2 Şubat 2016 Salı

BAĞLI ŞUUR




Bağlı şuur

Bağlı şuur ruhçu terminolojide kullanılan bir terim olup, özgür bilinç haliyle karşılaştırma yapmak üzere kullanılır ve bedenlenmiş ruhun dünyevi şuurunu ifade eder.

Ruhçu anlayışta özgür bilinç ile bağlı bilinç arasındaki fark şöyle açıklanır: Serbest bilinç ruhun ancak bedensiz haldeyken ulaşabileceği bilinç halidir, bağlı bilinç ise bedenli halde iken söz hususu olan şuurudur. Bağlı bilinç , ruhun özgür şuurunun dünya'daki bedenlenme şartlarına bağlı olarak daralmış, kapanmış, kısıtlanmış, sınırlanmış halidir; özgür şuurun hakiki detaylara dayalı olmasına karşılık, bağlı bilinç büyük ölçüde dünyasal detaylara dayalıdır.
Devamını Oku »

ŞUUR VE RUH





Şuur ve ruh arasında nasıl bir bağ ve işleyiş vardır?



Ruh ve şuur arasındaki bağ insandır. Bu bağın işleyişini sağlayan güç ise zamandır.

Şuur insanda var olan açılmayı bekleyen bir esas, ruh ise insanın bağlı olduğu diğer bir esastır. İnsanın şuurda yükselişi ruhla olan bağlantısı sayesinde ruhu yükselterek olacaktır. İnsanın bağlı olduğu ruh, Mutlak Şuur'un ta kendisi olmakla evrime ihtiyacı bulunmayan Mutlak Ruh'un insanın mevcut şuur frekansına indirgenmiş yansımasıdır.

İnsan eylemleriyle ruhun tabi olduğu yasalara uyabilirse şuur dediğimiz esası açacak ve kendisini şuur planları içindeki ebedi yerine taşıyacaktır.

İnsan, ruh ve şuur farklı güçlerdir. İnsanın gücü ile ruhun gücünün birleştirilmesi şuurda yükselişi sağlamakta, bunun için de insanın eylemleri ile ruhsal yasalara uyması gerekmektedir. Bu mümkün olmazsa ruh azap çekmekte ve bu azap ruhsal, psikolojik ve fiziksel hastalıklar olarak aynen insana yansımaktadır. Hastalıklar ikazdır. İkaza rağmen şuurda yükselemeyen varlığı bu defa zaman tasfiye etmektedir.

          Şuur, bilgi, bilinç ve farkındalıktır. Şuur sahamız dünyevi akıl ve idraklerimizden çok daha ileri plan, sistem ve esasları içine alacak kadar geniştir. Ancak şuurun alfa boyutu ışıki karakterli üçüncü boyut dünya yaşamında bir bedene bağlı olarak devinim sahası kısıtlıdır. Bundan dolayı öz varlığımızın tezahür eden şuurun etki, tesir ve devinimi ile dünyevi varlığımızın şuurun etki, tesir ve devinimi arasındaki oran yüzde elli kadardır. Varlık bütün şuur kudretini bir beden içerisinde muhafaza altına almamıştır. Pek büyük kısmı yüksek ruhi planların, ruhi araçların, madde ötesi yüksek ihtizaz sahalarının tesirleriyle birlik halinde alakalı durumdadır.

          Nitekim dünyevi şuurumuz, müteal olan evrensel şuurumuzla tam manasıyla beslenemeyince, fillerimizin kalitesi ve yaptırım oranı, müteal şuurumuzun karesi kadar düşer. Her iki şuur halinin mümkün olduğu kadar birbirlerine yaklaşması fiillerimize ait kaderi bilgimizin, bilincimizin ve farkındalığımızın artması demektir.

          Şuur, bütün var olmuş ve olanların ve var olacak olanların genel bilgisi ve enerjisidir. Şuur her var olanı bilgi, bilinç ve farkındalığa götüren, birbirini ne kadar bilgi, bilinç ve farkındalığa götüren varsa onları da bilgi bilinç ve fakındalığa götüren ilahi kudret, enerji ve etkidir. Hepimiz görünmeyen bağlarla bu ilahi ve evrensel şuurun enerjisinden istifade eden ve ilahi ve evrensel şuurun birer uzantısı olan varlıklarız.

          Ruh ismini verdiğimiz yüksek ve yüce cevher'e gelince, ilahi ve evrensel şuurun özüne yakın derecede bağlı bulunan orijinal madde ile donanmış şuurun hususi bir adıdır.

Yaratılan her mekanizmanın, evrenin kusursuz işleyişinde algılarımızın çok ötesinde olan görevleri vardır. Bu mekanizmalar hem birbirini etkileyen hem de birbirinden ayrı kavramlar olabiliyor. Şöyle ki;  şuuru kavrayabilmemiz şuurumuzun elverdiği kadardır; ruhu kavrayabilmemiz de. Ancak her ikisinde anlamca derinleşmenin yolu da şuurlanma ile mümkün olacaktır.

