KAYIP UYGARLIKLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KAYIP UYGARLIKLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ocak 2016 Cumartesi

YERALTI DEVLETİ




Yeraltı Devleti

Birgün, Çağan Luk yakınlarındaki ovadan geçerken, Moğol kılavuzu mırıldandı: «Durunuz!» Devesinin üstünden kendini bırakıp yavaşça aşağı kaydı, deve de kendiliğinden yere çöktü Moğol, dua vaziyetinde ellerini yüzüne koyduktan sonra kutlu cümleyi tekrarlamaya başladı: «Om mani padme hung!» Akşamın hülyacı güneşinin son ışınları ile aydınlanan bulutsuz göğe kadar ufukta uzanıp giden taze yeşilliğe bakarak kendi kendime: "Ne oldu?" dedim. Moğollar, bir müddet dua ettiler, aralarında fısıldaştılar ve develerin kolanlarını sıktıktan sonra tekrar yola düzüldüler. Kılavuz sordu:
"Gördüğünüz mü, korkudan develer kulaklarını nasıl oynatıyorlar, ovadaki at sürüsü nasıl hareketsiz ve tetikte duruyor, koyunlar ve sığırlar nasıl toprağa yatıyorlardı? Dikkat ettiniz mi ki kuşlar uçmaz, tarla fareleri koşmaz ve köpekler havlamaz oluyorlardı? Hava hafif hafif titriyor ve insanların, hayvanların, kuşların yüreğine işleyen bir şarkının nağmelerini uzaklardan getiriyordu. Yeryüzü ile gökyüzü nefes almıyorlardı. Rüzgâr esmiyor, güneş ilerleyişini durduruyordu. Böyle bir anda, gizlice koyunlara yaklaşan kurt sinsi yürüyüşünden vazgeçer; ürkek antilop sürüsü çılgınca koşusunu ağırlaştırır; koyunun boğazını uçurmağa hazır bıçak çobanın elinden düşer; yırtıcı insan kuşkusuz salga kekliği ardında sürünerek ilerlemez olur. Bütün canlı yaratıklar kendilerini karkuya kaptırır, dua için ister istemez diz çöküp başlarına geleceği beklerler. Demin olan bu idi. Demin olan da Cihan Hâkimi, yeraltı sarayında, dünya milletlerinin alın yazısını öğrenmek için dua ettiği her sefer vukua gelen hâdisedir."

Kültürsüz, basit bir çoban olan ihtiyar Moğol işte bunları söyledi.

Moğolistan çıplak ve korkunç dağları, üzerlerinde ata kemikleri serpilmiş uçsuz bucaksız ovalar ile sırrı doğurmuştur. Tabiatın kasırgalı ihtiraslarından ürken veya ölüm sessizliği içinde uyuyup kalan buralar halkı bu sırrın derinliğini sezmekte, sarı ve kırmızı Lamalar onu muhafaza edip şiirleştirmekte, Lhassa ile Urga'daki ruhanî reisler ise ilmi ile mülkiyetini gizlemektedirler.

Orta Asya'ya seyahatimde, ilk defa olarak, başka bir isim vermem kabil olmayan -sırların sırrını- öğrendim. İlk önce ona fazla itibar etmiyordum, lâkin mevziî ve ekseriya münakaşası kabil bazı delilleri tahlil ve mukayese ettikten sonra ehemmiyetinin farkına vardım.

Amil ırmağı kıyılarında yaşayan ihtiyarlar bana bir efsane naklettiler. "Bir Moğol kabilesi Cengiz Han' ın isteklerinden kurtulmaya çalışırken bir yeraltı ülkesinde gizlendi (Daha sonraları Nogan Kul gölü civarları soyotlarından biri bana Agarti devletine kapı hizmeti gören ve içinden duman bulutları yükselen bir delik gösterdi.). Vaktiyle bir avcı bu kapıdan devlet sınırları içine girdi, dönüşünde de görmüş olduklarını anlatmaya başladı. Sırların sırrından bahsetmesine engel olmak için Lamalar onun dilini kestiler. Avcı, ihtiyarlığında mağraya döndü ve hatırası onu göçebe kalbine haz ve neşe vermiş olan yeraltı devleti içinde kayboldu."

Narabanşi Kür hututkusu Celip-Camsrap'ın ağzından daha fazla malûmat aldım. O bana yeraltı devletinden çıkıp dünyaya gelen kudretli cihan hâkiminin zuhurunu, mucizelerini ve kehanetlerini anlattı. Ancak o zaman anlamaya başladım ki bu efsanede, bu hipnozda, bu müşterek hülyada, her ne suretle tefsir edilirse edilsin, yalnız bir sır değil, Asya'nın siyasî hayatının gidişine tesir edebilecek hakikî ve hâkim bir kuvvet gizli idi. O andan itibaren araştırmalarıma devem ettim. Prens Şultum Beyli' nin gözdesi Lama Gelong ile prensin kendisi yeraltı devletini bana tarif ettiler. Lama Gelong dedi ki:

"Dünyada her şey, milletler, kanunlar ve âdetler, devamlı bir istihale ve tahavvül halindedir. Ne kadar büyük imparatorluk ve ne kadar parlak kültür yok olmuştur. Yalnız değişmeyip kalan bir şey varsa o da fenalık, habis ruhların bu vasıtasıdır. Altı bin yıldan fazla bir zaman evvel, ihtirama şayan bir zat, bütün bir kabile ile birlikte toprağın içinde kayboldu ve yeryüzüne bir daha çıkamadı. Bununla beraber, o zamandan sonra birçok kimse, Çekya Muni, Under, Gegen, Paspa, Babür ve başkaları yeraltı devletlerini ziyaret etti. Bu yerin nerede bulunduğunu bilen de yok. Kimi Afganistan, kimi Hindistan der. Bu bölgelerin bütün insanları kötülüğe karşı korunmuşlardır. Ve sınırları içinde cinayet yoktur. Bilgi sessizce gelişmiş, hiç bir şey orada yıkılma tehlikesine düşmemiştir. Yeraltı ahalisi bilimin en yüksek katına ermiştir. Şimdi o milyonlarca tebbaası olan büyük bir devlettir ki üzerinde cihan hâkimi saltanat sürer. Cihan hâkimi ise tabiatın bütün kuvvetlerini bilir, bütün insan kalplerini ve kaderin büyük kitabını okur. Göze görünmediği halde emrini icraya hazır yüz milyon kişiye hükmeder."

Prens Şultun Beyli ilâve etti:

"Bu devlet, Agarti'dir. bütün dünya yeraltı geçitleri boyunca uzanıp gider. Bilgin bir Çin Lamasının Amerika'da ne kadar yeraltı mağarası varsa hepsinin toprak içinde gözden nihan olmuş eski bir milletçe iskân olduğundan Bogdo Han'a bahsettiğini işittim. Bu milletlerle bu yeraltı mesafelerini cihan hâkiminin hâkimiyetini tanıtan şefler idare ederler. Bunda olağanüstü bir şey yoktur. Bilirsiniz ki batı ve doğudaki en büyük Okyanuslarda vaktinde iki kıta bulunurdu. Bunlar sular altında kayboldularsa da sakinleri yeraltı devletine geçmişlerdir. Derin mağaralar, nebatların büyütülmesini sağlayıp halka hastalıksız uzun bir hayat veren ışıkla aydınlanmaktadır. Burada sayısız millet ve kavim yaşar. Nepalli ihtiyar bir brahman Cengizin eski krallığı Siyam'a Tanrıların iradesiyle seyahat ederken bir balıkçıya rastladı. Bu balıkçı kayığına binip kendisi ile birlikte denize açılmasını ona emretti. Üçüncü günü bunlar, iki lisanı ayrı ayrı görüşmeye muktedir iki dilli bir insan cinsinin oturduğu bir adaya vardılar. Buradaki adamlar onlara acayip hayvanlar, on altı ayağı ve tek gözü olan kaplumbağalar, eti çok lezzetli kocaman yılanlar, sahipleri için denizde balık tutan dişli kuşlar gösterdiler. Yeraltı devletinden geldiklerini söyleyip bu devletin bazı taraflarını tasvir ettiler."

Benimle Pekin-Urga seyahatini yapmış olan Lama Turgut daha başka izahlarda bulundu:

Agarti'nin payitahtı etrafında büyük rahiplerle âlimlerin oturduğu şehirler vardır. Payitaht, mabetler ve manastırlarla örtülü dağın tepesinde Dalai-Lama'nın sarayı Potala'nın bulunduğu Lhassa'yı hatırlatır. Cihan hâkiminin taht etrafında iki milyon tecessüs etmiş tanrı durur. Bunlar aziz panditalardır. Sarayın kendisi de yeryüzünün, cehennemin ve gökyüzünün görünür ve görünmez kuvvetlerine sahip olup insanların ölüm ve dirimleri bakımından her şey iktidarlarında bulunan Goro'ların saraylar ile ihata edilmiştir. Şayet bizim çılgın beşeriyet onlara karşı savaşa kalaşacak olursa bunlar yıldızımızın yüzünü hallâç pamuğu gibi atıp onu çöle çevirebilirler. Onlar denizleri kurutabilir, kıtaları Okyanus haline getirebilir ve çölün kumları arasına dağları serpiştirebilirler. Onlar emir verince ağaçlar, otlar ve çalılar sürmeğe başlar, yaşlı ve zayıf kimseler gençleşip kuvvetlenir ve ölüler dirilirler. Onlar bilmediğimiz acayip arabalara binip yıldızımızın dar geçitlerinden hızla geçerler. Hindistanın bazı brahmanları ile Tibetin bazı Dalai-Lamaları, hiç bir insan ayağının henüz basmamış olduğu yüce dağlara tırmanmaya muvaffak oldukları zaman buralarda kayalara oyulmuş yazılar, ayak ve araba tekerleklerince bırakılmış izler buldular. Aziz Çekya- Muni bir dağ başında öyle taş tabletler buldu ki ancak olgun yaşa gelince manalarını anlayabildi. Ve sonra, Agarti krallığına girerek oradan hafızasında saklamış olduğu kutlu bilim kırpıntılarını getirdi. İşte orada, harikalı bilimler köşklerde, müminlerin göze görünmez şefleri otururlar: Cihan hâkimi Brahitma, ki benim sizinle görüştüğüm gibi Tanrı ile görüşür, Mahitma, ki geleceğe ait hâdiseleri bilir; Mahinga, ki bu hâdiselerin seveplerini sevk ve idare eder.

Kutsî panditalar dünyayı ve onun kuvvetlerini tetkik ederler. Bazen, aralarında en bilginleri toplanıp insan bakışının hiç nüfuz etmemiş olduğu yerlere murahhaslar gönderirler. Bunu, yüz elli yıl önce yaşamış olan Taşi-Lama tasvir etmiştir. En yüksek panditalar, bir ellerini daha genç rahiplerin gözlerine ve ötekilerini enselerine temas ettirip bunları derin uykuya daldırır, vücutlarını bir nebat suyu ile yıkar, kendilerini acıya karşı duygusuzlaştırır, bedenlerini sihirli bezlere sarar ve sonra, kudretli tanrıya dua etmeye başlarlar. Taş kesilip yatan, gözleri açık ve kulakları hisli delikanlılar her şeyi görür, işitir ve hatırlarlar. Sonra, onların yanına gelip gözlerini uzun uzun üstlerine diker, vücutları yavaşça yerden yükselir, ve daha sonra, kaybolurlar.

Goro oturduğu yerde kalıp onları nereye göndermişse bakışlarını o taraftan ayırmaz. Göze görünmez iplikler onları bunun iradesine bağlı tutarlar. Bazıları yıldızlar arasında seyahat ederek bunlardaki hâdiseleri, tanımayan milletleri, hayat ve kanunları mütalaa ederler. Görüşmeleri dinler, kitapları okur, talihleri ve talihsizlikleri, sevapları ve günahları, zühdü ve fıskı öğrenirler... Bazıları da aleve katılır ve dinlenmeksizin mücadele eden yıldızların derinliklerinde madenleri eritip çekiçleyen, gayzerler ile sıcak su membalarını kaynatan, ergime [Fusion] haline getirdiği kayaları dağ başlarındaki deliklerden yeryüzüne atan hiddetli ve merhametsiz ateş yaratıcısını görürler. Bir kısmı ise son derece küçük, doğar doğmaz ölen ve şeffaf olan yaratıklar arasına karışıp varlıklarının sır ve hedefine erer, ve bir takımı denizin derinliklerine dalan ve rüzgârları, fırtınaları idare ederek toprağa iyi sıcağı getirip yayan şuaları diyarının uslu ve akıllı mahlûklarını tetkik ederler. Erdeni Cu manastırında vaktiyle Agarti'den gelmiş olan pandita Hutuktu yaşardı. Ölürken, Goro'nun iradesi veçhile doğudan kırmızı bir yıldızda yaşamış, buzlarla örtülü Okyanus üstünde uçmuş ve yerin dibinde yanan kasırgalı ateşler arasından gelip geçmiş olduğunu söyledi.

Prens yurtalar ile Lamaist manastırlarında dinlediğim hikâyeler işte bunlardır. Bunlar bana anlatılırken takılan tavır zerrece iştibah göstermeme elverişli değildi.
Sır bu.

KAYNAKLAR :
Gizli İlimler Kütüphanesi
[Eser adı belirtilmeli], Akba Kitabevi, Ankara 1943.

Devamını Oku »

AGARTA YEARLTI ŞEHİRLERİNİN ÇIKIŞ NOKTALARI





                                                           Agarta Yeraltı Şehirlerinin Çıkış Noktaları

  1. Kentucky Mommoth Mağaraları, Kentucky'in Güney Merkezi, USA.
  2. Manaus, Brezilya.
  3. Mato Grosso, Brezilya - City of Posid
  4. Igua Şelaleri, Brezilya & Arjantin
  5. Epomeo Dağı, Italya.
  6. Himalayan Dağları, Tibet - Shonshe'nin yeraltı şehrine giriş, Hindu keşişleri tarafından iddia edilir.
  7. Mongolia - Shingwa'nın yeraltı şehri, Moğolistan sınırı altına ve bir iddiaya göre Çin'de
  8. Rama, India - Yüzey şehrinin altına, uzun kayıp bir Neous şehridir, Rama diye adlandırılmıştır.
  9. Giza Piramitleri.
  10. King Solomon's Mines (kitap ya da film olması gerekiyor, bu listede bir işi yok da yine de kalsın..)
  11. Kuzey & Güney Kutuplarındaki Bazı Yerler
  12. Shasta Dağı, California - Telos'un Agharthean şehri, iddiaya göre bu dağın altındadır..
  13. Dero Mağaraları - Atlantik'te..
  14. Söylenenlere göre Ege Denizinin altında bir kütüphaneleri bile vardır.

Devamını Oku »

AGARTA YERALTI DEVLETİ





Agarta-Yeraltı Devleti

Önsöz

Agarta Yeraltı Dünya Devleti, çağımızda, insanlığın içine sokulduğu uyanış, idrâkleniş sürecinde, dolaylı ve dolaysız yollarla yapıldığı geniş işlevi ve etkisi ile yeryüzünün toplumsal her türlü eylem ve girişimlerinde söz sahibi olarak, yeryüzünün derin yeraltı yapay yerleşim sitelerinde görkemli çalışmalarını sürdürmektedirler. Araştırmalar, gözlemler ve gelenekler böyle söylüyor. Onbinlerce yıl önce, dış dünyaların üstün senyörleri tarafından kurulduğu belirtilen bu bilgelik ülkesinin, son derece gelişmiş milyonlarca vatandaşı ile, yeryüzünün derin yapay mağara sistemleri içersine yerleşerek, buralardan dünya insanları aralarına zaman zaman dahil edilen yüksek ve kimliği çoğu zaman saklı üstatlar, liderler, bilim adamları vb. vasıtasıyla beşeri evrim ve gelişimin belirli bir program üzere gerçekleşmesini sağladıklarını, çeşitli kaynaklar ifade etmektedirler. Bu yapıtla, Yeraltı Uygarlığı'na ilişkin, bazı Doğu ve Batı kaynaklarından alınan görüş, yorum ve bilgiler bir araya getirilmişler ve iddiasız olarak sunulmuşlardır. Ne var ki, Hakikâtler'in esas kendileri olmayan bu bilgiler, şimdilik hiç değilse, belirli bir önbilgi ve kavram oluşturmak bakımından önemlidir.

1. Bölüm - Tufan Öncesi Koloniler

Alman yazar K.K. Doberer, "The Goldmakers" adlı kitabında şu düşünceyi belirtir: "Atlantis'in bilge kişilerinin görüşlerine göre büyük tehlikeden kaçmanın bir yolu da göç etmektir. Akdeniz üzerinden doğuya doğru ilerleyerek Asya topraklarına varıp DÜNYA'NIN DAMI'nda koloniler kurmaktı. (Himalayalar'da)" Bu, şaşırtıcı bir tahmin olmasına rağmen, belki de gerçeklerden pek uzak değildir. "İyi Kanun"un yüksek rahipleri ve prensleri kültür ve teknolojilerinin tüm meyveleri ile birlikte, yeryüzünün güvence içindeki uzak bir köşesine havadan nakledilmiş olabilirlerdi. İlimlerini, küçük, tümüyle tecrit edilmiş topluluklarda, akademilerimizce bile tahayyül edilemeyecek yüksekliklere değin gelişmiş olabilirlerdi. Görünürde fantastik olan bu kurama ağırlık kazandıracak kanıtlar mevcuttur.

Mahabharata Destanı'nda, göklerde uçakların uçtuğu ve kentler üzerine tahrip edici bombaların atıldığı eski bir devirden bahsolunur. Zalim savaşlar yapılmış ve kötülük serbestçe hükmetmiştir. Jeolojik tufandan az önce olanların muhtemel görüntüsünü eski yazıtlardan ve çoğu ırkların efsanelerinden faydalanarak yeniden kurabiliriz.

