4 Mart 2016 Cuma

ROSWELL KAZASI GAZETE HABERLERİ



Roswell Kazası Gazete Haberleri

UFO'larla çok az ilgilenen insanlar bile Roswell olayını duymuştur, çünkü 8 Temmuz günü Teğmen Walter Hult tarafından yapılan basın açıklamasından sonra 30'dan fazla Ulusal Amerikan gazetesiyle birçok yabancı basın kazayla ilgili haberleri manşetten vermiştir. Kaza eski bir tarihte gerçekleştiğinden, gazete haberleri olay hakkında elimizde bulunan en güvenilir kayıtlardandır.
RAAF Askeri Üssü Roswell Bölgesi'ndeki Arazide Uçan Daire Ele geçirdi

Roswell Daily Record –8 Temmuz 1947, Salı

Uçan Daireyle İlgili Detaylar Açıklanmadı

Roswelli Hırdavatçı ve Eşi Diski Gördüklerini Söyledi

Roswell Ordu Hava Üssü'ndeki 509. Bombardıman Grubu İstihbarat Departmanı, bugün öğleden sonra yaptığı açıklamada bir uçan daire ele geçirdiklerini duyurdu.

Departmanın yaptığı açıklamaya göre disk, ismi verilmeyen bir çiftçinin ( sonradan Mac Brazel olduğu açıklanacak) Şerif Wilcox'a başvurması üzerine harekete geçen İstihbarat görevlisi Binbaşı J.A. Marcel yönetimindeki askeri ekip tarafından Roswell yakınlarında bir çiftlikte bulundu.

Açıklamada Binbaşı Marcel ve ekibinin çiftliğe giderek diski üsse götürdükleri belirtildi. Disk buradaki istihbarat görevlileri tarafından ön incelemeden sonra daha üst bir karargaha gönderildi. İstihbarat Departmanı, uçan dairenin yapımı ya da görünümü hakkında detaylı bilgi verilmediğini söyledi.

Roswell kasabası sakinleri arasından Mr. ve Mrs. Dan Wilmot UFO olduğunu sandıkları cismi gördüklerini söyledi. Wilmot'lar geçtiğimiz Çarşamba gecesi saat 22.00 sularında sundurmalarında otururken, gökyüzünde geniş, parlayan bir cisim belirdi; cisim kuzeybatı istikametine doğru büyük bir hızla yol almaktaydı. Dan Wilmot eşine cismi gösterdi, birlikte onu izlemek için bahçeye indiler. Wilmot'un tahminine göre cisim yaklaşık 40-50 saniye kadar görüş alanında kaldı. Wilmot, cismin yaklaşık 1500 feet yükseklikte olduğunu ve tahmini hızının saatte 400-500 mil olduğunu söyledi. Cisim oval biçimliydi ve ters çevrilerek birbirine yapıştırılmış iki tabağı andırıyordu. Gövdesi sanki içinden ışık geçiyormuşçasına parlıyordu, fakat ne içinden ne de altından ışık geliyor gibi değildi. Wilmot, bulunduğu yerden cismin yaklaşık 1.5 metre çapında gibi göründüğünü, fakat uzaklık hesap edildiğinde cismin tahmini olarak 4.5-6 metre çapında olduğunun ortaya çıktığını belirtti.

Wilmot'un hiç bir ses duymadığını söylemesine rağmen Mrs. Wilmot çok kısa bir süre için bir ıslık sesi duyduğunu bildirdi. Cisim güneydoğu yönünden gelmiş ve 6 mil uzaktaki bir tepenin üzerinde yükselerek kaybolmuştu.

