3 Mart 2016 Perşembe

İNSANLIK UZAYLILARA ALIŞTIRILIYOR



John Spencer'in açıklaması: "İnsanlık uzaylılara alıştırılıyor"

John Spencer, dünya dışı ziyaretçilerin amaçlarıyla ve geldikleri yerle pek fazla ilgilenmiyordu. Bu aşamada, ziyaretlerin daha önemli olduğu düşüncesindeydi; çünkü geldikleri yer, bizim astronomi bilgimizin dışında olduğu gibi amaçları da henüz anlamadığımız bir düzeyde olabilir. Aslında Spencer, haksız sayılmazdı. İnsanlık, dünya dışı bir yaşam olasılığına tam anlamıyla hazır görünmüyor. Şu anda bir hazırlık dönemini yaşadığımız düşünülebilir. Bunun kanıtını ise, son 20 yıldan beri sinema ve TV'lerde empoze edilen uzay filmlerinde bulabiliriz. Özellikle de çocuklarımız, dünya dışı canlıların varlığı gerçeğine bizden çok daha fazla alışmış gibiler. Spencer, ilişkinin Roswell ve benzeri UFO kazaları olaylarından bu yana ilişkinin başladığını belirtirken, günümüzdeki teknolojiye de bu ilişki sayesinde ulaştığımızı söylüyordu. Bu cümle, bir an tüylerimi ürpertti.
Kötü giden her şeye rağmen, tek avuntumuz olan teknolojimizi bu noktaya biz getirmedik mi? Aklımız, zekamız yetmedi mi? Bugün ulaştığımız noktaya bizi başkaları mı getirdi? Eğer, biz bunu başaramadıysak, demektir ki bir başka uygarlığın elindeyiz. Tüm bu endişelerimiz, acaba kompleks mi? Yoksa, tek çıkar yolumuz bu mudur? Belki de galaksimizde böyle bir yöntem vardır, ileri uygarlıklar az gelişmiş uygarlıklara destek olmaktalar Ya da? 
Devamını Oku »

AY'DA BİR GARİPLİK VAR DERSEK; GARİBİNİZE GİDER Mİ ?



Ay'da bir gariplik var dersek ; garibinize gider mi ? Ay işte orada gözümüzün önünde duruyor. Üstelik birkaç defa gittik ve geldik , garip olan ne olabilir diyebilirsiniz. İyi de acaba işin ne kadarını biliyoruz ? Ay ile ilgili olarak elde edilen bilgilerin bizlere ne kadarı açıklandı ? Ortada ciddi ve çarpıcı iddialar var , daha da ötesi bilim adamlarının gözlemleri var. Öyleyse işin aslı nedir ?
En inanılmazı ise Ay'ın yapay bir uydu olduğu iddiasıdır yani Ay dünyadışı bir zeka tarafından üretilmiş bilinmeyen bir nedenle dünyanın yörüngesine konmuştur. Bunlar doğru olabilir mi ? Ama öncelikle bilimin gözlemlerini görelim ;
5 Mart 1587
''Ay'ın yüzeyinde bir yıldız görüldü.'' Yüzlerce insan bu mucizeye şaşırdı , ışığın sivri uçları ve boynuzları vardı.
(Harrison 1876 - Lowes 1927)
12 Kasım 1671
Gökbilimci ve fizikçi Cassini , Ay'ın yüzeyinde küçük beyaz bir bulut gördü.
18 Mayıs 1787
Astronom Halley ve De Louville , Ay yüzeyinde hareketli ışıklar gördüler.
Mart - Nisan 1787
William Herschel , Ay'da parlak noktalar ve dört volkan gördü. Açıklamakta zorluk çekiyordu ve en çok gördüklerinin hareket etmesine şaşırmıştı.
Temmuz 1821
Alman astronom Gruithuisen , Ay yüzeyinde birden parlayan ışık patlamaları gördü. Yanıp sönen bu ışıkları birkaç kez görmüştü.
12 Nisan 1826
Fizikçi Emmett , Ay'daki Krizler Denizi üzerinde kara bir bulutun hareket ettiğini rapor etti. Benzer bir rapor 1954 yılında modern astronomlar tarafından da verilmişti.
Şubat 1877
Işıklı bir hat yada çizgi Eudoxus Kraterinin batısından doğusuna doğru giderken görüldü. Olay bir saat sürdü.
4 Temmuz 1881
Ay yüzeyinde piramit şeklinde ışıklı iki tümsek belirdi ve bir saat içinde yavaş yavaş sönerek kayboldu.
24 Nisan 1882
Aristotle Bölgesinde hareket eden dev gölgeler gözlemlendi.
31 Ocak 1915
Yunancadaki Gama işaretine benzer yedi ışık görüldü.
23 Nisan 1915
Clavius Krateri yanında dar ve ışıklı bir çizgi belirdi ve on dakika sonra kayboldu.
14 Haziran 1940
Sisli keskin bir çizgi çok net olarak Plato Krateri yanında görüldü ve çevresinde binlerce küçük ışık yanıp sönüyordu.
19 Ekim 1945
Darwin Duvarı yanında üç büyük parlak nokta görüldü. Olay astronom Moore ve daha birçok astronom tarafından rapor edildi.
24 Mayıs 1955
Ay'ın güney kutbu bölgesinde elektriksel parlamalar astronom Firsoff tarafından izlendi.
8 Eylül 1955
Taurus Hattı sınırında iki parlak ışık görüldü , bu yer yıllar sonra Apollo 17 nin iniş yaptığı yerdi.
21 Haziran 1964
İki saat süreyle , gözlemci Ross D. tarafından hareket eden büyük siyah bir gölge izlendi.
3 Temuz 1965
Bir saat on dakika süreyle , Aristarchus Bölgesinde nabız gibi yanıp sönen bir ışık gözlendi.
25 Eylül 1966
Yine Plato Krateri yakınında yanıp sönen ışıklar gözlendi. Bazılarına göre kırmızımsı bir yama gibiydiler. Aynı gün Gassendi Bölgesinde 30 dakika süreyle kırmızı büyük bir ışık belirdi. Bir ay sonra ise aynı yerde yine yanıp sönen kırmızı ışıklar vardı.
11 Eylül 1967
İnsanlığın ilk ayak bastığı yer olan Sessizlikler Denizinde görülen kara bir bulut sonradan mor renge dönüştü. Olayın Montrealli bir astronomi grubu tarafından gözlendiği NASA tarafından açıklandı.
Ünlü Condon Raporu'na göre Apollo 8 astronotları inanılması güç bir rapor vermişlerdi. Frank Bormann , James Lovell ve William Anders ilk yörünge uçuşundayken (24 Aralık 1968) , yüzeyde uçuş pistine benzer bir alan gözlerine çarptı. Ay'ın öteki yüzüne geçtiklerinde dev boyutlarda bir cisim gördüler ve fotoğrafını çektiklerini söylediler. Cisim astronotların tanımına göre 10 mil kare büyüklüğündeydi. Ama bir daha ki geçişte cisim yoktu.
Bir diğer olay Apollo 10'da yaşandı. Astronotlar Eugene Cernan , Thomas Stafford ve John Young Ay'a inmek için hazırlanırlarken yine uçuş pistine benzer dört alan gördüler. Ay modülü Snoopy ile yüzeye inerken ışıklı bir cismin yanlarından geçip gittiğini rapor ettiler.
Apollo 11'de yani Ay'a yapılan ilk inişte , Armstrong ve Aldrin yüzeye indiklerinde ; Michael Collins , Columbia adlı kumanda modülünde yörüngedeydi ve Collins gördüğü cisimleri ''Bogey'' adıyla tanımlayarak dünyaya rapor etti. Daha sonraki saatlerde Aldrin ve Armstrong Ay yüzeyinden örnek topluyorlardı.
Armstrong birden haykırdı ''Bu da ne ? Bu ne biçim şey ? Bilmemiz gerek...'' ve konuşma devam etti.
Yer Kontrol: ''Nerede ? Yer Kontrol Apollo 11'i arıyor.''
Apollo 11: ''Bu bebekler çok büyük... Çok iriler... Tanrım , inanamazsınız... Size bir başka uzay aracını anlatmak istiyorum... Kraterin uzak kenarındalar... Ay'da bizi izliyorlar... Onlar bizden önce buradaydılar...''
Yer Kontrol bu andan sonra astronotlara konuşmayı kesmelerini ve objeleri filme almalarını söyledi. Ama bu filmler asla yayınlanmadı ve hatta varlıkları reddedildi.
Apollo astronotlarından Buzz Aldrin: '' Ay kraterleri yapısal açıdan dünyanın kraterlerine benzemezler. Yüzeyleri daha düzdür.
Apollo 12 misyonunda ise , astronotlar garip sesler duydular ve ışıklı bir cismi Yer Kontrol'e bildirdiler.
Apollo 15 astronotları olan James Irwin ve David Scott , Ay üzerindeyken önlerinde uçan garip bir cismi bir süre izlediler ama kaybettiler.
Apollo 16 astronotu Thomas Mattingly , kumanda modülünden Ay yüzeyi üzerindeki yanıp sönen ışıklı bir cismi rapor etti ; NASA uzmanlarından Dr. Faruk El Baz cismin bir UFO yani tanımlanamayan uçan cisim olduğunu belirtti. O anda Ay'da SSCB veya ABD'ye ait bir başka uzay aracı yoktu.
Apollo 17 astronotları olan Ron Evans ve Harrison Schmitt'de Ay'da ışıklı noktalar gördüklerini belirttiler.
Ay Dünyanın Yörüngesine Neden Kondu ?
Ay'ın geçmişi nedir ? veya orjini nereden geliyor ? Bu soruların cevapları bir bulmacadır. Bugün bilim üç ana kuram üzerinde duruyor , Sovyet bilimcileri tarafından geliştirilen bu üç ana kuram şöyle ;
1- Ay bir zamanlar , dünyanın bir parçasıydı ve dünyadan koparak uzaklaştı ama bu görüş büyük bir bilim grubu tarafından reddediliyor.
2- Ay , aynen dünya gibi güneş sistemi oluşurken ; bir gaz bulutuydu ve doğal olarak dünyanın uydusu oldu.
3- Ay farklı bir cisimdir yani dünyadışıdır. Güneş sistemi içinden bir yerden veya güneş sisteminin dışından gelmiş , dünyanın çekim alanına girerek ; orada bir uydu olarak kalmıştır.
Sovyet bilim adamları olan Vasin ve Shcherbakov şaşırtıcı bir açıklama yaptılar: ''Gerçekten de , bilim adamları evrenin kökenini ciddiyetle uzun süredir araştırıyorlar ama daha henüz kesin bir cevap veya açıklama yoktur. Aynı şekilde de Ay - Dünya sistemi de açıklanamıyor. Bize göre Ay dünyanın yapay bir uydusudur ve bilinmeyen bir zeka oluşumu tarafından yörüngeye konulmuş olabilir.''
Bu iki bilim adamına göre ; dünyanın çekim gücü kübik santimetrede 5.5 gram'dır. Ay'ın ki ise 3.33 gram'dır. Öyleyse Ay'ın içi boş olmalıdır. Yani yapaydır , yapılmıştır ama kimin tarafından ? Gizemin çözümü kraterlerin içinde. Ay yolculukları sonucunda elde edilen bilgiler çok önemli ama gizli tutulmaktadır. Neden diye sorulduğunda ; uzmanlara göre kesin çözüm henüz yoktur veya erkendir.
Ay'ı Dünyaya Kim ''Uydu''rdu ?
Peki Ay nereden gelmiş olabilir ? Bir NASA dökümanında ''Bu en büyük bulmacadır.'' deniliyor. NASA daki bilim adamları kesin bir çözüm olmadığını açıkca söylüyorlar. Çalışmalar var , bilgiler , olaylar var ama henüz kesin bir cevap yok.
Günümüzün bilim adamlarının gerçeğinde uygun bir kuram henüz bulunamadı. O zaman genelde bakabileceğimiz yaklaşımlar vardır. Eğer Ay evrenin bir yerinden gelmiş ise bunu birgün öğreneceğiz.
Apollo yolculukları öncesinde Nobel ödüllü Dr. Harold Urey ve bir grup bilim adamının inandıklarına göre ; Ay kozmos'un bir parçasıdır ve Ay'da yabancı bir uygarlığın izleri bulunacaktır. Ay'a ayak basmamız ve bilgi toplamamız Mars'a Venüs'e veya asteroidlere ayak basmamız kadar önemlidir.
Urey şöyle diyordu: '' Dünyayı ve Ay'ı toplarsanız , bütün olarak hemen hemen uzaydaki herhangi bir cisim olarak düşünebilirsiniz. Bu kadar yoğun bir materyalden dev bir kitle oluşur ama dünyanın yoğunluğu bu kadar büyük bir cismin olması gerektirdiği yoğunlukta değildir. Yoğunluğumuz daha küçük bir cisme aittir. Göründüğü kadarıyla Ay ve Dünyanın tek bir cisim olmasını kabullenmek bugün için olanaksızdır. ''
12 Maymun Sorusu
Sorular çok sayıda ve önemli görünüyor ; şimdi bunları ve bazı açıklamaları alt alta dizelim ;
1- Ay , dünyadan daha yaşlıdır , öyleyse kökeninin başka bir yer olması mümkündür.
2- Niçin bazı bilim adamları Ay taşlarının yirmi milyar yıllık olduğunu iddia ediyorlar ? Yani dünyadan daha eski...(Oysa evrenin bilinen yaşı yaklaşık olarak 13.7 milyar yıldır.)
3- NASA , bir ay kayasının 5.3 milyar yıllık olduğunu saptadı ama bu güneş sistemi öncesine ait bir tarihti.
4- Önemli bilim adamları ve Ay uzmanları , Ay'dan getirilen materyallerin dünyadakilerden daha eski olduğunu belirlediler ama neden resmi açıklama yapmadılar ?
5- 40 Ay taşının 7 milyar yıllık oldukları belirlendi. Bu tarihleme dünyadan ve güneşten yaklaşık 2 kez daha eskidir.
6- Buna karşın Ay yüzeyinin toprağı , Ay taşlarından daha eskidir. Bu farklılık nereden geliyor ?
7- Bir grup bilim adamı Ay'ın yıldızlararası bir yerde yapıldığı görüşündeler ve dünya tarafından yakalandığını düşünüyorlar. Ama bu nasıl olabilir ?
8- Neden bazı bilim adamları Ay'ın içinin yoğunluğunun yüzeyden farklı olduğu düşüncesindeler ? Gerçekten Ay'ın içi boş olabilir mi ? Ve bu biliniyor mu ?
9- Niçin Ay'ın 8 mil üstünde , yüksek dozda radyoaktivite var ? Bu elementer olarak doğal mıdır ?
10- NASA tarafından 100 millik bir alana yayılmış su buharı saptandı ama Ay'da su olmadığı biliniyor. Bu gizem Ay'ın yapay olduğu anlamına mı geliyor ?
11- Ay'ın çok eskiden sıcak olduğu ileri sürülüyor ama bunu dünyadaki benzerleri gibi kanıtlayan bir kanıt bulunmuş değil. Bu çelişki henüz açıklanmış değil.
12- Sonuç olarak , Ay ile ilgili neden bu kadar çok cevapsız soru var ?
Bunlara Karşı Şunları Söyleyebilir miyiz ?
1- Ay hem dünyanın doğal uydusu olamayacak kadar büyük , hem de çok uzaktadır.
2- Ay, olması gerekenden daha düzgün bir yörüngeye sahiptir.
3- Ay kraterleri çok fazla ve garip bir biçimde yüzeyseldir.
4- Ay'ın dünyaya bakmayan yüzü çıkıntılı ve kamburdur. Güneş sisteminde onun gibi gezegenine tek yüzünü gösteren başka bir uydu yoktur.
5- Ay ölçümlemeleri çok fazla demir olduğunu gösteriyor.
6- Ay toprağı , Ay kayalarından çok daha yaşlıdır.
7- Ay'ın bileşimi , dünyadan farklıdır.
8- Doğa kanunlarına aykırı olarak , ağır metaller yüzeydedir.
9- Ay'da önceden eriyik olan metaller yoktur.
10- Ay dev bir gong sesi çıkarmaktadır ve yörüngede dönerken titreşmektedir.
11- Ay bir moloz yığını gibi gözükmektedir.
12- Ay, periyodik olarak sarsılmaktadır , bu bize düzenli bir sismik aktiviteyi göstermektedir. Sismik dalgalar sanki tek bir kütleymiş gibi tüm yüzeyi dolaşabiliyorlar.
13- Dünyadan bakıldığında Ay , bir güneş diski gibidir yani tutulmalarda güneşi tam olarak kapatabilir , ne biraz küçük veya ne de biraz büyüktür. Sanki büyüklüğü güneşi örtmek için ayarlanmıştır.
14- Eğer Ay , dünya tarafından yakalanmışsa , bunun sonu gelecek ve Ay yine uzaklaşıp gidecektir.
15- Normalde Ay'ın çizdiği yörünge , dünyanın ekvatoral çemberiyle karşıt olmalıdır ama Ay garip bir şekilde dünyanın yaptığı gibi , güneşe bağımlı bir yörünge çizer.
16- Her ne kadar Ay volkanlarının ölü oldukları söyleniliyorsa da ; yüzyıllardır Ay'da garip ışıklar , parlamalar görülmekte ve hala izlenmektedir.
Bunların sonucunda Ay 'ın yapay bir transformer dünya olduğu söylenebilir yada iddia edilebilir. Ay'da bir yaşam olduğu ile ilgili bir belirti veya iz bulunamamıştır ama dünyadaki volkanik küllere benzeyen Ay toprağı veya tozu üzerinde yapılan deneylerde bitkisel yaşama elverişli olduğu anlaşılmıştır. Fakat ortada böyle bir yaşam yoktur. Marjinal iddialara göre ; Ay , UFO'ların üssüdür veya kullandıkları özel bir araçtır ama bu da iddiadan öteye gitmemektedir. Yüzeyde zaman zaman garip ve geometrik şekiller görülmüş ama bu görüntüler ya hemen kaybolmuş ya da bir daha görülememiştir.
Yine Dünyadışı Bir Anlaşma mı ?
2001 Uzay Yolu Macerası ''A Space Odyssey'' filmini hatırlarsınız ; filmin temel objesi dev bir monolit yani taş bir bloktu. Arthur C. Clarke'ın bu ölümsüz romanında ve de filminde monolit , insanlığa yol gösteriyordu.
Ranger Krateri yakınında benzer bir monolit birkaç kez görüldü ama sonra kayboldu , derken başka yerlerde tekrar görüldü fakat onlarda yine kayboldular. Adı gizli tutulan bir NASA görevlisinden aldığı fotoğrafı kanıt olarak gösteren araştırmacı George Leonard , yine aynı kraterin yanındaki dev taş bloğu gösterdi , resim çok netti ve üzerinde Y ve Z harflerine benzer şekiller vardı.
Leonard şöyle diyor: '' Ay , UFO'lara aittir , bizi Bronz Çağından beri izliyorlar. Politikalarımızı ve savaşlarımızı gözlemliyorlar , aslında dünya üzerinde birçok iz bırakmışlardı. Ranger 7'nin fotoğrafları bunları gösteriyor. ''
NASA Neleri Saklıyor ?
En azından astronotların gördüklerini saklıyor hatta onların bizat anlattıklarını dahi inkar ediyor. Peki NASA bunu neden yapıyor ? Eğer astronotların Yer Kontrol ile konuştukları doğruysa ; ki elde birçok teyp bantı vardır. Bunlar neden yeterli görülmüyor ? California Üniversitesinden Dr. James Harder , kayıtları NASA kayıtlarıyla karşılaştırdığını ama her nedense NASA'nın bu kayıtları resmen kabul etmediğini fakat üst düzey kısımlardaki özel görüşmelerinde doğrulandığını ifade ediyor.
Bir hükümet ajanı ise ; olayların örtüldüğünü kabul ederken ; korkunun , panik kaygısından kaynaklandığını belirtiyor.
UFO'lar bir yana , Ay'la ilgili bilgilerin SSCB ve ABD tarafından saklanması için gösterilen ''Panik'' olgusu yeterli değil. Bu olay belki kapalı bir rejim olan SSCB'de yeterli olabilirdi ama demokratik bir ülke olan ABD'de normal değildir. FBI ve CIA tarafından Washington'un bürokratik koridorlarında oluşturulan ketumiyet girdabının arkasında kimler vardır ? Ve soru yine gündeme geliyor , neden ?
George Leonard , tüm çalışmalarını ve araştırmalarını hayati ama başka bir soruya yöneltiyor ; '' Eldeki veriler ve sınırlı fotoğraflar NASA tarafından kabul ediliyor ama yaptıkları çalışmalar çok sınırlı ve bireysel. Ay ile ilgili sistematik bir çalışmanın yapılmasına engel olan nedir ? Ya da NASA , neleri ne kadar biliyor ? Gizemi çözmek isteyenlerin ellerindeki bilgiler , NASA ve eski Sovyet yetkilileri tarafından kısıtlanmış ya da özellikle yetersiz kılınmıştır. ''
Tam ve gerçek bir resmi açıklama toplumu şoka sokabilir mi ? Geçmişte evet ama bugün belki , hatta hayır. Çünkü günümüzün toplumu böylesine evrensel bir olaya dahi duyarsız kalacaktır ve bu olası davranış yetkililer tarafından artık bilinmektedir. Öyleyse , ya astronotların yada gözlemcilerin anlattıkları doğru değildir yada gizliliğin ardında çok daha geçerli bir neden vardır. Ne mi ? Leonard burada da iddialı ; '' Geçerli neden çok daha makrodur yani dünyadışı bir zeka ile bir anlaşma veya ortak bir görüş birliği sağlanmıştır ; bunun da toplum tarafından bilinmesi birilerine göre yetersizdir... ''
Arizonadaki Amerikan Meteorit Müzesi Müdürü olan Dr. H. H. Nininger , 1952 yılında yapılan bir gözlemde Ay'da 20 mil uzunluğunda bir cam duvarın bulunduğunun resmen kanıtlandığını söylüyordu. Nininger'e göre , bu duvarın bulunduğu Verimlilik Vadisindeki Messler ve× Kraterleri normal değildirler ve hatta yapay olmaları gerekir. Bu iki kraterin arasında girişinin gözlemlendiği bir tünel vardır. (Science Digest - Kasım 1952)


