19 Temmuz 2016 Salı

DNA ’YA VERİ DEPOLAMADA YENİ REKOR 200 MB




Microsoft ve Washington Üniversitesi’nden  bilim insanları DNA dizinlerine 200 mb kaydetmeyi başararak yeni bir rekora imza attı. DNA benliğimizin temel yapıtaşlarını taşıyan ana birimdir. Vücudumuz ve genel özelliklerimize dair pek bilgi DNA’da depolanır. DNA’mızın inanılmaz bir veri depolama kapasitesi var. DNA’mız o kadar büyük bir veri depolama kapasitesine sahiptir ki, 1 mm DNA’ya 5,5 petabit(125,000 GB) veri depolayabiliriz. Gün geçtikçe veri depolama aygıtları küçülse de her yıl o kadar veri üretilmektedir ki, 2020’ye kadar tüm dünyada 44 trilyon GB veriye ulaşılması öngörülmektedir. Fakat günümüzdeki veri depolama araçları bu hacimdeki bilgiye ancak kısa süreli çözümler getirebilmektedir. DVD ve Blu-Ray’ler ancak birkaç on yıl ömre sahiptir. DNA o kadar iyi bir depolama aracıdır ki, bugünün ulaşılabilir internet hacmi 700 exabayt ayakkabı kutusu kadar bir alana sığabilir. Ayrıca bu ayakkabı kutusu onbinlerce bozulmadan veriyi saklayabilir. Bugün elde edilen mamut fosillerinde , onbinlerce yıl geçmesine rağmen halen genetik kod izleri mevcuttur ve uygun koşullarda bin yıllık bir saklama süresine veya daha fazlasına sahip olabilir. Yakın bir gelecekte DNA tabanlı depolama yerleri kullanamayacak olsak da büyük miktarda veriyle başa çıkmak için arşive teknolojilerinin bir sonraki adımında geçmektedir. Microsoft ve Washington Üniversitesi yeni çalışma sayesinde İnsan Hakları Bildirgesi’ni 100’den fazla dilde, Crop Trust veri tabanını ve OK Go’s This Too Shall Pass HD müzik videosunu yani toplamda 200 mb veriyi kurşun kalemin ucundan daha küçük bir noktaya depolamayı başardı.

200 mb size çok gelmeyebilir , fakat daha önceki araştırmada sadece birkaç kb depolandığı düşünülürse, bu gerçekten büyük bir başarı. DNA ‘ya Veri Depolama İşlemi Microsoft ve Washington Üniversitesi ekibi ile Twist Bioscience işbirliği yaparak DNA’nın doğal kodu ve ikili bilgisayar kodundaki benzerlikleri avantaja çevirdi. “Enteresan biçimde DNA’nın dijital bir aroması var, dört baz ve molekül birbirine kolaylıkla programlanacak şekilde tutunuyor. İlk adım olarak 1 ve 0 lar , A,C,G,T zincirleri şeklinde haritalanarak depolanıyor,” diyor Luis Ceze. “Polimer Zincir Reaksiyon” tekniğini kullanarak ekip istenilen veriyi doğru adreslere atadı. DNA dizinleri , silikon bazlı DNA sentez substratı kullanılarak kimyasal olarak üretiliyor. Böylece birkaç sekansı eş zamanlı üretmek mümkün oluyor. Tamamlandığında DNA test tübüne konuyor ve dehidre (susuzlaştırma) ediliyor. Eğer ışık ve sıcaktan korunursa onbinlerce yıl korumak mümkün. Veriyi okumak için DNA dizileştirici(sequencer) gerekiyor. Böylece A,C,G ve T dizileri ve algoritmaları orijinal dijital veriye geri çevriliyor. Çevrim esnasında bazı veriler kaybolsa da, araştırmacılar hata düzeltme şemaları kullanarak , bilgisayarla düzeltme uyguluyor. “Her ne kadar güvenli olsa da aynı hardisklerde olduğu gibi , DNA okuma ve yazmada da bazı hatalar oluşuyor. Bu nedenle hata düzeltme kodları geliştirilmesine ihtiyaç duyduk,” diyor,” Ceze DNA depolamada okuma ve yazma hızlarının halen arttırılması gerekiyor. Ayrıca maliyeti düşürmek için çalışmalar başlatıldı.

Kaynak : http://www.gizmag.com/dna-data-storage-record/44273/
http://www.gercekbilim.com/windowsdan-dnaya-veri-depolamada-yeni-rekor-200-mb/
Devamını Oku »

SONUNDA ATOMA VERİ KAYDETMEYİ BAŞARDILAR





Delft Üniversitesi Kavli Nanobilim Enstitüsü’nden bilim insanları , 8000 bitlik veriyi(1kb), tek tek klor atomlarına kodlayarak veri depolamayı başardı. “Teorik olarak bu derece depolama yoğunluğuyla dünyada yazılmış bütün kitaplar posta pulu kadar alana depolanabilir”, diyor baş bilim adamı Sander Otte. Bu sayede bir inç kareye ( 6,4 cm2) 500 terabit depolanabilir. Yani piyasada mevcut harddisklerden 500 kat daha fazla depolama mümkün. Araştırma 18 Temmuz Nature Nanotechnology ‘de yayınlandı .