Kasabadaki en saygıdeğer ve güvenilir kişilerden biri olan Dan Wilmot, hikayeyi kendine sakladı ve başka birinin çıkıp cismi gördüğünü söylemesini bekledi. Wilmot nihayet bugün, RAAF'ın açıklamasından sadece birkaç dakika önce, daha fazla beklememeye ve ortaya çıkıp gördükleri hakkında konuşmaya karar verdi. "

Roswell Daily Record'un aynı sayısında yayımlanan bir başka haber de oldukça dikkat çekicidir. Haber sadece Portland'da Roswell kazasıyla eşzamanlı olarak gerçekleşen UFO gözlemlerinden bahsetmekle kalmıyor, aynı zamanda Roswell'deki enkazın gizli bir Mogul balonunun kalıntısı olduğu yönünde daha sonra yapılacak resmi açıklamaların geçersizliğini de kanıtlıyordu.
Hava Kuvvetleri Generali Ordu'nun Deney Yapmadığını Söylüyor

Portland, 8 Temmuz- Ordu Hava Kuvvetleri Malzeme Komutanlığı'ndan Tuğgeneral Nathan Twining bugün yaptığı açıklamada, uçan daire gözlemlerinin Silahlı Kuvvetler tarafından yapılan herhangi bir deneyle ilgili olmadığını bildirdi. Twinning şöyle devam etti: “Ordunun hiçbir birimi, bir uçan daire ya da uçan daire oluşumları olarak algılanabilecek hiçbir uçak, misil ya da başka bir hava aracı test etmemektedir.”

ABD Ordusu bir Uçan Daireyi İnceleyecek

TIMES –8 Temmuz 1947, Salı

Ordu'nun New Mexico'daki Roswell kasabasında “uçan daire”ye benzer bir cisim bulunduğu yönündeki açıklamasından sonra, 8. Hava Kuvvetleri Kumandanı da cismin incelenmek üzere Ohio'daki Wright Üssü Araştırma Merkezi'ne gönderildiğini söyledi.

Fakat, General Ramey'in RAAF'ın basın açıklamasını yalanlamasından sonra Roswell hikayesi basının gözünde bir gecede önemini yitirdi. Ertesi gün Daily Record ön sayfasını Ramey'nin açıklamasına ayıracaktı: General Ramey Roswell Uçan Dairesini Yalanladı: Ramey Heyecana Gerek Yok Dedi -General Ramey diskin bir meteoroloji balonu olduğunu söylüyor.

Roswell olayını yalanlayan haberler bunu takip eden günlerde de gazetelerde yer almaya devam etti. Yine de Ramey'in açıklamasından iki gün sonra Roswell Daily Record'da çıkan şu haber oldukça dikkat çekiciydi:

Uçan Daire'yi Bulan Çiftçi Anlattığına Pişman

Roswell Daily Record, 10 Temmuz 1947

Corona'nın 30 mil güneydoğusundaki Lincoln kasabasında yaşayan 48 yaşındaki çiftçi W.W. Brazel bugün, Ordu'nun ilk başta uçan daire olarak tanımladığı cismi bulma hikayesini anlattı. Bulgusunun bu kadar dikkat çekmesinden rahatsız olan Brazel, bundan sonra bomba dışında herhangi bir şey bulursa kesinlikle kimseye bahsetmeyeceğini de sözlerine ekledi…Brazel, çiftlik alanında daha önce iki meteoroloji balonu bulduğunu, fakat bu kez bulduğu şeyin bunlara kesinlikle benzemediğini belirtti: “Bulduğum şeyin bir hava gözlem balonu olmadığına eminim. Fakat bir daha bomba dışında herhangi bir şey bulursam, bu konuda konuşmamı sağlayamayacaklar.

Görüldüğü gibi haberde, Ordu'nun tüm yalanlamalarına karşın Brazel ilk ifadesine sadık kalmakta ve bulduğu enkazın bir meteoroloji balonuna ait olmadığını ısrarla tekrar etmektedir. 
Devamını Oku »

ROSWELL KAZASI BELGELERİ



Roswell Kazası Belgeleri

MAJESTIC 12 OPERASYON EKİBİNİN BAŞKAN ADAYI, DWIGHT D. EISENHOWER İÇİN HAZIRLADIĞI BRİFİNG DOKÜMANI –18 KASIM 1952:

