışlardı. Bunun olmayacağını umut ederim.

Bilinç içindeki Boyutsal değişimden önceki beş altı saat civarında işlem (çoğunlukla o bir eksen değişimine bağlıdır) başlar. Bilinç içindeki Eksen değişimleri ve değişimler genellikle birbirine bağlıdır. Bu sebepten, bu Bilinç değişimi, Eksen değişiminden önce ya da sonra olabilir. Genellikle onlar eşzamanlıdırlar, ve çoğunlukla Boyutsal değişimden önceki bu beş-altı saatlik devre içinde olan, görsel bir fenomen, bir olağanüstülüktür. Neredeyse kesin olan bu olgu, 3. Ve 4. Boyutun bir Arayüze sıçraması sırasında olacaktır, ve Bilincimiz 4.Boyuta doğru bir harekete başlayacak ve 3.Boyut Bilinci geriye doğru uzaklaşacaktır. Bu olduğunda, Dünya üzerinde doğal yoldan ortaya çıkmamış, Sentetik olarak üretilmiş maddi nesneler, ne maddeleri olduğuna bağlı olarak, büyük bir oranda gözden kaybolmaya başlayacaktır. İlkinde hepsi gözden kaybolmaz. 3.Boyut Bilinç Izgarası, Manyetik Alanın çökmesiyle birlikte çökmeye başladığında bu sentetik nesneler, beş-altı saatlik bir devre içinde gözden kaybolmaya başlar. Eksen/Bilinç/Izgaradan bu yana değişimler milyonlarca yıldır olmuştur, bu, haklarında anlatılması için geride bir öykü bırakan daha önceki Uygarlıklardan (ki onların bazıları bizimkinden daha ileriydi) geriye kalan, neden bu kadar az miktarda üretilmiş nesnenin var olduğudur

Kozmik Gelişiminiz
.
Bu değişim esnasında, bilincinizin şimdiki ifadesi içinde, sizin olduğunuz yerdeki bir noktayı Bir yaparak birleştiren “Yüksek Benliğiniz” ile bir kutupluluk vardır.

Boyutsal Bilincin çok yüksek bir seviyesi, Dünya Gezegeni olarak bir “Bedene” sahiptir. Bu Bilincin yüksek seviyesi üzerindeki siz, bir beden olarak şimdiki kullandığınız bedene sahipsiniz. Abartısız, bir gün siz, bu yaşam sürecinin bir parçası olan Gökyüzündeki Güneş ve Yıldızlar olacaksınız.
Devamını Oku »

PERİYODİK TABLOYA DÖRT ELEMENT DAHA EKLENDİ




Periyodik Tabloya Dört Element Daha Eklendi


Onaylanmış keşifler ile tablonun yedinci sırası da dolmuş oldu.

Tablonun yürütücülüğünü yapan uluslararası kimya organizasyonu keşifleri onayladıktan sonra, dört yeni element periyodik tabloya kesin olarak eklendi. Uluslararası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliği (IUPAC) geçen hafta 113, 115, 117 ve 118 numaralı elementlerin keşif kriterlerine uygunluğunu duyurdu ve bu elementler 2011 yılından beri periyodik tabloya eklenen ilk elementler oldular. Bunların ilave edilmesi periyodik tablonun yedinci sırasını da tamamlamış oldu.

İnsan eliyle yapılmış bu dört elementin isimleri bulundukları yerden kaynaklanıyor ve sonraki birkaç ay içinde resmi olarak isimlendirilmesi bekleniyor. 115, 117 ve 118 numaralı elementler Dubna, Rusya’daki Birleşik Nükleer Araştırma Enstitüsü’nden ve California’daki Lawrence Livermore Ulusal Laboratuarı’ndaki araştırmacıların ortak gayreti ile keşfedildi. Rus-Amerikan ekibi 113 numaralı elementin de keşfini kendilerinin yaptığını iddia ediyor (bu element şimdilik ununtriyum olarak biliniyor), ancak IUPAC Japonya’daki Riken Enstitüsü’ne bu hakkı tanıdı. Dolayısıyla 113 numaralı element Asya’daki araştırmacılar tarafından ismi konulan ilk element olacak.

“Olimpik Altın Madalyadan bile daha değerli”

Aşırı ağır elementlerin keşfedilmesi, bunların hızla bozunmasından ötürü zor bir süreç. Ancak araştırmacılar son süper-ağır elementler için birazcık da olsa daha uzun ömürler biçiyor, böylece araştırmacıların “kararlılık adası” olarak bilinen, hem çok ağır, hem de kararlı olduğu durumu keşfetme umutları yeşeriyor. Kosuke Morita, Riken’de 113 numaralı elementin araştırılmasının başını çekmekte olup bir demecinde ekibinin “119 numaralı ve ötesindeki elementleri araştıracağını” söylüyor.

The Guardian, Ryoji Noyori’nin (Riken’in eski başkanı ve kimya Nobel ödüllü bilim adamı), bilim adamları için, bunun anlamı bir Olimpik altın madalyasından daha değerli olmasıdır” dediğini aktardı.



KAYNAKLAR :
Devamını Oku »

BİZDEN SAKLANAN GERÇEKLERDEN YALNIZCA BİRİ : GÜMÜŞ HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİZ




BİZDEN SAKLANAN GERÇEKLERDEN YALNIZCA BİRİ : GÜMÜŞ HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİZ

Günümüz çağı, günümüz insanı, yeniçağ insanı, modern teknoloji çağı, dijital çağ… diye gider bu günün isimleri… Peki, gerçekten bunlar gelişmişliği ifade ediyor mu? İleriye doğru gittiğimizi gösteriyor mu? Dünya’nın daha iyi bir yer olmasını sağlıyor mu? Birçoğunuzun içinizden hayır dediğini duyar gibi oluyorum.

Geçmiş zamanlardan bu güne doğru zihninizde gelişim sürecini izlediğinizde, bir bütün halinde hareket eden minik organizmaların oluşturduğu büyük bir organizma görürsünüz. Sorumluluk bilinci, paylaşım, bilgilerin aktarılması üzerinde durulan hassasiyet ve birbirini destekleyen insanlar görürsünüz; çünkü aslında toplumlar bireylerden değil bireyler toplumlardan oluşur ve siz toplumun makro organizma halini sağlam bir şekilde oturtursanız mikro düzeyde de bireyler her yönden gelişimin potansiyellerini zorlamaya başlar.

Bu genel durumun özetinden sonra birazdan bahsedeceğim bilgi ile aslında bizlere aşılananları, toplumsal düzenleri, kapitalizmin bizi hasta edip sonra iyileştirme vaadinde nasıl bulunduğunu ya da bizleri, var olan verimli şeyleri nasıl da tüketime götürdüğüne dair birçok dallanıp budaklanan sorgulara gideceğinize inanıyorum. Basit gibi görünen her durumun arkasında, gerçekten sorgulayıp anlamaya çalışanlar için örümcek ağına dönüşen gerçekler vardır.

Şimdi size biraz gümüşten bahsedeceğim.

Bizlere açık açık anlatılmayan ancak faydaları oldukça geliştirilebilirlik sağlayan bir elementtir gümüş. Onlara geri kalmış derken çok eski zamanlarda insanlar sağlık alanında bu elementi kullanıyordu. (Peki, bu modern çağda neden bunca hastalıktan kurtulamıyor üstüne bir de yeni hastalıklar ile mücadele etmek zorunda kalıyoruz? Yorum sizin.)