Richard Feynman 1959 yılında fizikçi  Richard Feynman olabilecek en küçük ölçekteki dünyayı tasarlamak için uğraştı. Feynman’ın ünlü Plenty of Room at the Bottom (aşağıda daha çok oda var) adlı dersinde eğer her bir atomu düzgün bir şekilde hizalayabilecek bir düzleme sahip olursak, her bir atoma bilgi depolamanın mümkün olabileceğini anlatmıştı. İşte Feynman, Otte ve ekibinin bu vizyonunu onurlandırmak için, Feynman’ın bu ünlü dersi 100 nm’lik alana kodlandı.




Kaydırmalı Yapboz

Ekip taramalı tünelleme mikroskopunun (STM) keskin iğnesi her bir atomun yüzeyinde gezdirebiliyor. Bilim insanları bu proplarla sadece atomları görüntülemekle kalmayıp, aynı zamanda onları itebiliyor. “Bunu kaydırmalı yapboza benzetebilirsiniz. Her bit bakır atomlarının yüzeyinde ve klor atomunda iki pozisyon yaratarak, bu iki pozisyon arasında kaydırma imkanı sağlıyor. Eğer klor atomu yukarı pozisyondaysa deliğin altındadır ve 1 konumundadır. Eğer delik yukarı pozisyondaysa klor atomu aşağıdadır ve bu bit 0 olarak okunur,” Otte. Çünkü klor atomları  diğer klor atomları tarafından sarılır ve deliklerin yakını ihmal edilir ve her biri diğerinin konumunu korur. İşte bu nedenle delikli methot diğer veri depolama metotlarına göre çok daha stabil ve uygundur.

Atomik manipülasyonun adımları

QR Koddan İlham Aldılar Delft’ten araştırmacılar belleği 8 baytlık bloklar halinde (64bit) organize ettiler. Her blok bir işaretçiye sahip ve klor atomlarından oluşan delikli bir örüntü oluşturuyor. QR kodlardan ilham alan araştırmacılar bakır tabakaya hassas bir konumlama yaptılar. Ayrıca bu kod , blok hasara uğradığında bunu gösterecek. Bu sayede bellek  bakır yüzeyi mükemmel olmasa da , daha büyük boyutlarda üretilebiliyor . Veri Merkezleri(Datacenters) Bu yeni yaklaşım stabilite ve ölçeklenebilirliğe mükemmel yaklaşımlar getirebilir. Fakat bu tipte bir belleğin datacenterlarda kullanılması için halen çok zaman var. Otte : “Oluşturulan bu hafıza için çok temiz vakum koşulları ve sıvı azot gerekiyor ki, gerçek atomik boyutta depolama için halen geliştirilmesi gereken çok şey var. Yine bu gelişme bizim büyük bir adım teşkil ediyor.”


Kaynak : https://www.sciencedaily.com/releases/2016/07/160718133000.htm F. E. Kalff, M. P. Rebergen, E. Fahrenfort, J. Girovsky, R. Toskovic, J. L. Lado, J. Fernández-Rossier, A. F. Otte. A kilobyte rewritable atomic memory. Nature Nanotechnology, 2016; DOI: 10.1038/nnano.2016.131

http://www.gercekbilim.com/atoma-veri-depolama-klor/


Devamını Oku »

BAZI ŞEMPANZELER VE MAYMUNLAR TAŞ ÇAĞINA GİRDİ




Üç kıtadaki bilim insanları, insanlar tarafından yapılmamış el araçları buldular ve bunu bazı şempanzelerin ve maymunların taş çağına girdiklerine dair delil olduğunu söylüyorlar.

Birkaç on yıl önceye kadar bilim insanları el aletleri kullanabilen tek türün insanlar olduğuna inanıyorlardı. Bunun artık doğru olmadığı, primatlar dahil birçok hayvanın el aletleri kullandığı, araştırmacıların sayısız örneğiyle belgelendi. Ancak genellikle primatların ve maymunların henüz taş aletleri kullanabilme kapasitelerinin olmadığı düşünülüyordu. Son on beş yılda bu iddia da çürütüldü.

Üç kıta boyunca araştırmacılar emsalsiz taş aletler keşfettiler. Bu el aletlerinin birçoğu Keops piramitiyle aynı dönemde şekillendirilmiş. Bu taş aletlerinin eksik yönleri ilkel adamınkilerle karşılaştırıldığında, bunların şempanzeler, kapuçin ve makak maymunları tarafından şekillendirildiği ortaya çıkıyor.