UYARI: Bu çok gizli ve sadece yetkili kişilerin görüşüne açık bir dokümandır ve Amerika Birleşik Devletlerinin ulusal güvenliğiyle ilgili özel olarak hazırlanmış bilgiler içermektedir. Belge yalnızca Majestic-12 tarafından izin verilen kişiler tarafından incelenebilir. Belgenin kopyalanması, çoğaltılması ya da içerdiği bilgilerle ilgili notlar alınması kesinlikle yasaklanmıştır.
BRİFİNG YETKİLİSİ: AMİRAL ROSCOE H. HILLENKOETTER (MJ-1)

NOT: Bu döküman yalnızca bir ön brifing olarak hazırlanmıştır ve takip edecek tam operasyon brifingi için bir başlangıç niteliği taşımaktadır.


24 Haziran 1947'de Washington Eyaleti'ndeki Cascada dağları üzerinde uçmakta olan sivil bir pilot, dokuz disk biçiminde uçan cismin belirli bir düzen içinde ve çok yüksek hızda seyahat etmekte olduğunu gözlemlemiştir. Bu, bu tip cisimlere dair bilinen ilk gözlem olmadığı halde, halk arasında ve medyada geniş yankı uyandıran ilk olaydır. Bu olayı, benzeri yüzlerce gözlem raporu izlemiştir. Bunlardan pek çoğu güvenilirlikleri yüksek askeri ve sivil kaynaklardan gelmektedir. Bu raporlar üzerine harekete geçen Ordu'nun çeşitli birimleri bu cisimlerin özellikleri ve amaçları konusunda ulusal güvenlik çıkarları doğrultusunda birbirinden bağımsız araştırmalar yapmıştır. Tanıklardan bazılarıyla röportajlar yapılmış; uçuş halinde olduğu bildirilen diskleri takip etmek için uçaklar gönderilmiş, fakat bu denemeler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Halkın tepkileri bazen histeri sınırlarına varmıştır.

Bütün bu çabalara karşın, New Mexicolu bir çiftçi bu cisimlerden birinin Roswell Ordu Hava Üssü'nün (şimdiki Walker Üssü) 75 mil kuzeybatısında düştüğünü bildirene kadar, cisimler hakkında çok az bilgi edinilebilmiştir.

7 Temmuz 1947'de bu cismin enkazının kaldırılarak bilimsel analizinin yapılması amacıyla gizli bir operasyon başlatılmıştır. Bu operasyon sırasında, havadan yapılan keşifte aracın patlamasından önce dört küçük, insan benzeri varlığın araçtan dışarı fırladığı fark edilmiştir. Bunlar enkaz alanının yaklaşık 2 mil doğusunda yere düşmüşlerdir. Üçü ölü, biri yaralı fakat sonradan oda ölmüştür. Cesetleri bulunmalarından önce geçen yaklaşık bir haftalık zaman zarfında dış faktörlerin etkisine maruz kaldığından feci şekilde bozulmuştur. Özel bir ekip bu bedenlerin incelemek üzere kaldırılmaları görevini üstlenmiştir. Aracın enkazı da kaldırılmış Ve birkaç farklı yere taşınmıştır. Bölgedeki sivil ve askeri tanıklar sorgulanmış ve habercilere etkileyici bir örtbas hikayesi anlatılarak bu cismin yanlış yola sapan bir hava gözlem balonu olduğu söylenmiştir.

Doğrudan Başkan'ın emirlerine göre hareket eden General Twining ve Dr. Bush tarafından organize edilen gizli araştırma sonucunda, 19 Eylül 1947'de, bu diskin kısa menzilli bir keşif aracı olduğu kararına varılmıştır. Bu karar aracın büyüklüğüne ve içinde herhangi bir erzak bulunmamasına dayanılarak verilmiştir. Dr. Bronk da aracın ölü dört mürettebatı üzerinde benzer bir analiz yapmıştır. Bu grubun konuyla ilgili olarak 30 Kasım 1947'de aldığı öneri niteliğindeki karara göre, bu yaratıklar her ne kadar görüntüsel olarak insana benzeseler de, biyolojik ve evrimsel gelişimleri homosapien'lerden oldukça farklıdır. Dr. Bronk'u ekibi bu yaratıkların daha belirleyici bir tanım bulunana kadar “Dünya Dışı Biyolojik Varlıklar” –EBE'ler olarak adlandırılmalarını önermiştir.