Gümüşün faydaları Jül Sezar döneminden beri biliniyor. Romalılar, küçük gümüş parçacıklarını yanıkları, kesikleri ve yaraları tedavi etmek için; Grekler, su ve şarap kaplarını bakterilerden temizlemek için gümüşü kullanırlardı. Ayrıca Roma döneminde sadece gümüş kaplarda su taşıyan askerlere savaşa gitmeye izin verilirdi çünkü Romalılar gümüş kapların suyu temiz ve saf tuttuğunu biliyorlardı. 14’üncü yüzyılda Avrupa’nın merkezinde nüfusun yüzde 25’i vebadan ölmüştü, sadece çingeneler bu felaketten etkilenmemişlerdi. Çingenelerin tedavi amacıyla gümüşü küçük partiküllere ayırıp açık bir damardan vücuda verdikleri biliniyordu. Partiküller kan dolaşımı sayesinde bütün vücuda yayılıp bakteri ve virüsleri yok ediyordu. Bu partiküllerin gereğinden fazla olması nedeniyle çingenelerin çoğu argyria hastası* olmuşlardı.

ilaç sektörü

Doktorlar gümüşün faydalarını biliyorlar ve hastalarına eğer sağlıklı olmak istiyorlarsa gümüş tabaklarda ve gümüş çatal bıçak kaşık kullanarak yemek yemelerini tavsiye ediyorlardı. İnsanlar bebeklerine emmeleri için gümüş kaşık vermeye başladı. “Ağzında gümüş kaşıkla doğmak deyimi” buradan gelmiştir; çünkü bunu o zamanlarda zengin aileler yapabiliyordu ve zengin çocuğu olmak yani doğuştan kısmetli olmak manasına kullanılan bu deyim buradan türemiştir.

Dr Henry Crookes, 1900’lerin başında gümüşü pek çok hastalığın tedavisinde kullanmıştır. Bilimsel çalışmaları sonucu bilinen hiçbir mikrobun kolloid gümüşe 6 dakikadan fazla dayanamayacağını söylemiştir. Dr J.Mark Hovel, British Medical Journal’de kolloid gümüşün virüslerin kontrolünde özellikle etkili olduğunu rapor etmiştir.

İkinci Dünya savaşı sırasında penisilin keşfedildi ve sentetik olarak üretildi. Böylece tıpta patenti alınmış sentetik ilaçlarla büyük ilaç firmalarını çok zengin eden yeni bir çağ başladı. Bu şirketler patentini almadıkları hiçbir şeyi satmayacaklardır ve tabiatta bulunan maddeler patentlenemezler (Yakın zamanlarda penisilinin virüslere karşı etkisiz ve pek çok insan için alerjik olduğu anlaşıldığı halde günümüzde maalesef kimyasal, sentetik antibiyotikler çok popüler!)

Colloidal-Silver-range

Gümüşün ilk antibiyotik madde olduğu düşünülmektedir. Tarihte gümüş metal yaprağı bir sargı bezi olarak kullanılmıştır. Bugün gümüş, neredeyse enfeksiyon kontrolünün kritik olduğu her yerde, bandajlardan yanık tedavisinde kullanılan ilaçlara kadar sağlık ürünlerinde çok geniş spektrumda antimikrobiyal özelliliğinden dolayı kullanılmaktadır.

Amerika’daki doğan çocuklara, doğumdan hemen sonra gümüş içerikli göz damlaları, gözde oluşacak enfeksiyonları engellemek için kullanılmaktadır.

Gümüş, yüzde 95’den daha fazla oranda kızılötesi yansıtırlığa sahiptir. Gümüşle temas eden radyoaktif enerjinin yüzde 95 i kaynağa geri dönecektir. Yani gümüş radyasyona karşı etkilidir.

450 tür bakterinin DNA’sını bozarak yok edebiliyor. Sedef, şeker, mayasıl, kaşıntı, ayak kokusu gibi birçok rahatsızlığa da iyi geliyor. Yeni hücrelerin çoğalmasını destekleyerek yaraların iyileşmesini hızlandırıyor. Ayrıca Kolloidal Gümüşün HIV virüsünü bir kaç dakika içinde yok ettiği ile ilgili araştırma Dr Xiaojian Yao tarafından “Nanoteknoloji 2012 International Journal”da yayımlanmıştır (Buna rağmen hiçbir şey yapılmadı).

İçerisinde gümüş iyonu barındıran tek besin cevizdir. Bu bilgilere bakarsak tüketmeyi ihmal etmemiz gereken en önemli besindir.



Doktorların temelde gümüş suyunu tanımama sebebi yine kapitalist dünya düzenine dayanır. 1906 senesinde bütün büyük ilaç şirketlerini satın alan John D. Rockefeller koloidal gümüşün ilaç satışlarının önünde engel oluşturacağının farkındaydı. Bu sebeple Jude Abraham Felxner yardımı ile Amerika’daki tüm tıp fakültelerinde gümüş suyu konusunun işlenmeyeceği ve bu talimata uymayan tüm profesörlerin lisanslarının elinden alınacağını belirtmişti. İşin ilginç tarafı Rockefeller, ailesinin hiçbir zaman ilaç kullanmasına izin vermemişti?

Bilim kurgu dünyasına bakarsak, karşımıza içine girdiğiniz zaman bir anda bütün hastalıklarınızı iyileştiren ve sizi uzun süre yaşatan sandıklar çıkar. Peki, bu sandıklar gümüşten yapılmış olabilir mi? Daha da geliştirilmiş, içerisinde bakteriler dünyasından oluşmuş, gümüş kaplama mini bir laboratuar günümüzde yapılmış olabilir mi?

Bizden saklanan birçok gerçek varken bunların dahi yapılmış olması olasıdır. Bize gösterilenleri değil gösterilmeyenleri görmeye çalıştıkça aslında nasıl bir düzende yaşadığımızı görmek, sınırlarımızı zorlamak için bize daha da büyük nedenler vermelidir. Dünyamızı yaşanılabilir bir yer yapmak için el ele, değerimizin farkında olarak çalışmalı ve sorgulamalıyız.

*Argyria, vücuda aşırı miktarda gümüş alınması sonucu ciltte mavi-gri bir renklenmenin oluşmasıdır.



KAYNAK :
https://gaiadergi.com/bizden-saklanan-gerceklerden-yalnizca-biri-gumus-hakkinda-bilmediklerimiz/
Devamını Oku »

KENEVİR TARAFINDAN ÖLDÜRÜLEBİLEN 9 TÜR KANSER




KENEVİR TARAFINDAN ÖLDÜRÜLEBİLEN 9 TÜR KANSER


Kenevir son zamanlarda ABD’de ve tıbbi marihuanayı yasallaştıran ülkelerde çok fazla ses getiriyor.

Marihuana olarak da bilinen kenevir dünyanın bir çok yerinde büyüyen bir bitkidir ve kadim zamanlardan bu yana tıbbi amaçlarla kullanılmaktadır. Cannabinoid’ler adı verilen bileşenleri içeren bir reçine üretir. Bu Cannabinoid’ler Kenevirdeki aktif kimyasallardır, bu kimyasallar merkezi sinir sistemi ve bağışıklık sistemi de dahil, bedende uyuşturucu benzeri etkilere neden olur. Bu cannabinoidlerin bazıları psikoaktiftir ve ruh halini veya bilincini değiştirerek beyni etkilerler. Cannabinoid’ler ağızdan alınabilir, nefesle çekilebilir veya dilin altına spreylenebilir.