Benzeri bir iddia Britanya Astronomi Birliğinden Dr. H. P. Wilkins tarafından ileri sürülmüştür. Wilkins'e göre ; Ay'ın dış yüzeyinden içeri giden tüneller ve yollar yani Ay'ın içinde boşluklar vardır.
Akla hemen bilimkurgunun büyük ismi H. G. Wells geliyor ; '' Ay'da İlk İnsanlar '' adlı çocuksu romanında , Ay'ın içerisinde yaşayan bir uygarlığı ; Selenitler'i hikaye etmişti. Acaba Wells birşey biliyor muydu ? Galiba kesin sözü burada söylemek mümkün değil , biraz daha zaman gerekiyor olabilir ama İnsanlığın dikkati artık Mars'a yönelmiş durumda ve sanki artık Ay yokmuş gibi davranılıyor yada gidildi , görüldü ve daha fazla karıştırılmaması mı istendi ?
12 Ağustos 1971'de Apollo 15'in kumandanı astronot David Scott , bir basın toplantısı yaptı ; '' Ay'a gittik , gözlemcilerin elde ettiği bilgileri test ettik ama araçlarımızın kaydettiği bilgiler mekanik veya elektroniktir daha önemlisi düşüncelerimizdeki bilgilerdir. Plutarch'dan gelen bir sözcük var ; 'Düşünce , rastgele doldurulan bir kap yada tas değildir ama düşünce bir ateştir ve onu yakmak için yine ateş gerekir'. ''
Sonuç olarak , Ay'ın metruk bir uydu olduğunu düşünmeyebiliriz ama bunun için düşünsel bir devrime ihtiyacımız var gibi yani geçmişimizdeki tutuculuk bağlarından kurtulmalıyız. Yeni bir insan gerçeğini aramalı ve düşünceyi serbest bırakmalıyız. Bir zamanlar Ay'a ayak bastığımızda , çok heyecanlanmıştık ama eğer Ay bilinmeyen bir zekanın ürünü olan yapay bir uyduysa ; bunu kanıtlamak insanlığın kendisini ve yaşadığı ortamı tanıması yönünden daha heyecan verici olacaktır.

Devamını Oku »

İNSAN DNA'SINDA DÜNYADIŞI GENLER




İNSAN DNAsında DÜNYADIŞI GENLER

İleri insan varlıkların uygarlığı Galakside yayılıyor mu?