Kültürlerin sonunun geldiği ve insanlığın ilerleyişini tehlikeye girdiğini fark eden bir grup açık görüşlü filozof ve bilgin, dünyanın erişilmesi imkânsız bölgelerine çekilmeye karar verdiler. Dağlarda gizli yeraltı sığınakları inşa edildi. Himalayalar'daki saklı vadiler, uyanış meşalesini geleceğe ulaştıracak birkaç seçkin kişiye tahsis edilmişti.

a- Birleşmiş Milletler'ce Bilinmeyen Devlet:

Okyanus, Atlantis'i kapladığı zaman bundan kurtulan koloniler, yıkılmış olan İmparatorluğun hatalarını tekrarlamaktan kaçınarak bir ütopya inşa etmek üzere ayakta bırakılmışlardı. Barbarlık ve cehaletten uzakta kalan bu topluluklar, tecrit olmakla korunarak geliştiler. Daha başından, dış dünya ile bütün teması kesmeye karar verilmişti. Hiçbir engelle rastlanmayan bilimleri gelişerek, Atlantis'in başarılarını geride bıraktı.

Bu anlatımlar, bir fantezi mi? Yine de, günümüzün bazı bilim adamları, şimdiden, gelebilecek bir atom afetine karşı yeraltı sığınakları ve hâtta yeraltı kentleri önermişlerdir. Kentlerin boşaltılması ve yeraltı kasabalarının inşa edilmesi, insanlığın devamlılığını garantiye almak için gösterilen çaba dahilinde sorumluluklarını anlayan bilim adamlarınca teklif edilen projelerdir. Eğer böyle bir plân bugünün bilim adamlarınca da düşünülüyorsa, insanlığın ahlâki çöküşü ve "Brahma'nın onbinlerce güneş gibi parlayan silahı"nın tehlikesi ile karşılaşıldığında Atlantis'in kültürel liderlerince buna benzer bir projenin önerilip gerçekleştirilmesi mümkün değil midir?

Unutulmuş bir devirde bir teknolojiye sahip olmuş güçlü bir devlet görüntüsü, aklı başında bilimsel düşüncenin çerçevesi içinde pekâlâ yer alabilir. Nükleer fiziğin öncülerinden Prof. Frederick Soddy, 1909'da, eskilerin bilimsel geleneklerinin, "dünyanın kaydolunmamış tarihindeki geçmiş birçok devirlerin birinden, bugün bizim yürümekte olduğumuz yolu önceden tamamlamış olan bir insanlık çağından kopup gelen bir yankı" olabileceğini söylemiştir. Bir medeniyetin ürünlerini, yıkıcı savaşların ve jeolojik afetlerin tehlikelerine karşı belirsiz bir süre boyunca koruyabilmek için, yeraltı sığınaklarından daha etkin bir şey olamaz.

İnsanın, bu gezegen üzerindeki yaşam hikayesinden birçok sayfa, Zaman'ın eli tarafından yırtılarak çıkarılmıştır. Ancak, efsaneler, ileri bir medeniyeti yok eden devasa bir afetten bahseder. Kurtulanların çoğu vahşilere dönüşmüştü. Sonradan, "İlâhi haberciler"ce rehabilite edilenler, ilkel durumlardan yükselerek bizim kendi kökenimin de dayandığı geçmiş tarihin uluslarını oluşturdular. "Güneş'in Çocukları"nın gizli topluluklarının nüfusu azdı, ama bilgileri çoktu Yüksek bilimleri sayesinde, bilhassa Asya'da, muazzam bir tüneller şebekesi kazdılar.

Tecrit edilme, bu kolonilerin ebedi kanunu olagelmiştir. Filozoflar, bilim adamları, şairler, ressamlar, yazarlar, din ve müzik ile uğraşanlar çabalarını sürdürmek üzere sakin bir ortama gerek duyarlar. Askerlerin ayak sesini, ya da pazaryerinden gelen bağırtılar işitmek istemezler. Çağlar boyunca, bilgeliklerini buna benzer olanlarla paylaşa geldiklerinden, hiç kimse bu filozofları egoistlikle suçlayamaz. Bu kopukluk, koruyucu niteliktedir. Bugün kaba kuvvet, ilk çağların zamanlarındaki kadar geçerli değil midir? Kaba kuvvet, teknolojik zırhı içinde belki daha da dehşetlidir. İnsanlığı Büyük Kardeşler'i (Elder Brothers), karlı tepeler arasındaki gizli vadilerde kaybolmuş ya da dağlardaki tünellerde saklanmış bir halde yaşarlar. Bu kolonilerin gerçekliği üzerine belirtiler, Hindistan , Amerika, Tibet, Rusya, Moğolistan gibi birbirilerinden bu kadar uzakta olan ülkeler ile dünyanın çeşitli bölgelerinden gelmektedir. Zamanın genişliği içinde, bu raporlar geçen 5000 yıl süresince ortaya çıkmıştır. Çeşitli ülkelerde yaşayan insanların hayalleri ile süslenmelerine rağmen gerçeğin tohumlarını taşıdılar.

Elli yıl kadar önce, Fransız Akademisi'nden Dr. Fredinand Ossendowski, kendisine Prens Chultun Beyli ve onun Lama'sı tarafından Moğolistan'da anlatılan tuhaf bir hikayeden bahsetmiştir. Bu görüşe göre, önceleri Atlantik ve Pasifik Okyanusu'nda iki kıta bulunuyordu. Bu kıtalar denizin dibine çöktüğünde buralarda yaşayanlardan bazıları muazzam yeraltı sığınaklarına kaçtılar. Bu mağaralar, tarih öncesi insanlığın kaybolmuş halkına hayat veren ve bitkilerin büyümesini sağlayan acayip bir ışıkla kaplıdır. Bu ırk, bilimin en yüksek düzeyine ulaşmıştır.

Polonyalı bilgin, Agharta'nın yeraltı halkının büyük teknik aşamalara ulaştıklarını belirtir. Asya'daki devasa tünel şebekesinin içinde, yüksek hızda yol alan olağandışı araçlara sahiptirler. Diğer gezegenlerdeki yaşam üzerine çalışmalar yapılmıştır. Ancak, en büyük başarılarını zihin konusunda elde etmişlerdir.

Meşhur kâşif ve ressam Nicholas Roerich'e, Çin Türkistan'ı ve Sinkiang'taki gezileri sırasında uzun yeraltı koridorları gösterilmiştir. Yerel sakinler ona, kasabalarda alış veriş yapmak için tünellerden dışarı çıkan tuhaf insanlardan bahsettiler. Onlara, aldıklarının karşılığını kimsenin teşhis edemediği eski paralarla ödemişlerdi. Roerich, 1935'te Çin'deki Kalgan yakınlarında Tsagan Kure'de konaklarken, "The Guardians" (Gözeticiler) adlı bir makale yazdı. Bu yazıda, eğer çölün ortasında boşluktan çıkıyormuşçasına gizemli adamlar beliriyorsa, bunlar bir yeraltı geçidinden çıkmış olamaz mı, diye soruyor. Nicholas Roerich, bu gizemli ziyaretçiler hakkına Moğollara danıştığında ona birçok ilginç hususlar açıklamışlardır. Yabancılar, arada bir at sırtında geliyorlar ve ortalığı fazla meraklandırmamak için tüccar, sığırtmaç ve asker gibi giyiniyorlardı. Moğollara hediyeler vermişlerdi.

Uluslararası bir şöhrete sahip olan ve hem araştırmacı, hem de ressam olarak başarılı sayılan bir kişinin tanıklığı hafifçe geçiştirilemez. Andrew Tomas, bu kâşifle 1935 yılı seferinden sonra Şangay'da karşılaşma bahtiyarlığına ermiştir. Burada belirtmeliyiz ki, 1926'da Prof. Roerich ve heyetindeki üyeler, Karakum Dağları'nın üzerlerinde parlak bir disk izlemişlerdir. Güneşli bir sabahleyin ve üç kuvvetli dürbünle objeyi net bir şekilde gözlediler. Sonra, bu oval araç aniden yönünü değiştirir. Kırk yıl önce Orta Asya'da ne uçak, ne de balon vardı. Bu, tarih öncesi bir koloniden gelen bir uçan araç mıydı?

Roerich Heyeti, Karakurum Geçidi'nden geçerken yerli rehberlerden biri kendisine, dağların içlerindeki gizli girişlerden ortaya çıkan uzun boylu, beyaz tenli adam ve kadınlardan bahsetmişti. Bunlar, meşalelerinin ışığı altında karanlıkta görülmüşlerdi. Rehberlerden birinin söylediğine göre, bu gizemli dağ insanları gezginlere de yardım etmişlerdir. Tibet kâşifi Madam A. Davit-Neel, yazılarında Tibetli bir şairden söz eder. Denildiğine göre bu şair, Çin'in Çinhai eyaletinin boş çölleri ile dağlarının bir yerinde bulunan "tanrıların yurdu" na ulaşan yolu bilmekteydi. Bir keresinde, Madam David-Neel'e, bu yerden mavi renkte bir yaz çiçeği getirmişti. Halbuki David-Neel'in bulunduğu bölgede ısı -20 dereceydi ve Dichu Nehri180 cm'ye kadar donmuştu.

b- Kuzey Şamballa

1920'lerde bir Şangay gazetesinde, Dr. Lao-Tsin'in bir ütopya peşinden Orta Asya'ya yaptığı seyahat üzerine yazdığı bir makale yayımlandı. Doktor, James Hilton'un "Lost Horizon" (Kaybolan Ufuk) adlı romanının yayımlanmasından önceki bir tarihe rastlayan bu renkli hikayesinde; Nepal'li bir Yogi ile Tibet'in yaylalarına yaptığı tehlikeli geziyi anlatır. İki gezgin, boş bir dağlık bölgede, keskin kuzey rüzgarlarından korunmuş ve çevresine nazaran daha ılıman bir iklime sahip, saklı bir vadi bulurlar. Dr. Lao-Tsin, "Şamballa Kulesi" nden ve merakını uyandıran laboratuarlardan bahsediyordu. İki gezgin, vadide yaşayanların büyük bilimsel aşamalar yaptıklarını görmüşler, uzun mesafeler dahilinde yapılan olağandışı telepati deneylerini de seyretmişlerdir. Eğer, her şeyi açıklamamak üzere burada yaşayanlara verilmiş herhangi bir sözü olmasaydı, Çinli doktor, vadide geçirdiği günler hakkında daha çok şeyler anlatabilirdi. Doğu'nun Kuzey Şamballa tradisyonuna göre, Orta Asya'da şimdi sadece tuz gölleri ile kumların bulunduğu yerde bir zamanlar muazzam bir deniz mevcuttu. Bu denizin, şimdi geriye dağlardan başka hiçbir şeyin kalmadığı bir adası vardı. O uzak devirlerde büyük bir olay meydana geldi:

"Ateş'in Çocukları'nın, Venüs'ten gelen Alev Senyörleri'nin arabası, püsküren alevden dilleri ile göğü dolduran korlaşmış ateş kütlelerince çevrili olarak, ölçülmeyecek yüksekliklerden hızlı düşüşün görkemli kükreyişi ile göksel mekanların içinden yeryüzüne doğru parladı; Gobi Denizi'nin sinesinde gülümseyerek uzanan Beyaz Ada'nın (White Island) üzerinde asılı kalarak durdu."

Sibirya, Tunguska'da 1908'de yere çakılan kozmik uzay gemisi olayının zamanımıza yarattığı tartışmanın çerçevesi içinde bu Sanskrit metinin ciddi olarak incelemeliyiz.

Şamballa, Tibet ve Moğolistan folkloru ile şarkılarında, en yüksek dereceden bir realite biçimine dönüşene kadar yüceltilmiştir. Nicholas Roerich, Orta Asya'daki bir sefer gezisi sırasında, Şamballa'nın üç ileri sınır noktasından biri olarak kabul edilen beyaz bir sınır boyu mevkiine rastladı. Lamalık'ta Şamballa inancını ne kadar kuvvetli olduğunu göstermek için, Roerich'le konuşan Tibetli bir rahibin sözlerini aktaralım: "Şamballa halkı zaman zaman dünyaya çıkar. Şamballa'nın, dünya ortamında yaşayan ortakları ile buluşurlar. İnsanlığın iyiliği için dışarıya kıymetli hediyeler, harikulâde emanetler gönderirler." Csoma dö Köros (1784-1842), Tibet'teki Budizm geleneklerini inceledikten sonra Şamballa ülkesini Siri Derya Nehri'nin ötesinde, 45 ile 52 derece kuzey paralelleri arasında yerleştirmiştir. Belçika, Antwep'te yayımlanan bir 17. yüzyıl haritasının Şamballa ülkesini göstermesi dikkate değer bir husustur. Peder Stephen Cacella gibi Orta Asya'daki ilk Cizvit gezginleri, "Zembala" adında bilinmeyen bir bölgenin varlığını kayıtlarına geçirmişlerdir.

Albay N.M. Prjevalsky ve Dr. A.H. Frank gibi kâşifler, çalışmalarında Şamballa'dan bahsederler. Eski bir Tibet kitabı olan "Then Path to Shambhala" nın ("Şamballa'ya Giden Yol"), Prof. Grünwedel'ce yapılan tercümesi ilginç bir dokümandır. Ancak, coğrafi işaretler sanki bir amaçla belirsiz hale getirilmişlerdir. Yerlerin ve manastırların eski ve yeni isimler ile onlar, tamamen aşina olmayan birinin işine yaramazlar. Koloniler hakkında gerçekten bilgisi olanlar, Gözeticiler'in insanlık üzerine çalışmalarını engellememek için nerede olduklarını hiçbir zaman açıklamayacaklardır. Ayrıca, Doğu edebiyatı ve folklorunda bu yerlere yapılan atıflar, değişik bölgelerdeki topluluklardan bahsettikleri için bazen çelişkiye düşmüş gibi görünürler.

Andrew Tomas, bu konuyu birçok yıllar inceledikten sonra bu bölümü Himalayalar'da yazmıştır. Kendisine göre, "Şamballa" adı, Gobi'deki Beyaz ada'yı, Asya ve diğer yerlerdeki saklı vadiler ile tünelleri ve daha birçok şeyi kapsar. Taoizm'in kurucusu Lao Tse (İ.Ö. 6. Yy), "batı tanrıçası" olan His Wang Mu'nun yurdunu aramış ve bulmuştu. Taoist gelenek, tanrıçanın binlerce yıl önce bir ölümlü olduğunu doğrulamaktadır. Tanrıça, "ilahi" olduktan sonra, Kun Lun Dağları'nda inzivaya çekilir. Çinli rahipler, rehbersiz gezginlere geçit vermeyen muhteşem güzellikteki bir vadinin mevcudiyeti üzerine ısrar etmektedirler. Kun Lun Dağları'ndaki bu vadi, bir cinler topluluğuna hükmeden His Wang Mu'nun yurdudur. Bunlar, dünyanın en büyük bilim adamları olabilirler.

Bu görüş açısından bakıldığında, Roerich Heyeti tarafından (Kun Lun Dağları'nın bir uzantısı olan) Karakurum Dağları üzerinde acayip bir uçan aracın görünmesi oldukça anlamlıdır. Bu acayip disk, "tanrılar" a ait bir uçak olabilir, ya da uzay hangarından gelmiş olabilir.

Şimdiye kadar söylenenlerden anlaşılacağı gibi, gizli topluluklarda yaşayanlarla temas kurmanın zorluğu açıkça bellidir. Yine de bu karşılaşmalar, kayda geçirenlerden çok daha sık olagelmiştir. Kayıtların bulunmaması, bu eski kolonilerin ziyaretçilerinin, haklı nedenlerle, kaçınılmaz bir gizli yemini etmeye bırakılmaları ile açıklanabilir. "Mahatma" lar, Kadim Bilim'in bekçileri ve Çağlar'ın Hazinesi'nin gözeticileri olduklarından; değişiklik meraklıları, hazine avcıları, ya da şüpheciler tarafından rahatsız edilmek istemezler.

Mahatmalar'ın, insanlığa yardım faaliyetlerinin kapsamını aydınlatıcı bir biçimde özetleyen mektupların birinden aktarma yapmak yerinde olacaktır:

"Sayısız kuşaklarca üstatlar, yalçın kayalıklardan oluşan bir mabed, devasa bir Sonsuz Düşünce Kulesi inşa etmişlerdir. Burada 'Titan' yaşamıştır ve daha gerekirse tek başına yaşayacak, buradan ancak her devrenin sonunda, kendisiyle birlikte çalışmak ve sırası geldiğinde boş inançlı insanları aydınlatmak için insanlığın seçkin kişilerini davet etmek üzere çıkacaktır."

Temmuz 1881'de Mahatma Koot Humi böyle yazmıştır. Evrim yolundaki büyüklerimizin, "İyi Kanun" un takipçileri kişilerin Atlantis'ten göçlerini emretmiş olmaları çok muhtemeldir. Atlantis'in görkemli günlerinde ulaştığı tüm maddesel ve spiritüel aşamalar halâ daha gizli kolonilerde muhafaza ediliyor olabilirler. Bu ufacık Cumhuriyet, Birleşmiş Milletler Organizasyonu'nda temsil edilmemesine rağmen, Dünya gezegenindeki tek kalıcı devlet ve kayalar kadar eski bir bilimin bekçisi olabilir. Şüpheciler şunu unutmamalıdırlar ki Mahatmalar'ın Mesajları, belirli bazı hükümetlerin devlet arşivlerinde halâ korunmaktadırlar.

Rus folklorunda, içinde hakkaniyetin hükmettiği Kitezh yeraltı kentine dair bir efsane vardır. Çar hükümetince mahkûm edilen İhtiyar İnançlılar (Old Believers) bu Vaat edilmiş Ülke'yi aramışlardı. Gençler, "Nerede bulunacak?" diye sorduklarında ihtiyarlar, "Batu yolunu izleyin", diye karşılık verdiler. Tatar fatihi Batu Han, batıya doğru ilerleyişine Moğolistan'dan başlamıştı. Bu yön, ütopyanın Orta Asya'da bulunacağını belirtiyordu.

Efsanenin diğer bir çeşitlemesinde de Rusya'daki Sveltloyar Gölü belirliyordu. Ancak, gölün dibi taranıp da bir şey bulunamayınca bu iddianın aslı olmadığı anlaşıldı. Kitezh geleneğini Kuzey Şamballa geleneği ile birlikte ele almak gerekir. Aynı şeyi Belovodye Destanı için de söyleyebiliriz.