Kenevir ve cannabinoidler laboratuvarda ağrının, bulantının ve kusmanın, endişenin ve iştah kaybının giderilmesi için araştırılmaktadır. İki cannabinoid (dronabinol ve nabilone) ABD Gıda ve İlaç Kurumu (FDA) tarafından onaylanan ilaçlardır.

Ama, kenevirin tedavici edici potansiyeli neredeyse sınırsız görünüyor, çünkü sadece ölümcül hastalarda bulantıyı veya ağrıyı gidermenin çok ötesine uzanıyor. Madrid’deki Compultense Üniversitersinden moleküler biyolog Christina Sanchez 10 yıldan fazladır cannabinoidlerin moleküler aktivitesini incelemektedir ve bu zaman sırasında o ve çalışma arkadaşları kenevirin ana psikoaktif bileşeni olan tetrahydrocannabinol’ün (THC) sağlıklı hücreleri yalnız bırakırken tümör hücrelerini “intihar etmeye” sevk ettiğini öğrendiler.

Sanchez ve ekibi aslında nasıl işlev yaptıklarını daha iyi anlama amacıyla beyin kanser hücrelerini incelemekte oldukları için, bu keşif beklenmedik oldu. Bu süreç sırasında, THC’ye maruz kaldıkları zaman tümör hücrelerinin sadece çoğalmayı ve üremeyi durdurmadıklarını aynı zamanda kendilerini yok ettiklerini gözlediler, hem laboratuar testlerinde hem de hayvan denemelerinde.  Bu ilk kez 1998’de bildirildi ve Avrupa biyokimya dergisi FEBS Letters‘da THC’nin anti – kanser etkileri üzerine bir çalışmada yayınlandı.

İnsan Bedeni Kenevir Bileşenlerini Kullanmak Üzere Tasarlanmıştır
1980’lerdeki araştırma insan bedeninin THC için iki spesifik hedefini içerdiğini ortaya koydu. Bedende çeşitli cannabinoid alıcıları içermekle birlikte, THC ve diğer cannabinoidleri işleyen endocannabinoid sistemi olarak bilinen bir yapı vardır. Birlikte, bu iki doğal sistem bedenin kenevirde bulunan cannabinoidlerden yararlanmasını sağlar, bu cannabinoidlerin bazıları doğada başka yerde bulunmaz. Endocannabinoid sistemi bir çok biyolojik fonksiyonu düzenler: iştah, besin alımı, motor davranış, üreme ve bir çok diğer fonksiyonlar. Ve bitkinin çok geniş tedavi edici potansiyelinin olmasının nedeni budur.

Fare ve sıçanlardaki araştırmalar cannabinoidlerin hücre büyümesini bloke edip hücre ölümüne neden olarak tümör büyümesini kısıtlamaya ve tümörlerin büyümesi için  gerekli olan kan damarları gelişimini kısıtlamaya yardımcı olduğunu gösterdi. Laboratuar ve hayvanlarda yapılan araştırmalar cannabinoidlerin normal hücreleri korurken, kanser hücrelerini öldürebildiklerini göstermeye devam etti.

Beyin Kanseri Yararları

– Molecular Cancer Therapeutics dergisinde yayınlanan bir araştırma beyin tümörlerinin şu andaki antikanser tedavilerine nasıl son derece dirençli olduklarını belirtiyor, bu hastalıktan ıstırap çeken hastaların zayıf hastalık seyrini geliştirmeyi hedefleyen yeni tedavi edici stratejiler bulmayı çok önemli hale getiriyor.

– British Journal of Cancer’de yayınlanan, Madrid’deki Complutense Üniversitesi Biyokimya ve Moleküler Biyoloji Bölümü tarafından yapılan  bir araştırma THC ve diğer cannabinoidlerin tümörün büyümesini kısıtladığını belirledi. THC’nin dokuz hastanın ikisinde tümör hücrelerini azalttığı ve sıfır psikoaktif etkilere ulaşıldığı görüldü.

– The Journal of Neuroscience‘de yayınlanan bir araştırma hem akut nöral hasar hem de yavaş ilerleyen nörodejeneratif hastalıklarda biyokimyasal olayları inceledi. THC’ye baktılar ve onun farelerde nöronal incinmeyi azalttığını ve cannabinoid sistemin nörodejenerasyona karşı beyni koruyabildiğinin kanıtını sağladığı gördüler.

– The Journal of Pharmacology And Experimental Therapeutics’de yayınlanan bir araştırma, cannabinoidlerin antitimör özelliklere sahip olduğu gerçeğini kabul ediyor. Bu araştırma insan glioma hücre hatlarında (Glioma beyin tümörünü tanımlamak için kullanılan sözcük) cannabidiol’un etkisini (psikoaktif olmayan cannabinoid bileşeni) inceledi. Cannabidiol’un ilavesi glioma hücrelerinin yaşama yeteneğinde dramatik düşüşe yol açtı, araştırma cannabidiol’un önemli antitümör aktivitesi üretebildiği sonucuna vardı.

Meme Kanseri Yararları

– ABD Ulusal Tıp Kütüphanesinde Kaliforniya Pacific Medical Centre tarafından yapılan bir araştırma, cannabidiol’un (CBD) insan meme kanseri hücre üremesini ve istilasını kısıtladığını belirledi. Aynı zamanda CBD’nin tümör kitlesini önemli ölçüde azalttığını gösterdiler.

– The Journal of Pharmacology and Experimental Therapeutics‘te yayınlanan bir araştırma, THC’nin ve cannabidiol’un meme kanser hücresi büyümesini dramatik şekilde azalttığını belirledi.

– Molecular Cancer Dergisinde yayınlanan bir araştırma, THC’nin tümör büyümesini ve tümör sayısını azalttığını gösterdi. Cannabinoidlerin kanser hücresi üremesini kısıtladığını belirlediler, bu kanser hücre istilasını ve tümör anjiyogenezini (yeni kan damarları yaratımı) zayıflatmayı da kapsıyor, meme kanseri yönetimi için cannabinoide dayanan terapilerin kullanılmasının kuvvetli kanıtını sağlıyor.

– National Academy of Sciences of the United States of America (PNAS)‘da yayınlanan bir araştırma, cannabinoidlerin insan meme kanseri hücre üremesini kısıtladığını belirledi.

Akciğer Kanseri Yararları
– Harvard Tıp Okulları Deneysel Tıp Bölümü tarafından  Oncogene dergisinde yayınlanan bir araştırma, THC’nin akciğer kanseri hücresi göçünü ve fazlasını tetikleyen epitel büyüme faktörünü kısıtladığını belirledi. Bazı akciğer kanserlerinin büyümesini ve metastazını kontrol etmekte THC’nin özgün tedavi edici moleküller olarak keşfedilmesi gerektiğini ifade ettiler.

– Harvard Tıp Okulu tarafından yapılan, ABD Ulusal Tıp Kütüphanesi tarafından yayınlanan bir araştırma, akciğer kanser hücrelerinde cannabinoid reseptörlerin rolünü inceledi. Onun etkisini belirlediler ve akciğer kanser hücrelerine karşı tedavi için kullanılması gerektiğini önerdiler.

– Almanya’da Genel Cerrahi Bölümünden, Toksikoloji ve Farmakoloji Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırma cannabinoidlerin kanser hücresi istilasını kısıtladığını belirledi. Etkiler, akciğer kanseri olan bir hastadan alınan tümör hücrelerinde onaylandı. Veriler cannabinoidlerin kanser hücresi saldırganlığını azalttığını gösterdi.