John Stokes

İnsan Genom Projesinde çalışan bir grup araştırmacı, çok şaşırtıcı bilimsel bir keşif yaptıklarını belirtiyor: İnsan DNA sındaki % 97 kodlanmamış dizilerin dünyadışı yaşam formlarının genetik kodlarından daha azı olmadığına inanıyorlar.
Kodlanmamış diziler küflerden balıklara, insanlara dek Dünyadaki tüm canlı organizmalarda ortaktır. “İnsan DNAsında, toplam genomun daha büyük bölümünü oluştururlar”, diyor grup lideri Prof. Sam Chang. Orijinal olarak “çöp/hurda DNA” olarak bilinen kodlanmamış diziler yıllar önce keşfedildi ve fonksiyonları gizem olarak kaldı. İnsan DNA sının şaşırtıcı çoğunluğunun kökeni “Dünya – dışı”dır. Görünüşe göre “dünya dışı hurda/çöp genler” yalnızca nesilden nesile aktarılan çok çalışan aktif genler ile “gezintiden zevk alıyor”
Diğer bilim adamlarının, bilgisayar programcılarının, matematikçilerin ve diğer bilgili alimlerin yardımı ile yaptığı kapsamlı analizden sonra profesör Chang görünür “hurda İnsan DNA sı”nın bir tür “dünya dışı programcı” tarafından yaratılıp yaratılmadığını merak etti. Profesör Chang, İnsan DNA sındaki yabancı parçaların “kendi damarlarına, atardamarlarına ve tüm anti – kanser haplarımıza güçlü şekilde direnç gösteren kendi bağışıklık sistemine sahip” olduğunu gözlüyor.
Çöp/hurda DNA nın kaynaklarını ve anlamını anlamaya çalışırken, Prof. Chang öncelikle “çöp/hurda”nın tanımına gereksinimi olduğunu kavradı. Çöp DNA gerçekten hurda mı (faydasız ve anlamsız), yoksa hangi nedenle olursa olsun DNA nın kalanı tarafından sahip çıkılmayan bazı bilgileri mi içeriyor? Bir keresinde bu sorudan bir tanıdığına, Wall Street türev güvenlikleri uzmanı genç bir teorik fizikçi olan Dr. Lipshutz’a bahsetti. “Kolay” diye yanıtladı Lipshutz. “Pazar verilerini analiz etmek için kullandığım yazılım ile diziyi işletiriz ve dizilerin tamamen çöplük mü olduğunu yoksa içlerinde mesaj olup olmadığını görürüz.” Matematik, fizik ve istatistikte güçlü bir geçmişe sahip olan bu yeni nesil analist Wall Street firmalarında gittikçe daha çok popüler oluyor.
Akşamları ve hafta sonları çalışarak, Lipshutz kodlanmamış dizilerin hiç de çöplük olmadığını, bilgi taşıdığını göstermeyi başardı. Tüm dünyadaki genetikçiler tarafından geliştirilen binlerce veri dosyasına sahip İnsan Genom Projesinin çok büyük veritabanını birleştirerek, kodlanmamış dizilerin Kolmogorov entropisini hesapladı ve bunu düzenli, aktif genlerin entropisi ile karşılaştırdı. Yarım yüzyıl önce ünlü Rus matematikçi tarafından takdim edilen Kolmogorov entropisi, radyo lambalarındaki gürültü zaman sıralamalarından 19 ncu yüzyıl Rus şiirlerindeki harflerin dizilişine kadar bir çok çeşitli dizilişlerdeki gelişigüzellik seviyesini belirlemek için başarılı şekilde kullanıldı. Genelde, teknik araştırmacıların çeşitli dizilişleri nicel olarak karşılaştırmasını ve hangisinin diğerinden daha fazla bilgi içerdiği sonucunu çıkarmasını sağlar. “Şaşırtıcı şekilde, kodlanmış ve kodlanmamış DNA dizilerinin entropisi farklı değildi” diye devam ediyor Lipshutz. “Her ikisinde de gürültü/ses vardı, ancak hiç de çöplük değildi. Eğer pazar verileri bu kadar düzenli olsaydı, çoktan emekli olmuştum”.
Lipshutz ile bir yıl işbirliğinin ardından, Chang çöp/hurda DNA da gizli bilgi olduğu sonucuna vardı. Ancak, asla kullanılmamış olan bilginin ne anlama geldiği nasıl anlaşılabilirdi? Aktif diziler ile hücreleri gözlemeye ve bilgiyi kullanan hangi proteinlerin yapıldığını görmeye çalışırsınız. Bu, uyuyan genlerde işlemez. Bir hipotezi test etmek için deneyler vardır: bu düşüncenin gücüne güvenilmelidir. Harfler olduğu için, bazı eski lisanlar, belki Sümer, Mısır, İbrani vs lisanları test edilmelidir. Prof. Sam Chang bu alandaki uzmanlardan yardım istedi, ancak hiç biri bir çözüm bulamadı. Kültürel ipuçları, diğer bilinen lisanlara referanslar yoktu, dilbilimciler için çok yabancıydı.
“Kendime sordum: başka kim gizli bir mesajı deşifre edebilir?” diye devam ediyor Chang. “Şüphesiz, bir kriptolog! İlave olarak, Ulusal Güvenlik Ajansındaki araştırmacılar ile konuşmaya başladım. Çağrıma yanıt vermeleri birkaç ay sürdü. En sonunda, genç bir adam sorularıma yanıt vermek için tahsis edildi. Dinledi, sorularımı yazmamı istedi, birkaç ay sonra yanıtladı, mesajı kibardı, ama “Çılgın fikirlerinle cehenneme git. Biz ciddi bir ajansız, çok meşgulüz.” Anlamına geliyordu.
Bilgisayar güvenlik danışmanları ile görüşmeye başladım. Samimi şekilde ilgilendiler, bir kaçı projem üzerinde çalışmaya bile başladı, ama bir ay sonra hevesleri kayboldu. En sonunda Prof. Chang eski Sovyet Ermeni cumhuriyetinde yetenekli bir kriptolog olan Dr. Adnan Mussaelian’a müracaat etti. Dr. Adnan ayda 15 $ aylık ile yaşamaya çalışıyordu. Bu araştırma onun için bir şanstı ve çok çalışmaya başladı.
Adnan, Lipshutz’un daha önceki çalışmalarını onayladı. Entropi tonlarca bilgiyi gösteriyordu, çok güçlü bir kriptografik sistem değildi, çetin bir problem olarak görünmüyordu. Adnan farklı kriptoanalizler ve benzer standart kriptografik teknikler uygulamaya başladı.
Projenin ikinci ayında, tüm kodlanmamış dizilerin genellikle tek bir kısa DNA dizisinden önce geldiğini fark etti. Genellikle çöp/hurda DNA yı çok benzer bir dizi takip ediyordu. Biyologların alu (artithmetic logic unit – aritmetik mantık birimi) olarak bildiği bu parçalar tüm insan genomunda idi. Kodlanmamış, hurda dizilerin kendileri olarak alu, tüm genlerin en genel olanlarından biridir.
Kriptograf ve bilgisayar programcısı eğitimi alan ve mikrobiyoloji bilgisine sahip olmayan Adnan genetik koda bir bilgisayar kodu olarak yaklaştı. 0 ve 1 ikili kodları yerine 0,1,2,3 (genetik kodun dört bazı) ile uğraşmak bir çeşit dertti, ama tüm yaşamı boyunca bilgisayar kodunu analiz ve deşifre etmişti. Tanıdık sularda idi. Eylemsizliğe neden olan koddaki en genel sembolü uyuyan bir kod yığını takip ediyordu. Bu nedir? Sadece analoji ile oynayarak, Adnan programlardan birinin kaynak kodunu yakaladı ve bunu mesajları deşifre etmekte sıkça kullanılan bir araç olan sembollerin ve kısa dizilerin istatistiklerini hesaplayan programa girdi. En genel sembol ne idi? Şüphesiz, “/” idi, yorum sembolü! Bir Paskal kodunu aldı ve o {ve} idi ! Şüphesiz, C deki iki taksim işareti arasındaki kod asla uygulanamadı/işletilemedi; o kod değildi, kodun yorumu idi!
Analoji ile daha ileri oynamanın cezbediciliğine direnemeyen Adnan bilgisayarda ve genetik koddaki yorumların istatiksel dağılımlarını karşılaştırmaya başladı. Çarpıcı bir fark olmalıydı. Bu, istatistiklerde görünmeliydi. Bununla birlikte, istatiksel olarak, çöp/hurda DNA aktif, kodlanmış dizilerden çok farklı değildi. Emin olmak için, Adnan analiz ediciye bir program girdi: şaşırtıcı şekilde, kodun ve yorumların istatistikleri hemen hemen aynı idi. Kaynak koda baktı ve bunun nedenini anladı: taksim işaretleri arasında çok az yorum vardı, kodların yazarı icradan (yürütmeden) en fazla C kodunu çıkarmaya karar vermişti, programcılar arasında genel bir uygulama.
Dine eğilimli olan Adnan ilahi el’i düşünüyordu – ama dizilerin içindeki spagetti kodu analiz ettikten sonra, küçük kodu yazanın Tanrı olmadığına ikna oldu. İnsan genetik kodunun aktif, küçük şifrelenmiş bölümünü yazan çok iyi organize olmamıştı, daha çok özensiz/dikkatsiz bir programcı idi. Sanki Mikrosoft’tan biri gibiydi, ama insan genetik kodunun yazıldığı zamanlarda, Dünyada Mikrosoft yoktu.
Dünyada mı? Sanki bir ışık yanmıştı… Dünyadaki tüm yaşamın genetik kodu dünya dışı bir programcı tarafından mı yazıldı, sonra işletme/uygulama için bir şekilde buraya mı bırakıldı? Bu fikir çılgınca ve korkutucu idi ve Adnan günlerce buna direndi. Sonra devam etmeye karar verdi. Eğer kodlanmamış diziler yazar tarafından ıskartaya atılan veya terk edilen programın parçaları ise, onların çalışmasının bir yolu vardır. Yapılması gereken tek şey yorum sembollerini çıkarmak ve eğer /*……*/ sembolleri arasındaki bölüm anlamlı bir rutin ise, o derlenebilir ve işletilebilir! Bu düşünce çizgisini izleyerek, Adnan sadece aktif genler gibi tam olarak aynı sembol frekans dağılımına sahip olan kodlanmamış dizileri seçti. Gerçek genlere en çok benzeyen 200 adet kodlanmamış dizi seçti, bunlardan /*, //, ve benzerlerini çıkardı ve birkaç günlük tereddütten sonra, Amerikalı patronuna e – mail gönderdi ve bunları E – coli veya benzeri bir ev sahibine koymanın ve çalıştırmanın bir yolunu bulmasını istedi.
Chang iki hafta yanıt vermedi. “İşten atıldığımı düşündüm” diye itiraf ediyor Dr. Mussaelian. “Onun her geçen gündeki sessizliği ile fikrimin ne kadar çılgın olduğunu daha çok kavradım. Chang şizofren olduğum sonucuna varmış ve kontratı bitirmiş olmalıydı. Chang sonunda cevap verdi ve beni işten atmadı. Dünya dışı teorime inanmadı, ama dizilerimi çalıştırmayı denemeyi kabul etti.”
Biyologlar yıllardır hurda dizileri açıklamaya çalıştılar, başaramadılar. Bazen bir şey meydana gelmiyordu; bazen tekrar hurda oluyordu. Bu şaşırtıcı değildi. Çıkarılmış bir bilgisayar kodunun rasgele seçilmiş bir bölümünü alın ve onu derlemeye çalışın. Olası olarak başarısız olur. Ya da, garip sonuçlar üretir. Kodu dikkatle analiz edin, yorumlardan tüm fonksiyonu çekip çıkarın, çalışmasını sağlayabilirsiniz. Mussaelian’ın seçtiği 200 diziden 4 ünün dikkatli istatistiksel analizi nedeniyle, çalışmaya başladı, kimyasal bir bileşenin minik miktarlarını üretti.
“Chang’in yanıtını endişe ile bekliyordum” diyor Dr. Mussaelian. “Aşağı yukarı normal bir protein mi yoksa sıra dışı bir şey mi olacaktı?” Yanıt şok ediciydi: o, insanlarda ve hayvanlarda birçok kan kanseri tipi tarafından üretildiği bilinen bir madde idi. Şaşırtıcı şekilde, diğer üç dizi de kanser ile ilişkili kimyasallar üretti. Artık bu bir tesadüfe benzemiyordu. Herhangi birisi varlığını sürdürebilir uyuyan bir geni uyandırdığında, o kanser ile ilişkili proteinler üretir. Araştırmacılar hurda DNA dan izole ettikleri dört gen için İnsan Genom Projesini araştırmaya başladı. En sonunda, dördünden üçü orada bulundu, aktif, hurda – olmayan genler olarak listelenmişti. Bu büyük bir sürpriz değildi: çünkü kanser dokuları protein üretir, gende bir yerde bunu şifreleyen bir yer olmalıydı! Sürpriz sonra geldi: Sorgulanan gende kodun aktif, hurda – olmayan bölümü ( araştırmacılar bunu hurda insan kan kanseri geni için “jhlg1” olarak adlandırdı) alu dizisinden önce gelmiyordu, örneğin /* sembolü kayıptı. Ancak, “jhlg1″ in sonundaki kapatma */ sembolü oradaydı. Bu, “jhlg1″ in neden hurda DNA nın derinlerinde ifade edilmediğini, ama genomun normal, aktif bölümünde iyi çalıştığını açıkladı. İnsanlar için temel genetik kodu yazan, /*… */’da kapsayarak büyük kodun parçasını çıkardı, ama açılış /* sembolünün bir kısmını atladı. Onun derleyicisinin de çöplük olduğu görünüyordu: dünyadaki Mikrosofttan olan iyi bir derleyici bile, böyle bir programı derlemeyi reddederdi.
Prof. Sam Chang öğrencileri ile birlikte çeşitli kanserler ile ilişkili genleri araştırmaya başladı ve hemen hemen tüm örneklerde, o genleri alu dizisinin izlediğini (örneğin yorum kapatma sembolü */ olarak protein), ancak asla yorum açılış /* geninden önce gelmediğini keşfettiler! Bu, kanserler hücre yeniden üretimini ve büyümesini yönetirken, neden hücre hasarında ve hücre ölümlerinde hastalıkların sonuçlandığını açıklar. Büyük koddan sadece az sayıda parça ifade edildiği için, asla tutarlı büyümeye götürmezler. Kanser ile elde ettiğimiz şey, insanlara yabancı olan birkaç genin ifadesidir ve mantıksız, garip ve görünürde anlamsız canlı hücre yığınlarına neden olan bakteri parazitlerinin bazı genleri ile sembiyozdur (ortak yaşamdır). Yığınların kendi damarları, arterleri tüm anti – kanser haplarına direnen kendi bağışıklık sistemi vardır.
Profesör Chang “Bizim varsayımımız şu, daha yüksek dünyadışı bir yaşam formu yeni yaşam yaratmakla ve bu yaşamı çeşitli gezegenlere ekmek ile meşgul” diyor. Dünya bu gezegenlerden sadece bir tanesi. Belki, programlamadan sonra, yaratıcılarımız bizim Petri kaplarında bakteri yetiştirdiğimiz gibi bizi yetiştiriyor/büyütüyor. Onların güdülerini bilemeyiz – bu bilimsel bir deney mi, yoksa kolonileştirmek için yeni gezegenler hazırlamanın bir yolu mu ya da evrende uzun süre devam eden yaşamı tohumlama işi/görevi mi?
Profesör Chang “Eğer bunu insan terimleri ile düşünürsek, görünür “dünya dışı programcılar” muhtemelen bir çok projeden oluşan “tek bir büyük kod” üzerinde çalışıyorlardır ve projeler çeşitli gezegenlerde çeşitli yaşam formları üretmiş olmalı” diye belirtiyor. Onlar ayrıca çeşitli çözümler denemekteler. “Büyük kodu” yazdılar, uyguladılar, bazı fonksiyonlarını beğenmediler, bunları değiştirdiler veya yenilerini eklediler, tekrar uyguladılar, daha çok geliştirdiler, tekrar tekrar denediler.”
Profesör Chang’ın araştırma ekibi şu sonucu çıkarıyor, “görünür “dünyadışı programcılar”a “Dünya projesi”nde yoğunlaştıkları zaman, son teslim tarihini karşılamak için, gelecek için tüm idealistik planlarını durdurmaları emredilmiş olabilir. Çok muhtemel olarak, görünür bir acele içinde “dünya dışı programcılar” büyük kodda azaltmalar yapmış ve Dünya için niyet edilen temel programı teslim etmiş olabilir.” Ancak, o zamanlar daha sonraları büyük kodun hangi fonksiyonlarının gerekli olabileceğinden (belki) emin değillerdi, böylece hepsini orada bıraktılar. Büyük kodun tüm hatlarını silerek temel programı temizlemek yerine, bunları yorumlara dönüştürdüler ve acele ile, orada burada yorumlarda birkaç /* sembolünü unuttular; bu nedenle insanlara kanser olarak bildiğimiz hücre kitlelerinin mantıksız büyümesini sundular.”