Şuur ruhun içinde olduğu hâl ve yaptığı eylemler ile ilgili olarak az-çok hissedebildiği sezgilerdir. Bizlerin şuuru çok büyük miktarda maddenin tesiri altındadır.  Şuur ötesi deneyimlerde bulunmak maddenin tesirinden kopmakla mümkündür ki; o zaman şuur ruhun tüm tesirlerine açık olur. Şuur yüceliği denilen bu hâl insanlığın bugünkü şuur seviyesinin çok ilerisinde bir hâldir.

Şuurda yükselmek insanın varoluş amacıdır. Şuurda yükselmek sadece bireysel bir kurtuluş değil, bütüne yönelik bir hizmettir. Mutlak Ruh' un tekliği gereği, insanlık ya hep beraber tekâmül edecektir ya da hep beraber yok olacaktır. Yüce bilgi şöyle der; "Siz uyanırsanız uykuda olanlar da uyanma nasibine erecekler. Yani onları siz uyandıracaksınız." Ayseli.org/öğretilerden.

Bizler tek olan şuur varlığının yansımalarını kendi zihnimizde yaşayabilmekteyiz. Ruh bizlerde mevcut olan bu şuur alanı ile bizlerle iletişim kurmaktadır. Her birimizin kavramları göreceli olarak algılaması da şuurlarımızın alanlarının, dolayısıyla tekâmüllerimizin farklı olmasından kaynaklanmaktadır.

Tıpkı öz, mutlak ruh ve yüksek benlik gibi, şuur da bir olan ve kutsal bir kavramdır. Her canlı da bu büyük şuur bütününde kendi payına alabildiği kadarını almaktadır.  O' nun yüce yasası gereği,  ihtiyaç duyana ve çalışana herşeyde olduğu gibi şuurlanma yolunda da ilerlemenin önü açıktır, sonsuzdur.
Devamını Oku »

ANİMİZM (Animism.Canlıcılık)




Animizm (Animism, Canlıcılık)


Animiz, psikolojik olaylarda olduğu gibi hayatla ilgili olayları da düşünen bir rûhun yönettiğine inanan sistem (Stahl doktrini)'dir . Stahl'ın animizmi, hem mekanizme hem de vitalizme karşıdır; mekanizm, hayat olaylarını yalnız fizik-kimya olgularından ibaret sayar; vitalizm ise hayat olaylarını yarı maddî -  yarı mânevî olan, hem fizik-kimya olaylarından hem de düşünen ruhtan ayrı bir hayat ilkesiyle açıklar. Şuur ve bitkisel hayat gibi iki ayrı ilkeyi varsayan vitalistlerin çifte dinamizminin (düodinamizm) aksine animistler hem hayatla ilgili olayları hem de psikolojik olayları tek bir sebebe,düşünen veya “akıllı” bir ruha bağlarlar.(Canlıcılık) insan öldükten sonra vücudu 18 gr. hafifler. Bu 18 gramın rûh olduğu düşünülüyor. [1]

Animizm'e göre doğada sadece insanların değil; bütün varlıkların (hayvanlar, bitkiler vs.) bir canı ve rûhu vardır. Şamanlarda da bu düşünce hâkimdir. Hıristiyanlık öncesi Avrupa'da bu görüş, çok güçlüydü (hayvanlar, ağaç kültleri vb.) Aziz Francis'e göre karşı çıkan kimi Katolikler, onu Animist olmakla suçladılar. Ama sonuç olarak Kilise, bunu reddedip Fransiskenler'i onayladı. [2]

Animizm, tabiata ait olan her şeyde, şuurlu bir yaşayış bulunduğunu ileri süren doktrindir. Örneğin, ilkçağlarda Yahudiler'in gök gürültüsünü "Yahova'nın sesi" olarak adlandırmaları, Animist bir yaklaşımdır.

Animizme göre rûhlar, öbür dünyada da bu dünyanın benzeri bir hayat sürdüğünden, ölünün öbür dünyada fakir düşerek başkalarına muhtaç kalmamasını temin etmek lazımdır. O halde, ölen kimsenin eşyalarını, zengin ve kudretli ise, esir ve hizmetkarlarını da, ölüyle beraber göndermelidir. İlkeller, eşyaları da insanlar gibi canlı saydıklarından bunların ölmelerini temin etmek üzere mezara gömer, yakar veya kırarlar. Böylece ölü, öteki dünyaya birlikte götürdüğü eşyalar sayesinde rahatını temin eder.

Animizm'e göre kişinin vücûdunun bir parçası da, onun ruhûndan bir parça taşır. Kişinin gölgesi, sudaki aksi, tasvîri de onun rûhunun bir parçasını taşır; çünkü "tasvir ile gerçek aynıdır." Tek tanrılı dinlerin, özellikle [Yahudilik ve ] İslamiyet'in heykel / figür / sûret / resim yapılmasını yasaklaması, bu eski inancı ortadan kaldırmaya yönelik bir harekettir (ya da bu inancın bir sonucudur);

Tevrat

«Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın.»
Tevrat, Mısır'dan Çıkış 20:4.