Rus Coğrafya Derneği'nin 1903 yılı Dergisi'nde Korolenko'nun yazdığı, "Ural Kazakları'nın Belovodye Krallığı'na Yaptıkları Yolculuk" adında bir makale vardır. Aynı şekilde, 1916'da Batı Sibirya Coğrafya Derneği de Belosliudov'un "Belovodye Tarihi'ne" başlıklı bir yazısını yayımladı.

Bilimsel kuruluşlarca sunulan bu makalelerin her ikisi de oldukça ilginçtir. Rusya'daki "Starover" ya da İhtiyar İnaçlılar arasında süregelen tuhaf bir tradisyonda bahsederler. Buna göre, "Belovodye" ya da "Belogorye" -Beyaz Sular'ın ve Beyaz Dağlar'ın ülkesi- diye bir yerde dünyasal bir cennet mevcuttur. Şunu da unutmayalım ki Kuzey Şamballa, Beyaz Ada (White Island) üzerine kurulmuştu.

Bu hayalet krallığın coğrafi konumu, ilk anda edinilen izlenimdeki kadar belirsiz olmayabilir. Orta Asya'da, bazılarının korumakta olduğu, beyaz bir tabaka ile kaplı birçok tuz gölü vardır. Chang Tang ile Kun Lun Dağları'nın tepeleri de karla kaplıdır

Nicholas Roerich'in Altay Dağları'nda edindiği bilgiye göre, büyük göllerin ve yüksek dağların ötesinde bir "gizli vadi" mevcuttu. Birçok kişinin Belovodye'ye ulaşmak için çabalamasına rağmen, başaramadıklarından söz ediliyordu. Ancak, aradıklarını bulan bazı kişiler, kısa bir süre için orda kalmışlardı. 19. yüzyılda, iki adam bu ütopyaya ulaştılar ve geçici olarak orada yaşadılar. Döndüklerinde, kaybolmuş koloni hakkında harikalardan bahsettiler, ama "diğer harikalardan söz etmelerine izin verilmemişti."

Bu hikâyenin, daha önce anlattığımız Dr. Lao-Tsin'inki ile birçok ortak noktası olduğu görülüyor. Roerich'in bu toplulukların birinden manastırına dönmekte olan bir lama hakkındaki hikâyesinden, bu gizli yerleşim merkezlerindekilerin bilime yönelik kişiler oldukları sonucunu çıkarabiliriz. Bu keşiş, dar bir yeraltı geçidinde kusursuz yetiştirilmiş bir koyunu taşımakta olan iki adama rastlar. Hayvan'ın, gizli vadide uygulanan bilimsel üretme için kullanıldığını
anlaşılmaktadır.

Misyonerlerin, 19. yüzyıldan kalan ve Çin imparatorlarının kritik zamanlarında akıl danışmak üzere "Dağların Cinleri" ne (Genii of the Mountains") temsilciler gönderdiklerini teyit eden nadide raporları Vatikan Arşivleri'nde korunmaktadır. Bu dokümanlar, Çinli diplomatların nereye gittiklerini belirtmeseler dahi, sadece Chang Tang, Kn Lun ya da Himalayalar''a gitmiş olabilirlerdi.

Katolik misyonerlerin bu kayıtları (ve Monseigneur Delaplace'nin yazdığı "Annales de la Propagation de la Foi"), Çinli bilgelerin Çin'in geçit vermeyen bölgelerinde yaşayan insanüstü varlıklara inandıklarını gösterir. Kayıtlardaki tariflere göre "Çin Koruyucuları" ("Protectors of China") görünüşte insana benzer ama fizyolojik olarak bizlerden farklıdırlar.

c- Kutsal Dağlar ve Kayıp Kentler

Dünya üzerindeki birçok dağın "tanrılar" ın yurdu oldukları düşünülür. Bu, bilhassa Hindistan için geçerlidir. Hindular, Nanda Devi, Kailas, Kançencanga ve diğer birçok yüksek tepenin ilahî anlam taşıdıklarına inanırlar. Onlara göre dağlar tanrıların yaşam mekânlarıdır. Dahası, sadece tepeleri değil, dağların içlerini de kutsal sayarlar. Şiva'nın tahtının Kailas (Kang rimpoche) Dağı'nda olduğunu söylenir. Ayrıca, Kançencanga üzerine Şiva'nın gökten indiği de kabul edilir. Tanrıça Lakshmi'nin ise, Şiva'nın aksine, bu tepeden cennete yükseldiğine inanılır. Bu efsanelerin analizi sonucunda kişi, insanların arasından tanrıların yaşadığı zamana ait geçmiş bir devirde, iki yönlü bir hava ya da uzay trafiği sürdüğü izlemine kapılıyor.

Medeniyetin ilk ışıklarının ağarmasıyla birlikte, insanlığın vahşetten kurtulmasından bu yana iyilik sever, güçlü tanrılara karşı bir inanç belirdi. Dünyanın belirli bölgeleri ve göklerdeki yaşam yerleri bu uzaylı varlıklara atfedildi. Eski Yunanistan'da, Parnas ve Olimpos Dağları'nın tanrıların tahtları olduğu düşünülürdü. Mahabharata'ya göre, Asuralar göklerde yaşarken Paulomalar ve Kalakanjalar, uzayda yüzmekte olan altın kent Hiranyapura'da yerleşmişlerdi. Aynı zamanda, Asuralar'ın yeraltı sarayları da vardı. Uçan yaratıklar Nagalar ve Garudalar'ın da buna benzer yeraltı yaşam merkezleri mevcuttu. Acaba bu efsaneler, alegorik anlamda uzay platformları, kozmik uçuşlar ve dünyadaki uzay hangarlarından mı bahsediyorlar.

Puranalar, Uzay Boyutları'nın Ataları (The Ancients of Space Dimensions) olan "Sanakadikalar" dan söz eder. Geçmiş zamanlarda uzay gezilerinin yapılmış olması ihtimalini kabul etmezsek bu varlıklar bir gizem olarak kalacaklardır. Astronomi olmadan yıldızlararası ulaşım imkânsız olduğuna göre, Atala'nın (yoksa "Atlan" mı?) idarecilerinden Maya'nın, astronomiyi güneş-tanrı'dan almış olduğunu belirten Surya Siddhanta, sanki bu bilgin kişinin, kozmik bir köke bağlı olduğunu ima eder.

Tanrılar; Yunanlı, Mısırlı ya da Hintli de olsalar, istisnasız olarak insana işe yarar bilgiler veren ve kritik anlarda onu uyaran velinimet olarak görünürler. Hint metinleri, dünyanın merkezi olan Meru Dağı'ndan söz ederler. Bu dağ bir yandan Tibet'teki Kailes Dağı ile tanımlanırken, diğer yandan dünyadan 411, 000 mil yüksekliğe ulaştığı da söylenir. Yoksa, Kailas Dağı, Atlantis'in son afetle yok olmasından önceki tarihlerde dahi mevcut olan ve uzaya açılan bir geçit midir?

d- Shasta Dağı ve Esrarengiz Kızılderililer:

Belirli dağlarda yaşamakta olan üstün varlıklara ait hikâyeler çok yaygındır. Kuzey-batı Pasifiğin Amerikan Kızılderili mitolojilerinde Kaliforniya'daki Sahsta Dağı önemli bir yer tutar. Efsanelerden biri, Tufan'dan söz etmektedir. Eski kahramanlardan Çakal'ın (Coyote) kendini kurtarmak için nasıl Shasta Dağı'nın tepesine kaçtığı anlatılır. Arkasından yükselen su, zirveye ulaşmaz. Çakal, kuru kalan tek yer olan tepelerde bir ateş yakar. Tufan yatışınca da afetten sağ çıkan birkaç kişiye ateşi getirir ve onların kültürel kahramanı olur

Bu efsanelerde ayrıca, Uzay-Ruhları'nın Şefi 'nin (Chief of the Sky-Spirits) ailesi ile birlikte Shasta Dağı üzerine indirdiği, eski zamanlardan bahsedilir. Dünyalı insanların, Uzaylılar'ın yaşam yerlerine yaptıkları ziyaretlerden de söz edilmektedir.

Shasta Dağı efsaneleri Büyük Tufan, astronotlar ya da havacıların dünyaya inişi ve dağın içinde yeraltı sığınaklarının tesisi gibi geçmişteki gerçek olaylara dayanıyor olabilir. Dahası, bu koloni halâ yaşıyor olabilir. Bu varsayımı destekleyen kanıtlar mevcuttur.

Geçen yüzyılın ortasında, Kaliforniya'daki Altına Hücum günlerinden sonra, maden araştırmacıları, Shasta Dağı'nın üzerinde görülen gizemli parıltılardan söz ettiler. Bunlar bazen açık havada oluştuklarından, yıldırımla bir ilişkileri olamazdı. O zamanlar henüz ülkede elektrik bulunmadığından, bu parıltıların elektrikle açıklanması da düşünülemezdi. Daha yakın zamanlarda ise, Shasta Dağı üzerinde, arabaların ateşleme tertibatlarında, görünürde bir neden olmadan ortaya çıkan arızaların söz konusu olduğunu görüyoruz.

1931'de Shasta Dağı'nda bir orman yangını çıktığı sırada, gizemli bir sis belirmiş ve yangının yayılmasına engel olmuştu. Yangının yarattığı zararın sınır çizgisi yıllar boyunca izlenebildi. Merkezi bölge çevresinde tam bir eğri çiziyordu. 1932'de Los Angeles Times tarafından tuhaf bir makale yayımlandı. Yazarı Edward Lanser'in iddiasına göre, Shasta Dağı çevresinde yaşayanlarla yaptığı görüşmelerin sonucunda, dağın üzerinde ya da içinde acayip bir topluluğun mevcut olduğunun yıllardır bilindiği gerçeği ortaya çıkmıştı. Hayalet kasabada yaşayanlar, kısa kesilmiş saçları ve alınlarını çevreleyen bantları ile beyaz tenli, uzun boyunlu, asil görünüşte kimselerdi. Uzun, beyaz elbiseler giymişlerdi. Tüccarların dediğine göre, bu adamlar nadiren dükkânlarına gelirler, aldıklarının karşılığını her zaman malların değerini bol bol geçen altın külçeleri ile öderlerdi. Shastalılar, ormanda gördüklerinde ya kaçarak ya da birden ortadan kaybolarak temas kurmaktan kaçınmışlardır. Dağın eteklerinde Shastalılar'a ait acayip sığırlar belirmiştir. Amerika'da bilinen hayvanların hiçbirine benzemiyorlardı. Shasta Dağı bölgesinin üzerinde, rokete benzer hava gemilerinin gözlenmiş olması muammayı daha da arttırmaktadır. Bunlar kanatsız ve gürültüsüzdüler. Bazen, Pasifik Okyanusu'na dalarak gemi ya da denizaltı gibi denizde yollarına devam ettikleri de oluyordu.

Eski Kızılderili efsanelerinin bahsettiği gibi dağın göbeğinde, Uzaylılar'a ait bir sığınak var mıdır? Bunlar, gerçekten, tüm gezegeni kaplayan bir tufandan, uçan araçlarıyla mı kaçmışlardır?

Buna benzer gizli toplulukların Meksika'da da bulunması muhtemeldir. Harold T. Wilkins "Mysteries of Ancient South America" ("Kadim Güney Amerika'nın Gizemleri") adlı kitabında, Kızılderililer'le mal değiş tokuşu yapan, bilinmeyen bir Meksika halkından bahseder. Bunların, kaybolmuş bir orman kentinden geldikleri sanılmaktadır.

Roerich'in kayıtlarında, dağlardan gelip Sinkiang'da alış veriş yapan ve karşılığını eski altın paralarla ödeyen gizemli adam ve kadınların bahsi geçer. Kaliforniya, Meksika ve Türkistan, birbirinden oldukça uzak yerler, ama yine de acayip kişiler hakkındaki hikâyelerin birçok ortak noktaları var gibi.

L. Taylor Hansen, "He Walked the Americas" ("Amerika Kıtalarının Yürüyerek Geçti") adlı kitabında, yıllar önce özel uçaklarıyla Yıkatan Cangılı üzerinde uçmakta olan Amerikalı bir çiftten söz eder. Yakıtları tükenince mecburen inişe geçerler, havadan gözlenmeye karşı kamufle edilmiş gizli bir Maya kentine rastlarlar.

Mayalar, kökeni hiç şüphesiz Atlantis'e dayanan saygıdeğer kültürlerini korumak üzere, dış dünyadan tamamiyle tecrit edilmiş bir halde, geçmişin ihtişamı içinde yaşamaktadır. Amerikalı çift, kentlerinin yerini açıklamayacaklarına dair Mayalara söz verirler; uzun bir süre Yutakan'da kaldıktan sonra, Meksika'nın gizli halkının ahlâkî ve entelektüel düzeyi üzerine oldukça övücü izlenimlerle birlikte Amerika Birleşik Devletleri'ne dönerler.

Tanınmış Amerikalı arkeolog J. L. Stephens "Incidents of Travel in Central America, Chiapas and Yucatan" ("orta Amerika, Çiapalar ve Yukatan Gezilerinden Olaylar") adlı kitabında, bir İspanyol rahibin 1838-9'da Cordillera Dağları'nda gördüklerinin hikâyesini aktarır:

"Büyük bir kent geniş bir mekana yayılıyor, içindeki beyaz kuleler güneşte parıldıyordu. Geleneklere göre, beyaz tenli insanlar arasında bu kente ulaşan hiç olmadığı gibi, yerliler Maya diliyle konuşmakta, tüm topraklarının yabancıların eline geçtiğini bilmekte ve arazilerine girmeye kalkan beyaz adamları öldürmektedirler. Paraları, atlar, sığırları, katırları ya da evcil hayvanları yoktur."

İspanyol işgalciler, içlerinde muazzam hazine ve malzeme depolarının bulunduğu cangılda saklı olan ileri sınır üslerine ait Aztek tradisyonunu kayıtlara geçirmişlerdi. İşgalciler Meksika'ya ayak bastıkları zaman, bu yedek üsler hakkındaki bilgi, hemen hemen tamamiyle unutulmuş bulunuyordu. Verrill'in yazdığına göre, "Bu 'kaybolmuş kentler'den herhangi bir tanesini keşfeden birinin bulunmaması, bunların mevcut olmadığı ya da zamanımızda var olmayacakları anlamına gelmez." Peru ve Bolivya'nın Quecua Kızılderilileri, And Dağları'nın içindeki yaygın bir yeraltı tünel şebekesinden bahsederler. İnka öncesi üstat inşaatçıların, mühendislik alanındaki olağandışı başarılarını düşünürsek, bu hikâyeler gerçek olabilir. Albay P.H. Fawcett, Atlantis gerçeğini ispat edebileceğine inandığı kaybolmuş bir kent ararken hayatını feda etmişti. Güney Amerika'daki bu çeşit bir kentin yıkıntılarını gördüğünü söylüyordu.

Bu geleneksel inançlardan bazıları, bizi Atlantisliler'in ve Hattâ belki de daha önceki ırkların neslinden gelenlerin kolonilerine ulaştırabileceğinden; kaybolmuş kentler, kutsal dağlar, saklı vadiler ve tünellere ait efsaneler hiçbir önyargı olmadan incelenmelidir.

Agarta Yeraltı Devleti, EK BÖLÜM

a - Bilinmeyen Üstatların Bir İnisiyesi Robert Charroux:

Robert Charroux "Mysterious Unknown" adlı kitabın biricik yazarı değildir. Onun yazdığı, araştırmayı yürüttüğü malzemeyi seçtiği ve planladığı, temellerini attığı, iddialarının tartışılmasını yapıldığı gerçektir. Orijinal ve yayımlanmamış dokümanların peşinden dünya arşivlerini taramıştır. Ancak birçok yardımcısı da olmuştur.

Beraber çalıştığı bu kişilerin bazıları olağanın çok ötesindedirler. Kendisi, aralarından bazılarının Dünya'nın bilinmeyen Efendileri olabileceği yücelmiş Varlıklar'ca eğitilmiştir. Ona azar azar öğretmişler, evvelce belirlenmiş bir planı uygularcasına sırların bir bir açıklamışlardır.

Örneğin, "Melekler'in Efendisi" (Master of Angels) bir efsane değildir. Gerçekten vardır ve Fransa'da yaşamaktadır. Fakat, isminin yayımlanmasını arzu etmemektedir.

Yüksek Rahip Anubis Schenouda, bir Mısırlı inisiyedir. Robert Charroux, kesin olarak sadece en yüksek derecelerden birkaç üstadın öğrenmeye hak kazandığı belirli açıklamalara muhatap olan tek kişidir. Niçin? Üstad, kendi nedenlerini söylemektedir.

Daha da tuhafı sadece C.P. baş harfleri ile belirtebileceğimiz "Hint Gizemleri" ne inisiye olanlar'ın Koleji'nden bilinmeyen Üstadlar, öbür dünyadan arkadaşımıza yardım ederek ona, içeriği zengin fikirler telkin etmektedirler. Bir C. P. sözcüsü şöyle demektedir:

"Biz, Robert Charroux'a görevinde yön vermek üzere Dünya'nın Efendisi'nce atandık. Kendisinin imanlı olup olmaması önemli değildir. Bilinçli olarak aramasına gerek kalmadan bazı şeyler ona gelecektir..."
 Guy Tarade ve Andre Millou gibi diğer Arayanlar'ı da yöneten, Nis'teki "Medeniyetin Bilinmeyen Öğelerini Araştırma ve Çalışma Merkezi" (CEREIC), arşivlerini Robert Chamoux'un emrine vermiştir . Ayrıca, gezegenimizin ötesindeki Üstadlar'ın bir temsilcisi olduğu söylenen Mn. Y. ve "İnka Güneş Dini"ni (Inca Religion of the Sun) tekrar tesis eden Gregori B. gibi bazı hakikî Drüidler, bu kitabın yazarından Üst'lerine övünerek bahsetmişlerdir. Robert Charroux onların kardeşlik cemiyetinin bir üyesi olmadığına göre, bu husus daha da önem kazanmaktadır .