Problemin üç seçeneği var. Ya tüm /* sembollerini ve yorumları silmek ve bu şekilde temel kodu temizlemek veya kayıp */ ‘ı eklemek ve temel kodu büyük kod ile mantıksız şekilde karıştırmaktan kaçınmak. Alternatif olarak, üçüncü seçenekte, tüm / sembollerini çıkarmak ve temel kodu büyük kod ile tam bir program olarak çalıştırmak. Maalesef bu seçeneklerin hiçbirini yapabilecek kapasitede değiliz. Eğer canlı bir insanın kromozomlarına genler sokabilseydik, yenilikçi keşfimiz gelecekteki tüm kanser vakalarını anında tedavi etmek anlamına gelirdi, en azından programcı görüş açısından. Teorik olarak, bunu laboratuarda yapabiliriz, ancak yaşayan bir özneye onarılmış DNA aşılamak için pratik araçlara sahip değiliz. “Hurda DNA”nın gizemi ve kanserin çözülebileceği görülüyor, ama hızlı bir tedavi beklenmemeli. Şimdi yapabileceğimiz en iyi şey kademeli olarak kusurları giderilecek temel genetik koda sahip insanların yeni, kansersiz neslini beslemeye çalışmaktır. Bu uzun zaman alır. Bizim için ve çocuklarımız için ufukta umut görünmüyor.
“Ancak, programcının bakış açısından, ayrıca bunda pozitif bir sonuç vardır. DNA mızda gördüğümüz şey iki versiyondan oluşan bir programdır, büyük kod ve temel kod.” Bay Chang sonra, “İlk gerçek şu ki, komple ‘program’ kesin olarak Dünyada yazılmadı; bu şimdi doğrulanmış bir gerçektir. İkinci gerçek ise, genlerin kendileri tekamülü açıklamak için yeterli değildir; ‘oyunda’ daha fazla bir şeylerin olması gereklidir” diye onaylıyor. Onun ne olduğunu veya nerede olduğunu bilmiyoruz. Üçünü gerçek Marstan veya Mikrosofttan ister bir besteci, mühendis veya programcı olsun yeni bir çalışmanın yaratıcısı, çalışmasını geliştirme veya güncelleme seçeneği olmadan bırakmaz. Buradaki zeka, güncellemenin önceden içine konulmasıdır – “hurda/çöp DNA” temel kodumuzun gizli ve uyuyan güncellenmesinden başka bir şey değildir! Bir süredir bazı kozmik ışınların DNA yı modifiye etme gücüne sahip olduğunu biliyoruz. Bunu aklımızda tutarak, makul bir çözüm elde edilebilir. Dünyadışı programcılar, tüm /*…*/ sembollerini uzaklaştırmak, kendisini büyük kod (Hurda DNA) ile kaynaştırmak ve tüm DNAmızı çalıştırmak için temel koda talimat veren Evrende herhangibir yerden doğru enerjiyi kullanabilirler. Bu bizi ebediyen değiştirir, bazılarımızı birkaç ayda, bazılarımızı sonraki nesillerde. Değişim çok fazla fiziksel olmayabilir, (artık kanser, hastalık ve kısa ömür olmaz), ancak bizi entelektüel olarak fırlatır. Aniden, Neanderthaller ile Cromagnonların birlikte varolması ile karşılaştırılan zamanda oluruz. Eski, yeni döngüye doğum vererek yer değiştirir. Bütün program, Evrenin eskimez enerjisi ve bilgeliği ile bağlantıda olan oldukça ileri biyolojik bir bilgisayar için zarif, çok akıllı kendini – organize edici, oto- icracı, oto – geliştirici ve oto – düzeltici yazılımdır. İçimizdeki yazılım, ya kısa ve hastalıklı bir ömür veya uzun ve sağlıklı bir yaşama sahip süper – zeki süper bir varlığın potansiyelini taşıyor. Bu şaşırtıcı soruları tetikliyor – temel kodun indirgenmesi acele içindeki özensiz/dikkatsiz programcılar tarafından mı yapıldı, yoksa büyük kodun yetkisizliği, istendiğinde “uzaktan kontrol” vasıtası ile iptal edilebilen kasıtlı bir eylem mi idi?”
Profesör Chang İnsanlıktaki dünya dışı kaynakları keşfeden diğer araştırmacılardan sadece bir tanesidir. Profesör Chang ve araştırma arkadaşları, Dünyada insan yaşamı yaratmak için acele edilmesi ile oluşan DNA daki görünür “dünya dışı programlama” eksikliklerinin insanlığa kanser olarak bildiğimiz hücre kitlelerinin mantığa aykırı büyümesini sunduğunu gösteriyor.
“Er geç”, diyor Profesör Chang “Dünya üzerindeki her yaşamın bu dünya dışı kuzenlerinin genetik kodunu taşıdığı ve tekamülün düşündüğümüz şey olmadığı inanılmaz fikri ile ciddi bir şekilde ilgilenmek zorunda olacağız.”
İnsan Genom Projesi Keşfinin saklı anlamları “İnsana – benzeyen Dünya dışı varlıklar” ile ilişkili
Bu bilimsel keşiflerin saklı anlamları, “dünya – dışından” insan görünüşlü dünya dışı varlıklar ile teması olan diğer bilim adamları ve gözlemcilerin iddialarını destekleyecektir.
“Dünya – dışından” insan benzeyen dünya dışı varlıkların insanın tekamülü için genetik materyal sağladığı ve bu dünya dışı varlıkların çoğunun, kendi personelinin insan Dünyadaki ailelerde ‘yıldız tohumları’ olarak enkarne olmasına izin verdikleri iddia edilmişti. Bu “yıldız tohumları”, “yıldız çocukları” veya “yıldız insanları” Brad ve Francie Steiger tarafından ‘ruhları’ diğer yıldız sistemlerinin dünyalarında biçimsel olarak enkarne olan ve sonra Dünyaya yolculuk yapan ve insanlığın spiritüel tekamülsel gelişimini “itelemek/desteklemek” için Dünyada enkarne olmaya karar veren bireyler olarak tanımlandı. İnsanlığın çoğunluğu bu dünya dışı varlıklar grubunu, George Adamski, Orfeo Angelucci, George Van Tassell, Howard Menger, Paul Villa, Billy Meier ve Alex Collier gibi “dünya dışı varlıklar ile temas kuranlar” tarafından tanımlandığı gibi ‘yardımsever’ olarak düşünüyor. Bu temascılar çoğu zaman dünya dışı ırklarla temaslarını fotoğraf, film ve/veya tanıklarla fiziksel kanıtlar sunuyor. En kapsamlı dökümante edilen ve araştırılan temascı, araştırmacıları için çok fazla fiziksel kanıtlar sunan Eduard ‘Billy’ Meier’dir.
‘Kadim astronotlar’ ile ilgili tasvirler
Gerçeği söylemek gerekirse, ‘kadim astronot’ yazarları uzak geçmişte zeki dünya dışı varlıklar ırkının Dünyayı ziyaret ettiğine ve/veya kolonileştirdiğine inanıyor, burada Homo sapienler olarak bildiğimiz insan ırkını yaratmak için genetik mühendislik vasıtası ile ilkel hominid Homo erectusu geliştirdiler.
Bu fikrin kanıtı; (a) Ortodoks Darwinizm’in prensiplerine göre Homo sapienlerin bu kadar ani ortaya çıkmasının ihtimal dışı olmasında; ve (b) cennetlerden inen ve insanı ‘kendi suretlerinde’ yaratan insana – benzer tanrıları tanımlayan kadim uygarlıkların mitlerinde, bulundu. Homo sapienlere, Homo erectusun dünyasal genlerinin ve “tanrılar ırkı”ndan dünya dışı genlerin karşımından oluşan melez bir varlık olarak bakılır.
Uzay yolculuğu ve genetiklerin modern çağından önce, insanlığın kaynağı için bu teori hayal edilemezdi. Ve şimdi 21 nci yüzyılda bile, buna bilim kurgu olarak bakan bir çok insan var. Ancak, insan tekamülünün Ortodoks teorisindeki problemlerin ışığında, (kendileri daha inanılır bir zaman çerçevesinde başka bir gezegende tekamül etmiş olan) zeki insana – benzer bir türün genetik müdahalesi fikri, gizemin potansiyel çözümü olarak ciddiye almayı gerektirir.
Kadim astronot müdahalesinin en ünlü savunucuları İsviçreli yazar Erich von Daniken ve Amerikalı yazar Zecharia Sitchin’dir. Özellikle, Sitchin durumu büyük ayrıntılar ile tartıştı.
“Exopolitik” gruplardan akademisyenlerin açıklaması
Dr. Micheal E. Salla, Evrende sosyal olarak sorumlu varlıklar olarak insanlığın yaşam kalitesi ve “küresel demokrasi”nin onaylanması için Dünya dışı varlıklar üzerine ve onlarla açık ve bilgili diyalog isteyen Exopolitik hareketin kurucularından biridir. Dr. Salla “Şu anda Dünya ve insan nüfusu ile karşılıklı temasta olduğu bilinen [çeşitli araştırma enstitüleri ve ajanslar tarafından] büyük sayıda dünya dışı ırklar var” diyor.
Dr. Salla ayrıca ‘Exopolitikler: Dünyadışı Mevcudiyetin Politik Müdahaleleri’ kitabının yazarıdır. Avustralya Ulusal Üniversitesinde ve Washington DC, Amerikan Üniversitesinde ful zamanlı akademik görevlerde/makamlarda bulundu. Avustralya Queensland Üniversitesinden Ph.D si vardır. Profesyonel akademik kariyeri sırasında, ABD Barış Enstitüsü ve Ford Vakfı tarafından fon sağlanan Doğu Timor çatışması için bir seri vatandaş diplomasisi girişimleri ile tanındı. Ayrıca Exopolitikler Enstitüsü’nün kurucusudur; ve ‘Exopolitics Dergisi’nin Baş editörüdür ve ‘Dünya dışı varlıklar ve Dünya Barışı Konferansının’ katılımcısıdır.
1998 deki bir görüşmede, ABD ordusuna 22 yıl hizmet etmiş olan ve yere düşen dünya dışı gemilerini ve dünya dışı biyolojik varlıkları ele geçirme operasyonlarına katılan emekli ABD ordusu çavuşu Clifford Stone [çeşitli enstitüler ve ajanslar] tarafından bilinen çeşitli türde dünya dışı ırklar olduğunu ortay serdi. Dr. Salla “farklı dünya dışı ırklar üzerinde en zorlayıcı tanıklıklar Sergeant Stone gibi insanlardan ve ayrıca dünya dışı varlıklarla direkt fiziksel teması olan ve onlarla iletişim kuranlardan geliyor” diyerek ayrıntılara giriyor.
Dr. Salla, Başçavuş Bob Dean’in askeriyenin en kıdemli alanlarında yirmi yedi yıllık seçkin bir kariyere sahip olduğunu not ediyor; bilinen dünya dışı varlıklarından bir grup için “bize o kadar çok benziyorlar ki, uçakta veya restoranda yanınıza oturduklarında asla farkı anlayamazsınız” diyor.
Aşikar olarak “Dean ve diğerlerinin tanımladığı şekilde insansı dünya dışı ırklar kolayca insan toplumuna entegre olabilir ve diğer insanlardan ayırt edilemez.” diye ekliyor Dr. Salla.
“Bir temascı” olduğunu iddia eden Alex Collier’e göre, çeşitli türdek-i dünya dışı ırklar ‘insan deneyi’ için genetik malzeme sağladılar. Alex Collier “Dünya insanlarının dünya dışı genetik manipülasyon ürünü olduğunu ve bu dünya dışı varlıklar bir çok farklı ırka – en az 22 farklı ırktan oluşan- ait hafıza bankasından oluşan büyük bir gen havuzunun sahibidirler.
İnsan ETlerin dinsel ruhsallık vasıtası ile insanlığın birliğini geliştirme çabaları
Alex Collier “İnsan ETlerin küresel insanlığın hem kendisini hem de bir parçası olduğu daha büyük galaktik topluluğu tehlikeye atmadan sorumlu bir şekilde tekamül etmesini sağlamaya çabaladığı” iddia ediyor. Exopolitik grup ve bağımsız temascılar ayrıca “İnsan ETlerin insan bilinçliliğini yükseltmeyi ve dinlerin birliğini teşvik etmeyi istediklerini” belirtiyorlar.
ETler ile temas kurduğunu iddia eden Alex Collier Hristiyanlık, Judaizm, İslam ve diğer kurumsallaşmış dinler ve ayrıca ‘kült’ gruplardan gelen köktendinci mesajların insanlığı manipüle ve kontrol etmek için “düşman unsurlar” tarafından özel olarak yerleştirildiğini ileri sürüyor.
Bir çok grubun “İnsan ET” olduğunu iddia ettiği İsa, insanlığın sosyal bilinçliliğini birliğe doğru esinlemeye, uyandırmaya çalıştı, amacı “Hristiyan dinini” yaratmak değildi.
Alex Collier ile temas kuran ETler ayrıca İsa’nın gerçekte yaşadığını ve yaşamının kalanını Massada’da geçirdiğini belirtiyorlar; ve İsa sadece dini doktrin tarafından çarmıha gerildi.
Örneğin “kurtarıcı senaryosu” ile ilgili olarak, Alex Collier’e ETler tarafından bunun “bizi güçsüzleştirmek” için inanç sistemlerimize konulduğunu anlattılar. Kurumsallaştırılmış dinlerin dogmasındaki kurtarıcı senaryoları, kendilerini “ahlaklılığın yargılayıcıları” olarak tayin eden elit- güdülü ezici güç yapısının yaratılmasını yasallaştırır. Bu dini elitler hükümetten iş girişimlerine dek diğer elitlerle açgözlülük – yönelimli kendini – büyütme ortak işlerini tamamlayan kapsamlı bir sosyal kontrol sistemi uygulamak için kendi tayin ettikleri rolleri tarihsel olarak kullandılar.
“Kapitalistlerin” çabaları, sosyal olarak ilerici İnsansı ETlerin spiritüel ve diğer “temsilciler” vasıtası ile ‘Dünya İnsanlarının’ yaşam kalitesinin kabulünü ilham etme çabalarına zarar verdi.
İnsansı ETler, “eğitim ve bilinçliliğin yükselişi vasıtası ile insanlığı baskıcı yapılardan özgürleştirmeye yardım etmeye çabalıyor”
Dünyada “İnsansı ET” karşılaşmalarının iddiaları
Dr. Salla’nın Ekim 2006’da yayınlanan “Dünya Dışı Varlıklar Aramızda” makalesinde, “ Belli bir sayıdaki bağımsız kaynaklardan ’’insan görünüşlü’ dünya dışı ziyaretçilerin bizimle bütünleştiğinin ve son zamanlara dek büyük nüfuslu merkezlerde yaşadıklarının ve bunun bazı enstitüler tarafından bilindiğinin çok şaşırtıcı kanıtları var.
Başçavuş Robert Dean gibi tanıklıkların yanı sıra, bir sayıda özel şahsiyet, gezegende büyük şehirlerde sıradan vatandaşlar gibi yerleşen dünya dışı varlıklar ile karşılaştıklarını iddia ediyor.
İnsan nüfusu arasında gizlice yaşayan dünya dışı varlıklardan bahseden ilk kişi George Adamski idi. Dünya dışı varlıklar ile karşılaşma deneyimlerini anlattığı ikinci kitabında, “Uçan Dairelerin İçinde”, Adamski insana benzeyen dünya dışı varlıkların insan nüfusu içinde nasıl yerleştiklerini anlatıyor. “Bize çok benziyorlar”, Dr. Salla not ediyor “işe girebiliyorlar, komşuları oluyor, araba kullanıyorlar ve insan nüfusuna kolayca karışabiliyorlar.”
Dr. Salla “Adamski dünya dışı araçlarla ünlü uçuşuna götüren toplantıları düzenlemek için onunla nasıl temas kurduklarının yazdı” diyor. Dr. Salla açıklıyor “Adamski’nin temas deneyimleri ve inanırlığı üzerine tartışmalar devam ederken, etkileyici sayıda tanıklar, fotoğraflar ve filmler ile desteklenen Adamski’nin UFO karşılaşmalarının aldatmaca olmadığı sonucuna varıldı”
Dr. Salla ilave olarak, “Adamski’nin tanıklığı, dünya dışı varlıklarının nasıl kılık değiştirerek insan nüfusu arasında yaşayabileceğinin önemli anlayışlarını sunuyor” diyor. Adamski vakasını ve onu destekleyen en güçlü kanıtı tartıştıktan sonra, Dr. Salla makalesinde, sıradan vatandaşlar gibi davranana dünya dışı varlıklar ile karşılaştıklarını iddia eden diğer temasçıları tartışıyor. Son olarak, Dr. Salla sıradan Dünyaya – bağlı bireyler arasında yaşayan dünya dışı varlıkları ile ilgili resmi tanıklıkları inceliyor.
Devamını Oku »