Prostat Kanseri Yararları

– ABD Ulusal Tıp Kütüphanesinde yayınlanan bir araştırma prostat kanserinde kenevirin etkililiğini kanıtlayan çoklu araştırmaları özetledi.

– ABD Ulusal Tıp Kütüphanesinde yayınlanan bir araştırma prostat kanseri hücrelerinde azalmayı gösterdi.

– ABD Ulusal Tıp Kütüphanesi tarafından yayınlanan başka bir araştırma CBD klinik testinin prostat karsinomaya karşı bir zorunluluk olduğunu belirledi, cannabinoid reseptörleri aktivasyonu prostat karsinoma hücre ölümünü tetikliyor.

Kan Kanseri Yararları

– Virginia Commonwealth Üniversitesi Farmakoloji ve Toksikoloji Bölümü tarafından yapılan, ABD Ulusal Tıp Kütüphanesinde yayınlanan bir araştırma, cannabinoidlerin lösemi hücrelerinde hücre ölümünü tetiklediğini belirledi.

– Molecular Pharmacology dergisinde yayınlanan bir araştırma, cannabinoidlerin mantle hücreli lenfomada büyüme kısıtlamasını ve hücre ölümünü tetiklediğini gösterdi. Araştırma Stockholm’deki İsveç Kanser Topluluğu, İsveç Araştırma Konseyi ve Kanser Topluluğu tarafından verilen bağışlarla desteklendi.

– Uluslararası Kanser Dergisinde yayınlanan bir araştırma da cannabinoidlerin çeşitli türde kanserlerde ve mantle hücreli lenfomada hücre büyümesini engelleyici ve proapoptotic etkiler sarf ettiğini belirledi ve gösterdi.

Karaciğer Kanseri Yararları

– ABD Ulusal Tıp Kütüphanesinde yayınlanan bir araştırma, THC’nin insan HCC hücre hatlarının (İnsan hepatohücresel karaciğer karsinoma hücre hattı) yaşayabilirliğini azalttığını ve büyümeyi azalttığını belirledi.

Pankreas Kanseri Yararları

– Amerikan Kanser Dergisinde yayınlanan bir araştırma, cannabinoid reseptörlerin insan pankreas tümör hücre hatlarında ve tümör biyopsilerinde, normal pankreas dokusunda olduğundan çok daha yüksek seviyelerde ifade edildiğini belirledi. Sonuçlar cannabinoid yönetiminin hücre ölümünü tetiklediğini gösterdi. Ayrıca tümör hücrelerinin büyümesini azalttılar ve pankreas tümör hücrelerinin yayılmasını kısıtladılar.

Ağız Kanseri Yararları

– ABD Ulusal Tıp Kütüphanesinde yayınlanan bir araştırmanın sonuçları, cannabinoidlerin güçlü hücresel solunum önleyici olduğunu ve son derece kötü huylu ağız tümörlerine karşı toksik olduğunu gösteriyor.

Kolon Kanseri Yararları

– Farelerde yapılan bir araştırma cannabinoidlerin Kolonun iltihaplanmasına karşı koruyabileceğini ve kolon kanseri riskini azaltmada potansiyele sahip olduğunu gösterdi.

Kemoterapiye Yardımcı Oluyor

İnsan glioma hücrelerinde cannabidiol’un (CBD) laboratuar araştırması, kemoterapi ile birlikte verildiği zaman, CBD’nin kemoyu daha etkili yaptığını ve normal hücrelere zarar vermeden kanser hücresi ölümünü arttırdığını gösterdi. CBD delta-9-THC ile birlikte kemoterapiyi daha etkili yapabiliyor.

Cannabinoid’lerin Diğer Etkileri:

– İltihaplanma önleyici aktivitesi
– Antiviral aktivitesi
– Multiple Sclerosis’in neden olduğu kas spazmlarını rahatlatır

(Çeviri: Saffet Güler)


KAYNAKLAR :

http://healthycures.org/9-types-of-cancer-that-can-be-killed-by-cannabis/
Devamını Oku »

İNDİGO (KRİSTAL) ÇOCUKLAR İLE İLGİLİ ÇOK İLGİNÇ GERÇEKLER



İNDİGO (KRİSTAL) ÇOCUKLAR İLE İLGİLİ ÇOK İLGİNÇ GERÇEKLER

Sıra ile geldiler ve artık gün geçtikçe çoğalıyorlar. Onları ilk 1984 yılında fark etti dünya. Bu tespitler ilk önceleri çok ciddiye alınmazken daha sonra, gerçekler araştırmacıları yönlendirmeye başladı.

"Yeni Çocuklar"a etiket yapıştırarak ne yaptığımızı düşünelim. İnanıyorum ki bu, beşinci topluluğumuzun hazırlanıyor olduğu yeni alt ırk. Aile ağacı-yani eski ağacın üzerindeki yeni gelişmeye tekabül ediyor." ~ Carol Parrish-Harra, Ph.D.

Artık şüphem yok ki, insan türünün uzun zamandır tahmin edilen evrimdeki "Kuantum Sıçrayışı" gerçekleşiyor. Çocuklar "farklı" doğuyorlar; çocuklar "değişiyorlar" -ya son derece etkileyici bir olaydan dolayı, ya da ölüme yakın veya bunun gibi bir deneyimlemenin etkisini en iyi şekilde açıklayan bir "güç yumruğu" ile çarpışmaktan dolayı meydana geliyor.

Araştırmacı P.M.H.Atwater, ölüme yakın deneyimler alanındaki çalışmasına 1978'te başlamasına rağmen, 1966'dan itibaren bilinç değişimlerinin etkisini takip etti; özellikle çocuklarla. Bulgularını içeren yedi kitabından, "Yeni Çocuklar ve Ölüme Yakın Deneyimler", ölüme yakın deneyimler yaşayan (değişen) çocukları, 1982'den itibaren doğanlarla (doğuştan itibaren 'farklı' olanlar) karşılaştırıyor. Bu iki grup, şaşırtıcı ve düzeni yıkıcı şekillerde brbirlerine benziyorlar. Bundan dolayı, "İndigo Çocukların Ötesinde: Yeni Çocuklar ve Beşinci Dünya'nın Gelişi" adlı kitabı yazdı.

Yeni çocuklar fenomeni sadece alışılmadık davranışlara ve mor ve indigo hakimiyetli auralara (çevrelerindeki elektromanyetik alanlar) sahip olanları değil, aynı zamanda "kök ırklar" konseptini (insanırkı gen havuzunun temel kök soyu), ve tüm insan ırkına tür olarak neler olmakta olduğunu da kapsamakta. Bu konu hakkında çok fazla ses çıkıyor ve düşünülecek çok şey var. Örneğin:

Lee Carroll ve Jan Tober, popüler kitapları "İndigo Çocuklar: Yeni Çocuklar Geldi"de, yeni çocukların mor auraları olduğundan ötürü İndigo olduklarını belirtmişlerdi (ezoterik hadislerdeki "Altıncı Kök Irk"). Yeni gençlerin yüksek derecede sezgili ve yaratıcı, kendinden emin, güçlü, bağımsız, hızlı ve keskin zekaları varken nasıl teknik olarak uyduklarını yazmışlardı. Kitaplarındaki çoğu bilgi medyum aracılığı ile kanallıklardan ve bir kaç profesyonel ve ebeveynden gelmektedir.