Robert Charroux'un, Spritüel bir uyanışı desteklemeye yardımcı olması gereken buluşlarına yeni bir malzeme eklemek için yardım edenler İşte böylesine işbirliği yapan kişilerdir.

b - Villeneuve Üstadı

İnisiyasyon tek bir Üstad'ın ayrıcalığı değildir. Rose Croix Derneği'nce yayınlanan bilgiye göre tüm Üstadlar, -Üstadlar'ın Üstadı- Maha tarafından idare edilen merkezi bir Yüksek İnisiyeler örgütünce denetlenir. Maha'nın, Paris, Kahire, Bombay, Pondicherry'de ve Meru Dağı ile Asgard gizli mabetlerinde çalışan bütün İnisiyeler'in en yükseği olduğuna inanılmaktadır.

Fransa'da, en meşhurları Rose Croix'inki olmak üzere muhtelif inisiyasyon merkezleri tesis edilmiştir. 15. yüzyıldan beri, -aslında, insanlığın var oluşundan beri- Büyük Atalarımız'ın sırlarını naklede gelen Rose Croix Üyeleri, Bilinmeyen Üstadlar'ın en yüksek Meclisi'ni oluşturmuşlardır.
Fransız Rose Croix'in Başı olan Raymond Bernard, Avrupa'da en yüksek Elçi ve Fransızca konuşulan tüm ülkelerde Büyük Üstad'dır. Onun üstünde Rose Croix'in Başkanı (İmparator) Dr. Ralph Lewis vardır. Hatta, başkan'ın da üstünde, başlarındaki Maha ile birlikte Bilinmeyen Üstler(=Unknown Superiors) bulunmaktadır.
c - İstanbul'daki Agarta Toplantısı

"Villeneuve Üstadı", 24 Aralık 1966'da İstanbul'da Bilinmeyen Üstler'le buluştu. Kendisi bu görüşmeyi sınırlı bir yayında anlatmıştır. Ya da, daha doğrusu, açıklaması için Bilinmeyen Üstler'ce kendisine izin verilenleri yayımlamıştır.

Kitabın adı "Tasavvur Olunamazla Karşılaşma"dır (Meeting with the Inconceivable). Bu kitap, yüzyıllarca, insanların bahsettiği "Görünmeyen"in, şarlatanlar ve hayalperestlerin icadı olmadığını kesinlikle ispat ettiği için çok önemli bir çalışmadır.

Villeneuve Üstadı'nın anlattığına göre kendisi, Saint Yves d'Alveydre gibi, belirli açıklamalar yapmaya izinlidir. d'Alveydre'nin bahsettiği Agarta adı değiştirilmiştir ve Yüksek Meclis'in (High Council) kendi içinde, tarihin ve zamanın hızlanmasıyla uyumlu hale getirilmesi için bazı ufak değişiklikler meydana gelmektedir. Agarta'nın yeni adı sadece "belirli birkaç kişi"ye bildirilebilir.

Yüksek Meclis, "bu dünyanın evrimi içinde ulaşacağı en yüksek noktayı" bilen 12 büyük üstattan oluşmaktadır. Bu kişiler, günümüzün politikasını etkileyecek bir durumda olmalarına rağmen bizler yine de özgür irade sahibiyizdir. Bütün bu 12 kişinin üzerinde, daha da yüksek bir düzeyde üstün bir hiyerarşi içindeki "Görünmeyen Varlıklar" yer alırlar. Villeneuve Üstadı kitabında ayrıca, Bilinmeyen Üstler'in, diğerleri arasında, Robert Charroux'un çalışmalarını da okuduklarını açıklamaktadır. Bu yazarlar hakkında şunları söylemektedir:

"Bu kişiler tarafından değerli çalışmalar yapılmıştır. Sorunlar iyi takdim edilmiş ve cevaplar her ne kadar verilmemişse de ima edilmişlerdir. Bu alanda, çağdaş yazarlar arasında, Robert Charroux en yüksek düzeydedir."

KAYNAKLAR :

Gizli İlimler Kütüphanesi
Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi

Devamını Oku »

AGARTA UZAY GEMİSİ TEKNOLOJİSİ




Agarta Uzay Gemisi Teknolojisi

Çetin Bal

" Eğer siz kayıp kıtalara, medyumluğa ve UFO'lara gömülmüşseniz, bilimsel bulgular için akli yeriniz kalmamış olabilir." (Carl Sagan)

Sevgili arkadaşlar yukarıdaki Carl Sagan'ın ifadeleri son derece anlamlı ve düşünülmesi gereken ifadelerdir. Elbette ki bizim yapmış olduğumuz yıldızlar arası yolculuk ve zaman yolculuğu araştırmaları somut ve bilimsel düzeyde araştırmaları gerektirmektedir. Fakat hep dediğim gibi daima temkinli ve yüksek görüş gücüne dayalı bir araştırma ve düşünme biçimine sahip olmak gerekir. Bilgi nerden gelirse gelsin öncelikle bilgiyi kaynağına bakmaksızın kendi başına değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim. Eğer somut çalışmalara dair bilgi, ‘sezgiler ve ileri yaklaşımlar' veriyorsa o bilgi, kayda değer bir bilgi olup üzerinde düşünülmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu açıdan Vahdet ekolü mensuplarından sevgili Ömer Sami Ayçiçek arkadaşımızın Agarta uygarlığı denen bir uzay uygarlığıyla telepatik olarak kurduğu irtibat sonucunda aldığı bilgiler benim ışıktan hızlı yolculuk teknolojilerine ait çalışmalarımla birebir paralellikte yanıtları içermektedir. Burada bu uzay uygarlığını temsilen Semiyun isminde Agartalı bir arkadaş sorulara yanıt vermektedir. Semiyun'un uzay yolculuğuna dair tüm ifadeleri benim ‘ileri yüksek teknolojinin varabileceği uzak ufuklara dair olan' sezgisel yaklaşımlarımla örtüşür niteliktedir. Gerçi Ömer Sami ve Semiyun'un bu görüşmelerindeki ana hedef teknik bilgi vermekten ziyade esas gaye diyelim AGARTA uygarlığının dünya insanlığına tanıtımıdır. Ben, bu dört cilt halinde yayınlanmış olan Agarta adlı kitaptan teknolojik içerikli bilgileri seçerek siz okurlarımın dikkatine sunmak istedim. Umarım Semiyun'un verdiği bilgiler sayesinde benim çalışmalarım konusunda da biraz daha aydınlanmış olursunuz. Yani Semiyun'un ifadelerinin arkasında durduğumu ve bu ifadeleri kendi adıma sahiplendiğimi söyleyebilirim. Hemen hemen bir çok metafizik kaynaktan gelen bu türdeki teknolojik bilgiler Semiyun'un ifadelerinde adeta biraz daha netleşerek özetlenmektedir.

Aganta'lılar kendi bedenlerini bir yerden bir yere bizim düşünce gücü dediğimiz yöntemle bir anda taşıyabiliyorlar. Fakat bu yöntemle çok uzak bölgelere nakil pratikte bir takım sakıncaları da beraberinde getirdiğinden bu yöntemi çok sık kullanmıyorlar. Ama gelişmiş aletleri vasıtası ile bu amaca hizmet eden enerjiden yararlanıyorlar ve zahmetsizce kendilerini ve eşyalarını bu enerjilerin yardımı ile şuurlarını yitirmeden nakledebiliyorlar. Bu yöntem ile bazı gezegenlere de gidebiliyorlar. Fakat bu enerjiyi kullanma imkanlarının da bir sınırı var. Bu nedenle ve başka nedenlerden dolayı uzay gemileri çok önemli onlar için.

Agarta'lıların yanlarında taşıdıkları bir alet var ve onu kullanmak suretiyle istedikleri yere anında naklolabiliyorlar. Bu aletler daha büyük ana aletler ile ilişkili ve böyle lokal aletleri de var. Bu aletlerde bozulabiliyorlar. Ama sistem öyle kurulmuş ki, bozulmalarına imkan yok. Bu imkan ile yeryüzündeki herhangi bir yere anında gidebiliyorlar.

İnsanları ve eşyaları bir yerden bir yere taşımak için enerji kullanıyorlar. Bir dağı bir anda bir başka yere nakledebilecek durumdalar.

Agartalı'lar düşünce güçleriyle kendi vücutlarının vibrasyonel seviyesini bir üst boyut içerisine geçebilecek şekilde yükseltebilmekteler. Uzay gemilerinin de vibrasyonel seviyesini yükseltebiliyorlar. Ama bu durumda körü körüne bir gidiş ve kontrolsüzlük yok . Bir üst uzay/zaman alanı dediğimiz üst samanyoluna ve ya daha üst boyutlara- üst alemlere çıkıp oradan yararlanarak uzayın derinliklerine kolayca yolculuk yapıyorlar. Örneğin fizik kainat içindeki 200 milyon ışık yılı ötede bulunan bir gezegene gitmek onlar içinde imkansız. Çünkü bu, ışık hızı ile 200 milyon yılı alıyor. Fakat bir üst boyuta geçince oraya gitmek birkaç saatlik bir mesele oluyor. Büyükte küçüğü, küçükte büyüğü görmenin bir başka biçimi bu.

İşin enteresan yönü gidilen gezegenlerde de zamanlar farklı. Dünya zamanına göre örneğin; üç gün sonra yeniden gidilen bir gezegende çok uzun bir süre geçmiş olabiliyor, bir başkasında ise bir kaç dakika.

Zamanın bu durumu Agarta'lılar için bir karmaşıklık ve sorun yaratmıyor. Aynı şekilde hangi gezegene ve gezegenin neresine gitmek isterlerse, sorunsuzca ve hatasız olarak bunu gerçekleştirebiliyorlar.

Agarta'lılar ışınlanma enerjisini kendi dünyalarında, dünyamızda insanları ve eşyaları bir yere taşımak için kullanıyorlar. Uzay gemilerinden yeryüzü için bu maksatla yararlanmıyorlar. Onlar bu enerjiyi güneş sisteminin ilerisine kadarki bir alan içinde kullanabiliyorlar. Örneğin Aya olsun, Venüs'e olsun insanlar bu ulaşım enerjisi vasıtası ile gidiyorlar. Hatta kendi uzay gemilerini bile bu enerji vasıtası ile nakledebiliyorlar. Fakat bu enerjinin yasası gereği bunu uzayın derinliklerine doğru olan nakil işlemlerinde kullanamıyorlar. Şüphesiz teorik olarak bu enerjiden yararlanmayı sağlayan aletleri daha küçük yapmak mümkün ama onu kullanmak için de gezegen gerekiyor.

Agarta'lıların gemileri bu uzayın uzak noktalarına olsun, üst saman yollarındaki(üst uzay) gezegenlere olsun, bir üst uzay boyutuna geçerek çok kısa sürede ulaşıyor. Bu hal altında gemiler farklı bir nitelik kazanmakla birlikte fonksiyonları zerrece değişmiyor. Bir geminin bulunduğu boyuttan, alemden bir üstüne bozulmadan geçmeyi gerçekleştirebilmesi çok yüksek bilgileri içeriyor. Bu nedenle pek çok medeniyet bu konuda, bu noktaya gelip kalıyor. Bir üste geçmesi yani bu bilgiyi alıp, teknolojiyi uygulaması ise uzun çalışmalara ihtiyaç gösteriyor.

Teorik olarak bu bilginin uygulanması sırasında bozulma, dağılma yani imha mümkün. Bunun örnekleri çok az sayıda olmuş. Ama genel olarak bu işlerle uğraşan medeniyetler, zaten çok gelişmiş olduklarından zamanı geldiğinde bu işi hatasızca başarıyorlar.

Uzay gemileri değişik şekillerde olabiliyor. Birkaç metreden birkaç kilometreye kadar boyları değişebiliyor. Büyük gemileri uzayda inşa ediyorlar. Bu gemilerde gerektiğinde yüz binlerce kişi kalabilirmiş. Uzay gemilerini teorik olarak her Agartalı insan kullanabilirmiş ama pratikte ancak bu bilgiye ve tecrübeye sahip ayrıca bu maksatla görev alan kişiler bu gemileri kullanırmış.

Agartalı'lara gemilerinin materyali kendi kendini onaran canlı materyal denebilecek bir maddeden mi yapılmıştır diye sorduğumuzda bu teknolojinin uzaydaki daha geri düzeyli uygarlıklarda kullanıldığını ifade etmektedirler.

Agarta'lılar bizimle aynı Dünya'yı paylaşan ama farklı bir vibrasyonel düzeyde bulunan yüksek bir uygarlık düzeyine ulaşmış gelişmiş bir insan grubudur. Onlarda bizim gibi insanlar. Bizlere benziyorlar. Fakat onlar kendi ruhsal yapılarını keşfedip ruhsal güçlerini kullanabildikleri için bizimkine nazaran daha ruhsal esaslar üstüne kurulmuş bir toplum düzenine sahipler. Agartalılar insan beyninin ve zihnin evrenle ve evrenin sonsuz boyutlarıyla olan bağlantısını keşfettikleri için ve zihnin, düşüncenin, şuurun sonsuz potansiyellerini bilmekle kalmamış bunu kullanabilme olanağını da elde etmiş oldukları için bizlerden çok daha ileri bir uygarlık olma şansını elde etmişlerdir. Aşağıda Ömer Sami arkadaşımızla Agarta uygarlığından Semiyun'un soru ve cevap şeklindeki görüşmelerini ilginize sunuyorum.

Soru: Pek çok Agartalı kardeşimizin yaşadığı başka gezegenler var. Bunların hepsi dünyanın tabi olduğu zamana mı tabidir? .

Semiyun: İşin diğer püf noktası da budur. Her gezegenin aşağı yukarı farklı zaman, daha doğrusu zaman enerjisine tabiyeti vardır. Zamanı da bir enerji olarak nitelendirdiğimizde. O enerjiden de çok değişik şekillerde yararlanma imkanı kendiliğinden gündeme gelmektedir.

Soru: Şuurlu inanç bilgilerinde "maddenin görünmez hale gelişi" diye bir konu vardı. Molekül yapısı üzerinde oynandığında madde orada var olmakla birlikte, bizim açımızdan görünmez hale geliyordu. Böyle bir açıdan bu konuya yaklaşabilir miyiz.

Semiyun: Hayır böyle bir şey bizim açımızdan çok ilkel bir yöntemi ifade eder. Biz molekül yapılar üzerinde değil, doğrudan doğruya atomun henüz keşfetmediğiniz pek çok yapıları üzerinde hakimiyet kuruyoruz. Oralara farklı enerjiler uyguluyoruz. Bu sayede bizim açımızdan o parçaları, varlıklarına zarar gelmeden-bozunmaya uğramadan yok kılabiliyoruz. Yani görünmez yapabiliyoruz.

Soru: Bir uzay gemisi görünmez konumdayken duvarların içinden, meteor parçaların içinden yada bir kara parçasının içinden onlarla çarpışmadan geçip gidebilir mi? Bir hayalet gibi!

Semiyun: Böyle bir durumda uzay aracı örneğin dünya yüzeyine indiği zaman kendi vibrasyonel seviyesi üzerinde küçük bir değişiklik yaparak görünmez olacak. Böylece yükseltilmiş vibrasyonel seviyesi ile o, söz konusu kara parçasının yada kaya parçasının içinden geçerek arzu ettiği noktada tekrar vibrasyonel seviyesini, oranın vibrasyonel seviyesine ayarlayarak geçişini tamamlamış olacaktır. Gemilerimizle uzayda yol alırken karşımıza aniden çıkan bir meteor parçasını algılayan gemi içindeki aygıtlar sayesinde otomatik olarak saniyenin çok kısa bir süresi içinde geminin vibrasyonel seviyesini bir derece yükseltir ve yine çok kısa süre içinde yeniden eski konumuna ayarlama imkanına sahibiz. Bu adeta otomatiğe bağlanmıştır.

Soru: Örneğin A gezegeninden B gezegenine çok kısa sürede uzaysal bir sıçrama yaparak geçiş yapacağız diyelim. Bu durumda vibrasyonel seviyenin değişikliği konusunda ölçü nedir.

Semiyun: Bu da önemli bir konudur. Çünkü vibrasyonel seviye dediğiniz hadisenin mikro ve makroya doğru sonu yoktur. Biz elbette ki bundan çok öncelere nazaran daha kısıtlı vibrasyonel değişiklikler yapma imkanına sahiptik. Ama bu gün için bu sınır daha da genişlemiştir. Herhangi bir örnek verecek durumda sizin açınızdan değilim. Ama şöyle söyleyelim ki, bizde bu konuda çalışmalarımızı sürdürmekte, gemilerimizin vibrasyonel seviyesinin çok daha ötelerinde bulunan noktalara ulaşma arzusu içindeyiz. Bu nedenle de sürekli çalışmalar yapıyoruz ve her gün çok güzel ilerliyoruz. Şunu da önemle belirtirim ki, bizler bu konuda eğitilmekteyiz. Çünkü bu konu düşündüğünüzden çok daha ciddi sonuçları olan bir konudur. Bu nedenle de ihtiyatlı giderek gelişmeyi daima tercih etmekteyiz. Elbette ki her konuda aynı şey söz konusudur. Ama bu konunun inanın ki, yanlışı yoktur.

Soru: Yani vibrasyonel seviyeyi çok yükselttiniz. Bir daha geri dönmeme, toparlanmama hali olabilir veyahut da öyle bir boyutun içine girilir ki, o boyuttaki tehlikelerin ne olduğu bilinemez. Hepsinin araştırmasının tümüyle yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Semiyun: Düşündüğünüz gibidir. Vibrasyonel seviye değiştirildiği anda farklı bir boyut kavramı içerisine girmek durumundasınız. Bunların çok iyi anlaşılması, bilinmesi, amacın doğru olarak ortaya konması gerekmektedir. Aynı şekilde, dediğiniz gibi daima eskiye dönebilme imkanının da sağlıklı bir şekilde olması gerekmektedir. Bu ise sandığınızdan çok daha büyük bir bilimsel çalışmayı ve teknolojiyi gerektirmektedir. Teorik olarak bu tehlike var olmakla birlikte, pratikte biz Agartalılar bu konuda son derece başarılı sonuçlar almış bulunuyoruz. Bu güne kadar herhangi bir tehlike ile karşılaşmış değiliz ama karşımızdaki tehlikelerin de ne olduğunu biliyoruz.