ASTRONOTLARIN UFO GÖZLEMLERİ




Astronotların UFO Gözlemleri

“Geçmişteki şanlı günlerimizde ,söylemek istemediğimiz şeyleri söylememek ve diğer her şeyi inkar etmek mecburiyetinde bırakıldığımızda çok rahatsız olurdum. Bazı insanlar orada uzayda yalnız olup olmadığımızla ilgili sorular sorarlardı. Orada bir şeyler görürdük , garip şeyler.. Ama onlara hiç bir zaman doğruları söylemedik . Oysa biz ne gördüğümüzü biliyorduk ve bu konuda gerçekten hiç bir şey söyleyemiyorduk. NASA'daki Patronların “Dünyalar arası Savaş” çıkacağı ya da sokaklarda panik yaşanacağı gibi korkuları vardı. Bu yüzden sessiz kalmak zorundaydık. Ve şimdi , bu tür şeyleri yalnızca kabuslarımızda ya da belki de filmlerde görüyoruz ve bunlardan bazıları gerçeğe oldukça yakınlar.”

Uzaya ilk giden ABD'li Astronot ve Senatör John Glenn'in NBC'de yayınlanan “Frasier” adlı programdaki canlı yayın konuşması 2001- NBC

GEMİNİ VE MERCURY UÇUŞLARI Nisan 1964'te , Kennedy Burnu'ndaki iki radar teknisyeni, Gemini Uzay kapsülünün iki UFO tarafından takip edildiğini açıklamıştır. Bundan önce, Ocak 1961'de, Burun'daki otomatik izleyici donanımının, Güney Atlantik yönünde uçan gizemli bir cisim tarafından kilitlendiği rapor edilmiştir.

Astronot Lovell'in, Gemini 7 ile uçuşunun dökümü alındığında, Lovell'in olağanüstü bir cisimle karşılaşmış olduğu görülmüştür. İşte uçuş sırasında kaydedilen telsiz konuşması;

Uzayaracı: Garip bir şey, saat 10 yönünde
Capcom: Burası Houston. Tekrar edin 7,
UA: Saat 10 yönünde garip bir cisim var dedim
CC: Gemini 7, uçağın bir kademesi olmasın? Dikkatli bakın.
UA: Burası enkaz gibi, onlardan çok var. Bu gerçek bir gözlemdir.
CC: Yaklaşık uzaklığı ve ebatları?
UA: Bir tane daha var...

James McDivitt de, 4 Haziran 1965'de Gemini 4'le uçuşu sırasında tanımlanamayan bir cisim gördüğünü onaylamıştır.

McDivitt şunları söylemiştir: “Gemini 4 uçuşu sırasında, aracımın camının dışında bir cisim fark ettim. Silindir şeklindeydi, kalem gibi görünüyordu. Boyutlarının ya da uzaklığının ne kadar olduğu ile ilgili bir fikrim yok. Araçta bulunan iki kamerayla da cismin fotoğrafını çekmeye çalıştım. Cisim kısa bir süre benim yönümde durduğundan, ben kamera ayarlarını yapana kadar o gitti. Sadece birkaç fotoğraf çekebildim.Uzay aracı uçuşta olduğundan ve güneş parladığından dolayı, penceredeki cisim gözden kayboldu. Başka bir yere yerleştiremedim, uzay aracının duruşu da buna engeldi ve onu bulmak için ne tarafa manevra yapacağımı da bilemiyordum.

İndikten sonra, Gemini 4'ten gelen film acilen, benim ve Ed White'nin 3 gündür içinde olduğu taşıyıcı uçakla Houston'a uçuruldu. NASA Film teknisyenleri, araçta çekilen filmi incelediler ve bir açıklama yapmadılar"

UFO'ları Mercury 8 uçuşu sırasında astronot Wally Schirra da gözlemlemiştir. Mercury 8 kapsülünde bulunan Schirra olaydan şöyle bahsetmiştir: “... İşte oradalar...Bana arkadaşlık ediyorlar...”

Astronot Gordon Cooper 1973'te New York'ta katıldığı bir toplantıda şunları söylemiştir: “Astronotluğun zorunluluklarından biri olan gizlilik nedeniyle yıllarca sırlarla yaşadım. Şimdi Amerika'da her şeyi açığa vurabilirim. Radar ekipmanımız, tanımlanamayan cisimler tespit etmişti. Bu olayla ilgili binlerce şahidin raporu ve kanıt niteliğindeki çok miktardaki dokümana rağmen, kimse bunu halka açmak istemiyordu. Neden? Çünkü, otoriteler tanrı bilir ne korkunç bir istiladan korkuyorlardı. Yani anahtar sözcük hala aynı: Halkın paniğe kapılmasını önlemeliyiz. Ben daha sonra, dünya üzerinde olağanüstü bir olaya tanık oldum. Bu olay birkaç ay önce Florida'da oldu. Bahsedilen bölgede kendi gözlerimle alevler tarafından küle çevrilmiş bir arazinin orta yerinde uçan bir cismin yere indiğini gördüm. Araçtan bazı canlılar çıktı. Topografya üzerine çalışma yapılıyor gibi görünüyorlardı, bir parça toprak alıp büyük bir hızla gözden kayboldular. Biliyorum ki hükümet, halkın panikle verebileceği bir reaksiyondan ötürü, bu olayı tüm basın kuruluşlarından gizledi".

Cooper 1978'de Birleşik Ulusal Genel Topluluk'taki Özel Politik Komitesi'ne UFO'ları tartışmak üzere çağrılmıştır. Daha sonra bir başka toplantıda, Cooper'i yolladığı aşağıdaki mektup okunmuştur: “... İnanıyorum ki, dünyadakinden daha gelişmiş teknolojiye sahip diğer gezegenlerdeki dünya dışından varlıklar, bizi ziyaret ediyorlar. Ayrıca, 1951'de 2 gün boyunca onların pek çok uçuşunu gözlemledim. Hepsi farklı boylarda, savaş uçağı formatındaydılar ve genelde doğu Avrupa'dan batıya doğru uçuyorlardı.”