Max Planck Institute for Evolutionary Anthropology’deki Christophe Boesch tarafından yürütülen araştırmalarda Ivory Coast ormanından kazılan taş aletleri incelendi ve 4300 yıl önce yapılmış oldukları bulundu. Araştırmacılar, bazı taş aletlerinde şempanzelerle ilişkilendirilen önemli karakteristik özellikler belirledi. Örneğin, bazı el araçları 1 ila 9 kilogram arasındaydı, bu aralık normalde şempanzeler tarafından tercih ediliyor (antik insanlar 1kilogramdan hafif taş aletleri tercih ediyordu.). Aynı zamanda şempanzeler taş aletleri insanların yemediği türde çerezleri de açmak için kullanmış. Bu bulgular şempanzelerin en az 4300 yıldır Ivory Coast ormanında taş aletler kullandığını gösteriyor.

Bu el aletleri kaba, ayrıca bir şempanzenin veya bir maymunun taş çekicini güzellik açısından ilkel adamın el baltasıyla karşılaştırmak oldukça güç. Ama esas önemli nokta bu değil. Bu primatlar rutin olarak taşa dayalı teknoloji kullanılan bir kültür geliştirmişler. Bu da taş çağına girdiklerini gösteriyor.

İlk taş aletleri ortak atalarımız mı kullandı?

Şempanzeler yaşayan en yakın akrabalarımız. Bizim gibi olmaları ve taş aletleri kullanmaları şempanze ve insan atalarının ilk taşa dayalı teknolojiyi geliştirdikleri anlamına gelebilir. University of Oxford’dan Primate Archaeology (Primarch) projesinin yöneticisi olan Michael Haslam bunun olasılık dışı olduğunu söylüyor. Eğer böyle olsaydı bütün şempanzelerin taş aletler kullanmaları gerekirdi, ancak sadece Batı Afrika’daki küçük topluluklar bunu yapıyor. Batı Afrika’daki şempanzelerin merkezdeki ve doğudaki şempanze topluluklarından ayrıldıktan sonra bu beceriyi geliştirdiklerini düşünmek daha mantıklı. Öyle görünüyor ki insan taş çağı ve Batı Afrika şempanzelerinin taş çağı birbirinden bağımsız.

Birkaç yüzyıl geriye gidildiğinde Brezilya’daki sakallı kapuçin maymunlarının taş aletler kullandığına dair raporlar olduğu görülüyor. 2004’te (1) yapılan bir araştırma da bu raporları doğrular nitelikte.

2015 yılında yayımlanan bir çalışma ise uzun kuyruklu makak maymunlarının da taş aletler kullandığını gösteriyor.

“Kapuçinler Yeni Dünya maymunları, bizden 35 milyon yıllık evrimle ayrıldılar.” diyor Haslam. “Makaklar bile 25 milyon yıl civarında.” Başka bir deyişle, Taş Çağı primatları evrim ağacında geniş bir alana dağılmış durumda, bu da teknolojiyi her birinin bağımsız olarak geliştirdiğini gösteriyor.

Mayıs 2015’te (2) Kenya’da çalışan arkeologlar atalarımızın en erken taş aletleri hakkında detaylar yayımladılar. Bu “Lomekwian”* taş aletleri 3,3 milyon yıllık birikintilerden ortaya çıkarılmış. Takımın bulduklarına göre taş işlemede şempanzeler ve maymunlarla benzer yöntemleri kullanıyorlardı. Bu, taş alet kullanan primatları çalışmanın ilkel insan davranışının doğası hakkında fikir verebileceğini gösteriyor. Ama yine de ilkel insan ile şempanzeler ve maymunlar çok farklı olduğundan sonuca varmak oldukça zor olacak.

Diğer primatlar insanlar gibi gelişebilecek mi?

Şempanzeler ve maymunlar Lomekwian taş aletlerinin ötesine geçemezken insanlar sofistike el aletleri yapmayı nasıl öğrendi? Bunun el anotomimizin daha ince ayrıntıları işlemesine olanak sağlayan evrimsel avantajı olduğunu düşünebilirsiniz. Gerçekte, 2015 (3) Temmuzunda  of George Washington University’deki Sergio Almécija tarafından yayımlanan çalışmaya göre, aksine, son birkaç milyon yılda insan elleri şempanze ellerinden daha az değişti. Şempanzeleri ve maymunları geride bırakan elleri değilse, problem beyinlerinde yatıyor olabilir diyor Almécija.

Yine de Haslam, şempanzelerin, makakların ve kapuçinlerin teknolojik limitlerine ulaşmamış olmaları olası olduğunu söylüyor. Ama kendi taş çağlarını geliştirme avantajı yakalayıp yakalayamayacakları henüz belirsiz.