Soru: Daha önceki görüşmelerimizden birinde uzaya açılan medeniyetlerin gelişmiş uzay araçları yapmış olabileceklerini, fakat kainattan bir başka kainata geçmek için boyut değiştirmeleri gerektiğini, süratli bir şekilde bu kainatın içinde hareket edebilmek için de o farklı boyutun imkanından yararlanarak çok kısa sürede, çok uzaktaki gezegene gidilebileceğini söylemiştiniz hatırladığım kadarıyla ve aynı şekilde halden hale geçmenin de büyük bir medeniyet farkı olduğunu da belirtmiştiniz. Bu fark ne kadardır? Yanlış mı izah ettim acaba?

Semiyun: Hayır yanlış izah etmediniz. Kainatınız içinde ki pek çok uygarlıklar, kainat içindeki gezegenlere henüz boyut değiştirerek gitme imkanına sahip değillerdir. Elbette ki bunun ötesinde yine sayısız gezegenlere ait uygarlıklar da bizim seviyemizin çok ötesindeki imkanlarla çok daha mükemmel yolculuklar yapmaktadırlar. Ama biz yine bu seviyeden konuyu ele alacak olursak kainatımız içindeki bir gezegenden bir gezegene gitmek normal olarak ışık hızıyla çok uzun zamanları almaktadır. Çok süratli uzay araçları ile yine bu kainatın imkanları dahilinde ışık hızı aşılamayacağından dolayı uzun zamanlara ihtiyaç bulunmaktadır. Ama şayet bir üst boyutun imkanlarından yararlanmak durumunu elde etmiş iseniz, uzay aracınızın vibrasyonel seviyesini yükselterek o boyuta geçer ve o boyut üzerinde çok kısa bir zaman süreci içerisinde yolculuk yaparak tekrar vibrasyonel seviyenizi düşürdüğünüzde mevcut kainatın içindeki çok uzak bir gezegene çok kısa bir sürede seyahat etme imkanına sahip olursunuz. Yalnız bu çok ileri bir aşamayı gerektirmektedir. Bizler yolculuklarımızı çok uzun bir zamandan beri bu yöntem ile yapmaktayız.

Soru: Düşünce gücünüzle olsun, başka teknolojik seviyenizin gücüyle olsun, adeta bozulmaz, tahrip edilmez aletler, sözgelimi; uzay gemileri yapmıştınız. Ama ben yinede şöyle düşünüyorum. Sözgelimi; o uzay gemileri ile güneşe yaklaşabilir misiniz? Vibrasyonel seviyesini değiştirmeden, normal haliyle. Yada yaklaşırsanız ne derece yaklaşabilirsiniz? O aletlerin dayanma gücü, güneşin verdiği ısının ötesinde midir?

Semiyun: Hayır değildirler ve inanınız ki, olamazlar da. Çünkü sizin güneş hakkındaki mevcut bilgileriniz inanın ki, her bakımdan yetersizdir. Biz güneşi sizin tanımadığınız ölçüde tanıdığımız için bu sözü söylemekte sakınca görmüyoruz. Kendi gemilerimizin metali adeta tahrip edilemez bir tarzda inşa edilmiştir. Ama onun tabi hali ile güneşin tabii halini kıyasladığınızda güneşin sıcaklığının eritme gücü, bizim gemilerimizin dayanma gücünü aşmaktadır. Ama bu durum bizim için bir sorun teşkil etmemektedir. Çünkü gerektiğinde gemilerimiz kendi yolları üstünde ortaya çıkan herhangi bir dünyadan, gezegenlerden, anında vibrasyonel seviyesini arttırmak veya değiştirmek suretiyle, adeta delip geçercesine geçebilmektedirler.

Soru: Peki "Peki tahrip edilemez tarzda inşa edilmiştir" sözünden kastettiğiniz neydi?

Semiyun: Elbette ki o sözümüzü de boşuna söylemedik. O gemilerin yapısı yinede tahrip edilemez tarzda inşa edilmiştir. Ve bu tahrip edilemezliğin içine az önce sözünü ettiğim vibrasyonel değişiklikler de girmektedir. Ama bu son cümleyi hesaba katmasak bile gemilerimiz. İnanın ki, asla tahrip olmayacak şekilde yapılmışlardır. Ama bunun denemesini yapmaya kalkacak olursak, elbette ki gemilerimizin dayanma gücünden çok daha üstün mevcut güçler, haller mevcuttur. Ama sizlere bunların kıyaslamasını yapabilecek durumda değiliz. Çünkü sizin mevcut bilgileriniz neyi, neyle kıyaslayacağımızı anlamanıza imkan vermeyecektir. Ama yine aynı şeyi söylüyorum; gemilerimizin maddeleri pek çok uzay gemisinin yapılmış olduğu maddelerden çok daha güçlüdür. Şüphesiz ki, pek çok medeniyetin uzay araçları mevcuttur. Bizim uzay araçlarımız bu medeniyetlerin genel seviyesinin üzerinde güçlere imkanlara sahiptir. Hemen her bakımdan bu böyledir. Çünkü bizim medeniyetimiz, gerçekten şu kainat içinde gelişmiş sayılabilecek medeniyetlerden biridir. Ama şunu da yine önemle belirtirim ki, bizim dahi hiçbir zaman ilişkiye geçemeyeceğimiz seviyelerde medeniyetler, uygarlıklar, esasında bu kelimelerle bile ifade edilemeyecek yaratılmışlıklar mevcuttur. (... )

Soru: O halde kıyas, yine fiziki alemleri kapsayacak tarzda yapılabilir?

Semiyun: Elbette. Ancak bir şey kendine uygun düşebilecek bir şey ile kıyaslanabilir. Bizim sözümüz daha ziyade fiziki alemleri kapsamaktadır. Ve fiziki alemdeki kainatlar, fiziki alemlerdeki uygarlıklar ile karşılaştırıldığında, bizim uygarlığımızın gelişmişlik seviyesi genel seviyenin üzerindedir.

Soru: Uçan Daire başlı başına büyük uzay gemisi midir Çeşitli ebatlarda olmasına rağmen, yoksa bir takım daha önce bildiklerimizin ışığında, mesela; daha büyük gemilerin içinde bulunup da girip-çıkan yardımcı fonksiyonlar gören bir yapıda mıdır?

Semiyun: Aslına bakarsanız her iki tür de bizde mevcuttur. Yani çok büyük çaplı, oval olmayan daha değişik şekillerde uzay gemilerimiz de vardır. Ve bir uzay gemisinin içinde amaca uygun sayıda, daha değişik, sizin uzay gemisi dediğiniz tarzda uzay araçlarımız da vardır. Bu yapılacak işin niteliğine göre bizler tarafından rahatlıkla tanzim edilebilen bir durumdur. Düşündüğünüz gibidir; Yani gerektiğinde uzay araçlarımız birbirine eklenebilir.. Bu da çok rahatlıkla yapılabilir. Ve böylece o amaca göre de uzay gemimiz ya da gemilerimiz hizmet verirler.

 Soru: Peki yinede hacimsel olarak konuşursak, mesela; bu şekilde çok büyük uzay gemileriniz vardır dersek büyüklüğü hakkında bir fikir verebilir misiniz?

Semiyun: Elbette. Ama bunun boyu sizin mesafe ölçüleriniz ile 2,5 kilometreyi geçmez. Yanlış duymadınız. Sizin için büyük bir rakamdır. Ama yinede 2,5 kilometreyi geçmez. Elbette ki bundan daha büyük tarzda, çapta gemiler de yapılabilir. Ama bunun inanın ki, büyük bir önemi yoktur. O büyük gemilerimiz, büyük olmalarının gerçekten gerekli olmaları nedeni ile bu şekilde planlanmış ve yapılmıştır. Sözümüzü toparlarsak öyle olmaları icap ettiği için o büyüklükte yapılmışlardır.

Soru: Peki bu büyüklükte bir uzay gemisi yeryüzünde mi, yoksa uzayda mı yapılıyor?

Semiyun: Bu da önemli bir konudur. Bunun teknolojik seviye ile bir alakası yoktur. Boyları birkaç yüz metreyi bulan uzay araçları uzayda inşa edilmektedir. Zira yeryüzünde inşa edildikleri taktirde onu uzaya çıkartacak manyetik güç maalesef dünyanıza zarar verecek çapta bir güç olmak zorundadır. Bu tamamen fiziki bir kanundur. O çapta o hacimde ve o ağırlıkta bir parçanın dünyanın çekim gücünden uzaklaşabilmesi için çok büyük manyetik itme gücüne ihtiyaç vardır. Bu güç ise dünyaya, sizin de tahmin edebileceğiniz gibi önemli fiziki zararlar verir. Bu nedenle de bu çaptaki uzay araçları yerçekiminden uzakta yani uzayda inşa edilmektedir.

Soru: Dev ana gemileriniz içerisinde küçük çaptaki gezegenlere iniş için daha küçük çapta gemileriniz var mı?

Semiyun: Evet ana gemilerimiz içerisinde istenilen oranda daha küçük gemiler mevcuttur.

Soru: Tüm bu uzay gemilerinin bir kullanım süresi var mıdır.

Semiyun: Size inanılmaz gelse de bundan 1 milyon yıl önce yaptığımız uzay gemilerini hala kullanıyoruz diyebilirim. Çünkü bu uçan daireler öyle bir tarzda inşa edilmişlerdir ki, bozulmalarına imkan yoktur. Ama yine de şunu ilave edebiliriz ki, bu uçan dairelerimize biz, bu 1 milyon yıllık süre zarfında gelişen teknolojimize uygun olarak yeni araçlar ve gereçler ilave ettik. Ama hiç birini kaldırıp da sizde olduğu gibi müzeye koymadık, koymamıza da imkan yoktur. Daha birkaç milyon yıllık süre için diyorum.

Soru: Ama belki öyle bir seviyeye geleceksiniz ki, bu birkaç milyon yıl sonra belki fiziki bir araç kullanmaya ihtiyaç kalmayacak.

Semiyun: Hayır bunda yanılıyorsunuz. Fiziki kainatta yaşayan insanların, medeniyetlerin daima fiziki araç-gerece ihtiyaçları olacaktır.

Soru: Peki bu uçan daireler ne yakıtı kullanıyorlar? Bizim bildiğimiz gibi bir depoları mı var, bir enerji mi yükleniyor. Yoksa yine bildiğimiz gibi evrenin her zaman, her yerinde bulunan güçlerden, enerjilerden mi yararlanıyorsunuz?

Semiyun: Hayır. Uzay araçlarımızda herhangi bir yakıt deposu yoktur. Ve uzay araçlarımızın bu tür bir sorunu da yoktur. İşte konunun can alıcı noktası da buradadır. Aslında kainatın her yerinde daima mevcut bulunan güçlerden yararlanma yoluna gitmekteyiz. Ve bu güçlerinde açıkçası bir sınırı yoktur. Uzay araçlarımız kendi kapasiteleri oranında bu güçlerden her zaman için yararlanmakta, böylece ihtiyacı olan enerjiyi temin etmektedirler. Bizim enerjisiz kalma gibi bir problemimiz yoktur.

Soru: Peki bu gücü nasıl temin ediyorsunuz?

Semiyun: Elbette ki gemi kendi içinde bulunan aletler vasıtasıyla bu gücü, bu enerjiyi istediği yönde kullanmakta yani kendisini hareket ettirmekte, vibrasyonel seviyesini yükseltip alçaltmakta ve daha sizin bilmediğiniz maksatlarda kullanmaktadır.

Soru: Şimdi en büyük çaplı o 2,5 kilometre boyundaki uçan dairelerinizi, uzay araçlarınızı yine düşünelim. Onlarda aynı küçük gemiler gibi veyahut da diğer gemiler gibi o büyüklükte olmasına rağmen, uzay yolculuklarını aynı prensip dahilinde mi yapıyorlar? Yani vibrasyonel seviyesini yükselterek bir üst boyuta, üst saman yoluna geçip Einstein'ın dediği gibi o solucan delikleri tünelinden ( o kurtçuklardan) yararlanmak suretiyle mi yolculuklarını yapıyorlar? Bu, o büyük gemiler için de geçerli midir?

Semiyun: İnanınız ki büyük küçük bir sorun yaratmamaktadır. Geminin çapı bir kaç metre de olsa, bir kaç kilometre de olsa; prensip, değişmemektedir. Ve asıl uzak seyahatlere nispeten büyük çaplı gemilerimiz ile gitmekteyiz ki, o gemiler içlerinde bir çok küçük çaplı uçan daireyi de barındırmaktadır ve bu yolculuklar önceki ifadelerimde de belirttiğim gibi üst samanyollarından ( üst boyutlardan) yararlanılarak yapılan yolculuklardır.

Soru: Bizim bir mesafe birimimiz var. Metreden başlıyoruz, kilometre den ve nihayet ışık hızından söz ediyoruz. Sizin uygarlığınız içinde bir mesafe ölçüsü söz konusu mudur?

Semiyun: Hayır. Bizler ‘zaman'ı nasıl sizden farklı bir şekilde niteliyorsak, aynı şekilde mesafeleri de sizden farklı olarak nitelendirmekteyiz. "Şu Samanyolu bize bu kadar uzaklıktadır, şu gezegenin boyu şu kadardır" gibi bir yaklaşımı yada bu tür bir kavramı biz düşünmüyoruz. Böyle bir yaklaşım sizin realitenize uygun bir düşünce biçimidir. Çünkü biz insan varlığını çok farklı olarak ele aldığımız için, mesafeleri de insan varlığının yapısıyla değerlendirdiğimizden ortaya sizinkine benzemeyen bir mesafe nitelemesi çıkmaktadır. Benim fiziki kalıbım için A gezegeni birkaç ışık yılı uzakta olabilir sizin zaman ölçünüze göre ama ben kendi ruhsal gücümü kullandığım anda, o zaman ölçüsünü de niteleyerek, tekrar ediyorum, o zamanın niteliğini de hesaba katarak mesafeyi sizin düşünemeyeceğiniz bir süre içinde kat eder ve o gezegene ulaşırım. Burada "o gezegenin mesafesi şu kadardır" kavramı ortadan kalkar. Aynı sistemi gemilerimiz için de düşünecek olursak, zaman faktörünü de hesaba kattığımızda bizler ulaşacağımız gezegenlere sizinkine benzer bir mesafe koyamayız. Çünkü her gezegenin, her sistemin, her kainatın değişik zaman akış hızları olduğunu biz hesaba katıyoruz. Siz bu hesaplamayı yapmadan bir mesafe tahmininde bulunursanız ondan bilimsel manada kuvvetli bir netice çıkartmanıza imkan yoktur. Yani mesafelerin gerçek nitelemesini yapabilmemiz için, olayın içine mutlaka zaman akış hızını katmak gerekmektedir ki, tek başına buda yeterli değildir. Nihayet mesafe kavramı, iki gezegen arasındaki mesafe kavramı, (sizin için böyle bir kavram söz konusu olduğundan aynı şeyi söylüyorum) o iki gezegene karşı pozisyon alan varlığın ruhsal seviyesiyle de yakından ilişkilidir. Bunu da hesaba katarsak bizim sizinkine benzer bir mesafe kavramına sahip olmadığımız ortaya çıkar. Ama şu demek değildir ki, biz bu konuda bir bilgisizlik içindeyiz. Tam tersine bu konuda, bu şekilde yaklaşımımız sayesinde biz kainatın içindeki gezegenlerin nerede, niçin ve neden bulunduğunu biliyoruz. Uzay araçlarımızla da bu gezegenlere ulaşmak bizim için bu nedenlerle çok daha kolay oluyor. Bu konuya daha derinlemesine girmeye çalışırsak bu akşam için kafanızın karışabileceğini düşünüyorum.

Soru: O zaman şöyle bir kavram çıkıyor ortaya: Yani mesafe ile zaman kavramı birbiriyle çok yakın ilişki içinde diyebilir miyiz?

Semiyun: Elbette bizde zaten sözlerimizin içinde belirttik. Buna birde ruhsal varlığı ilave etmemiz gerekir ki, o zaman sonuç daha net bir şekilde belirlenebilsin.

Soru: Ama yine de şöyle bir kavram düşünülemez mi: Yani söz gelimi; dünyadan bir uzay gemisi havalanıyor ve diyelim ki Neptün gezegenine gidecek. Yine de belli bir zamanda oraya ulaşır.

Semiyun: Her gezegene elbette belli bir zamanda ulaşılır. Ama gerektiğinde biz o zamanları kısaltabiliriz. Şunu da önemle belirtirim ki, farklı boyutlara girdiğiniz anda zaman ve mekan hadisesi de birbiriyle kıyaslanamayacak, yani bir önceki boyutla kıyaslanamayacak şekilde büyüklük ve farklılık kazanmaktadır. Sizler bu konuların hemen hemen hiç birine dünya insanı olarak vakıf değilsiniz henüz.

Soru: Büyük çaplı uzay gemilerini yeryüzünde yapamıyorsunuz. Çünkü onu uzaya çıkartmak için sarf edeceğiniz manyetik itme gücü dünyanın fiziki kalıbına zarar verebilir. Bunu daha önce söylemiştiniz. Ama şöyle bilgilerimizde var; elinizde ışınlama teknolojisi var, o uzay gemisini uzay yerine yeryüzünde daha rahatlıkla yapıp bir anda uzaya ışınlayabilirsiniz. Veya uzay gemisini yine yeryüzünde yapıp o geminin vibrasyonel seviyesini yükseltmek suretiyle onu aniden yeryüzünden yok etmiş olabilirsiniz. Bu bilgileri bir arada karşılaştırırsak, bilgiler arasında çelişki ortaya çıkmıyor mu?