«Benim yanım sıra başka ilâhlar yapmayacaksınız, altın ya da gümüş ilahlar dökmeyeceksiniz.» Tevrat, Mısır'dan Çıkış 20:23.

«Dökme putlar yapmayacaksınız.» Tevrat, Mısır'dan Çıkış 34:17.

Kurân-ı Kerîm

«İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, "Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilahları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilah yapsana" dediler. Mûsa şöyle dedi: "Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz."» Kurân-ı Kerîm, Araf, 138.

«İbrahim şöyle dedi: "Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz?" » Kurân-ı Kerîm, Saffat, 95.

Animizm'e göre insan tarafından kullanılan eşyalar da yine onun rûhuyla özdeştir. Ölümden sonra bunlar yakılarak ya da fakirlere verilerek ruhun tekrar gelerek yaşayanları rahatsız etmesi önlenir. Ölü, gömülürken şahsi eşyası -bilhassa kendi yapmış oldukları ile daimi bir surette temas halinde bulundukları- beraberce mezara konur, yakılır, kırılır ve çok nâdir olarak suya atılır veya yüksek bir yere asılır. ölü, yaşayanları büyük bir kıskançlıkla gözlemektedir. Eğer kendisine ait bir eşyanın başkası tarafından kullanıldığını görürse, derhal eşyasını kullananları öldürür. Bu yüzden ölünün diriler üzerinde herhangi bir etki yaratmaması ve dirilerin de ölüler üzerinde benzer bir sonuç meydana getirmemesi için ölen kişinin temas etmiş olduğu eşya ile katiyen temas edilmez. bunun için de bunlar türlü şekillerde yok edilirler.

Animizme göre ölü, kutsaldır. Bu yüzden, onun karşısında kutsal olmayan her türlü işi, çalışmayı durdurmak gerekir. (Bugün Anadolu'da cenaze haberi alındığında her türlü iş güç bırakılır.) Ölüm hâlinde kimi hareketler yapmak, ağlamak, sızlamak, kadınların saçlarını kesmesi, bedenlerine toprak sürmesi, bazen çok uzun süre konuşmayarak yas tutması gereklidir.

Ölüm olayı neticesinde ölünün karısı, yakınları ve eşyası pislenir. bu sebeple, bu gibi eşya ve canlılar tabudur. onlarla her ne olursa olsun temas etmemek lazımdır. Çünkü bu eşya ve canlılardaki pislik derhal temas edene geçmektedir. Dul kadınlar, kocalarının ruhlarına majik bağlarla bağlı olduklarından kimseyle evlenmelerine olanak yoktur. Her şeyden evvel bu bağın koparılması lazımdır. Bu sebeple; dul kadınlar, kendilerini bazı işlemlere tabi tutarlar. Çeşitli milletlerde görülen bugünkü matem elbiselerinin esasını, kocasının ruhunu aldatmak üzere boyalar sürünmek, deri ve kumaş parçaları örtünmek suretiyle kadınlar tarafından yapılan pratikler teşkil eylemiştir.[3]

Animizmde, ruhlar insanlar arasına karışarak ya onlara şans verir ya da delirtir ve hasta eder. Bu yüzden ölü ruhlarını yatıştırmak için onlara adaklar adamak, kurbanlar kesmek, ölmüş atalarının mezarlarına sunularda bulunmak gerekir. Rûhlar da insanlar gibi yaşamak için yemek yemek zorundadırlar. Onların dünyası, bizim dünyamızın tam tersidir. Bizim kışımız, onların yazı; bizim gecemiz, onların gündüzüdür. Bu yüzden rûhlar, bizim gecemizde ortaya çıkarlar. Geceleri mezarlık kenarlarından geçilmemesi yönündeki halk inancı da buradan kaynaklanmaktadır.[4]

İnsan, teolojik hale fetişizm ile başlamış, buna iyi ve kötü rûhları sokmuştur. Sonra çoktanrıcılığa geçmiş, daha az; ama daha kudretli rûhları işin içine katmıştır. Ardından bu tanrıları tek bir tanrıda birleştirerek tektanrıcılığa geçmiştir.

İlkel insana göre rûh, bedene veya bedenin belli parçalarına bağlıdır. Can, insanın dışına çıkabilir ama bu halde bile bedeni yönetir. Can (dış can) çalınabilir, yenebilir, geri getirilebilir, bazen yamanabilir, onarılabilir ya da yerine başkası konabilir.