“Onların popülasyonlarını dramatik şekilde daraltıyor, yaşam alanlarını imha ediyor ve onları avlıyoruz” diyor Haslam. “Küçük gruplar, büyük gruplar gibi yayılıp teknolojilerini güçlendiremezler.” Diğer bir ifadeyle şempanzelerin ve maymunların sofistike el aletleri geliştirecek becerileri olabilir ancak farklı bir grup primatın usta taş alet üreticileri olması nedeniyle potansiyellerine erişme imkanı bulamayabilirler.”

Kaynak:
1) http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1002/ajp.20085/abstract;jsessionid=ED2C6D432790B25E69AFE10562C7EFA2.f02t02

2) http://www.nature.com/nature/journal/v521/n7552/full/nature14464.html

3) http://www.nature.com/ncomms/2015/150714/ncomms8717/full/ncomms8717.html
http://bilimfili.com/bazi-sempanzeler-ve-maymunlar-tas-cagina-girdi/

Devamını Oku »

İNSAN DNA'SINDA DÜNYA DIŞI GENLER



İNSAN DNA'SINDA DÜNYADIŞI GENLER



Profesör Chang “Bizim varsayımımız şu, daha yüksek dünyadışı bir yaşam formu yeni yaşam yaratmakla ve bu yaşamı çeşitli gezegenlere ekmek ile meşgul” diyor. Dünya bu gezegenlerden sadece bir tanesi. Belki, programlamadan sonra, yaratıcılarımız bizim Petri kaplarında bakteri yetiştirdiğimiz gibi bizi yetiştiriyor/büyütüyor. Onların güdülerini bilemeyiz – bu bilimsel bir deney mi, yoksa kolonileştirmek için yeni gezegenler hazırlamanın bir yolu mu ya da evrende uzun süre devam eden yaşamı tohumlama işi/görevi mi?

Profesör Chang “Eğer bunu insan terimleri ile düşünürsek, görünür “dünya dışı programcılar” muhtemelen bir çok projeden oluşan “tek bir büyük kod” üzerinde çalışıyorlardır ve projeler çeşitli gezegenlerde çeşitli yaşam formları üretmiş olmalı” diye belirtiyor. Onlar ayrıca çeşitli çözümler denemekteler. “Büyük kodu” yazdılar, uyguladılar, bazı fonksiyonlarını beğenmediler, bunları değiştirdiler veya yenilerini eklediler, tekrar uyguladılar, daha çok geliştirdiler, tekrar tekrar denediler.”

Profesör Chang’ın araştırma ekibi şu sonucu çıkarıyor, “görünür “dünyadışı programcılar”a “Dünya projesi”nde yoğunlaştıkları zaman, son teslim tarihini karşılamak için, gelecek için tüm idealistik planlarını durdurmaları emredilmiş olabilir. Çok muhtemel olarak, görünür bir acele içinde “dünya dışı programcılar” büyük kodda azaltmalar yapmış ve Dünya için niyet edilen temel programı teslim etmiş olabilir.” Ancak, o zamanlar daha sonraları büyük kodun hangi fonksiyonlarının gerekli olabileceğinden (belki) emin değillerdi, böylece hepsini orada bıraktılar. Büyük kodun tüm hatlarını silerek temel programı temizlemek yerine, bunları yorumlara dönüştürdüler ve acele ile, orada burada yorumlarda birkaç /* sembolünü unuttular; bu nedenle insanlara kanser olarak bildiğimiz hücre kitlelerinin mantıksız büyümesini sundular.”

Problemin üç seçeneği var. Ya tüm /* sembollerini ve yorumları silmek ve bu şekilde temel kodu temizlemek veya kayıp */ ‘ı eklemek ve temel kodu büyük kod ile mantıksız şekilde karıştırmaktan kaçınmak. Alternatif olarak, üçüncü seçenekte, tüm / sembollerini çıkarmak ve temel kodu büyük kod ile tam bir program olarak çalıştırmak. Maalesef bu seçeneklerin hiçbirini yapabilecek kapasitede değiliz. Eğer canlı bir insanın kromozomlarına genler sokabilseydik, yenilikçi keşfimiz gelecekteki tüm kanser vakalarını anında tedavi etmek anlamına gelirdi, en azından programcı görüş açısından. Teorik olarak, bunu laboratuarda yapabiliriz, ancak yaşayan bir özneye onarılmış DNA aşılamak için pratik araçlara sahip değiliz. “Hurda DNA”nın gizemi ve kanserin çözülebileceği görülüyor, ama hızlı bir tedavi beklenmemeli. Şimdi yapabileceğimiz en iyi şey kademeli olarak kusurları giderilecek temel genetik koda sahip insanların yeni, kansersiz neslini beslemeye çalışmaktır. Bu uzun zaman alır. Bizim için ve çocuklarımız için ufukta umut görünmüyor.