Semiyun: Hayır asla çıkmıyor. Çıkmasına da imkan yoktur. Birinci olarak söylediklerinize katılıyoruz. Büyük çaplı uzay gemilerini yeryüzünde yapmaya, yeryüzünün daha doğrusu dünyanın mevcut hali dikkate alındığında imkan yoktur. Çünkü büyük gemileri uzaya çıkartmak için kullanılacak güç dünyaya zarar vermektedir. Bu nedenle de uzay gemilerimiz uzayda inşa edilmektedir. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, bir büyük uzay gemisinin bizim açımızdan uzayda veya yeryüzünde yapılmasında zorluk ve kolaylık açısından hiçbir fark yoktur. Biz ister uzayda olsun ister yeryüzünde olsun, isterse de denizin derinliklerinde olsun bir uzay gemisini aynı kolaylıkla, zorlanmadan yapabilecek tüm imkanlara sahibiz. Bunu önemle belirtmek isterim. Gelelim çelişki gibi gözüken diğer konuya . Öncelikle yeryüzündeki bir büyük geminin bir yerden bir yere ışınlanması da, onu uzaya çıkartmak kadar enerji kullanımını gerektiren bir hadisedir. Işınlama hadisesinde "enerji kullanılmıyor" diye düşünüyorsanız yanlış düşünüyorsunuz. Beklide sandığınızdan çok daha fazla enerji kullanılmaktadır. Bu nedenle o uzay gemisi söz gelimi; yeryüzünde yapılsa bile ışınlama suretiyle uzaya çıkartılması yine teoride mümkün olmakla beraber, bu işlemi yaparken kullanılacak enerji yine dünyaya çok büyük zarar verebilir. Açık olarak ifade etmek gerekirse, o gemi kendi imkanları ile yeryüzünden uzaya çıkarken dünyaya vereceği zarar "1" olarak kabul edilirse, ışınlama suretiyle uzaya çıkartılırken vereceği zarar "5"tir dersem mübalağa etmemiş olurum. Vibrasyonel seviyesinin yükseltilmesi hadisesi de aslında ışınlama hadisesinden farklı bir şey değildir. Bu da aynı kategori içindedir. Söylediklerimizi incelerseniz ve mantık eşliğinde yorumlarsanız aralarında birbiriyle çelişen bir şey olmadığını görürsünüz. Ve bu konuya bu vesileyle temas etmiş olmanız da bizim için önemlidir. Ayrıca şunu söylemek istiyorum. Bizim, size verdiğimiz bilgilerde size göre mutlaka çelişkili şeyler olacaktır. Çünkü söylediklerimizi, verdiğimiz bilgileri siz kendi bilgi, teknik veyahut şuur seviyenize göre değerlendiriyorsunuz. Bu durumda bazı çelişkiler ile karşılaşmanız mümkündür. Bunu bize sorduğunuz anda zannedersem gerekli cevapları size verebiliriz.

Soru: Uzay gemileriniz için bir süratten bahsedilebilir mi? Hızdan bahsedilebilir mi?

Semiyun: Elbette bahsedilebilir. Ama bunu ikiye ayırmak gerekir. Birincisi fiziki kainat içindeki bir süratten bahsedilebilir. Biz bu konuda ulaşılması gereken yere inanınız ki, ulaşmış bulunuyoruz. Ondan ötesi fiziki cisimler için mümkün olmayan bir hadisedir. Doğal kanunlar, yasalar maddenin belirli bir süratten yukarı çıkmasına izin vermemektedir. İşte biz de bu sınıra ulaşmış bulunuyoruz.

Soru: Bu sınır bizim bulduğumuz ışık hızı kavramıyla eş bir sınır mıdır? Yani o uzay gemileriniz "saniyede üç yüz bin kilometre hız ile giderler ya da ona ulaşılmıştır" denebilir mi?

Semiyun: Hayır. Bu çok ama çok önemli bir noktadır. Bu kavram sizin sandığınızdan da önemlidir. Biz, sizin ışık hızı dediğiniz kavramı kullanmıyoruz. Ama şöyle söyleyelim ki, gemilerimizin vibrasyonel seviyesini değiştirmeden fiziki halleri ile en yüksek hız miktarı, sizin dediğiniz saniyedeki üç yüz bin kilometre den daha azdır. Tam üç yüz bin kilometre değildir ama nüans farkıyla o sınıra yakındır. Yani ışık hızı fiziki kainat içindeki en son hız limitidir diyebiliriz. Biz, sizin bulduğunuz bu yasanın temel prensiplerini çok daha gelişmiş bir halde bildiğimiz için üç yüz bin kilometrelik saniyedeki hıza ve onun ötesine çıkmıyoruz. Bir takım ilaveler ile dediğiniz rakamın üzerine çıkmak mümkündür ama söz gelimi üç yüz elli bin kilometre hıza yükselmek madde için imkansızdır. Buna, onun yasaları yani maddenin tabiatı elvermemektedir. Fakat bizim yaklaştığımız ve artık durduğumuz hız iki yüz seksen ile iki yüz doksan bin kilometre (sizin ölçülerinize göre konuşuyorum) arasında değişmektedir. Bu da bizim yakın gezegenleri ziyaretimiz için tatmin edeci bir hızdır. Ama şunu önemle belirtirim ki, bizim zaman kaybına da tahammülümüz yoktur. Bu nedenle Tanrı'nın bize sunmuş olduğu diğer imkanlardan yararlanarak gezegenlere çok daha kısa sürelerde gitmekteyiz.

Soru: Peki efendim bir uzay geminiz ışık hızını aşarsa, o ilave imkanlar da söz konusu olmazsa ne olur?

Semiyun: Dağılır. O maddi özelliğini tamamen yitirir ve o şartlar altında bir daha toparlanmasına da imkan olmaz. Kısaca cevap budur.

Soru: Yani moleküllerine, atomlarına mı ayrılır?

Semiyun: Daha da ötesine gider dersem şaşırmayınız. Çünkü konuştuğumuz bu kavram sandığınızdan çok daha geniş çaplı ve ciddi bir kavramdır. İleriki zamanlarda bu tür teknik konulara da girebileceğimizi ümit ederim ama şu anda bu kadarı yeterlidir.

Soru: Şimdi gelelim ikinci kavrama. Bu fiziki kainatlar için bahsedilebilecek bir sürattir ki, o noktaya ulaşmış bulunuyorsunuz. Peki diğer yaklaşım nedir?

Semiyun: İşte asıl önemli olan, süratten şayet bahsedilebilirse üzerinde konuşulacak konu, üzerinde çalışılması ve pek çok uygarlığın elde etmesi gereken bilgi, teknik, kudret ne derseniz deyin budur. Bu kavram elde edilmeden, bu seviyeye ulaşılmadan kainatların keşfi konusu ciddi bir konu olmaktan uzaklaşır, yani hayal olarak kalır, pratiğe, gerçeğe hiçbir zaman ( uygarlıklar için söylüyorum) dönüşemez. Kainatların gerçekten keşfi, tanımlaması arzu ediliyorsa uygarlıkların bir üst boyut içinde ilerleyebilecek, çalışabilecek uzay gemileri yapmaya ihtiyaçları vardır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi uygarlıkların büyük bölümü fiziki kainat içinde belirli sürate ulaşabilirler. Ama ondan öteye gitmek, daha yüksek bir sürate ulaşmak gerekirse mutlaka bir üst boyuttan (4. , 5. ve bunu daha da arttırabiliriz ama o çok farklı bir hali ihtiva eder ) yararlanmak zorundadırlar ki, burada da büyük bir medeni sıçrama yapmak zarureti vardır. Tıpkı düşünce gücü ile madde yaratma seviyesi gibi, bu konuda büyük bir merhaleyi beraberinde getirir. Bizim asıl sürat kavramına karşı yaklaşımımız gemilerimizin vibrasyonel seviyesini yükseltmekle elde edilen bir haldir. Geminin üç boyutlu aleme uygun vibrasyonel seviyesini yükselterek onu bir anda ortadan kaldırıp bir başka boyutun içine sokmak gerekir ki, ona 4. boyut demek nispeten daha uygun olur.

Çünkü doğrudan doğruya üç ile dört arasında bir geçiş yoktur. O da nüanslar halinde kendini ortaya koyar. İşte vibrasyonel seviyeyi yükselterek bu nüanslar halindeki gittikçe yükselen boyutlar, alemler içine girerek kainatta mesafe gibi gözüken ya da sonsuz uzaklıkları ihtiva eden halleri çok kısa sürede almak mümkündür. Ama bir geminin vibrasyonel seviyesini bir üst boyuta çıkartıp orada arzu edilen nitelikte tutup, kullanabilmek gerçekten yüksek bir seviyeyi gerektirir. Sizler ancak altın çağda yakın medeniyetlere, dünyalara fiziki araçlarımızın vibrasyonel seviyesini yükseltmeden gidebileceksiniz. Açıkçası şu andaki insanlığın geleceği için gemilerinin vibrasyonel seviyesinin yükseltilmesi suretiyle evrenin çok uzak noktalarına seyahat edebilme imkanı mümkün değildir. Bu insanların kabiliyetsiz olmalarından çok enkarne olacak ruhların genel tekamül seviyesiyle ilgilidir. Elbette ki bazı öğretmenleri ayrı tutmak gerekir ki, onlar kendi hayat planlarına uygun olarak bilgiler getirip dünya insanlığına bırakacaklardır ama bu bilgilerin içinde halkın ruhsal seviyesinin üzerine çıkacak bilgiler yer almayacaktır. Ümit ederim ki konu anlaşılmıştır.

Soru: Peki 4. boyutta diyelim ki uzay geminiz hareket ediyor. O boyut içinde de bir süratten bahsedilebilir mi?

Semiyun: O boyut içinde de bir süratten elbette söz edilebilir. Farklı medeniyetlerin o düzeye ulaşmış uzay gemileri örneğin 4. boyut içinde de farklı süratler ile hareket ederler. Ama en geri seviyede bir sürate sahip olan bir gemi yine de fiziki kainat içindeki sürat ile kıyaslanamayacak ölçüde yüksek bir sürat ile gitmektedir.

Soru: Yani kilometre kavramı filan asla düşünülemez?

Semiyun: Bu mümkün değildir.

Soru: Peki efendim aynı fiziki kainatta olduğu gibi, bir 4. boyutta da, bir 5. boyutta da hareket eden, o boyuta ait süptillikteki fiziki cisimlerin süratinin sınırından bahsedilebilir mi? Şayet süptil cisim, madde kavramını düşünürsek...

Semiyun: O kavramı düşünebiliriz. Oranın da maddesi mevcuttur. Ama daha çok süptildir ve nihayet fiziki cisimler, yani madde de gittikçe süptilleşerek bir noktadan sonra sıfırlanır. Bizim seyahatlerimiz çok daha süptil olan bu alemler içinde cereyan eder. Tamamen manevi alemlerde seyahat fiziki bir cisim için mümkün değildir. O apayrı bir konudur. Konuştuğumuz konu, hangi boyutta olursa olsun mutlaka süptilleşen ama maddeyi ihtiva eden alemler kapsamındadır. Doğrudur; 4. , 5. boyutta da hareket eden nispeten süptil maddelerin de bir süratinden ve o süratin sınırından söz edilebilir.

Soru: İlave imkanlar ile uzay gemilerinizin hızını, ışık hızının ötesine çıkartabildiğinizi söylemiştiniz ama bunun hiçbir zaman üç yüz elli bin kilometre hız olamayacağını belirtmiştiniz. Bu ilave imkanlar nelerdir ve bu durumda hız ne olur? Ayrıca bu durumda geminin durumu ne olur efendim?

Semiyun: Öncelikle şunu söylemeliyim ki, ilave imkanları biz geminin ışık hızına yaklaşık bir sürat ile gitmesi halinde kullanmaktayız. Eğer daha önceki ifadelerimde yanlış anlaşılma olmuş ise onun düzeltilmesini belirtiyorum. Zira hangi ilave imkan söz konusu olursa olsun, ışık hızını düşündüğünüz tarzda aşmak mümkün değildir. Maddenin yapısını değiştirmeden asla bu mümkün değildir. İlave imkanlardan kast ettiğimiz konuyu iki yönlü ele alabiliriz: Birincisi, ışık hızına yakın bir süratte gidildiği taktirde dahi bazı ilave imkanlar devreye girmektedir ki, bu hız ile giderken bile sizin hayal bile edemediğiniz ve edemeyeceğiniz sorunlar ortaya çıkmasın. Bu birincisi. İkincisi ise, şayet ışık hızını aşarak gitmek gereken bir durum varsa, burada ilk konuya benzemeyen ilave imkanlar kullanılarak adeta maddenin yapısı, vibrasyonel seviyesi yükseltilmemiş olsa bile sizin yine idrak edemeyeceğiniz bir tarzda değiştirilerek saniyedeki üç yüz bin kilometrelik hızı aşmak mümkündür. Ama bu durumda bile üç yüz elli bin kilometrelik bir sürate çıkmak imkansızdır. Bu iki sürat arasında nispeten ortalarında diyebileceğimiz bir hız ile uzay gemilerimiz normal madde yapılarının bir miktar dışına çıkartılarak hareket etme imkanına sahiptir. Bu konunun sizin için anlaşılmaz hatta çelişkilerle dolu olabileceğini tahmin ediyorum. Ama konuştuğumuz şu konu sandığınızdan çok daha yüksek bir medeniyetin, bilimin, kudretin konusudur ve biz ancak sizin anlayabileceğiniz tarzda bir izahta bulunmaya gayret ediyoruz. Bırakın dünyanızı, kainattaki pek çok gelişmiş uygarlıklar bile bu konuları teorik olarak bilmekle birlikte, uygulama yapmanın imkansızlığı içinde bulunmaktadırlar. Çünkü hadise sandığınızdan çok daha yüksek bilgiyi, kudreti beraberinde getirmektedir. Ama bir kez daha önemle vurguluyorum ki, ışık hızına yakın bir hızda gemilerimiz seyahat ederken ancak ve ancak ilk başta sözünü ettiğim ilave imkanlar ile bu mümkün olmaktadır. İlave imkanları bilimsel bir takım tatbikatlar olarak şu aşamada size kısaca belirtebiliriz. Yoksa uzay gemisi asla o hıza dayanabilecek bir yapılaşma içinde değildir. Çünkü bu hızda çok şey normal konumunu yitirmekte, çok farklı, sizin idrak bile edemediğiniz problemler, aşılması, çözülmesi gereken problemler ortaya çıkmaktadır. Ama bilimin de, medeniyetin de, ilerlemenin de sonu gelmediği için maddenin vibrasyonel seviyesini değiştirmeden, yine maddenin kendi özelliğindeki imkanlardan, bulduğumuz, keşfettiğimiz ve üzerinde çalıştığımız ve nihayet başarılı sonuçlara ulaştığımız imkanlardan yararlanmak suretiyle ışık hızının ötesine bir miktar geçebilmiş durumdayız. Ama yine önemle belirtiyorum ki, bu durumda madde, madde özelliğini nispeten yitirmektedir. Madde özelliğini yitirmeden bir maddenin ışık hızının ötesine çıkması imkansızdır. Daha önce de bahsetmiştim. Bu mümkün değildir.

Soru: Bu durumda geminin hali ne olur efendim?

Semiyun: Gemi yine gemi olma özelliğini devam ettirir. Ama maddi ölçülerin bir miktar farklı bir yapısı içine girer ki, ona maddi ölçülerin ötesinde bir kelime bulmak icap eder. Gemi içindeki insanların da durumu aşağı yukarı aynı hali gösterir ama gemide bulunan insanlar akıl, şuur, irade gibi vasıflarını kaybetmezler. Bunun az çok ne büyük bir bilgi ve çalışma gerektirdiğini taktir edersiniz sanırım.

Soru: Peki ışık hızının çok daha ötesine bu özelliği kaybetmeden, hani ilave imkanlarla maddenin yapısını, yine maddenin kendisinde olan özelliğinden yararlanarak değiştirerek, 400.000-500.000 kilometre hıza çıkmak için çalışma yapmanın bir esprisi var mı efendim?

Semiyun: Aslına bakarsanız hem var, hem yoktur. Ama amaç bu değildir. O ancak sizin dünyanıza uygun bir düşünce tarzıdır. Her konuda olduğu gibi bu konularda da bilim adamlarımız çalışma yapmaktadırlar. Ama bir madde ile ışık hızını geçmenin mümkün olmadığını biz de çok önceden biliyorduk. Konu sandığınızdan çok daha geniş kapsamlıdır.

Soru: Asıl uzay gemilerinin, uzayda bir yerden bir yere gitmesi için farklı bir boyut içine girip o boyutta farklı zaman, mekan kavramı içinde hareket ederek kainatın bir ucundan bir ucuna gitmesini düşünüyorduk. Peki efendim, uzay gemileriniz kaçıncı boyutta seyahat ederek normal koşullarda fiziki kainattaki bir başka gezegene giderler?

Semiyun: Bu konu da bizim için önemlidir. Çünkü tamamen gelişmişlikle alakalı bir husustur. Taktir edersiniz ki, ilk başlarda biz ancak 3. boyut ile 4. boyut arasındaki seviyelerde seyahat ettik. Tabi fiziki madde, geminin fiziki maddesi bu durumda tamamen değişikliğe uğramaktadır. Daha sonra 4. , 5. ve şu anda 8. boyuta kadar gemilerimiz ulaşabilmektedir. Ama oradaki hali size izah etmem mümkün değildir. Gemilerimiz, içindeki pilotun iradesine bağlı olarak bazen 4. bazen 5. bazen de 8. boyutta hareket ederek kainatın belirli noktalarına ulaşabilmektedir. Bu konuda biz hayli mesafe almış durumdayız. Şurada sözünü ettiğimiz mana aslında sizin idrakinizin çok ötesinde, çok yüksek bir seviyeye denk düşmektedir. Nihayet konuştuğumuz kelimelerdir. Ümit ederiz ki, bu konuda da Agartalılar olarak daha ileri mesafelere gidelim. Bu söylediklerim istisnasız bütün gemilerimizi kapsamaktadır.

Soru: Efendim gemi bir üst boyuta, ya da daha yukarıdaki boyutlara gidiyor ve sonra vibrasyonel seviyesini düşürerek tekrar fiziki yapıya bürünüyor ve fiziki alemlerin içine giriyor. Peki geminin 8. boyuttaki hali ne olur? O madde değil ama madde de taşınıyor nihayet, öyle değil mi?