Bu araçların dünya üzerindeki herhangi bir ülkeden gelmedikleri kesinleştiği için, kökenlerinin neresi olduğu ve buraya nasıl geldikleri konusunda pek çok tahmin yürütülmüştür. Olasılıklardan biri Mars'tır, fakat bazı bilim adamları, özellikle Dr. Menzel, bu varlıkların başka bir güneş sisteminden geldiklerini savunmaktadırlar.



Enkazda bir tür yazı formu olduğu sanılan birtakım örnekler bulunmuştur. Bunların şifrelerinin çözülmesi yolundaki çabalar geniş ölçüde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Aracın itici gücünün nasıl çalıştığını, sahip olduğu güç kaynağının özelliklerini ve iletim şeklini belirleme çabaları da aynı şekilde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu konudaki araştırmalar; aracın tanımlanabilir kanatlara, pervanelere, jetlere ya da alışılmış başka tür bir itici güç sistemine sahip olmaması, ayrıca metalik elektrik tertibatı, vakum tüpleri veya benzeri herhangi bir elektronik parçasının bulunmaması yüzünden karmaşıklaşmıştır. Aracın itici güç sisteminin kazaya yol açan patlamada tamamen tahrip olduğu düşünülmektedir.


Söz konusu araçlar, performans özellikleri ve amaçları konusunda olabilecek en fazla bilgiyi edinme ihtiyacı, Aralık 1947'de ABD Hava Kuvvetleri SIGN Projesi olarak bilinen girişimin başlatılmasına yol açmıştır. Gizliliği korumak amacıyla, SIGN ve Majestic-12 arasındaki bağlantı Hava Malzeme Kuvvetleri İstihbarat Bölümü'nden iki kişi ile sınırlandırılmıştır; bu kişiler birtakım bilgileri kanallar aracılığıyla iletmekle görevlendirilmişlerdir. SIGN, Aralık 1948'de GRUDGE Projesi'nin kapsamına alınmıştır. Operasyon, şu anda BLUE BOOK kod adı altında, projenin başı olan Hava Kuvvetleri yetkilisi ile bağlantı içinde sürdürülmektedir.


6 Aralık 1950 günü, muhtemelen benzeri kökenli ikinci bir cisim, atmosfer içinde uzun bir yolculuk yaptıktan sonra, Teksas-Meksika sınırındaki El Indio-Guerrero bölgesinde büyük bir hızla yere çakılmıştır. Araştırma ekibi olay yerine vardığında cismin kalıntılarının neredeyse tamamen yanmış olduğunu görmüşlerdir. Kurtarılabilen parçalar incelenmek üzere Sandia, New Mexico'daki A.E.C. binasına gönderilmiştir.

Bu olayların ulusal güvenlik açısından taşıdıkları anlam önemini korumaktadır, çünkü bu ziyaretçilerin motivasyonları ve niyetleri hiçbir şekilde bilinmemektedir. Bunlara ek olarak, bu araçların gözlemlerinde bu yılın Mayıs ayında başlayan ve sonbaharda da devam eden bir patlama yaşanmış, bu da çok yakında yeni gelişmelerin olabileceği yönünde derin kaygılar doğurmuştur. Bu nedenle, uluslararası ve teknolojik kaygılardan ve halk arasında oluşabilecek bir paniği engelleme ihtiyacından dolayı, Majestic-12 ekibi, bu konudaki katı güvenlik tedbirlerinin yeni yönetim tarafından da uygulanması gerektiğini düşünmektedir. Ayrıca MJ-1949-04P/78 kodlu gizli plan, kamuoyuna bir açıklama yapma gereğinin baş göstermesi ihtimaline karşı sürekli olarak hazır tutulmalıdır.