“Ancak, programcının bakış açısından, ayrıca bunda pozitif bir sonuç vardır. DNA mızda gördüğümüz şey iki versiyondan oluşan bir programdır, büyük kod ve temel kod.” Bay Chang sonra, “İlk gerçek şu ki, komple ‘program’ kesin olarak Dünyada yazılmadı; bu şimdi doğrulanmış bir gerçektir. İkinci gerçek ise, genlerin kendileri tekamülü açıklamak için yeterli değildir; ‘oyunda’ daha fazla bir şeylerin olması gereklidir” diye onaylıyor. Onun ne olduğunu veya nerede olduğunu bilmiyoruz. Üçünü gerçek Marstan veya Mikrosofttan ister bir besteci, mühendis veya programcı olsun yeni bir çalışmanın yaratıcısı, çalışmasını geliştirme veya güncelleme seçeneği olmadan bırakmaz. Buradaki zeka, güncellemenin önceden içine konulmasıdır – “hurda/çöp DNA” temel kodumuzun gizli ve uyuyan güncellenmesinden başka bir şey değildir! Bir süredir bazı kozmik ışınların DNA yı modifiye etme gücüne sahip olduğunu biliyoruz. Bunu aklımızda tutarak, makul bir çözüm elde edilebilir. Dünyadışı programcılar, tüm /*…*/ sembollerini uzaklaştırmak, kendisini büyük kod (Hurda DNA) ile kaynaştırmak ve tüm DNAmızı çalıştırmak için temel koda talimat veren Evrende herhangibir yerden doğru enerjiyi kullanabilirler. Bu bizi ebediyen değiştirir, bazılarımızı birkaç ayda, bazılarımızı sonraki nesillerde. Değişim çok fazla fiziksel olmayabilir, (artık kanser, hastalık ve kısa ömür olmaz), ancak bizi entelektüel olarak fırlatır. Aniden, Neanderthaller ile Cromagnonların birlikte varolması ile karşılaştırılan zamanda oluruz. Eski, yeni döngüye doğum vererek yer değiştirir. Bütün program, Evrenin eskimez enerjisi ve bilgeliği ile bağlantıda olan oldukça ileri biyolojik bir bilgisayar için zarif, çok akıllı kendini – organize edici, oto- icracı, oto – geliştirici ve oto – düzeltici yazılımdır. İçimizdeki yazılım, ya kısa ve hastalıklı bir ömür veya uzun ve sağlıklı bir yaşama sahip süper – zeki süper bir varlığın potansiyelini taşıyor. Bu şaşırtıcı soruları tetikliyor – temel kodun indirgenmesi acele içindeki özensiz/dikkatsiz programcılar tarafından mı yapıldı, yoksa büyük kodun yetkisizliği, istendiğinde “uzaktan kontrol” vasıtası ile iptal edilebilen kasıtlı bir eylem mi idi?”

Profesör Chang İnsanlıktaki dünya dışı kaynakları keşfeden diğer araştırmacılardan sadece bir tanesidir. Profesör Chang ve araştırma arkadaşları, Dünyada insan yaşamı yaratmak için acele edilmesi ile oluşan DNA daki görünür “dünya dışı programlama” eksikliklerinin insanlığa kanser olarak bildiğimiz hücre kitlelerinin mantığa aykırı büyümesini sunduğunu gösteriyor.
“Er geç”, diyor Profesör Chang “Dünya üzerindeki her yaşamın bu dünya dışı kuzenlerinin genetik kodunu taşıdığı ve tekamülün düşündüğümüz şey olmadığı inanılmaz fikri ile ciddi bir şekilde ilgilenmek zorunda olacağız.”

İnsan Genom Projesi Keşfinin saklı anlamları “İnsana – benzeyen Dünya dışı varlıklar” ile ilişkili
Bu bilimsel keşiflerin saklı anlamları, “dünya – dışından” insan görünüşlü dünya dışı varlıklar ile teması olan diğer bilim adamları ve gözlemcilerin iddialarını destekleyecektir.