1979 yılında Mercury astronotu Donald Slayton, Paul Levy ile olan röportajı sırasında 1951 yılında test uçuşu yaparken UFO gördüğünü açıklamıştır: “P-51 tipi bir araçla Minneapolis üzerinde test uçuşu yaparken bu cismi gördüm. Açık, güneşli bir öğle sonrasında ve yaklaşık 10 bin fit yükseklikteydim. Cismin uçurtma olduğunu düşündüm, fakat daha sonra uçurtmanın böyle bir yüksekliğe çıkamayacağının farkına vardım. Ona yaklaştıkça bana meteoroloji balonu gibi göründü. Gri renkte ve yaklaşık 3 fit çapındaydı. O şeyin arkasına doğru geçtiğimde onun bir meteoroloji balonundan çok bir tabak, bir disk gibi göründüğünü fark ettim. O anda, ben saatte 300 millik bir hızla seyrederken, cisim aniden benden uzaklaşmaya başladı. Onu kısa bir süre takip ettim sonra cisim aniden havalanmaya başladı. 45 derece tırmandıktan sonra döndü ve hızlanarak gözden kayboldu. Olaydan birkaç gün sonra, ofis şefimle bira içerken ve cismin ne olduğunu düşünürken, şefime olaydan bahsetmeye karar verdim. Bahsettiğimde bana rapor hazırlamamı söyledi. Dediği gibi yaptım fakat bir daha konuyla ilgili hiçbir bilgi alamadım.”

NASA eski çalışanlarından olan Otto Binder, kendi amatör telsizleri ve VHF alıcılarıyla NASA'nın yayınını alabildiğini söylemiştir. Apollo 11 uçuşu sırasında yapılan ve Binder'i sözünü ettiği telsiz ve alıcılar sayesinde duyulan konuşma şöyledir:
Kontrol Kulesi: "Orada ne var? Kontrol Kulesi Apollo 11'i arıyor. "

Apollo 11: "Bu bebekler çok büyük efendim.. Kocaman.. Tanrım, inanmayacaksınız.. Burada başka uzay araçlarının olduğunu söylüyorum... Kraterin öte tarafından bizi izliyor."

1979'da NASA İletişim Sistemleri eski şefi, bilim adamı Maurice Chatelain Armstrong'un UFO gördüğünü bildiren raporunun gerçek olduğunu bildirmiştir. Chatelain, “Karşılaşma NASA'nın ortak bilgisidir, fakat şimdiye dek kimse bununla ilgili bir şey söylemedi” diye konuşmuştur.

APOLLO UÇUŞLARI

Apollo uzay uçuşları, dünyaya Ay hakkında en doğru cevapları verecek bilgilerle doludur. Bu uçuşlarda astronotlar sayısız UFO filmi ve fotoğrafı çekme imkanı bulmuşlardır. Resimlerde UFO'lar açıkça gözlemlenebilmektedir. Astronotlar bu gözlemler üzerine büyük bir heyecana kapılmışlardır. Eğer gördüklerini dünyaya döndüklerinde açıklayacak olurlarsa, birçok kurulu düzeni, pek çok inanç biçimini kökünden değiştireceklerini bilen astronotlar, görevleri gereği susmayı tercih etmişlerdir. Ama yine de bazı kaynaklardan sızan haberler ve ele geçen birtakım belgeler sayesinde Apollo uçuşlarında gerçekte neler olup bittiği ortaya çıkmıştır.

Apollo 7: 11-22 Ekim 1968. Astronotlar; Walter Schirra, Donn Eisele ve Walter Cunningham.

Yakın zamana kadar sorumlu çevrelerin gizlemeyi başardıkları bir haber, rastlantısal olarak 12 Ekim 1968 gecesi saat 22.15'de ilgililerin kulağına erişti. Haber İsviçre Telgraf Merkezi'nden, UFO inceleme grubu G.E.C.O.C.N.I.'nın direktörü M. Francis Schafer'e iletilmekteydi. Ele geçen metne göre, Apollo 7, Avustralya üzerinden uçtuğu sırada, astronot Cunningham, uzay aracının yanından uçarak geçen meçhul cisimlerin varlığını merkeze bildirip talimat istemişti.

İsviçre Telgraf Merkezi, haberi Cape Kennedy'de bulunan İngiliz Haber Merkezi Reuter'den almıştı. Apollo 8: 21-27 Aralık 1968. Astronotlar; Frank Borman, James Lowell ve William Anderson. Houston Uzay Merkezi ve milyonlarca TV izleyicisi büyük bir heyecan yaşarken, dünyadan uzaya doğru şu alarm dolu ses yayılmaktaydı:

"-Houston merkezi, Apollo 8'i arıyor. Apollo 8 cevap ver. "

10 dakika. sonra Lovell'in sesi kulaklara geldi:

-"Merkez burası Apollo 8.. Uçan daireler.. Kaç tane mi? Belki 5, çok heyecanlıyım. "

"-Kahretsin! Lovell neler söylüyorsun?"

Ve birden bire televizyondaki yayın sona eriyor...

Halk, Apollo 8 ile merkez arasındaki konuşmaları asla öğrenemedi. Çünkü UFO'larla ilgili gerçeğin Dünya insanları tarafından öğrenilmesi bilim adamlarının hayatta isteyecekleri en son şeydi. Araştırmacılar bununla da yetinmeyerek uzayda çekilen fotoğrafları sıkı bir sansürden geçirdikten sonra dünya basınına verdiler. Apollo-8 uzaydan geldiğinde beraberinde 1500 tane fotoğraf getirmişti. Bunların sadece 380'i basına verildi, geri kalan 1100 fotoğraf sakladıkları sır nedeniyle arşivlere kaldırıldı.

Apollo 9: 3-13 Mart 1969. Astronotlar; James Mc Divitt, David Scott ve Russel Schweickart.

Dünya yörüngesinde 9 milyon km. den daha fazla bir mesafe kat eden bu misyon, Ay İniş Modülü'nün -astronotları Ay'ın yüzeyine indirmek için yapılmış olan, örümceğe benzeyen araç- uzaydaki ilk işleyiş kontrolünü de kapsamaktaydı. Astronotlardan Schweickart, Apollo uçuşlarının ilk uzay yürüyüşünü yaptı.

Apollo 9, hakkında en az doküman toplanabilen misyon olmuştur.NASA her defasında olduğu gibi olayları sansürlemiş ve yalanlanmıştır. Fakat, NASA'nın elinde Apollo-9 ve UFO'larla ilgili pek çok döküman bulunmaktadır.

Apollo-10: 18-26 Mayıs 1969. Astronotlar; Thomas Stafford, Eugene Cernan ve John Young.

Ay yörüngesinde yaklaşık 62 saat geçiren astronotlar, insanlı ilk Ay inişinin tam teşekküllü provası olarak anılan bu uçuş sırasında, Ay İniş Modülü'nün, Apollo Yörünge Kumanda Modülü'nden ayrılarak Ay yüzeyinin 13 km. kadar yakınına uçmasını sağladılar.

Apollo 10 astronotları, uzay uçuşu sırasında UFO'ların Apollo'ya refakat ettiklerini bildirmişlerdir. Yetkililer Apollo 10'un Ay yörünge uçuşu sırasında UFO'ları gördüğünü belirtmekte ve bunun kanıtı olarak da Apollo ile Ay arasındaki parlak cismin fotoğraflarını göstermektedirler. Ayrıca Apollo-10'un UFO gözleminin gerçekliğini kanıtlayan bir de film mevcuttur. Bu filmin ilginç yanı Ay'a ilişkin bölgeler filme alınırken bir UFO'nun görüntüye girmesi değil, astronotun Apollo ile Ay arasında hareket eden parlak ve uçan cismi kamera ile izlemesidir. Bilim Araştırma Grubu'nun da arşivlerinde bulunan filmde, söz konusu uçuş halindeki UFO gayet belirgin bir şekilde görülebilmektedir. Halen NASA'nın gizli arşivlerinde, UFO'ların dış uzayda ve yörüngelerde Apollo'lar ile çeşitli uzak-yakın temaslarının çekilmiş filmleri mevcuttur. Yakın zamanlarda bu filmlerden bazıları, bir UFO araştırmacısına verilmiştir. NASA için, en tehlikesiz addedilerek verilen bu filmlerde dahi UFO'ların gayet bariz bir şekilde uçmakta oldukları bu araştırmacı tarafından ifade edilmektedir.

Apollo 11; 16-24 Temmuz 1969.Astronotlar; Neil A. Armstrong, Edwin E. Aldrin ve Michael Collins.

8 yıl önce saptanan hedefe ulaşarak Ay'a inen Neil Armstrong ve Edwin Aldrin, Ay'ı inceleyen ilk insanlar oldular. Sea of Tranquillity'ye (Durgunluk denizi) inildiğinde Armstrong tarihte daima anılacak olan şu sözleri söyledi: “Kartal inmiştir.” Apollo 11 mürettebatı Ay taşlarında çeşitli örnekler topladılar ve tarihin en büyük televizyon seyirci kitlesi tarafından canlı yayınla dünyadan izlendiler.

Apollo-11 uzay aracı Dünya'dan ayrılalı henüz birgün olmuştu ki mürettebat, araç ile Ay arasında olağandışı bir obje gördü. Önce bunun Satürn-IV yardımcı roketi olduğunu düşündüler. Ancak Houston, Apollo-11 astronotlarına, yardımcı roketin 9000 km. den daha ötede bulunduğunu bildirdi. Bu konuda astronotların yaptığı açıklama:

Aldrin- "Gördüğümüz ilk olağandışı şey, sanırım bir gün uzaklıkta idi ya da Ay'ın oldukça yakınında bulunan bir şeydi. Oldukça iri boyutlara sahip olduğundan tek gözlü dürbünü üzerine ayarladık."
Collins- "Bu cismi nasıl görmüştük ki? Öylesine pencereden dışarı bakarak mı görmüştük? "
Aldrin- "Evet. SIVB(Satürn roketinin 3. katı) olup olmadığından emin değildik. Yer'e sorduk ve S-IVB'nin 9,000km. ötede olduğunu öğrendik. O sırada yüksek randımanla ilgili bir sorunumuz vardı. "
C- "Bir şey vardı. Bir şeyin tosladığını hissettik, ya da bana öyle gelmişti. "
A-."...sonra, geçip giden bu parlak objeyi gördük. L biçimindeymiş gibi duruyordu. "

Armstrong-"Açık bir bavul gibi."
Aldrin- "O sırada PTC'de olduğumuzdan hepimizin teker teker gözlemleyebildiği bu cismin kesinlikle, civarımızda bulunduğu ve oldukça hacimli boyutlara sahip olduğu kanısı doğuyordu. "
Armstrong- "Çıplak gözle tam olarak seçilemiyordu. Nasıl bir biçime sahip olduğunu söylemek, menzilini ya da boyutlarını kestirmek zordu".
Collins- "Önce, içi boş bir silindire benziyordu. Fakat sonra, silindir yerini açık duran bir kitap şekline bıraktı. Gerçekten de tuhaftı. "
Bu konuşmalar dışında, Apollo 11 uzay aracı Ay'a yaklaşırken astronotlar tuhaf radyo parazitleri işitmeye başladılar. Bu durumdan şaşkına dönen yer kontrol- “Orada sizinle birlikte başkalarının da bulunmadığından emin misiniz?” diye sordu.

Bu radyo sinyalleri Apollo 11 uzay aracının dışından geliyordu. NASA uzay programının eski üyelerinden Otto Binder, Yer Kontrol-Apollo 11 konuşmalarının önemli bölümlerinin çıkarılmış olduğunu ileri sürmektedir.
19 Temmuz 1969'da Apollo 11, Ay'ın etrafında dönerken Aldrin Ay yüzeyini filme almaktaydı. Bu sırada ufukta kimliği bilinmeyen disk şeklinde, ışıklı uçan nesneler ortaya çıktı. Bazen arka arkaya uçuyorlar, bazen birbirlerinden uzaklaşıyorlar, sonra gene yaklaşıyorlardı ve dünya yapısı hiçbir uzay aracının yapamayacağı manevraları yapıyorlardı. Neil Armstrong, “Gerçekten böyle bir şeyi beklemiyordum, ama onları gözlerimle gördüm” şeklinde konuşmuştur. Daha sonra, Aldrin ve Collins daha küçük bir UFO'yu filme almışlardır. söz konusu filmler NASA'da saklanmaktadır.

Bilindiği üzere, Apollo 11 Ay'a iniş programında astronotlardan Armstrong ve Aldrin'in Ay yüzeyine indikten sonra 10 saat süre ile kapıları bile açmadan, her an kalkışa hazır bekleyen Ay İniş Modülü'nün içinde kalmaları öngörülmüştü. Neden? NASA'nın açıklaması, “Astronotların dinlenmesi lazımdı” şeklindeydi.

Mayıs 1969'da, Das Beste'de yayımlanan haberde astronotların Ay'a ayak basmalarından itibaren davranışlarını şöyle anlatılmaktaydı: “Acil dönüş zorunlu olduğu takdirde buna sürekli hazır durumda bulunarak ve Ay'dan sadece fotoğraflarla dönmeye razı olarak, çantalarını acele topladıkları taş ve toz örnekleriyle dolduruyorlardı.”