Kişiliküstülük, sadece bedende değil onun attığı salgılar, saç, tırnak, sperm, idrar gibi bütün atıklarında da bulunur. Onun için bu atıkların kötü niyetli bir başkasının eline geçmemesi için herkes bunları saklar. Hatta bazen buna ayak izi bile eklenir. Kişinin gölgesi, sudaki aksi ve resmi, kişiliğine dahil nesnelerdir. Bu nedenle hemen tüm ilkel toplumlarda insanlar, resimlerinin yapılmasına karşı çıkarlar. Hatta insanın ismi bile bu listeye dâhil olabilir. Bazen giysi de kişiliğe ait sayılır.

Hayatın özü olan can, bedeni terk edince, insan ölür. Bununla beraber ruhun bedende kaldığına ve yaşayanlardan öç alabileceğine inanıldığından, cesede büyük saygı ve özen gösterilir. Ölüler, bu alemin tam tersi bir alemde yaşamaktadırlar. Buradaki her şeyin tersi, ölüler aleminde geçerlidir.

Ölülerin öbür alemde yaşadığına inanılır. Bu düşünce, hemen hemen evrenseldir. Yine bunun gibi evrensel olan bir başka düşünce ise ölülerin de öldüğüdür. Onlar için geçerli bir sonsuz hayat yoktur.

Animizmin başlangıcı, ruhun öldükten sonra varolduğu düşüncesidir. Böylece ruh, insanların etrafında dolaşan, onlara müdahale eden doğaüstü bir hal alır. O zaman bu ruha adaklar adamak, dualar etmek, kurbanlar kesmek eylemleri başlar ki bunlar dinin temel öğelerindendir. Zamanla sadece insanın değil, hayvanların ve bitkilerin de rûhları olduğuna, bunların da insanları iyi-kötü yolda etkilediğine inanılarak, bunlara da tapılmaya başlanmıştır. Böylece, önce atalarının ruhlarına tapan insanlar, daha sonra doğaya tapmaya başlamışlardır. Her nesnede ruh olduğuna inanılmasıyla, insanlarda canlı-cansız ayrımı kalkar.

Bu dinin mistik yanını Levy-Bruhl şöyle anlatıyor: "İlkel zihniyetin müşterek tezahürlerinde nesneler, varlıklar, olaylar, bizim için anlaşılmaz bir şekilde hem kendileri, hem kendilerinden başka şey olabilirler. Yine aynı anlaşılmaz şekilde bir takım kuvvetler, meziyetler, mistik hareketler neşreder veya alırlar ki bunlar oldukları yerde kalmaya devam etmekle beraber, kendilerini yine de bulundukları yerin dışında hissettirirler."

Maddi alemin dışında, manâ alemi düşüncesini geliştirmişlerdir ki mistik yan budur. Bu insanların ibadetlerinin amacı; manâ ile temasa hazırlıksız oldukları zaman, kendilerini ondan korumak ya da hazır oldukları zaman manânın daha fazlasını benliklerinde tutmaktır.

Rahip, manâya tamamen sahip olan kişidir ve bunu istediği gibi kullanabilir. Tapınak ise manânın büyük miktarda toplandığı yerdir.

Mistik kuvvetler, doğada da vardır ve insan bunlara hakim olabilir: Bir takım sözler söyleyip, danslar edip, değişik karışımlar oluşturarak ya da bazı ufak heykelcikler yaparak. işte büyü buradan doğmuştur.

Salomon Reinachia göre büyü, Animizm'in tekniği ve stratejisidir. bazı nesnelerde büyülü bir kuvvet vardır; felaketi kovar ve mutluluk getirirler. Büyünün iyi tarafı (rahipler yapar) ve kötü tarafı vardır (büyücüler yapar).

Bu inanışa göre, resmin, heykelin, dansın, müziğin, bütün güzel sanatların ana kaynağı doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Animizmidir. [5]
Çocuklukta Animizm Devresi

Animizm için eğitim ve psikoloji sözlükleri, "çocuğun çevresindeki eşyaları canlı saydığı dönemdir." diye söz ederler. Zihnî inkişâfın başlamasıyla, animizm dönemi de başlamış demektir.

Animizm dönemindeki çocuk, etrafındaki varlıklara; güneşe, suya, evlere hatta çakıl taşlarına bile hiç fark gözetmeden canlı ve şuurlu varlıklar gözüyle bakar. Çevresindeki varlıkları canlı veya cansız olarak ayıramadığı için oyuncaklarıyla konuşur, bebeklerine isimler takar, odadaki veya bahçedeki her şeyi kendi isteğine göre birer şahıs olarak tahayyül eder; bazen de başını çarptığı masayı, "pis masa!" diyerek tekmeler.

"Beş yaşındaki kız çocuğu çemberini çevirirken birden durur ve annesine şöyle der: `Sanıyorum bu çember canlı; çünkü nereye istersem oraya gidiyor!' İki yaşındaki bir çocuk ise, parmaklarını güneşe doğru tuttuktan sonra, kırmızı renkte gördüğü parmakları için, `Güneş parmaklarımı kanatıyor!' demiştir. Bir başka oğlan çocûğu da yağmurlu bir günde, garajdaki otomobili, `Yağmur yağdığı için garajda uyuyor' diye düşünür."