“Dünya – dışından” insan benzeyen dünya dışı varlıkların insanın tekamülü için genetik materyal sağladığı ve bu dünya dışı varlıkların çoğunun, kendi personelinin insan Dünyadaki ailelerde ‘yıldız tohumları’ olarak enkarne olmasına izin verdikleri iddia edilmişti. Bu “yıldız tohumları”, “yıldız çocukları” veya “yıldız insanları” Brad ve Francie Steiger tarafından ‘ruhları’ diğer yıldız sistemlerinin dünyalarında biçimsel olarak enkarne olan ve sonra Dünyaya yolculuk yapan ve insanlığın spiritüel tekamülsel gelişimini “itelemek/desteklemek” için Dünyada enkarne olmaya karar veren bireyler olarak tanımlandı. İnsanlığın çoğunluğu bu dünya dışı varlıklar grubunu, George Adamski, Orfeo Angelucci, George Van Tassell, Howard Menger, Paul Villa, Billy Meier ve Alex Collier gibi “dünya dışı varlıklar ile temas kuranlar” tarafından tanımlandığı gibi ‘yardımsever’ olarak düşünüyor. Bu temascılar çoğu zaman dünya dışı ırklarla temaslarını fotoğraf, film ve/veya tanıklarla fiziksel kanıtlar sunuyor. En kapsamlı dökümante edilen ve araştırılan temascı, araştırmacıları için çok fazla fiziksel kanıtlar sunan Eduard ‘Billy’ Meier’dir.

‘Kadim astronotlar’ ile ilgili tasvirler
Gerçeği söylemek gerekirse, ‘kadim astronot’ yazarları uzak geçmişte zeki dünya dışı varlıklar ırkının Dünyayı ziyaret ettiğine ve/veya kolonileştirdiğine inanıyor, burada Homo sapienler olarak bildiğimiz insan ırkını yaratmak için genetik mühendislik vasıtası ile ilkel hominid Homo erectusu geliştirdiler.
Bu fikrin kanıtı; (a) Ortodoks Darwinizm’in prensiplerine göre Homo sapienlerin bu kadar ani ortaya çıkmasının ihtimal dışı olmasında; ve (b) cennetlerden inen ve insanı ‘kendi suretlerinde’ yaratan insana – benzer tanrıları tanımlayan kadim uygarlıkların mitlerinde, bulundu. Homo sapienlere, Homo erectusun dünyasal genlerinin ve “tanrılar ırkı”ndan dünya dışı genlerin karşımından oluşan melez bir varlık olarak bakılır.

Uzay yolculuğu ve genetiklerin modern çağından önce, insanlığın kaynağı için bu teori hayal edilemezdi. Ve şimdi 21 nci yüzyılda bile, buna bilim kurgu olarak bakan bir çok insan var. Ancak, insan tekamülünün Ortodoks teorisindeki problemlerin ışığında, (kendileri daha inanılır bir zaman çerçevesinde başka bir gezegende tekamül etmiş olan) zeki insana – benzer bir türün genetik müdahalesi fikri, gizemin potansiyel çözümü olarak ciddiye almayı gerektirir.
Kadim astronot müdahalesinin en ünlü savunucuları İsviçreli yazar Erich von Daniken ve Amerikalı yazar Zecharia Sitchin’dir.

Özellikle, Sitchin durumu büyük ayrıntılar ile tartıştı.
“Exopolitik” gruplardan akademisyenlerin açıklaması

Dr. Micheal E. Salla, Evrende sosyal olarak sorumlu varlıklar olarak insanlığın yaşam kalitesi ve “küresel demokrasi”nin onaylanması için Dünya dışı varlıklar üzerine ve onlarla açık ve bilgili diyalog isteyen Exopolitik hareketin kurucularından biridir. Dr. Salla “Şu anda Dünya ve insan nüfusu ile karşılıklı temasta olduğu bilinen [çeşitli araştırma enstitüleri ve ajanslar tarafından] büyük sayıda dünya dışı ırklar var” diyor.

Dr. Salla ayrıca ‘Exopolitikler: Dünyadışı Mevcudiyetin Politik Müdahaleleri’ kitabının yazarıdır. Avustralya Ulusal Üniversitesinde ve Washington DC, Amerikan Üniversitesinde ful zamanlı akademik görevlerde/makamlarda bulundu. Avustralya Queensland Üniversitesinden Ph.D si vardır. Profesyonel akademik kariyeri sırasında, ABD Barış Enstitüsü ve Ford Vakfı tarafından fon sağlanan Doğu Timor çatışması için bir seri vatandaş diplomasisi girişimleri ile tanındı. Ayrıca Exopolitikler Enstitüsü’nün kurucusudur; ve ‘Exopolitics Dergisi’nin Baş editörüdür ve ‘Dünya dışı varlıklar ve Dünya Barışı Konferansının’ katılımcısıdır.

1998 deki bir görüşmede, ABD ordusuna 22 yıl hizmet etmiş olan ve yere düşen dünya dışı gemilerini ve dünya dışı biyolojik varlıkları ele geçirme operasyonlarına katılan emekli ABD ordusu çavuşu Clifford Stone [çeşitli enstitüler ve ajanslar] tarafından bilinen çeşitli türde dünya dışı ırklar olduğunu ortay serdi. Dr. Salla “farklı dünya dışı ırklar üzerinde en zorlayıcı tanıklıklar Sergeant Stone gibi insanlardan ve ayrıca dünya dışı varlıklarla direkt fiziksel teması olan ve onlarla iletişim kuranlardan geliyor” diyerek ayrıntılara giriyor.