Semiyun: Konu sandığınızdan çok daha yüksek boyutları ihtiva etmektedir. Önce 8. boyutun ne manaya geldiğini idrak etmeniz gerekir ki, bu mümkün değildir. Ama yinede olay; taşınan maddenin özelliklerine dayalı olarak yapılan bir aktarım işlemidir. Elbette ki 8. boyuttaki madde sizin düşündüğünüz maddeden oldukça farklıdır. Aslına bakarsanız bu boyutta maddeden söz etmek biraz abes olur. Ama yine de o boyutta madde diye nitelendirilebilecek yapılaşma vardır. Ama sizin düşündüğünüz madde ile onun bir kıyaslamasını dahi yapmak mümkün değildir. İşte biz fiziki kainattaki maddelerin bu özelliğinden yararlanarak içindeki, yine kendi özelliğinden sizin bugün bulmadığınız , keşfedemediğiniz özelliğinden yararlanarak gemimizi 8. boyuta çıkartıp orada kullanabiliyoruz. Ve inanınız ki, bu hal içinde gemimiz de, oradaki insanlar da kendi fonksiyonlarını kaybetmemektedirler. Ama gemimiz adeta oradaki maddenin özelliklerini taşır hale gelmektedir. Bunun aksi düşünülemez.



KAYNAKLAR :
 www.zamandayolculuk.com/cetinbal/agartatechnology.htm
Devamını Oku »

AGARTA VE UFOLAR




Agarta ve UFO'lar

UFO araştırmacıları, UFO' ların çoğunlukla önce Kuzey' den, tahminen dünya çevresindeki Van Allen radyasyon kuşaklarında bulunan kutupsal deliklerin (polarvents) içinden ortaya çıktıklarını belirtiyorlar. Belki de yerin kilometrelerce altında mevcut olduğu söylenen Agarta yeraltı medeniyetinden çıkmaktadırlar. Uzun zamanlar önce, dünyaya yaklaşmakta olan Uzaylılar'a Kuzey'in o tropik ülkeleri çekici gelecekti. Üstadlar'ın öğretisine göre, şimdi buzlarla örtülü bulunan Kuzey Kutbu bir zamanlar, insanlığın beşiği olan şiirsel bir Cennet'ti.

a- Yeraltı Uygarlıkları

Dünyamızın içinin boş olduğu ve ayaklarımızın altında harikulâde bir medeniyetin uzandığına dair iddialar mevcuttur. Bilim-Kurgu gibi görünen bu düşünce, cevaplanması güç tartışmalar ileri süren birçok zeki araştırmacı tarafından çok ciddiye alınmaktadır. Essa-3 uydusunun 6 Ocak 1967 tarihinde ve Essa-7'nin de 23 Kasım 1968' de çektiği fotoğraflar, içi boş olduğu sanılan dünyamızın derinliklerindeki muhteşem Agarta başkentine uzandığı söylenen ve Kuzey Kutbu' nda yer alan bir deliğin varlığını açıkça göstermektedirler sanki. Sikloplar'ın yeraltında şehirler tesis ettiklerine inanılır. Medyumların dediklerine göre Atlantisliler, Piramitler' den, Tibet ve And Dağları'ndan yerin aşağılarındaki kutsal merkezlere uzanan uzun tüneller inşa ettiler. 12,000 yıl önce Atlantis yok olduğunda, İnisiyeler buralara kaçmışlardı. Gezegenimizin içinden gelen Uzay Gemileri, Kutuplar'daki deliklerden çıkarak dünyamızı gözlerler ve bazen de "Yeraltı Varlıkları" (Subterraneas), aramızda yaşamak üzere yeryüzüne çıkarlar. İnsanların, kadim kitaplarda sözü geçen o nükleer bombalardan sakınmak için kilometrelerce yeraltına kaçtıklarını düşünelim. Bu yüzyılın sonunda önce Doğu ile Batı arasında bir savaş çıkarsa, biz de onlara katılmak üzere aşağılara doğru kayıyor olacağız.

b- Elohim ve Agarta

Belkide Sikloplar'a tepegöz denilmesinin nedeni, Uzay-miğferlerinin saydam yüzünün muazzam bir göze benzemesindendir. Bu devler' in göksel bir ırk olan Elohim' le aynı oldukları söylenebilir. Bu ırk, bugün mevcut olduğu söylenen Agarta yeraltı medeniyetine uzanan o uzun tünelleri açmak için kozmik enerjiler kullanarak yeraltında labirent halinde kentler kurmuştur.

c- Kızılderililer ve Yeraltı Mağaraları

Efsanelerden anlaşıldığına göre Kızılderililer, Doğu Amerika deniz yatağını -kıta şelf sahası haritaları burada muazzam bir batık gösterirler - parçalayan kozmik bombardımandan kaçarak yerin Derinliklerindeki mağaralara sığınıp kurtulanların neslinden geliyor olabilirler.

d - Wolfpittes çocukları

William de Newburgh, 12. yüzyılda "Historia Anglicana" adlı yapıtında, İngiltere'nin Bury St. Edmunds yöresi yakınındaki Wolfpittes'te yerin içinden yeşil bedenli, olağandışı renk ve malzemeden oluşmuş elbiseler giyinmiş bir oğlan ile bir kızın çıktığından bahseder. Çocuklar, St. Martin' in Ülkesi'nden geldiklerini söylüyorlardı. Anlaşıldığına göre, Güneş'in hiç aydınlatmadığı, alacakaranlık bir yeraltı dünyasından gelmişlerdi. Burası Agarta mıydı? 1965 gibi yakın bir tarihte çevrelerince iyi tanınan iki kişi, Finlandiya'nın Luumaki yöresindeki bir ormanda küçük, yeşil renkte bir adam gördüler. "İnsana benzer varlıklar"ın (humanoids), Yunanlılar ve Romalılar'ca Satirler (Satyrs) diye bilinen gizli bir yeşil ırka mensup olup olmadıkları düşüncesi gerçekten ilginçtir.

e- Agarta ile Şamballa Çatışması

Tibet, azametli Himalayalar'daki bu mistik ülke, dünyanın psişik merkezi olarak saygı görürdü. Üstadlar, gözden uzak manastırlarından gezegenlerdeki "Kozmik Efendiler" ile telepatik görüşmeler yaparlar, metafizik âlemlerde İyilik ve Kötülük güçleri insanlığın ruhu için çekişirlerdi. Hint-Tibet tradisyonları, biraz karışık da olsa, yerin çok aşağılarında saklı olan ve bütün kıtalarda bulunan gizli girişlerden tünellerle yaklaşılan Agarta'dan söz ederler. Yıldızlardan gelen "Uzaysal Varlıklar" (Celestials) tarafından kurulan bu yeraltı medeniyetinin tarihi, anlaşıldığına göre, dünyamızın ilk günlerine kadar uzanmaktadır. Burası, Uranüs'ün oğulları ile Satürn arasında çıktığı sanılan Uzay Savaşı'ndan sonra Elohim ya da Sikloplar için bir yeraltı sığınağı teşkil etmiş olabileceği gibi, muhtemelen, bir zamanlar gezegenimizi tehdit etmiş olan kozmik bir afetten kaçmak için de kullanılmış olabilir. Mu ve Atlantis'ten uzaklaşan göçmenlerin yeraltına kaçtıkları söylenir. Dünyanın her yanındaki Mistik Kardeşlikler, yerin kilometrelerce altında bulunan psişik bir medeniyet ile Tibet'teki Üstadlar arasında bir bağlantı bulunduğunu ileri sürerler. "İçi Boş Dünya Kuramı"nın (Hollow Earth Theory) taraftarları, Uçan Daireler'in aslında, yeryüzündeki ülkeleri gözlemek üzere Kutuplar'daki deliklerden geçerek dünyamızın içinden çıktıklarını iddia ederler. Ezoterik öğretiler, Agarta'nın Hakimi'ni, Dünya'nın Kralı rütbesi ile anarlar. Yardımcıları durumundaki Rahip-Kral ile birlikte, insanlığın geleceğini planladığı söylenir. Sembolü, Hitler tarafından çarpıtılarak kullanılmış olan kancalı haç, Swastika'dır.

1920'lerde, Gürcistanlı medyum R.C. Andersen, ihtiyar bir keşişle çıktığı gezi sırasında, Agarta ülkesi üzerine Budist inancını soruşturur. Bir Tibet Manastırı'nda hayvan derisi ile kaplı eski bir kitaba rastlar. Bu kitapta, yüksek bir dağın üzerinde uçan, yumurta biçiminde bir aracın, bir Agarta taşıtının resmini görür. Ayrıca, Tibet' in Spiritüel Lideri Dalai Lama'nın Dünya'nın Kralı ile temasta olduğu söylentisini işitir. Efsanelere göre, Agarta halkının iki dili vardır. Agartalılar muazzam güçlere sahiptir: Okyanusları kurutabilir, ağaçları hızla büyütebilir, ölüleri diriltebilirler. Söylendiğine göre, yüksek dağlarda fiziksel kanıtlar bırakmıştır : Karda acayip ayak izleri, Agarta dilinde tabletler ile yazılar ve içinde Agartalılar'ın gezdikleri taşıtların tekerlek izleri.

Agarta ile yakından ilgili olan Şamballa'ya da Tibet'teki tüneller aracılığı ile ulaşılır. Burası, bir zamanlar, Gobi'deki büyük bir medeniyetin başkentiydi. Ayrıca, bazı tradisyonlar tarafından, Kadim Asya Denizi'ndeki "Beyaz Ada" (White Isand) olarak da teşhis edilir. Kadim Tibet Bilgilerine göre, Agarta'nın Kralları, "Sol El Yolu'nun izleyicileri" olan, kötülüğün destekleyicileri Şamballalı Efendiler'le mücadele etmektedirler. Bu kozmik çatışmanın, İnsan'ın spiritüel evrimini hızlandırmak üzere bir ilahi takdir olduğu söylenir.

f - Agarta ve Göksel Öğretmen Tages

Çiçero'nun belirttiğine göre Etrüksler, "Tages" adında bir İlâhi Varlık tarafından eğitilmişlerdi. Tyrhenus'un oğlu Tarchon'un hükümranlığı sırasında birgün, Tarquinia kenti yakınındaki bir tarlada köylünün biri sabanıyla çift sürerken toprağın içinden gri saçlı ve ihtiyar bir adam kadar bilge bir çocuk çıktı. Ulu Tanrı Tinia tarafından, kanunları, din ve kehanet sanatını Etrüsk Kralları Lucomoneler'e iletmek üzere gönderildiğini açıkladı. Kahinlere "Libri Tagetici"yi yazdı. Bu kitap, beşikten mezara kadar Etrüksler'in yaşamını yöneten Etrüks İncili'ni oluşturdu. Sanatçılar, yaptıkları tunçtan heykellerde Tages'i saçsız, kısa boylu bir kişi olarak canlandırmışlardı. Acaba, teleportasyon yolu ile ya da Uzay Gemisi ile başka bir gezegenden mi gelmişti? Birden yerin içinden belirmesi, yeraltında mevcut olduğu söylenen Agarta' ya uzanan yeraltı geçitlerinden çıkmış olabileceğini akla getiriyor. Bu çeşit spekülasyonlar sadece hayal ürünü değildir. Bugün, İtalya'da ortaya çıkan,ufak tefek yapılı, dünya dışı kökenli, "insana benzer varlıklar" (humanoids) hakkında geçerliliği ispatlanmış birçok kayıt mevcuttur. Bunların bazıları da yüzyıllar önce Toskana'da (Tuscany) tezahür etmiş olabilirler.

(*) Bu türlü iki merkezin varlığı ve onların birbirleriyle çatışma halinde oldukları düşünce ve iddialarını, uzun bir zamandır satanist ekoller öne sürmektedirler.[1]


KAYNAKLAR :

Gizli İlimler Kütüphanesi
Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi

Devamını Oku »

AGARTA VE ŞAMBALA'NIN GİZEMİ




Agarta ve Şambala'nın Gizemi

Agarta, Himalayalar'ın altında bulunduğu söylenen ve Büyük İnisiyatörler ile Dünya'nın Efendileri'nin bu çağda içinde yaşadıkları gizemli bir Yeraltı Krallığı'dır.

Agarta'nın, bir inisiyasyon merkezi olup piramitlerinkine benzer bir prensip üzerinde işlev gördüğü anlaşılmaktadır. Himalayalar dışsal abideyi teşkil ederken, yeraltı mekânını. (crypt) da dünyasal ve kozmik kirlenmeden uzak tutulan krallık oluşturur. Ancak, nasıl oluyor da ruhun yüksek güçleri, düşüncenin ve meditasyonun yoğun konsantrasyonu nötralize edilmiş devasa bir oyukta geliştirilebiliyor.

Her şey bir yana, insan egosu ile insan-üstü egonun muazzam olanakları, çevresinin kirliliğine maruz kalacak bir şekilde açıklıkla değil de inzivaya çekilerek daha başarıyla tezahür edebilir.

a- Agarta ve Dört Giriş Kapısı

Geleneksel olarak Agarta'nın dört girişi vardır: Bir tanesi Giza'daki Sfens'in pençeleri arasında, diğeri Saint-Michel Tepesi'nde, bir üçüncüsü Broceliande Ormanı'ndaki bir yarın içinde ve ana kapı da Tibet'teki Şamballa'dadır. Kadim Gizemler'de, Argonotlar, Ark (Nuh'un Gemisi) ve Agarta hakkında sırlar çözülmemiş gibidir ve hepsinin de aynı etimolojiye dayandığı görülmektedir: Argha; uzun bir gemi, ve buradan türetilen Agarta: bir yeraltı mabedi anlamına gelir. Bir yeraltı krallığı fikri çok eski olup şüphesiz, tanrılar ile görünmeyen kozmik güçlerin yaşadığı göksel şehirlere karşılık olarak düşünülmüştür. Cehennem fikri ile bir alakası yoktur. Ancak, hem yeraltı krallığı hem de cehennem fikri, dünyanın içindeki ateşin ve ayrıca yeraltı inisiyasyonunun kişileşmesi olan Yunan Mitolojisi'nden Hefaisos ve Vedalar'daki (Vedic) Yavishtha ile ilgilidir.

Gizli güçleri olgunlaştıran ve gölgeleri uzaklaştıran ışığın bazı parıltıları, beşer seviyesindeki her varlığın içinde mevcuttur. En ufak bir delik açın ve gizlenmiş olan görünür hale gelir, ezoterik olan olağan hale gelir.

Dünyamız, yerin yüzünün, güneş, don ve yağmurla aşınmasından, içsel güçlerce yeniden inşa edilmeye kadar uzanan sabit döngülere (cycle) maruzdur. İşte, dünyanın kabuğunun temeli olan granit bu şekilde oluşur bu, ancak yakın zamanlarda ortaya çıkmış bir gerçektir.

Yalnızlık içinde, sessizce, görülmeden yürütülen (ezoterik) çalışma hemen her zaman en verimli olandır. Dışsal güçlerin yıkıcı, yıldırıcı olmalarına karşın içsel güçler yenileyicidir ve doğal gelişmeyi temin ederler.

İnsan yaşamı, önce annenin rahminde tezahür eder ve bebek ışığı önce, Kara Bakire (Black Virgin) kültünde inisiyasyon mağarasıyla (grotto) sembolize edilen, rahim boşluğundan, geldiği şekilde görür.

İsa, İbraniler'ce aşağılanan Venüslü Bakire'nin (Venusian Virgin) enkarnasyonu olan günahkâr Mary Magdelena tarafından kendisine teklif edilen inisiyasyonu kesinlikle reddetmişti. Yine de Kara Bakire (Black Virgin) ve magara (grotto) ile ilgili putperest kült öylesine insanın bilinçaltı egosunun derinliklerinden geliyordu ki üzerine yöneltilen saldırılar altında çöküp gitmedi.

Bu düşüncelerin, Agarta gizemi açısından, okültle çalışanların gözünden kaçmayacak bir anlamı vardır.

b - Bilge Zalmoxis'in Yeraltı Mahzeni:

Prof. Doru Todericiu'ya göre -ki kendisi de muhtemelen Alcide d'Orbigny'den aktarıyordu- Pisagor'un bir öğrencisi olan Zalmoxis, Üstad'dan öğrendiğini öğretmek üzere Alesia'ya gelmişti. Bu ifadeyi ele alırken oldukça ihtiyatlı olmamız gerekir, çünkü bazı kişilerce bir filozof ve bazılarınca bir tanrı olarak kabul edilen Zalmoxis'in, Pisagor'dan daha önceki bir tarihte yaşadığı sanılıyor. Trakya'lı bir kabile olan Getaeler'i medenileştirdiği düşünülmektedir.

Bir rivayete göre, Samos'ta Pisagor'un kölesiyken onun tarafından serbest bırakılmış ve kendi halkına dönerken onlara ruhun ölmezliğini öğretmiştir.

Herodot'un onun hakkında tuhaf bir hikayesi vardır:

"Yerin altında inşa edilmiş bir evi vardı. Trakyalılar'ın gözleri önünde kaybolarak aşağıda kendi inzivasına çekildi ve üç yıl orada kaldı. Herkes öldüğüne hükmederek ağladı. En sonunda, dördüncü yıl içinde tekrar ortaya çıktı ve bu stratejisi sayesinde de vazettiği öğretiye inanmaları için insanları ikna etti."

"Zalmoxis ve onun yeraltı ikametgâhı üzerinde anlatılanları reddedecek ya da kabul edecek değilim (diye devam ediyor Herodot); ancak, kanımca, o Pisagor'dan çok seneler önce yaşamıştı."

"Yerin altındaki ikamet yeri" neydi? Üstadlar'a göre Zalmoxis, Atlantisliler'ce yurt edinildiği iddia edilen ve bazı Hassas Kişiler'ce (Sensitives) UFO'ların kaynağı olduğuna inanılan yeraltı medeniyeti Agarta'ya inmiş olabilir. Getaeler'ler ona bir tanrı olarak tapıyorlardı ve ölümden sonra başka bir hayatta onunla birlikte olacaklarına inanıyorlardı. Her yıl, onun Öbür-Dünya'ya ait krallığına bir haberci gönderme yöntemi olarak, havaya fırlattıkları bir savaşçıyı mızraklarının ucunda yakalarlar ve böylece "ona, asil bir ölüm kazandırırlardı."