NASA hiçbir zaman bu acil geri dönüşün nedenini açıklayamamıştır.

Aya iniş sonrası, Apollo-Houston
Armstrong- "Burası sessizlik denizi "
Armstrong- "Kartal sessizlik denizinde bulunuyor."
Houston- "Houston sessizlik denizinde. Kontrol sistemlerinizde tüm araçların en iyi biçimde çalıştıkları görülüyor. "
Armstrong- "Bizimkiler de öyle."
Aldrin- "Varış noktasının koordinatlarını tam olarak bilmiyoruz, fakat araştırıyoruz. Kısa bir zaman sonra bunu size bildireceğiz. "
Houston- "Bununla oyalanmayın! Bunu biz saptayacağız. "
Armstrong- "Etrafımızda küçük kraterler var. Büyüklükleri 6 ile 15m. arasında. Yaklaşık yarım mil uzaklıkta izler var, sanki tırtıllı bir traktör tarafından bırakılmış gibi! Bunun dışında, Ay'ın çekimi oldukça iyi, insan kendini sanki uçaktaymış gibi hissediyor. "

Konuşma daha sonra Aldrin tarafından sürdürüldü. Aldrin, tanımlamalarında Armstrong'dan daha dikkatliydi, fakat buna karşılık kullandığı kelimeler karışık anlamlar içeriyordu.

Aldrin- "Çevrede renkler az, fakat herhangi bir taş bloğu olabilir. Lütfen şimdi Yörünge Kumanda Modülü'nü her an ulaşabileceğimiz bir yakınlığa yöneltin."

Bunların dışında, iki astronotun yer merkezi ile yaptıkları direkt konuşma da son derece ilginçti. NASA, bu konuşmaları dünya haber ajanslarına verirken sansürlemiştir. Ama konuşmaların bir kısmı başka dinleme merkezlerince tespit edilebilmiştir:

Astronot- "Neydi o? Ne biçim şeydi? Anlamak isterdim... "
Houston..............(Sansür)
Astronot- "Bebekler kocamandı beyim... Kocaman..."
Houston- "Ne? Ne oluyor yukarıda? Size ne oluyor Allah aşkına?"
Astronot- "Evet evet oradaydılar.. Bazı ziyaretçiler vardı. Size söyleyeyim, orada başka uçan daireler var. Bir hat şeklinde sıralanmışlar. Kraterin kenarında bekliyorlar. "

8 Ağustos 1969 tarihli LIFE dergisinde yayımlanan bir fotoğraf bu konuşmalara delil olarak gösterilebilir. Fotoğrafta, Modül'ün solunda ve uzak planda, parlayan iki uçan daire açıkça görülmektedir.

11 Ağustos'ta Kanada Minuit gazetesi büyük puntolarla Amerikan astronotlarının Ay'da canlılar görmüş olduklarını yazıyordu!
20 Temmuz saat 10:56'da, yani Armstrong'un Ay'a ayak basmasından hemen sonra göz kamaştırıcı bir ışık görüldü. Armstrong tam konuşmaya başlamıştı ki, Houston kontrol merkezi derhal konuşmayı kesti.

Minuit gazetesinin yazdığına göre, Armstrong yumurta biçiminde bir araç görmüştü. Aracın içinden kendilerini izlemekte olan ve kabarcık biçiminde başlıklar taşıyan insan benzeri iki yaratık çıkmıştı.

Armstrong bu konuda Houston'a bilgi vermek isterken, kendisine bu olayların filmini çekmemesi ve derhal gizli bir kanala bağlanması emredilmişti.

Apollo-12; 14-24 Kasım, 1969 astronotları; Charles Conrad Jr., Richard F. Gordon Jr., Alan L. Bean

Apollo 12- "Sürekli aynı yerde kalan ve takla atıyormuş gibi görünen bir obje ile birlikteyiz. Dünden beri bizimle beraber ve sanki bizimle birlikte gelmekte... Dönüş açımız 35 kadar olduğunda çoğunlukla, merkezi limbomuzdan görülüyor... belki de bu size bir ipucu verebilir ve biriniz, gerçekte veya kalmakta olduğumuzu...... bulabilir."
Houston- "Tamam. Çizim masamıza döneceğiz."
Apollo 12- "Obje çok parlak ve takla atan bir şey olduğu aşikar. Saniyede bir buçuk devirlik taklalar atıyor ya da bu oranda yanıp sönüyor. Bu adaptör panolarından birini, yüksek bir hızla bölgeyi terk ederken gördüm ve bana sanki saniyede 30 cm.den daha hızlıymış gibi geldi. "
Houston- "Pekala, bölgeyi nasıl terk ettiklerini ya da yörüngelerinin ne olabileceği hakkında bir fikrimiz yok, bunun ne olduğunu söylemek zor. "
Apollo 12- "Tamam. Yine de iyi niyetli olduğunu farz edeceğiz, tamam mı? "
Houston- "Eğer herhangi bir gürültü yaparsa, muhtemelen aracın donanımındaki rüzgardır."

Astronotların kendi aralarındaki konuşmalar;
Bean- "Pete, fonda epeyce gürültü işitiyor musun? "
Conrad- "Statik cinsinden ya da öyle şeyler mi? "
Bean- "Sürekli bir ıslık sesi işitiyorum"
Conrad- "Benim işittiğim de bu, tamam."
Gordon- "Houston, fondaki bu arkası kesilmeyen bip sesini istiyor musunuz? "
Houston- "Evet. Son 45 dakikadır işitmekteyiz."
Gordon- "Nedir bu? "
Apollo 12- "Dünya'nın tam merkezinde, şimdi gerçekten parlak bir ışığın parladığını görüyoruz. Dick dürbünle bakıyor. Gerçekten parlak. "

Ve ardından obje birkaç dakika içinde kayboldu.

Apollo mürettebatının başından geçen esrarengiz macera dünya basınını sansasyonel ayrıntıları ile günlerce meşgul etti. “Gemide gergin bir hava hüküm sürüyor” şeklinde yazdı gazeteler. Üç astronot uzaydaki düşmanlardan ve esrarengiz objelerden söz etmeye başladılar.

Apollo-13, 11-17 Nisan 1970, Astronotlar; James A. Lowell Jr., John L. Swigert Jr., Fred W. Haise Jr.

Bu uçuş en çok sansüre uğramış olan uçuşlardan biridir. Apollo 13'ün uçuş amacı hakkında çok fazla spekülasyon ortaya atılmıştır.

Apollo 14- 14;31 Ocak-9 Şubat 1971; Astronotlar; Alan B. Shepard, Jr. Stuart A. Roosa, Edgar D. Mitchell.

Apollo 14'ün uçuşu sırasında, çeşitli uçuş koordinatları içerisinde astronotlardan A. Chepard ve E. Mitchell, kendi uzay araçlarını izleyen bir UFO gözlemlemişlerdir ve bunu Yer Kontrol'e bildirmişlerdir. Bu bildirim, özel UHF kanallarından ve her zaman olduğu gibi şifre kelime ve ifadeler ile yapılmaktadır. Fakat astronotlar bazen aşırı heyecanla boş bulunarak Uçan Daireler! Diye çığlık da atmaktadırlar.

Apollo 15; 26 Temmuz- 7 Ağustos 1971. Astronotlar; David R. Scott, Alfred M. Worden, James B. Irwin.

1 Ağustos 1971'de kaydedilen Apollo 15 irtibatında Scott ve Irwin tuhaf izler gördüklerini rapor etmişlerdi.

Irwin- "Hey, şu beyaz renkli dağa bak. Diğerlerinin yanında uç kısmında bir boya lekesi varmış gibi gözüküyor."
Scott- "Evet, koyu gri bir dağ, fakat gerçekten 5 köşeli bir yıldız gibi görünüyor- tepesinde küçük gri ve beyaz değişiklik ile. Beş köşeli yıldız 15cm. çapında ve 10 ya da 12,5cm. yüksekliğinde ölçümlendi. Uç kısmında açı şeklinde, 5 yada 7.5 cm. ....(tahrif) bir ışık ile ortadaki gri taşların bulunduğu yerden. Gerçekten bir çıkıntı teşkil ediyor. Çok şaşırtıcı. "
Bu izler nedir? Bunları kim yaptı? Nereden geldiler? NASA'nın bunlar için bir yanıtı var mı?

Apollo 16 uçuşu; 16-27 Nisan 1972. Astronotlar John W. Young, Thomas K. Mattingly, Charles M. Duke Jr.

Astronotlar gezi sırasında Apollo-16 modülü çevresinde uçan beyaz objeler gözlemlemişlerdir:

Houston: "Esrarengiz bir şeyden söz ettin…"
Orion: "Tamam Gordy, pitch hareketi yaptığımızda Ay iniş modülü çevresinde gördüğümüz bir şeyden bahsetmek istedim. 9 ya da 12 metre kadar dışarıya doğru kayıyorduk ki, uçarak gezinen bir sürü obje belirdi. Sanki sevk edilmekte ya da fırlatılmaktaydılar. Ancak bundan emin değilim. "
Houston: "Bunu kaydediyoruz Charlie. "
Apollo-16 keşif gezisi sırasında başka esrarengiz şeyler de olmuştur. Astronot Mattingly, Ayın çevresinde dolanırken uzayda parlayan bir ışık görmüştür. Obje daha sonra gözden kaybolmuştur. Mattingly, yer kontrol kayıtlarında Ay üzerinde gördüğü bir ışık ve cam kubbeden de söz etmektedir:
Houston: "Oradaki sisli bölgeye bakıp yüzeyde ne gördüğünü söyleyebilir misin? "
Duke: "Kubbelerin karşısında arazi yapısı bir geçide dönüşüyor. Diğeri ise tepeye doğru gidiyor. Geçidin kuzeydoğu tarafı gözükmüyor, tanımlayamayacağım. Kuzeybatıda tüneller var."
Houston: "Oranın hemen yanında manyetometre göstergesi sapıyor, şimdi 313 gama'yı gösteriyor. Bu şimdiye kadar Ay'da ölçümlediğimiz en güçlü sapma!,"
Young: "Bu büyük yapı tıpkı saplanmış bir mermi gibi onun manyetik alanını değiştiriyor. "

Astronomlar son yıllarda Ay üzerinde 200'den fazla, beyaz, yuvarlak ve kubbe biçiminde yapılar gözlemlemiştir. Bunlar bilinmeyen esrarengiz sebeplerle birden ortadan kaybolmakta ve başka yerlerde yeniden ortaya çıkmaktadırlar.

Apollo 17: 6-19 Aralık 1972. Astronotlar Eugene Cernan, Ronald E. Evans, Harrison H. Schmitt.

Astronotlar, Oriantale Krateri'nin doğu kenarında ışıklar saçan bir obje gördüklerini rapor etmişlerdir. Uzay araştırmalarında oldukça deneyimli bir bilim adamı olan Dr. Garry Henderson şöyle söylemektedir: “Bütün astronomlarımız bu objeleri (UFO'lar) görmüşlerdir, ancak gözlemlerini herhangi başka bir kimseyle tartışmamak yönünde emin almışlardır.” Henderson NASA'da bu araçların elle ve sine-kamerayla yakın mesafeden çekilmiş birçok gerçek fotoğrafları bulunduğunu ileri sürmektedir.

Apollo-17 uçuşu sırasında astronotlardan Ron Evans iki, Harrison Schmitt ise bir UFO görmüşlerdir. Astronotlar ayrıca Ay üzerinde kubbeler de gördüklerini rapor etmişlerdir:
Evans: "Ayın arka tarafından rapor etmek istediğim büyük şey, güneydeki o kubbe. "
Houston: "Kaydediyoruz Ron. Kubbenin rengi ile oradaki Aitken denizi arasında bir fark var mı? "
Evans: "Evet, var. O Condor, Condorsey ya da Condorecet Oteli (UFO şifresi), ne adla anmak isterseniz, döşemesinde baklava biçiminde bir dolgu var…Ya üzerine kaydı, ya da kuzeybatıdaki duvarın diğer tarafına… "
Houston: "Tamam. Concordet A'nın kuzeybatı duvarını kaydediyoruz."
Evans: "Alanın şekli oval ya da eliptik. Elips yukarıya doğru yer alıyor."