Dr. Salla, Başçavuş Bob Dean’in askeriyenin en kıdemli alanlarında yirmi yedi yıllık seçkin bir kariyere sahip olduğunu not ediyor; bilinen dünya dışı varlıklarından bir grup için “bize o kadar çok benziyorlar ki, uçakta veya restoranda yanınıza oturduklarında asla farkı anlayamazsınız” diyor.
Aşikar olarak “Dean ve diğerlerinin tanımladığı şekilde insansı dünya dışı ırklar kolayca insan toplumuna entegre olabilir ve diğer insanlardan ayırt edilemez.” diye ekliyor Dr. Salla.
“Bir temascı” olduğunu iddia eden Alex Collier’e göre, çeşitli türdek-i dünya dışı ırklar ‘insan deneyi’ için genetik malzeme sağladılar. Alex Collier “Dünya insanlarının dünya dışı genetik manipülasyon ürünü olduğunu ve bu dünya dışı varlıklar bir çok farklı ırka – en az 22 farklı ırktan oluşan- ait hafıza bankasından oluşan büyük bir gen havuzunun sahibidirler.
İnsan ETlerin dinsel ruhsallık vasıtası ile insanlığın birliğini geliştirme çabaları
Alex Collier “İnsan ETlerin küresel insanlığın hem kendisini hem de bir parçası olduğu daha büyük galaktik topluluğu tehlikeye atmadan sorumlu bir şekilde tekamül etmesini sağlamaya çabaladığı” iddia ediyor. Exopolitik grup ve bağımsız temascılar ayrıca “İnsan ETlerin insan bilinçliliğini yükseltmeyi ve dinlerin birliğini teşvik etmeyi istediklerini” belirtiyorlar.

ETler ile temas kurduğunu iddia eden Alex Collier Hristiyanlık, Judaizm, İslam ve diğer kurumsallaşmış dinler ve ayrıca ‘kült’ gruplardan gelen köktendinci mesajların insanlığı manipüle ve kontrol etmek için “düşman unsurlar” tarafından özel olarak yerleştirildiğini ileri sürüyor.
Bir çok grubun “İnsan ET” olduğunu iddia ettiği İsa, insanlığın sosyal bilinçliliğini birliğe doğru esinlemeye, uyandırmaya çalıştı, amacı “Hristiyan dinini” yaratmak değildi.

Alex Collier ile temas kuran ETler ayrıca İsa’nın gerçekte yaşadığını ve yaşamının kalanını Massada’da geçirdiğini belirtiyorlar; ve İsa sadece dini doktrin tarafından çarmıha gerildi.
Örneğin “kurtarıcı senaryosu” ile ilgili olarak, Alex Collier’e ETler tarafından bunun “bizi güçsüzleştirmek” için inanç sistemlerimize konulduğunu anlattılar. Kurumsallaştırılmış dinlerin dogmasındaki kurtarıcı senaryoları, kendilerini “ahlaklılığın yargılayıcıları” olarak tayin eden elit- güdülü ezici güç yapısının yaratılmasını yasallaştırır. Bu dini elitler hükümetten iş girişimlerine dek diğer elitlerle açgözlülük – yönelimli kendini – büyütme ortak işlerini tamamlayan kapsamlı bir sosyal kontrol sistemi uygulamak için kendi tayin ettikleri rolleri tarihsel olarak kullandılar.
“Kapitalistlerin” çabaları, sosyal olarak ilerici İnsansı ETlerin spiritüel ve diğer “temsilciler” vasıtası ile ‘Dünya İnsanlarının’ yaşam kalitesinin kabulünü ilham etme çabalarına zarar verdi.
İnsansı ETler, “eğitim ve bilinçliliğin yükselişi vasıtası ile insanlığı baskıcı yapılardan özgürleştirmeye yardım etmeye çabalıyor”

Dünyada “İnsansı ET” karşılaşmalarının iddiaları
Dr. Salla’nın Ekim 2006’da yayınlanan “Dünya Dışı Varlıklar Aramızda” makalesinde, “ Belli bir sayıdaki bağımsız kaynaklardan ’’insan görünüşlü’ dünya dışı ziyaretçilerin bizimle bütünleştiğinin ve son zamanlara dek büyük nüfuslu merkezlerde yaşadıklarının ve bunun bazı enstitüler tarafından bilindiğinin çok şaşırtıcı kanıtları var.