Yukarıdaki ifâdeler, çocuk animizminin bilinen örnekleridir. Üç yaşındaki bir kız çocuğu, "Evler, niçin yürümüyor?" diye rahatlıkla sorabilir; çünkü ona göre ev, kendisini barındıran canlı bir varlıktır.

Araştırmalara göre çocuklar, bir suçun kötü bir tesâdüften doğan bir olayla cezalandırılmış olduğuna inanmaktadır. Meselâ köprü, altından kaçmakta olan bir hırsızın üstüne çöker. Çocuklara göre bu inanç, orada kendiliğinden var olan adaletin tezahürüdür. Piaget, buna çocuğun animizmi gözüyle bakmaktadır.

Jacquin'e göre, egosantrizmin, animizmle aşağı yukarı aynı zamanda görünen bir başka sonucu da Artifisializm'dir. Buna göre çocuk, her varlığa bir sanat eseri olarak yapılmış gözüyle bakmaktadır. Ona göre, ırmakların yatağını kazan, güneşi ileri doğru iten, rüzgârı estiren çok büyük bir insandır.

Piaget ise Artifisializm'i, "Tabiatın bir insan tarafından yapıldığını veya insan tekniğine benzer yolla kendi kendini meydana getirdiğini düşünmek" şeklinde anlamaktadır. Piaget'nin anlatımıyla, Bovet'nin bir eserinden konuyla ilgili ifadeleri aynen aktarıyoruz.

"Çocuğun kendine vergi bir çok fikirleri vardı. Yeryüzünün düz, güneşin de ateşten bir top olduğunu zannediyordu. İlk olarak birçok güneşin var olduğunu, her gün bunlardan bir tanesinin doğduğunu düşünüyor, nasıl doğup battıklarını anlayamıyordu. Bir akşam tesadüfen çocukların iple bağlı yağlanmış ve ateşlenmiş yumakları havaya atıp çektiklerini gördü. Yine aklına güneş geldi; güneşin de aynı şekilde havaya atılıp çekildiğini düşündü. Fakat hangi kuvvet yapıyordu bu işi? Büyük, kuvvetli bir adamın San-Fransisko'yu çevreleyen tepelerin arkasında gizlendiğini farz etti. Güneş bu adamın oyuncağı idi; adam her sabah onu göklere fırlatıp akşamları çekmekten hoşlanıyordu."

Piaget, bundan sonraki ifadelerinde, çocuğun gökte büyük ve kuvvetli bir adam olarak tasavvur ettiği varlığı, sonradan Tanrı olarak kabul ettiğini belirtmektedir. Aynı şekilde Jacquin, çocuğun içinde yaşadığı çevre, onun zihnine çok güçlü bir Allah fikrini yerleştirmese bile çocuk, bu Artifisialist düşüncesiyle her şeyin bir yaratıcısı ve yöneticisi olduğunun farkına varacağını ifade etmektedir. [6]


KAYNAK :Gizli İlimler Kütüphanesi
Devamını Oku »

ROSWELL'E DÜŞEN UFO



Roswell'e Düşen UFO

New Mexico'nun, Roswell bölgesindeki kaza ve sonrasında meydana gelen gelişmeler...

2 Temmuz 1947: Roswell'de yaşayan bir çift, evlerinin yakınında UFO gördüklerini bildiriyorlar. Bölgedeki ilk işaret böylece verilmiş oluyor.

4 Temmuz 1947: Gece saat 23.30'da Roswell yakınlarında bir UFO yere çakılıyor. UFO'dan etrafa yayılan parçalar, William Mac Brazel adlı çiftçinin arazisinde bulunuyor. Aralarında "Fransisken Tarikatı"ndan rahiplerin de bulunduğu çok sayıda tanık, UFO'nun yere düşerken çizdiği rotayı gözlemlediklerini bildiriyorlar.

5 Temmuz 1947: Askeri yetkililer bölgeyi ziyaretçilere kapatıp uzay cismine ve içinde bulunan mürettebata el koyuyorlar. Aynı gün, çiftçi Mac Brazel, arazisinde aynı cisme ait gözden kaçmış kalıntıların da olduğunu fark ediyor.

6 Temmuz 1947: Cisimle ilgili kontrol çalışmaları devam ederken, Mac Brazel bulduğu diğer kalıntıları da alıp Roswell şehrine gidiyor. Bu arada şehir halkı UFO kazası ile ilgili bir şeyler duymuştur.