Diğer bir zat ise Drunvalo Melchizedek'tir. Diane Cooper'ın "Yeni Düşün Çocukları" hakkındaki röportajında, şu anda üç tür çocuğun doğmakta olduğunu açıkladı: Çin'deki süper psişikler, İndigo çocuklar, ve AIDS ile doğanlar. Çinli gençleri "inancın ötesindeki psişikler" olarak tanımlıyor. Bu çocukların, ne tür ya da ne kadar zorlukta olursa olsun, onlara verilen tüm testleri %100 başarı ile yaptıklarını söylüyor. Bu, onların üzülen ebeveynlerini şaşırttı, "Her şeyi bilen bir çocuğum var. Ne yapmalıyım?". Bu çocukların Rusya ve Birleşmiş Milletler'de de ortaya çıkmakta olduğunu ve bu süper psişiklerin İndigolara benzediklerini rapor etti. (Paul Dong, Çinli çocuklar hakkında kitap yazmıştır; "Çin'in Süper Psişikleri")

Drunvalo Melchizedek ile Röportaj

Diane Cooper

Diane: Drunvalo… Senin o kadar heyecanlandığın bu “Yeni Rüyanın Çocukları” kimlerdir ?
Drunvalo: Evet, Bugünkü dünyada tespit edebildiğim, ortaya çıkan 3 farklı tip çocuk var. İlki “Çin’in Süper Psişik Çocukları” olarak adlandırılıyor. İkincisi “İndigo Çocuklar” ve üçüncüsü “AIDS Çocukları” olarak adlandırılıyor.
İlkinden, ““Çin’in Süper Psişik Çocukları”, Yaşam Çiçeği seminerlerinde bahsettik. Eğer hatırlarsanız, 1984 de ilki, inancın ötesinde psişik olan bir çocuk bulunduğu zaman keşfedildi. Araştırmacılar hayal edebileceğiniz her psişik testi yaptılar ve çocuk her seferinde 100 % doğru idi. Kartları başka bir odada açabilirdiniz, bu fark etmezdi. Kartta ne olduğunu tam olarak bilebiliyordu. Omni dergisi Çin’ gitti ve bu keşif ile ilgili bir makale yazdı. Bir çocuk keşfettiler ve sonra başka birini.
1984 te gittiklerinde bunun bir hile olduğunu düşündüler, 100 çocuğu bir odaya koydular, bir kitap aldılar ve gelişigüzel bir sayfa açtılar. Bu çocuklar sayfadaki her sözcüğü okuyabiliyordu. Test üstüne test yaptılar ve yanıt kusursuzdu. Fenomen burada bitmedi. Bu çocuklar sadece Çin’de değil. Tüm dünyaya yayılmışlar. Ben kişisel olarak bana “ ne yapacağız. Her şeyi bilen bir çocuğumuz var ?” diye soran ebeveynler ile konuşmaktayım. Lee Carroll’un burada ABD’de doğan çocuklara “İndigo Çocuklar” dediğine inanıyorum. Ancak, ben kişisel olarak aynı kaynaktan iki grubun geldiğini düşünüyorum, emin değilim.
İki ayrı grup olduğu görünüyor, inanılmaz psişik ve şaşırtıcı. En çok ilgilendiğim üçüncü bir grup var – “AIDS Çocukları”. 10 – 11 sene önce ABD’de AIDS ile doğan bir bebek vardı. Ona doğumunda test yaptılar ve AIDS testi pozitif çıktı. Bir yıl sonra yine test yaptılar, yine pozitif çıktı. Sonra 6 yaşına dek tekrar test yapmadılar ve şaşırtıcı olan şu ki, 6 yaşındaki test AIDS ten tamamen kurtulduğunu gösterdi ! Gerçekte, AIDS veya HIV den eser yoktu ! Neyin olup bittiğini anlamak için UCLA’ya götürdüler ve bu testler, onun normal insan DNA sına sahip olmadığını gösterdi. İnsan DNA sında kodon olarak adlandırılan 64 farklı model üreten 3 lü setler halinde birleşik 4 nükleik aside sahibiz.
Tüm dünyada insan DNA sında bu kodonların 20 si daima açıktır ve kalanları kapalıdır, stop start kodları olan 3 ü hariç, bilgisayara çok benzer şekilde. Bilim her zaman, kapalı olanların geçmişimizden gelen eski programlar olduğunu kabul etti. Ben bunları bir bilgisayardaki uygulama/başvuru programı olarak gördüm. Her neyse … bu çocuğun 24 kodonu açıktı – diğer insan varlıklarından 4 tane fazla. Sonra bu çocuğa, bağışıklık sisteminin ne kadar güçlü olduğunu görmek için test yaptılar.
Bir petri kabına çok öldürücü dozda AIDS koydular ve çocuğun bazı hücreleri ile karıştırdılar ve çocuğun hücreleri hiç etkilenmeden kaldı. Bileşimin öldürücülüğünü artırmaya devam ettiler ve sonunda bir insan varlığını etkileme için gerekli olanın 3,000 katına ulaştılar ve çocuğun hücreleri hastalıktan özgür kaldı. Sonra onun kanını kanser gibi diğer hastalıklar ile test etmeye başladılar ve bu çocuğun her şeye karşı bağışıklığı olduğunu keşfettiler !
Sonra bu kodonları açık olan başka bir çocuk buldular – sonra bir başkasını ve sonra bir başkasını – sonra 10,0000, sonra 100,000, sonra onlardan bir milyon ve bu noktada, dünya – çapındaki DNA testini izleyerek UCLA dünyanın % 1 inin bu yeni DNA ya sahip olduğunu tahmin ediyor. Bu, yaklaşık 60 milyon insanı eski kriter ile insan olmayan sınıfına sokuyor.
Diane: Bu yeni kodon aktivasyonu sadece yeni doğan çocuklarda mı bulunuyor ?
Drunvalo: Pekala, çoğunlukla çocuklar, ama şimdi yetişkinler de var – yüzüncü maymun teorisine benzer şekilde. Şimdi her türden insan bundan etkileniyor ve bu hızla yayılıyor. Hatırlayın, sadece 5 sene önce başladı, hemen hemen kimse yoktu ve şimdi yayılıyor – aynen bir hastalık gibi. Bu bir salgına benziyor ve bu sadece başlangıç. Bunun diğer kısmı, özelleştirilmiş bir bilgisayar programı vasıtası ile İbranice İncil Kitaplarının çalıştırılması ile ilgili olan “İncilin Kodunu Çözmek” adlı yeni kitabı ilgilendiriyor.
Eğer bu kitabın 164 üncü sayfasına bakarsanız, ne olacağını görmek için araştırmacıların programa “AIDS” sözcüğünü koyduğu yeri gösteriyor. Onlar bunu yaptıklarında, program çevirisi “HIV”, “kanda”, “bağışıklık sistemi”, “ölüm” gibi sözcükler verdi – hepsi de AIDS sözcüğüne yakın olan şeyler, ancak aşağıda köşede anlayamadıkları şu cümle vardı ve şöyle diyordu – “hastalığın sonu” ve burada olduğuna inandığım şey budur.
“Bilim, bu yeni yabancı DNA nın bir çok insanda görüldüğünü bildirdi ve onlar şimdi bugün dünyada yeni bir insan ırkının doğduğuna inanıyor ve görünür şekilde bu ırk hastalanmıyor”. Şimdi gerçekten inanılmaz olan şey – onlar bunun çok özel bir duygusal, zihinsel beden yanıtı olduğuna inanıyor – DNA nın belli bir şekilde mutasyona uğramasına neden olan bedenden çıkan bir dalga formu. Bununla ilgili ilk yazan kişilerden biri olan Gregg Braden ile oturup konuştum, inandığımız şey şu ki, bu fenomenin 3 parçası var. “İlk kısım Birliği gören zihindir”. Yaşam Çiçeğini görür. Her şeyhin birbirine her şekilde bağlı olduğunu görür. Hiçbir şeyi ayrı olarak görmez.
Ve “ikinci kısım kalpte merkezlenmektir – Sevgi dolu olmaktır.” Ve “üçüncü kısım kutupluluğun dışına çıkmaktır – artık dünyayı yargılamamaktır.” Dünyayı iyi veya kötü olarak yargıladığımız sürece, kutupluluğun içinde oluruz ve düşmüş halde kalırız. Bu insanların (yeni DNA ya sahip olanların) bir şekilde yargılamanın dışında olduğuna ve her şeyi bir olarak gördükleri bir halde olduklarına ve Sevgiyi hissettiklerine inanıyorum.
Kendi içlerinde ne yapıyor olurlarsa olsunlar, bilgisayar ekranlarında görüldüğünde DNA molekülü ile hemen hemen özdeş olan bir dalga formu üretiyorlar. Araştırmacılar bu insanların yaşam ifadeleri ile, DNA ile haritalandıklarını – onunla rezonansa girdiklerini – ve bu 4 kodonu değiştirdiklerini ve bunu yaparak hastalığa bağışıklık kazandıklarını düşünüyorlar.
Bilmedikleri şey nedir, burası bir çok araştırmanın yapıldığı yer, belki bağışıklıkları var, ama başka bir şey daha var mı ? Belki ölümsüz olabilirler, kim bilir. Belki hayal edemeyeceğimiz başka karakteristikler vardır. Sık sık onların hepsinin birbirine bağlı olup olmadığını düşünürüm. Devam eden bir tür telepatik iletişim mi var ?
Diane: Bu insanların herhangi biri ile tanıştın mı ? Onlara ulaşılabilir mi ?