Artık Apollo uçuşlarına devam edilmesi öngörülmemektedir; bu da NASA'nın Ay hakkında öğrenmek istediğini öğrenmiş olmasından ve Ay'ın başka varlıklar tarafından kullanılıyor olmasındandır. Günümüzde Ayın yörüngesinde son derece pahalı uydular dönmektedir. Bunlardan RAE uydusunun amacı Dünya gözlemevlerine kaliteli fotoğraflar sağlamak, Galaksi ve Galaksi dışının alçak frekansla taranma işlemleri, ya da Ay'da bulunan sondalar aracılığı ile uzaylılarla kontak kurmak. Hem NASA'nın hem de dünyanın çeşitli ülkelerinden UFO araştırmacılarının ellerinde Ay'daki varlıklarla ve UFO'larla ilgili sayısız belge, film ve fotoğraf bulunmaktadır. Bunları yalanlamakla UFO gerçeğini kimse değiştiremez. Vazgeçmek istemedikleri tutucu yaklaşımlar ise, insanların UFO'lar konusunda meraklarının giderek artmasına ve bu konuda bireysel de olsa araştırmalar yapılmasına neden olmaktadır.
Devamını Oku »

VARLIK TİPLERİ



VARLIK TİPLERİ


Araştırmacıların çalışmaları henüz bitmemiş olmakla beraber, genel mahiyette de olsa, uzaydan gelenlerin hiç değilse dış görünüşleri hakkında genel bir sınıflama yapacak kadar elde bilgi toplamış bulunuyoruz. Bu bölümde tamamen gözleme dayalı istatistiklerden çıkarılmış bir sınıflamayı sizlere nakletmeye çalışacağız.

Uzaydan gelenler insan, robot, hayvan yada herhangi bir gözlem-diski olsun; olaylarda hiçbir gelişigüzellik , rasgelelik bulunmamaktadır. Tam tersine uçan daire olayları, göründüğü ve anlayabildiğimiz kadarıyla bile, büyük bir şuurluluk arz etmektedir. Uzaydan gelenlerin, henüz tam olarak anlayamıyor olsak bile , tüm dünya insanlarını ilgilendiren bir amaca göre hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Uçan daire olaylarını yöneten sistemin yada sistemlerin Dünya teknolojisinden çok ileri bir teknolojide bulundukları hususu da bu istatistiklerden anlaşılmaktadır.

Her canlının bulunduğu ortama uyması evrensel bir yasa. Dünyadaki canlılar dünya kurulalı beri fizik küfre olarak geçirdiği değişikliklere uymak üzere birçok farklılık göstermiştir. Bu değişimler, devamlı olarak değişmekte olan fizik ve ruhsal etkilere paralel olarak sürüp gitmektedir. Bunun tabii sonucu olarak, elbette ki bizimkinden çok daha değişik fizik ve ruhsal etkiler taşıyan maddesel ortamlarda çok değişik canlı tipleri bulunacaktır. Ama tuhaf olan şudur ki, belirli bir prototip (baş-gövde-kollar-bacaklar olmak üzere ) adeta, hiç değilse bizimkinden çok farklı olmayan maddesel ortamlarda muhafaza edilmiş. Hatta bu evrensel şekle robotlarda bile sadık kalınmıştır. Hatta uzaydan gelen robotlar o kadar gelişmiş görünmektedir ki, bunların hem dış görünüş hem de davranışlar bakımından şuurlu bir varlıktan ayırmak çok zordur. Bundan başka tamamen bizim gibi et ve kemikten yapıldığı belli olan varlıkların robot gibi hareket ettikleri de gözlemlerde geçmektedir.

Dünya dışı varlıklarla temas kuran şahıslardan ve de yakın gözlem raporlarından edinilen bilgilere göre gezegenimizi en çok ziyaret eden varlık grupları şunlardır:

• PLEİADESLİLER
• SİRİUSLULAR
• ORİONLULAR
• ZETA-RETİCULİLER
• ARCTURUSLULAR
• ANDROMEDALILAR
• SANTORLAR
• VEGALAR
• NORDİKLER
• MAVİLER

Dünya dışı varlık tipleri incelenirken anlaşılması gereken önemli noktalardan biri, tüm dünya dışı varlıkların insan görünümünde olmadığıdır. Farklı gezegen koşulları altında ve farklı atmosferik ortamlarda gelişen beden biçimleri, doğal olarak farklı görünümlerde olmaktadır. Bu nedenle evren, birbirine benzeyen ve benzemeyen sayısız yaşam formuyla doludur.

Ziyaretçiler arasında bizim galaksimizden olduğu kadar uzak galaksilerden gelenler de bulunmaktadır. Temasçılardan edinilen bilgilere göre, insanlarla iletişim kuran dünya dışı varlıkların yüzde 95’i pozitif bir kişiliğe sahiptirler. Bu uygarlıkların büyük çoğunluğu teknolojik ve ruhsal yapı yönünden insanlardan çok ileridedirler. Onlar, insanların özgür iradelerine saygı duyarlar ve evrimimize herhangi bir şekilde müdahale etmezler.

Pleiadesliler

Pleiadesliler, Dünyamızdan 400 ışık yılı uzaklıkta bulunan ve Yedi Kardeşler olarak da anılan Pleiades takımyıldızındaki Erra gezegeninden gelmektedirler. Bu varlıklar, fiziksel görünüş itibariyle insan ırkına benzemektedirler. Tam bir insan görünümünde olan Pleiadesliler genelde sarışın olmakla beraber, bazıları koyu renk saçlıdır. Gözleri genelde açık mavi ya da açık kahverengidir. Pleiadesliler arasında yaklaşık 1.50 cm. boylarında çok narin yapılı varlıklar olduğu gibi, 2 m. boyunda olanlar da bulunmaktadır. Bazıları kızıl saçlı ve açık tenlidir. Pleiadesliler insanlarla en çok ve sık temas kuran varlık tipidir. Pleiadesliler pozitif odaklı; teknolojik ve zihinsel açıdan ileri varlıklardır.

Siriuslular

Dünyamızdan 8 ışık yılı uzaklıkta bulunan ve köpek yıldızı olarak da bilinen Sirius, ileri bilince açılan boyutlar arası bir kapı niteliğindedir. Siriuslular teknolojik ve spiritüel açıdan bizden oldukça ileridir.

Siriuslular Pleiadesliler’e göre daha koyu renkte bir tene sahiptirler; ten renkleri açık kahverengiden çok koyu kahverengiye varan bir çeşitlilik göstermektedir. Çarpıcı bir göz yapısına sahiptirler; gözleri büyüktür ve hafifçe kesişmektedir.

Siriusluların atalarından bazıları uzak geçmişte gezegenimizle etkileşime geçmişler ve genetik projenin bir parçası olmuşlardır. Hatta bazıları kendi içlerinde genetik değişimlere uğramışlardır. Bu değişimler sonucu bazıları daha açık bir tene sahip olurlarken, bazıları ise genetik açıdan diğerlerinden çok daha farklı hale gelmişlerdir.

Siriusluların bazıları insana hiç de benzemeyen varlıklardır; daha çok böcek ve sürüngenleri andırırlar. Bunlar insan gibi memeli yaratıklar olmalarına rağmen, farklı bir görünüşe sahiptirler.

Orionlular

Orionlu varlıkların yaklaşık %75’i insan benzeri bir görünüme sahiptir; geri kalan %14 ise insanlara benzememektedir. Orionluların en belirgin özelliği gözlerinin benzersizliğidir. Oldukça keskin mavi gözlere sahip Orionlu varlıklarla temasa geçmiş pek çok insan bulunmaktadır. İnsan benzeri Orionluların %90’ı açık kahverengi tene sahiptir; geri kalan % 10 ise Kafkas tipli, açık renk saçlı varlıklardır.

Zeta Reticuliler

Bu insan benzeri varlıklar, Reticulum adını verdiğimiz güney takım yıldızındaki Zeta 1 ve Zeta II ikiz yıldızlarından gelmektedirler. Zeta Retucililer 1 m.- 1,5 m. boyundadırlar; genelde zayıf görünümlü, vücutlarına oranla büyük kafalı ve saçsızdırlar. Gözleri büyük ve kapaksızdır. Ağız, burun ve kulakları çok küçüktür. Zetalar, türlerini değiştirmek ve bugünkü hallerine gelebilmek için genetik mühendislik ve klonlamadan yararlanmışlardır. Zetalar dünyamızı sıkça ziyaret etmekte ve insanlar tarafından genellikle “gri varlıklar” olarak adlandırılmaktadırlar. Zeta Reticulilerin türlerinde değişime gitmeden önceki temel genetik özellikleri insan ırkına benzemektedir. Zetalar, dönüşümleri sırasında beden yapılarını da değiştirmişlerdir. Bu, onların neden dünyayı ziyaret ettiklerini ve genlerimizle ilgilendiklerini de açıklamaktadır. Dönüşümleri sırasında kendilerini duygulardan arındırmakla hata yaptıklarını düşünen Zetalar, yeni bir değişim için orijinal genlerini aramaktadırlar.

Andromedalılar

Spiritüel varlıklar olan Andromedalılar, Andromeda galaksisinden gelen çok eski, meleğimsi bir ırktır. Bu varlıklar, Pleiadeslilerin ve tüm insan evriminin liderleridir. Aynı zamanda tamamen farklı bir evrim kolu olan ve hem suda hem de karada yaşayabilen Cygnusian ırklarını da yönetmektedirler.

Arcturuslular

Bootes takım yıldızındaki kırmızı dev yıldız Arcturus, Dünyadan yaklaşık 36 ışık yılı uzaklıkta bulunmaktadır ve olağanüstü parlaklığı sayesinde Mart-Kasım ayları arasında kuzey yarım küreden görülebilmektedir. Arcturus uygarlığı, galaksimiz içindeki en gelişmiş uygarlıklardan biridir. 5. Boyutta bulunan Arcturus uygarlığı dünyanın gelecekteki prototipi olarak kabul edilmektedir. Arcturuslular, fiziksel olarak kısa boylu ve zayıftırlar. Boyları 90- 120 cm. arasındadır. Birbirlerine çok benzeyen bu varlıklar, bu durumun birbirleriyle kıyaslanmayı önlemesinden dolayı memnundurlar. Tenleri yeşilimsi renktedir. Büyük, badem biçimli gözleri vardır. 3 parmaklıdırlar. Arcturusluların gözleri, koyu kahverengi ya da siyahtır. Fakat görmelerini sağlayan ana organları, gerçekte gözleri değil telepatik bilinçleridir. İşitme duyuları ise telepatik özelliklerinden bile daha ileridir.

Vegalar

Vegalar, Dünya’dan yaklaşık 26 ışık yılı uzaklıkta bulunan Lyra takımyıldızındaki en parlak yıldız olan Vega’dan gelmektedirler. Bu varlıklar 1.80- 2.10 cm boylarındırlar. Kalın ve dayanıklı derileri vardır. Vegaların temel saç renkleri siyahtır; fakat aralarında koyu kahverengi saçlılar da bulunmaktadır. Bazı Vegaların ise çok az saçı vardır ya da hiç saçı yoktur.

Vegalar iki sınıfa ayrılmaktadır. İlk sınıftaki Vegalar insan benzeri varlıklardır. Oldukça çarpıcı gözleri vardır, fakat Zetalardan farklı olarak gözkapakları mevcuttur. İkinci tür Vegalar ise insana benzememektedirler. Böcek ve sürüngenleri andıran bir görünümleri vardır. Bu sınıftaki Vegaların saç renkleri genellikle yeşilimsidir. Derilerinde ve kanlarında bulunan bakır, vücutlarına yeşil bir renk vermektedir.

Santorlar

Santorlar, Dünyamızdan yalnızca 4.2 ışık yılı uzaklıkta bulunan Alfa Merkezi Sistemi’ndeki en yakın komşularımızdır. Santorlar, teknolojik ve ruhsal açıdan bize yakın güneş sistemlerindeki en gelişmiş medeniyetlerden biridir. Siriuslular, Pleiadesliler ve Venüslülerle aralarında yakın bir bağlantı bulunmaktadır.

Alfa Merkezi Sistemi, 3 yıldızdan oluşmaktadır; bunlar astronomik literatürde Alfa A,B,C olarak adlandırılmaktadırlar. Bunlardan Alfa C yıldızı güneş sistemimize en yakın olanıdır.

Santorlar, diğer medeniyetlerle birlikte, özellikle son 4000 yıldır dünyadaki evrimi izlemekte, ve insanlara evrimlerindeki bir sonraki adım olan Yeni Çağa geçişlerinde yardım etmektedirler.

Santorların teknik yetenekleri hayal edebildiğimizin çok ötesindedir. Devasa uzay gemilerinin yapımı ve yıldızlar arası seyahat, ancak Santorlar’ın da sahip olduğu maddeleşme ve madde boyutundan ileri bir boyuta geçme yeteneği ile mümkündür.

Nordikler Nordikler, geldikleri yıldız sistemini hiçbir zaman açıklamamışlardır. Oldukça güzel görünümlü varlıklardır; sarı saçlıdırlar, bu yüzden çoğu kez “sarışınlar” olarak adlandırılırlar. Gözleri koyu mavi renktedir. Boyları 1.50- 1.80 cm arasında değişmektedir. Nordikler, Dünyadaki sorunları çözmek için uğraşmaktadırlar. Kendilerine değil de başkalarına odaklanan varlıklarla çalışmayı tercih ederler.

Maviler

Maviler de Nordikler gibi hangi yıldızdan geldiklerini açıklamamaktadırlar. Kısa boylu varlıklardır ve yarısaydam, mavimsi bir tenleri vardır. Gözleri büyüktür ve badem biçimindedir. Oldukça spiritüel varlıklardır ve her insanın kendi yolunu takip etmesi gerektiğine inanırlar.
Devamını Oku »

Yukarı Git