SAVUNMA SEKRETERİNE GÖNDERİLEN MEMORANDUM
Sayın Savunma Sekreteri Forrestal,

Bu konu hakkında yakın zamanda yaptığımız konuşmaya istinaden, bu mektupla size gereken tüm hızla ve dikkatle girişiminizi sürdürme yetkisi tanınmaktadır. Bundan böyle söz konusu olaydan yalnızca Majestic-12 operasyonu olarak bahsedilecektir.

Konunun son düzenlemesine ilişkin ileride ortaya çıkabilecek hususların, yalnızca, sizinle konuyla ilgili görüşmelerini sürdürecek olan Başkanlık Ofisi, Dr. Bush ve Merkezi İstihbarat Direktörü arasında kalması gerektiğini hissediyorum.

İmza
Dwight D. Eisenhower
Başkan

8 TEMMUZ 1947 TARİHLİ FBI TELETAYP MESAJI

FBI DALLAS 7-8-47 18:17

CINCINNATI ACELE

UÇAN DAİRE, MERKEZİ BÜROYU İLGİLENDİREN BİLGİ

8. Hava Kuvvetleri büromuzu arayarak, bugün Roswell, New Mexico yakınlarında uçan daire olduğu sanılan bir cisim ele geçirdiklerini bildirmiştir. Disk, altıgen biçimindedir ve yaklaşık 6 metre çapında bir balondan kablo ile sallandırılmış halde bulunmuştur. Bulunan cismin radar yansıtıcılı bir hava balonuna benzediği bildirilmiştir, fakat 8. Hava Kuvvetleri'yle Wright Üssü arasında yapılan telefon görüşmesi bunu doğrulamamaktadır. Disk incelenmek üzere özel bir uçakla Wright Üssü'ne gönderilmiştir. Ofisinize bilgi verilmesinin nedeni olayın ulusal çıkarlarla ilgili olmasıdır.

Devamını Oku »

SES MAJİSİ - SAYMATİKS SESTEN ŞEKLE - ŞEKLİN SIRRI VE SESİN ETKİLERİ




Ses Majisi

Okült bilgilere göre, önceki devrelere ait kimi uygarlıklarda bilinen ve koşullar elverişli olduğundan yaygın biçimde kullanılan, canlı veya cansız nesneler üzerinde sesin ‘esîr’î vibrasyonları yoluyla birtakım etkilerde bulunabilme bilimi veya sanatı (kimi yazarlar “sonik bilim” terimini kullanırlar).
Hitler'in büyü çalışmaları da gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan yaptığı konuşmalarda kullandığı ses büyüsüydü. Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir fonksiyon görmüştü.

Ezoterik bilgilere göre, ses, fizikte açıklandığı şekilde yalnızca hava veya su gibi yoğun ortamlardaki titreşim dalgalarından ibaret değildir. Sesin fiziksel ortamın yanısıra‘esîrî ortamda yayılan dalgaları da vardır ki, bu esîrî titreşim dalgalarının insan üzerindeki etkisi, fiziksel titreşim dalgalarının etkisinden çok daha önemli boyutlardadır. Ayrıca insanın işitme organının (kulak) “infra” ve “ultra” sesleri duyamaması bu seslerin esîrî ‘tesir’lerinden etkilenmemesi anlamına gelmez; insan duyamasa da bu seslerin esîrdeki titreşimlerinden (vibrasyon) etkilenmektedir.

 [Fiziğe göre, insan kulağı yaklaşık 16 Hz’den (saniyede 16 titreşim) daha düşük ve 20 kHz’den (saniyede 20 bin titreşim) daha yüksek frekanslı sesleri duyamamaktadır]. Belirli bir frekansa (titreşim derecesi, sıklığı) sahip her müzik notası ve kimi alfabelerde harflerle karşılanan her ses, fiziksel ortamlarda meydana getirdiği dalgalanmalara benzer şekilde, esîrî ortamda da dalgalanmalar meydana getirir. Dolayısıyla, birçok sesin bileşiminden oluşan ve bir titreşimler skalası gösteren her sözcüğün, her cümlenin söylenişinde veya her melodinin çalınışında esîrî ortamda birtakım karmaşık, fakat ahenkli dalgalanmalar ve çevreye etkide bulunan birtakım tesirler yaratılmış olur.