7 Temmuz 1947: Roswell şehri güvenlik yetkilileri, Mac Brazel'ın getirdiği parçaları teslim alıyorlar.

8 Temmuz 1947: Bir basın mensubu, Mac Brazel'in yetkililere teslim ettiği parçalarla ilgili haberi, gazetesinde yayınlıyor. UFO meselesi henüz askeri bir sır durumunda değildir. Aynı gün askeri yetkililer, gazetede çıkan haberi yalanlıyor ve buluntuların kaza yapan bir UFO'ya değil, sadece bir meteoroloji balonuna ait olduğu iddiasını ortaya atıyorlar.

Sonrasıysa dinlemeye ve tanıklık etmeye alıştığımız türden bir senaryo ile gelişti. Yani diğer UFO olaylarındaki gibi, Amerikan Hükümeti UFO gerçeğini halktan ve basından gizleme kararındaydı. Cesetlerle birlikte UFO'dan geriye kalanlar bir hava üssüne taşındı. Dünya Dışı Varlığı tanımanın ve fizik özelliklerini dünyalılarla kıyaslamanın en basit yolu ise, otopsi yapılmasıydı. Gizli bir şekilde otopsi gerçekleştirildi ve otopsi çalışmaları filme alındı.

Orduda görevli kameraman Jack Barnett yıllar sonra tüm çevreleri ayağa kaldıran otopsiyi filme aldığını açıkladı. 90 dakikadan biraz daha fazla süren bu filmde, belki de dünyanın en büyük sırrı gizliydi... Film yıllar boyunca hükümet tarafından açığa çıkarılmadı. Ancak bazı iddialara göre, Başkan Truman da otopsi salonundaki tanıklardan biriydi...

Günümüze gelindiğinde, filmin dünya insanıyla tanışmasını sağlayan İngiliz gazeteci ve televizyon program yapımcısı Ray Santilli'nin iddialarına göre, kameraman Barnett, filmin bir kopyasını çıkartmayı başarmıştı.

1993 yılında Santilli, büyük şirketler adına çalışan Barnett'i, Elvis Presley hakkında belgesel bir film yapmak amacıyla ziyaret etti. Oysa artık 82 yaşında olan eski kameraman Barnett yıllar önce Amerikan Hava Kuvvetleri'nden çaldığı bu değerli kanıtı daha fazla saklayamayacağım ve bu gerçeğin dünya insanıyla paylaşılması gerektiğini söylüyordu.

Barnett'in ne denli misyoner ruhu taşıdığı bilinmez, bol sıfırlı bir çek karşılığında sattı filmi Santilli'ye... Bundan sonra da dünya basınını ayağa kaldıran uzaylı varlık otopsisi yavaşça dışarıya sızmaya başladı.

Film önce BBC aracılığıyla dünyaya tanıtıldı. Başlangıçta sadece araştırmacılara ve bilim adamlarına ayrıcalık gösterilirken kısa sürede otopsi masasında yatan uzaylı cesedi Avrupa'da ve gezegenimizin diğer bölgelerinde en çok satan dergi kapaklarında görülmeye başlandı. Karşı çıkanlar, destekleyenler, UFO araştırmacıları, doktorlar ve sadece meraklılar bile türlü fikirleri öne sürüyorlardı artık...

Acaba çağdaş dünya insanı ilk defa bu film aracılığıyla mı bir uzaylı varlığın neye benzediğini görme şansını yakalıyordu? Yıllardır beklenen gerçek kanıt ayağımıza gelmişti ve iddialar doğrulanacak gibi görünüyordu...

Oysa ülkelere ve dönemlere yayılmış biçimde, kaçırılmalara, yakın karşılaşmalara tanık olanların bildirdikleri de vardı. Ve bu birinci elden tanıklıklardan uzaylıların beden yapılarıyla ilgili genel bir şablon çıkartmak mümkündü. Ortak noktalar tam 20 maddede sıralanıyordu. Roswell cesedini incelemeden önce herkesçe bilinen uzaylıların neye benzediğini hatırlamakta yarar var:

UZAYLILAR'IN TESPİT EDİLEBİLEN ORTAK FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ

Varlıkların boyu genellikle l ila 1.50 m arasında değişiyor. En uzun olanları ise 2 metre civarında.
Baş, insan görünümü taşısa da bedene kıyasla çok büyük kalıyor.
Gözler büyük ve çukura kaçmış, birbirlerinden ayrı, ya da normal insan gözünden çok daha geniş. Uzak doğulu izlenimi verircesine çekik.
Kulak benzeri işitme organlarına ya da başın iki yanında yer alabilecek çıkıntılara sahip değiller.
Burun göze çarpmayacak kadar belirsiz.
Ağız düz bir çizgi veya yarık biçiminde. Yok olan kulaklar gibi işlevini yitiren ağız da beslenme ya da ses yoluyla iletişim, konuşma amacıyla kullanılmıyormuşçasına silikleşmiş.
Boyun dikkati çekecek kadar ince.
Saçlar... Kimi tanıklara göre uzaylıların saçları yok. Bazı tanıklarsa başın tepe bölgesinde hafifçe renkli bir leke gördüklerini söylüyorlar. Bedenin hiç bir bölgesinde tüye rastlanmıyor.
Gövdenin tümü zayıf ve küçük olarak tanımlanıyor. Olayların çoğunda gövde bir tür giysi ya da üniforma ile örtülmüş durumda. Karında göbek deliğine rastlanmıyor.
Kollar son derece ince ve uzun. Hatta bazen dizlere kadar iniyor.
Eller, dört parmaklı. Baş parmak yok. İki parmak diğerlerinden daha uzun. Bazı gözlemciler tırnaklardan söz ederken, başkaları tırnak görmediklerini belirtiyorlar.
El ve ayaklan tanımlayacak genel özellikler yok.
Cilt rengi tanıkların gözlemlerine göre bej, güneş yanığı, kahverengi ya da gri pembe olarak değişebiliyor. Bazı gözlemlerde ise; loş ışıklar altında maviye kaçan gri ten renginden söz ediliyor.
Uzaylıların diş yapısı hakkında hiç bir şey bilinmiyor.
Üreme organları ise hala sır niteliğinde. Bazı tanıklar, ne kadın ne de erkek üreme organına sahip olmadıklarını söylüyor. Klonlama ya da dünyada henüz bilinmeyen farklı yöntemlerle üredikleri düşünülebilir.
Kimi olaylarda dünya dışı varlıklar sanki aynı kalıptan yapılmışçasına birbirinin eşi, benzer görüntüler ve biyolojik özellikler taşıyorlar.
Beyin kapasiteleri bilinmiyor.
Kan... Bedenlerinde bir sıvı var ama bildiğimiz kana benzemiyor.
Beslenme... Katı ve sıvı besin ürünlerini tanımıyorlar. Ele geçen UFOların hiç birinde gıda maddesine rastlanmadı. Sindirim sistemi ve rektal bölgeye sahip değiller.
Söz konusu özellikler taşıyan dünya dışı varlıklara genelde insansı ya da hümonoid adı veriliyor. Ancak hangi güneş sisteminden geldikleri hala bilinmiyor. Bizim güneş sistemimizin farklı bir bölgesine ait olup olmadıkları hakkında da bilgimiz yok.
Evet, bu genel bilgilerden sonra Roswell otopsisi hakkında bazı yorumlarda bulunmak mümkün. Basına yansıyan "Otopsi Filmi" gerçek miydi?

Ayrıntılarını seçmekte zorlandığımız ameliyat salonunun orta yerinde, otopsi masasında yatan cesedin boyu 1.40 civarında. Baş normal insan başının neredeyse iki katı kadar gelişmiş. Gözler tıpkı bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz uzaylılarınki gibi kocaman, parlak ve siyah.

Ne başta, ne de bedenin diğer bölümlerinde tek bir tüye bile rastlanmıyor. Buna kaşlar ve kirpikler de dahil. El ve ayak parmaklarının sayısı ise altı. Karın hamile izlenimini verircesine şiş, oysa yapılan araştırmada varlığın içinde gelişmekte olan bir canlıya da rastlanmıyor. Dahası uzaylının cinsiyetini kestirmek de mümkün değil. Erkek ya da dişi olduğunu gösterir üreme organları bulunmuyor çünkü.

Buraya kadar Roswell yaratığının dış görüntüsü 20 maddelik listeyle kıyaslandığında benzer özellikler taşıyor... Ancak sıklıkla vurgulanan zayıf uzaylılar kavramından uzak olduğunu görüyoruz. Çünkü Roswell varlığı oldukça kilolu, yağlı, hatta gelişmiş kasları olan bir bedene sahip. Boyu tanıklıklarda söylendiği gibi kısa, ama bu kadar kısa boyda gelişmiş kas yapısı inandırıcı olamıyor...

Sonra izole edici beyaz giysilere bürünmüş doktorlar, alışılmış bir beceriyle cesedi parçalamaya başlıyorlar. Bisturi (görebildiğimiz kadarıyla) önce göğüs ve karın boşluğunu iki yana açıyor... Bedenden dışarı çıkartılan organlar, siyah beyaz ve titrek kamerayla çekilmiş, filmde dikkatimizi dağıtıyor.

Gerçek mi, yoksa dünyayla alay etmek amacıyla hazırlanmış bir kurgu mu karar veremiyorsunuz. Biraz daha dikkatle bakınca ya da göz ilk sahnelerin heyecanını atınca, bu ölü uzaylının pek de o kadar uzaylı olamayacağını düşünmeye başlıyorsunuz. Ekrandaki görüntü, bir uzaylının bedeninden çok, bir mankene benzemeye başlıyor...

Otopsi uzmanları ve işi iyi bilen patologlar filmi tekrar tekrar incelediklerinde filmin düzmece olma ihtimali üzerinde duruyorlar. Onlara göre dünya dışı bir varlık, iç organları ele alınmadan önce dış yapısıyla incelenmeli. Oysa otopside varlık incelenmiyor, adeta parçalanıyor. Doktorlar sanki cesedi önceden çok iyi tanıyorlarmış gibi hareket edip bedeni açmaya başlıyorlar.