Başçavuş Robert Dean gibi tanıklıkların yanı sıra, bir sayıda özel şahsiyet, gezegende büyük şehirlerde sıradan vatandaşlar gibi yerleşen dünya dışı varlıklar ile karşılaştıklarını iddia ediyor.
İnsan nüfusu arasında gizlice yaşayan dünya dışı varlıklardan bahseden ilk kişi George Adamski idi. Dünya dışı varlıklar ile karşılaşma deneyimlerini anlattığı ikinci kitabında, “Uçan Dairelerin İçinde”, Adamski insana benzeyen dünya dışı varlıkların insan nüfusu içinde nasıl yerleştiklerini anlatıyor. “Bize çok benziyorlar”, Dr. Salla not ediyor “işe girebiliyorlar, komşuları oluyor, araba kullanıyorlar ve insan nüfusuna kolayca karışabiliyorlar.”

Dr. Salla “Adamski dünya dışı araçlarla ünlü uçuşuna götüren toplantıları düzenlemek için onunla nasıl temas kurduklarının yazdı” diyor. Dr. Salla açıklıyor “Adamski’nin temas deneyimleri ve inanırlığı üzerine tartışmalar devam ederken, etkileyici sayıda tanıklar, fotoğraflar ve filmler ile desteklenen Adamski’nin UFO karşılaşmalarının aldatmaca olmadığı sonucuna varıldı”

Dr. Salla ilave olarak, “Adamski’nin tanıklığı, dünya dışı varlıklarının nasıl kılık değiştirerek insan nüfusu arasında yaşayabileceğinin önemli anlayışlarını sunuyor” diyor. Adamski vakasını ve onu destekleyen en güçlü kanıtı tartıştıktan sonra, Dr. Salla makalesinde, sıradan vatandaşlar gibi davranana dünya dışı varlıklar ile karşılaştıklarını iddia eden diğer temasçıları tartışıyor. Son olarak, Dr. Salla sıradan Dünyaya – bağlı bireyler arasında yaşayan dünya dışı varlıkları ile ilgili resmi tanıklıkları inceliyor.

Kaynak : Belirtilmeli
Devamını Oku »

PERİYODİK TABLODAKİ 4 YENİ ELEMENT İSİMLENDİRİLDİ


Periyodik tablodaki 4 yeni element isimlendirildi


Geçtiğimiz Ocak ayında, dört yeni elementin (113, 115, 117 ve 118) bulunduğu bildirilmişti. O anda geçici olarak isimlendirilen elementler için gerçek isimler önerildi. ABD, Rusya ve Japonya’daki araştırmacılar bu yeni elementin bulunuşlarında pay sahibi, ve bu yüzden isimlendirmede öncelik onlara verildi.

Uluslar arası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliği (IUPAC) yeni elementlerin bulunduğunu doğrulayan resmi bir kurum olup herhangi bir yeni elementin şu kriterlere dayanarak isimlendirilmesi gerektiğini söylüyor:

Mitoloji olayı veya mitolojik bir karakter (astronomik nesneler dahil)
Bir mineral veya benzer bir madde
Bir yer veya bir coğrafik bölge
Elementin bir özelliği
Bir bilim insanı
Bu kurallara dayanarak, aşağıdaki isimler yeni elementler için önerildi:

nihonyum (Nh, Z=113)
moskovyum (Mc, Z=115)
tennessine (Ts, Z=117)
oganesson (Og, Z=118)
Bu elementlerden nihonyum Japonya’nın Japonca ismi olan “Nippon”dan geliyor. Moskovyum da tahmin edileceği gibi Rusya’nın başkenti olan Moskova’dan dolayı önerilmiş. Tennessine, kimya alanında çığır açan çalışmalar yapmış araştırmacıların bulunduğu Tennessee eyaletinden geliyor. Tennessine, böylece kaliforniyumdan (element 98) sonra ABD şehrinden esinlenerek verilen ikinci element ismi oldu. Diğer örnek ise Hassiyum (element 108) olup Alman şehri olan Hesse’den alınmış. Oganneson ise 83 yaşındaki Rus fizikçi Yuri Ogannesiyan’dan dolayı verildi ve Nature’den Richard Van Noorden, yaşayan bir insanın isminin ikinci kez yeni bir elemente verildiğini söylüyor.

İsimler araştırma ekipleri tarafından önerildi, IUPAC tarafından kabul edildi ve beş aylık bir süreçte halkın görüşleri alınacak ve 8 Kasım 2016 tarihinde kesin karar verilecek.

Bu elementlerin neden bu kadar geç keşfedildiğini merak edenlere cevabımız şöyle olacak. Bu elementler tabiatta bulunmuyor. Sadece laboratuarda sentetik olarak üretilebiliyor ve çok hızlı bir şekilde bozunuyor. Daha önce bu hızı yakalayıp neye dönüştüğünü bulan olmamıştı.

Kaynak : Sciencealert.com
http://www.bilim.org/periyodik-tablodaki-4-yeni-element-isimlendirildi/

Devamını Oku »

Yukarı Git