Drunvalo: bunu iki yıldır biliyorum ve kişisel olarak bu yolu izledim ve onların yapmakta oldukları şeye girdiğimi düşünüyorum. Merkabah’a girdim ve bilinçaltı zihnimden, kodonlarımı aynı şekilde değiştirmesini istedim ve bunu iki yıl önce yapmaya başladığımdan beri, hastalanmadım. Kodonlarımı değiştirip değiştiremediğimi bilmiyorum. Bunu bilmenin tek yolunun DNA testi olduğunu sanıyorum. Ancak, her türden şeye maruz kaldım ve birileri hastalandığında özellikle onlara çok yakın oldum ve hastalığa yakalanmaya çalıştım. Hastalanmaya çalıştım – hastalanamadım.
Bir şeylerin gelmekte olduğunu hissediyorum – belki bir saat sürer ve sonra gider. İlginç olan şey şu ki Çin’deki Süper Psişik Çocuklarda bulunan bu yeni DNA hemen hemen sıfır. Ancak, Rusya ve ABD de bulunmakta. Bunun cepleri (paketleri) olduğu görülüyor ve düşündüğümüz şey doğru ise – Yeni Çağda çoğu insanın gideceği yer olan çok özel bir karşılık ile ilgisi var.
Diane : Bu insanların DNA değişimlerini bilinçsiz olarak yarattıklarını düşünüyor musun ?
Drunvalo: Birinin yolu açtığını düşünüyorum – bir çocuk bunu bir yerlerde yaptı. Sonra bunu ızgaralara koydu (dünyanın ızgaralarına) ve şimdi o dünyanın bilinçaltındadır ve herkes için erişilebilirdir. Bu bir kez olduğunda, bir şekilde diğer insanların da derin meditasyonda ve dua ederken bilinçaltı seviyede buna bağlandığını ve değişimi yaptığını düşünüyorum. Yeni bir ırk doğuyor ve bu, gezegen üzerinde gerçekleşen en önemli fenomenlerden biridir ! Şimdiye dek bunu kimsenin bilmiyor görünmesi inanılmaz !
Diane: Evet, bununla ilgili konuştuğum tek kişi sizsiniz.
Drunvalo: Bunu 2 yıldır izliyorum ve bir şey söylemek için bekledim, çünkü bunun gerçek olduğundan emin olmak istedim. “İndigo Çocuklar” olarak adlandırılan kitapta bu çocuklar üzerine yapılmış geniş bir araştırma var. Eğer anne baba iseniz, sizin çocuklarınızla tam olarak neyin olup bittiği ile ilgili görüşme yapmaya başlayacakları gidebileceğiniz websiteleri vardır. Daha önce söylediğim gibi, bu çocuklar sizin ne hissettiğiniz ve ne düşündüğünüzü tam olarak biliyorlar. Onlardan hiçbir şey gizleyemezsiniz. Bu gerçekten şaşırtıcı ! Bunu, ET lerin uzay gemisinde buraya gelmemeleri fenomeni olarak görüyorum – onlar dünyanın tekamül döngüsüne girerek ve bize katılarak bunu kişiselleştirmek için buraya ruh formunda geliyorlar.
Sık sık ruhlar gezegenin sağ tarafına – örneğin Japonya, Çin ve Tibet – girdiklerinde enkarne olan varlığın (bu insanların) psişik (ruhsal) karakteristiklerini aldıklarını, ve eğer batı tarafına – mantıksal taraf (örneğin, fiziksel karakteristikler) – düşündüm – sonra DNA değişimi geldi. Ancak bu sadece benden gelen bir spekülasyondur. Sadece buna bakıyorum ve neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Yapacağım workshoplarda, öğrendiğim her şeyi bir araya getireceğim ve insanlara buna erişmeyi ve değişimi yapmayı öğreteceğim. Bildiğimi – veya çok yakın olduğumu – düşünüyorum.
Diane: Ve bunun kendini belli bir bilinçlilik haline sokmakla ilgisi var ?
Drunvalo: Evet, bilinçliliğin çok özel bir hali DNA nızda bir değişim üretir – ve bunun, sadece bundan fazlasının başlangıcı olduğunu düşünüyorum. Gerçek şu ki, hastalığın sonu olabileceği toplam resmin sadece minicik bir parçasıdır.
Diane: Bu özel çalışma türü ve keşif, tamamen patladığı görülen DNA aktivasyon çalışmasını nasıl etkiler ?
Drunvalo: Işık bedeninizi biliyorsanız, Psişik enerjinin nasıl çalıştığını biliyorsanız ve bilinçaltının bu gezegendeki tüm yaşamla bağlantısını anlıyorsanız, içinize girip bilinçaltınıza sorabilirsiniz. “Bilinçaltınız o çocukların tam olarak hangi kodonları değiştirdiğini bilir ve eğer bu şeylerin sizin ışık bedeninizde ve Tanrı’nın huzurunda gerçekleşmesini isterseniz”, gerçekleşecektir. “Bu ayrıca kutupluluğu bırakmayı gerektirir – artık iyi veya kötü terimlerinde düşünmemek, yaşamın bütünlüğünü ve tamlığını ve mükemmelliğini görmek.” Bu çok kesin zihin, duygu ve beden yanıtıdır.
Beden yanıtı, bedeninizin basitçe iyi veya kötü olarak bilmediği, her şeyin arkasında yüksek bir amacın olduğunu gördüğü bir yerdir. Hepimiz bu konuyu biliyoruz – İsa’dan Krishna’ya, Sai Baba’ya kadar herkes uzun zamandır bunu anlatıyor, ancak bu, dış çevrede bir şeylerin gerçekten değiştiğinin ilk farkında olduğum şeydir. İnsanların DNA sı gerçekten değişiyor. Bununla ilgili konuşan çoğumuz var – ancak bunların hiç biri bilim tarafından görülmedi. Şimdi görülmektedir, ve dökümante edilmektedir.
Diane: Eğer durum bu ise, o zaman bunun bugün yaşamlarımızda ne önemi/anlamı vardır ?
Drunvalo: Hepimizin, çocukların tesis ettiği bu özel modeli izleme seçimine sahip olduğumuza inanıyorum. “Çocuklar yolu gösterecek” denmiştir. Eğer istersek ve bu çocuklara güvenirsek, benim yaptığım gibi, yan etkilerden biri hastalıklara bağışıklıktır.
Diane: Ölümsüzlüğü seçen bir çoğumuz var. Ancak, bazı insanlar hastalığa bağışıklığın, gezegeni dengede tutmaya yardım eden yaşam/ölüm dengesini de bozacağını söylüyor. Buna nasıl yanıt verirdiniz ?
Drunvalo: Bunu yargılamazdım. Bu gerçekleşiyor ve eğer döngüyü bozacaksa ve muhtemelen bir şekilde bozacaktır – yaşamda gerçekleşen her şeyin bir nedeni ve bunun için bir amacı vardır. Belki artık hastalanmayan bu insanlar – belki artık ölmeyecekler bile ve belki onların bilinçlilikleri dünyanın orijinal amacı ile öyle hizalanacak ki, en sonunda bütün ve tam bir dünya amaçlanacak ve kirletilen ölümcül bir aşırı zorlanmış bir dünya olmayacak.
6 milyar veya 20 milyar insanla kolayca yaşayabiliriz … eğer … farklı şekilde yaşarsak. Çok yer var ve biz kaynaklarımızı gezegeni öldüren şekillerde kullanıyoruz. Eğer farklı şekillerde yaşamayı seçmiş olsaydık, bu değişebilirdi.
Belki bu insanlar vasıtası ile yanıtlar görünür olabilir. Çünkü hastalığa bağışıklıkları olan bir hale ilerlemesi, yaşam ile bir şekilde kesinlikle uyum içinde olduklarının çok güçlü bir göstergesidir. Bu işlemi bakteri ve virüslerin mutasyonu ile eşit sayabiliriz. Onların sistemlerine penisilin gibi kirleticiler ile saldırıyoruz, ve bu bir kaçı hariç hepsini öldürüyor. Kalanlar daha güçleniyor. Şimdi olan şey bu bakterinin onlara verdiğimiz zehirlere karşı bağışıklığa sahip oldukları yere girmeleridir. Ve biz aynı şeyi yapmıyor muyuz ?
Biz, kirlilik veya virüsler ya da hastalıktan etkilenmeyeceğimiz bir noktaya mutasyon geçiriyoruz (değişiyoruz). Ve biliyorsunuz, geçen yık gerçekleşen başka bir şey var – AIDS % 47 kadar azaldı – dünyanın tarihinde tek bir hastalığın en büyük azalışı. Bunun konuşmakta olduğumuz bu şeyle çok ilgisi olduğuna inanıyorum.
Diane: Bu heyecan verici !
Drunvalo: Evet, öyle. Sadece, dünyaya gidilecek yere beni yönlendirmesi için izin veriyorum. Şüphesiz, ışık bedenlerimizi ve onları nasıl kullanacağımızı bilmek önemli, ancak çocuklar çok dikkatle söylüyorlar – bu yola gelin – ve nereye götüreceğini görün.
Diane: Gelecek workshoplarınızın odaklanacağı konu bu mu ?
Drunvalo: Evet, son iki yılda araştırmalarımdan ve Dünya/Gökyüzü çalışmasından öğrendiğim her şeyi bir araya, herkesin çocukların eriştiği yere girebileceği basit bir karşılığa/yanıta getireceğim. Elimden gelenin en iyisini yapacağım !