 İşte ses majisi, bu seslerin tek tek esîrî özelliklerinin ne olduğunu, bileşimlerinin nasıl etkiler yarattığını, bu bileşimlerin hangilerinin canlı veya cansız nesneler üzerinde hangi etkileri yaratabileceğini, bu etkilerin en güçlü halde olabilmesi için çıkarılan seslerin ne şekilde çıkarılması gerektiğini [sesin cinsi (insan sesi, mekanik ses vb.)], tonu, şiddeti, titreşim genliği, telaffuzu (prononciation), titremlemesi (intonation), nefes ve düşüncelerle uyum ilişkisi vb.] konu edinen bir bilimdir.

 Ezoterik bilgilere göre, eskiler, ağır taş blokları kaldırma gibi PK (psikokinezi) etkinliklerinde, şifa çalışmalarında, ‘değişik şuur halleri’ne geçtikleri mistik deneyimlerde ve daha birçok alanda bu ses biliminden ya da ses majisinden yararlanıyorlardı. (Kimi Antikçağtarihçilerine göre, birçok antik kentin duvarları ve tapınakları bu teknikle inşa edilmiştir. (Dev Yapılar)



Kitaplarında eski uygarlıklardaki ses majisinden söz eden kimi yazarlara göre, Mezopotamya ve eski Mısırrahiplerinin ses majisiyle ilgili bazı etkinlikleri, eskilerin iyi bildiği bu bilimin şimdiki devrenin başlarına dek sürebilmiş “kırıntıları”dır ancak. Gnostiklerin, kabalistlerin ve okültistlerin “güç isimleri” (İng. names of power) ile ilgili teorik çalışmaları da, bu “kırıntılar”dan kaynaklanmıştır. [Okültistlere ve kabalistlere göre, “güç sözcükleri” denilen bazı sözcükler, özellikle ilâhî isimler özel biçimlerde telaffuz edildiklerinde birtakım majik etkiler yaratırlar ki, bunlara “güç isimleri” denir. Eski Mısır’da bu “güç isimleri”ne “hekau” denirdi.

 Aslında her insanın adının seçilişi tesadüfi değildir; adın belirlenmesinde tek etken olmamakla birlikte, bir etken de varlığın ihtiyacı olduğu tesir biçimidir.] Yine bu yazarlara göre, kimi ilâhî adlar, kutsal ‘mantra’lar , ‘zikir’ler rasgele seçilmiş sözcüklerden oluşmamışlardır ve gerektiği biçimde söylendiklerinde, yani telaffuz, titremleme ve vurgulara dikkat edilerek söylendiklerinde ya da tekrarlandıklarında (İng. chanting) majik veya psişik bir etki yaratabilmektedirler. (Kimilerine göre, birçok işe ilâhî bir ad söylenerek başlanmasının bir nedeni de budur.) Ezoterik kaynaklara göre bu tür bir etki, kimi kutsal kitaplar sesli okunurken de, –ancak kitabın indirildiği dilde ve gerektiği gibi okunduğu takdirde– yaratılabilmektedir. Hint tradisyonlarına göre ses majisi yapıcı olduğu gibi yıkıcı amaçlarla da kullanılabilen bir güçtür. Mantra, Zikir, Dua, Müzikle Tedavi, Maji..

 SES BİR ANAHTARDIR

Tezahür etmiş evrendeki her şey titreşimsel bir doğaya sahiptir. Bir şeyin şekliyle titreşim frekansı arasında direkt bir ilişki vardır. Bizim perspektifimizden sizler, ışık ve ses de dahil olmak üzere birbirine bağlı bileşik enerji alanlarısınız. Bedeninizin organlarını ve sistemlerini oluşturan çeşitli hücreler, diğer hücrelerle uyumlu ses titreşimleri yayarak hücresel rezonanslara yol açarlar. Aslında bedeniniz yürüyen bir senfonidir, birçok gücün birlikte yarattığı bir sabit dalga kalıbıdır. Bedeninizi oluşturan bu sabit dalgalar dünyayla rezonans halindedir, ayrıca dünyanın geçirdiği değişikliklerden de etkilenmektedir.