Başın büyüklüğüne göre ise kafatasından çıkartılan beyin çok küçük kalıyor. Bu durumda beyinin de uygun büyüklükte olması gerekir. Bu otopsi gerçek patologlar tarafından değil, cerrahlar tarafından yapılmış. Oysa Amerikan Hava Kuvvetleri USAF'ın dünyayı sarsacak bu olay için en iyi patologları çağırması gerekirdi. Neden sıradan cerrahlarla yetindiği düşündürücü.

Otopsi şartları da inandırıcı olamıyor. Çünkü gerçek bir ölüm sonrası incelemede varlığın ağzı açılıp bakılmalıydı, bu yapılmıyor. Ölü olduğu kabul edilen varlığın her iki eli de aynı biçimde duruyor ve parmaklan yukarı doğru açılmış. Böyle bir rastlantı kabul edilemez, ölüm sonrasında eller birbirinin kopyasıymış gibi görüntü alamaz.

Evet... Film sayısız uzman tarafından incelendi. Bu arada Kodak firmasıyla bağlantı kuruldu ve Kodak söz konusu filmin 1927, 1947 ya da 1967 yıllarından birinde üretilmiş olduğu raporunu verdi. En azından uydurma da olsa, sahneler demek ki geçmişte üretilmiş bir filme alınmıştı.

Dünya basını uzaysal otopsi tartışmaları yaparken, bu garip senaryoya, ünlü yönetmen Steven Spielberg ve 1947 kazasıyla ilgili çekeceği yeni filmi de girdi. Spielberg, Hollywood yönetmenlerinin belki de en Ufolojik olanıydı... "Üçüncü Türden Yakın Karşılaşmalar" ve "E.T." gibi unutulmaz başyapıtlarına, bir sonuncusunu ekleyerek unutulmaz bir üçleme yapmak istiyordu.

Büyük olasılıkla çekeceği son filmin adı da, "Majestic" ya da "Proje X" olacaktı. "Majestic 12", o yıllarda Başkan Truman'ın UFO olaylarını araştırmak amacıyla kurduğu örgütün adıydı. Bilim ve sanat çevreleri, Spielberg'in yeni filminde gerçek belgesel görüntülerle kendi çekeceği sahneleri birarada kullanacağını konuşur olmuştu... Acaba bu görüntüler Spielberg'in yeni filmi için özenle çekip dikkatle saklayamadığı sahnelerden mi ibaretti?...

Tüm bu sorular UFO çevrelerini kuşkuya düşürürken, yapımcı Ray Santilli'nin temsilcisi Chris Carey ismi kulağa gelmeye başladı. Chris Carey özellikle bilim kurgu filmlerinde kullanılan uzayla ilgili tüm nesnelerin ve uzaylı varlıkların kopyalarını üretmekteki başarısıyla tanınan bir uzmandı. Lasteksten yapılan figürler, usta ışıkçılar ve özel efektler sayesinde inanılmaz derecede gerçek görüntüsünü verebiliyordu...

Olaylar gittikçe dağılırken, parçalanan uzaylı cesedinin ne olduğu ise, gizemini koruyordu... Adli tabipler incelemelerini ancak televizyon ekranından yapabildiler. Ve sonuç bugün bile şüpheli... Bir gurup araştırmacı uzaylı varlığın gerçekliğini savunurken, geri kalanlarsa Amerikan Hükümeti'nin UFO gerçeğini küçültmek, alaya almak ve UFO araştırmacılarını halkın gözünde değersiz kılmak amacıyla bu sahteciliğe girdiklerini iddia ediyorlar.

Amerikan Hava Kuvvetleri 1947 kazasını önce kabullendi, daha sonra ise ellerindeki parçaların bir meteoroloji balonuna ait olduğunu ileri sürdü. Bu ani karar değişikliği huzursuzluk vericiydi. Kaza sonucu parçalanan uzay cismine UFO ya da Uçandaire adı verilse de, Roswell olayında parçalanan cisim üçgen biçimindeydi, yani tıpkı Kenneth Arnold'un gözleminde karşılaştığı üçgen biçimli uçan cisimler filosu gibi. Kimi tanıklarsa, parçalanan UFO'dan çıkan varlıkların yaşadıklarını söylediler...

Siyah beyaz görüntülerinden tanıdığımız ölü uzaylı büyük bir ihtimalle lasteks bebek olabilir. Ama yine de, bir varlığın kopyasını yapabilmek için, mutlaka gerçeğine bakılması gerektiği unutulmamalıdır... Model olmadan kopyası çıkartılamaz... Bu konuyu tek bir cümleyle, belki de en güzel şöyle toparlayabiliriz: Olay gerçek, ancak ekranlara yansıyan görüntüler sahte...
Devamını Oku »

Yukarı Git