James Twyman ise kitabı "Sevgi Temsilcisi"nde, Bulgaristan'da tanıştığı ilginç bir çocukla tanışma hikayesini ve ardından bu çocuğun göstermiş olduğu psişik güçleri paylaşıyor. Maddenin şeklini değiştirebildiğini, insanların düşüncelerini okuyabildiğini ve saf niyetle görünüşlerini başka birer cisme dönüştürebildiğini gözlemliyor. Bulgaristan'ı ziyaretinden dört ay sonra, ve tanıştığı bu çocuk ve onun gibilerle yaptığı çalışmalar sonucunda, bu çocukların bilinçlerini açarak, nerede olursa olsun onları telepatik olarak duyabilmeye başlıyor; ve çocukların, onda ve diğer herkeste mevcut olduğunu söyledikleri potansiyel yetenekleri ifşa etmeye başlıyor. Bulgaristan'dan sonra Bosna ve savaştan yara almış diğer bölgeleri de ziyaret etmesi onun "Psişik Çocuklar"la tanışmasına neden oluyor. O dönemden beri Oregon'daki bir bölgede, "Aziz Topluluk" üyeleri için geniş kapsamlı tedaviler uyguluyor.

Savaş bölgesi olan ülkelerdeki psişik yetenekli çocuklar

Yaklaşık yüzyıldan bu yana psikolojik çevrede biliniyor ki zarar gören, stres altında olan, ya da bu tarz travmalara maruz kalmış çocuklar psişik oluyorlar. Bunlar arasında raporlananlar: beden dışı deneyimler, telepati, maddeyi düşüncelerle etkileme, geleceği bilme, melekler ya da devalarla iletişim kurma ve onları görebilme. Kriz dönemerinde, çocukların doğal sezgileri otomatik olarak yaşamını devam ettirme mekanizmasına yöneliyor. Şöyle ki bilinç, kendisine bir çeşit kalkan oluşturuyor ve psişik güçler bu kalkan görvini görüyor.

Psişik olarak bilinen çocuklar şimdilerde çok fazla-inanılanın bile ötesinde

Bu iddiaların çoğu doğru. Psişik çocuklar için kurulan pek çok okul dünya genelinde yayılıyor; bununla birlikte konferans, makale ve dergilere de rastlamak mümkün. Ve şu bir gerçek ki, şu anda dünyaya gelen tüm varlıklar, "özel" olarak nitelendirilen bu çocukların özelliklerine sahip. Buna ek olarak ise; dünyamız değiştikçe (daha az oksijen, azalan manyetizm, artan fırtınalar...) her yaştan varlığın, kendini korumak ve adapte olmak amacı ile psişik olarak uyanacağını söyleyebiliriz. Araştırmalar gösteriyor ki, Çin'deki süper psişik çocuklar ergenlik çağından sonra kahinlik, telepati ve madde üzeri güçlerini kaybediyorlar. Bundan şu sonuç çıkıyor: Psişik yetenekler zihin, hormonal denge ve çevreden etkileniyor. Bu yetenekler gerçek, ve 'süper güç' olarak lanse edilmekten, ya da dinsel yargı ve ayıplamadan çok, daha geniş bir kabullenmeyi hak ediyor. Peki bu yargılamaların sonycynda neler oluyor? İşte bu durumu derinlemesine incelemek gerçekten travmatik sonuçlara götürebilir bizi; zira psikolojik olarak baskı altında olan çocuk, çevresinden aldığı tepkiler karşısında savunmasız kalıyor ve intihara kadar gidebiliyor.