Tarihçiler, Zalmoxis mezhebinin keltik (celtic) dinleri ile Yakın Doğu halklarının dinleri arasında doğal bir bağ teşkil ettiğini kabul ederler.

Tarih kayıtçılarının hikayelerindeki tutarsızlıklara rağmen, meditasyon yapabilmek için yeraltındaki bir inziva yerinde yaşamış olan ve ruhun ölmezliğini, muhtemelen Pisagor'dan önce vazeden Zalmoxis, muhakkak ki bir bilge kişi ve bir inisiyeydi. Böylelikle, o Pisagor'un öğrencisi değil de spiritüel üstadıydı ve O'nun hatırasına hürmetendir ki Pisagor, Drüidler'in dünyadaki en bilge kişiler olduğunu söylemişti.

c- 'Vara 'İsimli Yeraltı Kenti

Bazen, en büyük gerçekler, ispat edilmediğine inanmalarına rağmen, insanlara, kendi bellek-kromozomları (memory-chromomes) kanalıyla ulaşan gerçeklerdir. Çok zaman önce olmuş ya da gelecekte olacak bir şeye inanmaya her zaman hazırız. Sorun, bu gerçeklerin şimdiki zamanın dalga boyu ile temasta bulunmamalarından ibarettir. Böylece, insanlar kendilerinin ve tüm İnanlığın kaderine müdahale edebilecek bir yeraltı gizemine inanmaya isteklidirler.

Bir pusulanın üzerindeki ibreyi düşünün: Dünyanın manyetik güçlerinin nerelerde konsantre olduğunu gösterir ve yine de buraları görünürde hiçbir şeyin oluşmadığı yerlerdir.

Böylelikle, düşünebiliriz ki; Agarta ya Kuzey Kutbu'nda ya da Himalayalar'ın altındadır. Her halükârda, insanın, yerin altında bulunan inisiyasyon merkezleri tahayyül etme eğilimi vardır ve yüksek teknik bilgilere dayalı bir çeşit ışıklandırma sistemi de her zaman buna dahildir.

İran edebiyatından Kralların Kitabı "Şehname" deki bir hikaye, Dünyanın Efendisi olan Tahmuras'ın oğlu Jam ya da Yima'nın, kendi halkının en safkanlıları ile çevrili olarak "Vara" adı verilen bir yeraltı kalesinde her zaman nasıl yaşadığını tarif eder. Tufan'ın geleceğini önceden gören tanrı Ahura, Yima'nın mabed-sığınağının inşa edilmesi hakkında ona en kesin talimatları verdi:

"Vara'yı bir koşu pisti kadar uzun ve genişliği uzunluğuna eşit olarak yap. Oraya, insanların, köpeklerin, kuşların, koyun ve sığırların, büyük ya da küçük bütün hayvan türlerinin temsilcilerini götür..

"Ayrıca, yanına en güzelinden ve en tatlı kokulusundan her çeşit bitkinin örneklerini, bütün meyvelerin en lezzetlilerini al. Bunlar Vara'da kaldıkları sürece hiç ölmeyeceklerdir. Bozuk biçimli ya da kuvvetsiz, kirli ya da kötü hiçbir şey olmasın, yalancı ya da kinci ya da kıskanç hiç kimse olmasın; çürük dişli ya da cüzamlı hiç kimseyi kabul etme. En üst kısımda dokuz, merkezde altı, en alt kısımda da üç cadde tanzim edilsin. Erkek ve kadın, bin çift en üst kısımda, 600 merkezde, 300 en altta yaşasın. Işığın gelmesi için Vara'da bir pencere yapılsın."

Tradisyonel tarih üzerine yazan Henry Corbin'in dediğine göre "Vara"nın, kendi kendine "hem yaratılmış, hem de yaratılmamış" ışık saçan kapıları ve pencereleri vardı.

d- Şamballa, Agarta ve Lusifer

İnisiyasyon çevrelerince düşünüldüğüne göre, sarı ırkların hâkimiyeti yakın ve kaçınılmazdır ve bu da beyaz ırkların yükselişinin sonu demektir. Bir kez daha, sadece, yüksek yerlere sığınmış olanlar kurtulacaktır. Ancak, -kısmen spiritüel, kısmen de politik amaçlarla faaliyet gösteren- "Vril'in Büyük Locası" ("Grand Lodge of Vril") adında, Batı ile Doğu arasında bir çeşit kardeşlik birliği yaratmaya çabalayan bir mezhep bulunmaktadır. Bunlar, bilinmeyen bir nedenden dolayı, İskandinavyalıların Odin adını verdikleri eski Cermen tanrısı Wotan'i "Kambala" ya da Şamballa dedikleri bir çeşit Agarta'ya yerleştirmişlerdir.

Görülüyor ki Ferdinand Ossemdowski ve Rène Guenon, Şamballa ile Agarta arasında bir benzerlik keşfetmişlerdir. "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" (Beast, Men and Gods) kitabının yazarı Ossendowski'ye göre Agarta'nın yeraltı insanları, Dünya'nın Efendisi'nin idaresi altında yaşayan sekiz milyon kişi kadardır ve bilginin en üst derecesine erişmişlerdir. "Vril'in Büyük Locası", Doğu'nun Hint-Tibet okült güçlerini en eski Ari tradisyonlarının biricik toplayıcısı olarak kabul eder. K.B.L. ya da Şamballa'daki tahtında oturan Üç Dünya'nın Efendisi'nin adı Lusifer ya da Odin'dir. Prensipleri Vedalar'da ve Tibet'in Ölüler Kitabı'nda (Bardo Thödol) belirlenen K.B.L. güçleri, "sayıları en fazla olan sarı ırkları, en yetenekli olan sarışın kuzey ırkları ile kötülük güçlerine karşı birleşik bir mücadele içinde kaynaştıracak" bir sinarşi (synarchy) şeklinde faaliyet göstereceklerdir.
K. B. L. güçleri majik karakterdedirler ve dünyanın dört ana tradisyonundan ortaya çıkmışlardır. Bunlar Tibet, Hind, Mısır ve Cermen tradisyonlarıdır ki hepsi de Şamballa ya da yeraltı Masonluğu (Free Masonry) olan beşinci tradisyon üzerinde kutuplandırılmışlardır.

Dünya yüzeyindeki dış temsilci ise "Vril'in Büyük Locası"dır. Robert Charroux, bu mezhebin inisiyatik iddiaları ile, hele politikası ile hiçbir şekilde aynı düşüncede değildir. "Vril'in Büyük Locası", hakikiliği şüpheli olan dokümanlara güvenmekte ve Charroux'un fikirlerine temelde aykırı düşen fikirler iddia etmektedir. Charroux, sadece bu öğreti kendisinin gerçek olduğuna inandığıyla kökten farklı olduğu için dahi olsa, yine de "Vril'in Büyük Locası"nın öğretisini gözler önüne sermeyi doğru bulmaktadır.

e-Aydınlık Irk ve Ortaya Çıkışı:

"Adının baş harfleri K.R.T.K.M. olan üç Dünya'nın Efendisi, Şamballa'da Tchun-Yung kozmik sinarşisini ya da Direkt Orta Yol'u oluşturan bir Yeşil Adamlar, Maj topluluğuna hükmetmektedir." Venüslü ataların neslinden gelen bu maj topluluğu, Zerdüşt ile Hz. Muhammed'in halefi olduklarını iddia etmektedirler. Görevleri, "Kara Taş'ın Âyini"ni yeniden canlandırmaktır.

K. B. L. ifadelerine göre Şamballa mabedinin tesisi, Lusifer devrinin 701, 969 yılına kadar dayanmaktadır. (Tabii, Lusifer adı burada "Işık getirici" anlamında kullanılmıştır.)

"Gelecek Buddha Batı'dan ve Kuzey'den çıkacak ve parmağında Cengiz Han'ın metal yüzüğünü taşıyan bu kişi, Hinduların Kalki-Avatar ya da Kundalini Avatar'ı olacaktır. Gelişi, Altın Çağ'ın geriye dönüşünü belirleyecektir. Mu ya da Tao-Ülkesi'nin yeniden canlanmasıyla çağdaş olan Aydınlık ırk'ın ortaya çıkışından önce gelecektir. " "Bu, hem Demir-Çağ'ın (Kali-Yuga) sonu, hem de jotün ile iblislerin (cacodaemons) dünyanın hükümet merkezlerinden dışarı atılması ve Atlantis'in karanlığından miras kalan 100, 000 yıllık kötü karmanın da temizlenmesi olacaktır." İnsanın bu fikirler ve görüşler labirentinde yolunu bulması zor olduğu gibi, "sarı adamlar kitlesince oynanacak rolün ne olduğunu kestirmek de kolay değildir.

Dahası, eğer inisiyasyon merkezi Himalayalar'daki Şamballa'daysa burasının, Kuzey'in "Büyük Beyaz Atalar" (Hyperborean) Locaları'nın ve ayrıca, çevresi duvarlarla çevrili olmadığı halde geçit vermeyen İngiltere'de ki bir yerin de rızaları ile seçilmiş olması gerekir.

Ezoterik cinsel maji üzerine çalışan Paul Greor'un da yeraltı insanları üzerinde söyleyeceği bazı şeyler vardır: "bunların, belirli olmayan nedenlerinde dolayı muazzam sunaklar inşa ettikleri ve dünyanın iç kısımlarında, dünyanın tüm ateş ve suyunun kökenini bulduğu ve içinde bütün volkanların lav akıntılarının indifa ettiği çekirdeğe inmek için tüneller kazdıkları söylenmektedir. Aşağıda, tüm evrenin loş temelleri arasında, Gizemli İnşaatçılar (Mysterious Builders) adı verilen bir insan topluluğunun yerleştiğine inanılmaktadır."

Tuhaf olan, spiritüalizmin beyaz majisine bağlı bir ideali benimseyeceklerini düşünemeyeceğimiz Teozofistler de Dünya'nın Efendisi olarak kabul ettikleri varlığın Asya'ya ait bir Şamballa'da yaşadığına inanmaktadırlar.

"Teazofi öğretmenleri'nin dediğine göre Venüs Senyörleri, dünyaya varır varmaz Büyük İnisiyasyon Locası'nı tesis etmişlerdir. Şimdiki ikametgâhları, sembolik olarak eski Şamballa adı ile anılmakta olan ve Gobi Çölü'nde bulunduğu söylenen bir astral kenttir. Dünya'nın Efendisi'nin idaresi altında bulunan bu kutsal şehir, inisiye olmayanlarca görülemez... Gizli mâbet olan bu yer, küremizin okült hükümetinin merkezidir. Üstatların ve dünyanın gizli arşivlerinin içinde güvence altında bulunduğu bu yeraltı ülkesinin destanı muhteşem bir realitedir."

f- Meru Dağı:

Ossendowski'nin Agarta'sı ve "Vril'in Büyük Locası" ile Teozofistler'in Şamballalar'ı bunlar aynı mıdır, yoksa muhtemelen birbirlerinin karşıtı olan farklı mabetler midir? İkinci şık daha ihtimal dahilinde görülmektedir. Swami Matkormano'ya göre, Asya'nın inisiyasyon merkezi Meru Dağı'dır ve burası Şamballa'nın bulunduğu yerdir. Hint teolojisinde burası, neslinden geldiklerini iddia ettikleri insanların üzerinde türetildiği dağdır. Tibet'in Lamalara ait kozmolojisi der ki:

"Meru Dağı yer kürenin merkezinde yükselmektedir. Zirvenin, kistial, azür, yakut ve altından oluşan dört kenarında cin (Demon) halkarı ile birlikte dünyanın dört kralı yaşamaktadır." Vril'in Büyük Locası"nın düşüncesine göre:

"Meru Dağı, Şamballa'nın merkezi ve aynı zamanda hem maddesel, bem de madde ötesi olan iki var oluş plânının kesişme noktasıdır."

Türkistan'da, jeofizik realitesi, bilinç-ötesi ya da duyu-dışı algılamaya ait olan bir geometrik şekil vardır. Bu şekil, bir tanesi tersine çevrilmiş iki adet piramitten oluşmaktadır. Yukarı bakan piramit Pamir Dağı ve aşağı bakan piramit de Meru Dağı olup bunlar, fizik-ötesi ve jeofizik düzlemleri temsil ederler. kesişme noktasında, hem Arîler, hem de sarı ırklarca kutsal sayılan ve üzerinde Dünya'nın Kralı'nın kalesi yükselen bir dağ, Meru zirvesi-mikrokozmos ile makrokozmosun göbek merkezi (omphalos) ) bulunmaktadır.

Bu merkezden dört ana pusula yönüne doğru dört adet yol uzanır; güneye doğru Sion kutbuna, batıya doğru Sale Gölü kutbuna, kuzeye doğru Thule kutbuna ve doğuya doğru Pamir kutbuna ki bu Himalaya uzantısı olup en uç noktası Darciling'dir (Darjeeling). Muazzam manyetik enerji odakları olan bu kutuplar, periyodik olarak, milletleri ve tarihlerini etkilerler… Meru zirvesinde, yeraltı dünyasının hükümran varlığının bir çeşit ikâmetgahı olan Glasburg adlı Elmas Saray yükselir. Saray'ın dört köşesinde, Mecusîlik'te Sessizlik Kuleleri denilen ve dünyasal kutuplarca üretilen manyetik enerjinin akümülatör pillerini çevreleyen kuleler vardır. Bu enerjiyi, değiştirilme (transmutation) işleminden geçirdikten sonra yıldızlar uzayımızın galaksilerine doğru saptırırlar. Böylece, Elmas Saray, evren için enerji merkezi olur…

Kuleler, "büyük sessizlik" denilen bir perdeye ulaşan ultrasonik titreşimlerden oluşmuş manyetik dünya dalgalarını alır ve naklederler. Bu "ağırlık" dalgaları, bölünemeyecek kadar küçük bir zaman dilimi sırasında kurşunda bulundukları gibi, Satürn'ün halkaları tarafından neşredilen ve her 14 yılda bir dünyayı etkisi altına alan manyetik fotonlarda da bulunurlar. Bunlar, A1 protonlarının türevleridir (dünyanın akkor halindeki merkezinin atom altı enerjisi.).

"Vril'in Büyük Locası", dünya üzerindeki hâkimiyetini "Vril" diye bilinen gücün kontrolü ile perçinleyeceğini ummaktadır. Bu gizemli güç, Butwer Lytton tarafından keşfedilmiş, daha doğrusu icat edilmiştir. "Vril'in Büyük Locası"na göre, Lytton'un "The Coming Race" ("Gelecek Irk") adlı bir romanında tanımladığı bu güç, "Vril-Ya" olacaktır.

g- Kozmik Bir Güç 'Vril':

İnsana tüm güçleri elde etme yeteneğini vereceğinden, Vril'in kontrolü başlı başına bir amaçtır. Buna ulaşmak için iki yol vardır. "Bilimsel Yol" kurşunda bulunan Proton A 1 partiküllerinin, Satürn'ün fotonsal manyetizminde ya da etkin bir yanardağdan fışkıran lavda hapsedilmek üzere kimyasal olarak tecrit edilmelerine dayanır. Wotan'ın ve bazı Alşimistlerin -simyacıların- izledikleri yol buydu. Erkek cinsiyet guddeleri, bu şekilde elde edilen radyasyonların etkisi altında tüm "Korlos" u etkin hale getirerek "ego"yu kendi fiziksel ağırlık merkezi içinde geçerli kıldırırlar. "Mistik yol" ise, yüksek düzeydeki majiden aktardığı bir ritüeli kullanır. Bu ritüel için gerekli olan unsurlar şunlardır: K harfinin ses titreşimleri, Satürn işareti, menekşe rengi, bir amatist, kurşun, eski İskandinav şiirleri (runes), K.B.L. üzerine merkezlenmiş bir Mandala ve zamanda sembolik bir geriye gidiş etkisini yaratan bir inisiyasyon sayılan "Ankh". Bu, Tutankhamon'un yeniden dirilişi, metapsikoz (metempsychosis) için gerekli olan yaşam kelimesidir. Luxor Kardeşliği'ne inisiye olan Bulwer Lytton Vril'i, hastalığı iyi eden, ama bir ölüm-ışını da neşredebilen bir tür maji yüzüğü olarak görmüştü. Bu enerjiyi kontrol edebilen herhangi bir kişi, depremler ya da yanardağı indifaları oluşturabildiği gibi, sönmüş yanardağları da etkin hale dönüştürebilir.

İnsanların, çok eski zamanlardan beri, Dünya'nın Efendileri olmayı ve tüm ulusları, hatta dünyayı bile yok etme gücünü ele geçirmeyi düşlemeleri çok tuhaf bir şeydir. Bu çeşit düşünceleri beyaz majiden sayabilir miyiz? Muhakkak ki hayır.

Büyücüler, bu çeşit güçlere sahip olduklarını iddia ede gelmişlerdir. Ancak, bu, hüsnükuruntudan öteye bir şey değildi. Modern bilim adamları sorunu çözümlediler: Nükleer Fizyon, kadim (eski) majinin araştırma ve arzu-hayallerinin cehennemî sonucudur.

Peki, bilim adamlarımızın çalışmaları beyaz maji midir?
Maalesef, hayır.

Bu yok edici buluşlara karşıt olarak, bunlardan farklı mizaçtaki kişiler, yeni bir Altın Çağ'ı kurmayı düşlemekte ve arzu-hayallerini, kara majisyenlerin hayallerini uzakta tutacak güçleri harekete geçirmek için kullanmaktadırlar. "Işık İnsanlığı"nın En Yüksek Efendileri, şüphesiz Agarta, Şamballa ya da Meru Dağı gibi adı olmayan görünmez yerlerde ve belki de Yüksek Yıldız'da düşünmekte ve çalışmaktadırlar.

KAYNAKLAR :

Gizli İlimler Kütüphanesi
Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi.

Devamını Oku »

Yukarı Git