Senelerin ötesinde bilgeliğe sahip olan çocuklar

Artık yetişkinler, tavsiyelerini ve yaşamlarını değiştirdiklerini söyledikleri bilgelik sözlerini gençlerden alıyorlar. Gerçeği görmek gerekirse, gençlerin nasihatları aslolanı yansıtmaktadır: Birbirinizi sevin, rolüne bürün ve olsun, inancını koru, kimse yalnız değildir, her varlık değerlidir, Tanrı gerçektir ve bizi sever... Şunu aklınızda bulundurun; modern çocuklar birbirleriyle farklı ve bir çok şekilde iletişim kurmaktadırlar. Pek çoğu kendi web sitelerine sahip, kitaplar yayınlıyor, radyoda yayın yapıyor ya da televizyonda talk showlara katılıyor. Hatta e-magazin ve elektronik posta servisiyle ağ kuruyorlar. Ya da bunları onlar için yapan bağlantıları var. İnternet "Ağ" sistemi, BİRlik çerçevesinde iletişimin ilk örneğini oluşturmuş gibi görünüyor.

Normalin dışında sakin, ve karşılıksız seven çocuklar

Günümüz gençleri alışıldığın dışında bir sakinlik sergilemekte, ve bu huzur dolu dinginlik yetişkinleri sakinleştiriyor. Ancak bu dinginlik hali karmaşayı, umursamazlığı ve sabırsızlığı saklıyor. Bazı gazete sayfalarında şu tarzda başlıklar atılmıştı: "Genç Öğrenciler Şiddete Yöneliyor"... 2003 Mart'ında bir gazeteci, ilk önce üç oğlunu, sonra da kendisini öldüren bir babayla ilgili haberi soruşturmaktaydı. En küçük oğlunu tanıyan bir çocukla sohbeti sırasında çocuktan şu soru geldi: "Sence tüm babalar çocuklarını öldürmeli mi?" Şüphe yok ki yeni çocuklar sevgi dolu ve bu konuda da oldukça cömertler. Bu çocuklar bunun geri bildirimini yapacak ve otoriteleri oldukça kesin bir şekilde sorgulayacaklardır.

Mutasyona uğrayan, DNA sarmalı değişimi ve ek kodonlara sahip çocuklar

Gün be gün ortaya çıkan ve araştırmaya yönelik temayı oluşturan bir gerçek varsa, o da DNA değişimleri ve yapısal mutasyonlar. Bu konuda en kapsamlı araştırmalardan biri olan ve ses getiren makalelerden biri de Dr. Berrenda Fox tarafından hazırlanmıştı (Dr. Fox röportajını bu ayki "Değişiyoruz!" yazımızda bulabilirsiniz.). Fox, duyurusunu yaptıktan kısa bir süre sonra kliniğini kapatmak zorunda kaldı; zira Amerika Tıp Derneği (American Medical Association) ile bir tartışma (!) yaşamıştı.

Dahi çocuklar; zeka yükselişte

Standard IQ skorları hızlı bir yükselişte. Zekanın ırsi olduğunu düşünüyorduk, yani genler aracılığı ile kalıtsal bir şekilde taşındığı iddialarındaydık; ve çevre çok az etkiliyor deniyordu. Lakin günümüz araştırmaları ortaya koyuyor ki doğanın etkisi çok fazla. Cornell Üniversitesi'nden psikolog Ulrich Neisser, "Bu durum, IQ katılığını alt üst etmektedir. Bunu değiştirebleceğimize dair güçlü kanıtlar var." Brookings Enstitüsü'nden William T. Dickens, "İnsanların IQsu çevre ve genlerce şekilleniyor; lakin çevreleri IQlarına denk." diyor ve devam ediyor, "Yüksek IQ kişiyi daha iyi çevreye yönlendiriyor." Yani çevremiz olduğu gibi bilinçliliğimizi ve zekamızı etkiliyor. Bir bakalım, en küçük ayrıntıda bile bulmaca ya da sorularla karşılaşıyor bu çocuklar; sonuç olarak mutasyona uğrayan bir zeka ile karşılaşıyoruz! Çocuklar ebeveynlerinden daha bilgili yetişiyorlar; her türlü bilgiye ulaşılabilirlik olası çünkü.

"Uzaylı" gibi, farklı görünüşe sahip çocuklar, geniş ön loblar

Çocukların beyin yapılarında, sinir ve sindirim sistemlerinde oluşan değişimlerden söz edilmekte; ve normal olmayan hassas deri, kulak ve gözler... Değişimler geçiren bu çocuklar, ölüme yakın deneyimler yaşayanlarla benzerlik gösteriyorlar; psikolojik değişimler açısından. Yapılan araştırmalarda ortaya çıkan sonuç, biyolojik yapılardaki değişimleri ortaya koyuyor; özellikle beynin ön lobundaki farklılıklar. Gözlemlenen o ki, bu çocuklar resmen "miğfer" giyiyorlarmış gibi bir beyin yapısına sahipler. Bu gözlemler genellikle kafatasının ön tarafı ve arka tarafındaki çıkıntı olarak gözlemlenmekte. Bu özelliklere sahip pek çok çocuğun fotoğrafına yer verilen "Biyolojinin Üstünlüğü: İnsan Tininin Mavi Kopyası" kitabında Joseph Chilton Pearce tarafından inceleniyor. Ve şunu ekliyor, "Bu çocuklar son derece zekiler ve adeta başka dünyadan gelmiş gibiler." Pearce'ın belirttiğine göre bu çocukların anneleri de benzer bir geçmişe sahip. Kendilerine inançları tam ve güçlüler; ve ayrıca oldukça spiritüeller. Çoğu kırk ya da otuz yaşlarında.

Ağırlıklı olarak mor ya da indigo renginde auralara sahip çocuklar

Altıncı Kök Irk'ın öncüleri 1800'lerin sonlarından itibaren gelmeye başlamıştı. Mor ya da indigo rengine sahip auraları olan çocukların gelişleri artık bilinen bir gerçek diyebiliriz, ve gittikçe yayılıyorlar. Aura renklerinin yanısıra beden tipleri, davranışları, mantıksal ve sezgisel keskinlikleri de belirtilmeli. Gerçek İndigolar, Beşinci ve Yükselmiş Beşinci Kök Irkları kadar fiziksel bir dayanıklılığa sahip değiller (burada kastedilen 'gerçek İndigolar' Altıncı Kök Irk'a ait olanlardır.). Her bir ırk, bir öncekinden sonra kendini fiziksel ve psikolojik olarak bilinçlilik düzeyini geliştirir. İndigolar cinsiyet farklılıklarını değerlendirmede yetenekliler; kişisel bağımlılıklara sahip değiller ve sağlık konularına da oldukça ilgililer. Günümüzün sorunlarına baş ağrıtanlar Beşinci Kök Irk'a ait mensuplardı (Yükselmiş Maviler); tedavi edici ve düzeltici göreviyle gelmişlerdi. Düz bir mantığa sahiplerdi ve fiili olarak amaçlarından dönmeme konusunda durdurulamazlardı. Yeni çocuklar; İndigo Kahraman, Kristal, Psişik, Yıldız Tohumu, Başka Irk Melezi, Mavi Işın gibi isimler alıyorlar; ve kimseye hizmet etmiyorlar ,ayrıca bu çocukların bir tanesinin bir orduya bedel olduğu söyleniyor..
Devamını Oku »

Yukarı Git