Dünya büyük bir geçiş dönemindedir, rezonansları değişmekte, yeni bir denge haline doğru ilerlemektedir. Bu yüzden bedeninizin rezonans alanları da atom altı düzeyden hücresel düzeye kadar yeni bir denge haline geçmekte, bu da tüm organlarınızı etkilemektedir. Bu olay büyük bir içsel biyolojik gerilime sebep olmakta, bazen hastalık, bazen yorgunluk, bazen de çalkantılı haller şeklinde rahatsızlıklara yol açmaktadır. Duygusal alemde ise duygusal dengesizlik şeklini almaktadır. Duygular da sese ve titreşime sahiptir. Duygular kanın kimyasında değişikliklere sebep oldukları gibi, solunum modelinin ve kandaki oksijen düzeyinin değişmesine de yol açarlar. Yakında tüm duyguların bir ses ya da titreşim imzasına sahip olduklarını keşfedeceksiniz. Duyguların bastırılması bedenin kimyasında şiddetli bir geri itmeye neden olur.Duyguyu daha net bir şekilde anlamak için kendinizi bileşik rezonant bir enerji ve titreşim alanı olarak görmenizi ve duyguların ses imzalarına sahip olduklarını kabul etmenizi öneririz. Farkındalığınızın bedeninizin duyguları tutan bölgelerini kapsamasına izin verin, böylece onları salıvermeyi kolaylaştırabilirsiniz. Bu konuda bazı deneyler önereceğiz, böylece duyguların ses vasıtasıyla ifade edilip temizlenmesi yöntemine aşina olacaksınız. Vereceğim alıştırmaya hazırlanmak için sürekli hissettiğiniz bir duyguyu hatırlayın, bu öfke de olabilir, üzüntü de, sevinç de.
Hathor Bilgileri - Tom Kenyon / Virginia Essene

 SES ŞİFASININ TEMELİ ve TIBBIN DEĞİŞİK ALANLARINDA KULLANIMI

    Bütün evren bir titreşim halindedir ve her varlık kendi eşsiz frekansını oluşturur. Her şeyin titreşim halinde olması, aynı zamanda her şeyin bir ses oluşturduğu anlamına da gelir. Bu elbette bizim bütün sesleri duyabileceğimiz anlamına gelmez(9). İki şey aynı frekanstaysa, birbiriyle rezonans (tınlama) yapar. Her maddenin kendine özgü titreşimi vardır. Zihnimiz ve bedenimiz hangi özgün titreşimle rezonans yaptığımıza bağlı olarak bundan etkilenir.

 Vücudumuzun değişik kısımlarının (organlar-kemiklerdokular ve farklı vücut sistemlerimiz) hepsinin kendine özgü belli yankı yapan frekansları vardır. Bunlar, birlikte bir armonik bileşim oluşturur: Bu, bizim kendi kişisel rezonansımız veya titreşim seviyemizdir. Vücudun belli bir kısmı rahatsız ve uyumsuz titreşim gösterdiğinde, bedenin çeşitli bölümlerindeki hücresel titreşimler değişik nedenler yüzünden bozulduğunda bedenimiz bir rahatsızlık yaşayabilir, buna “hastalık” diyoruz. Böyle bir durum meydana geldiğinde, rezonans yapması için bozulmuş hücreye yeni bir dışsal titreşim verilebilir, böylece hücrenin kendine özgü titreşimi yeniden sağlanır. Ses rutin bir biçimde tıbbın değişik alanlarında ve bütünsel şifacılıkta kullanılmaktadır.

 Genetik kodu inceleyen bilim insanları bu kodun müzik ile benzerlik gösterdiğini buldular ve çalışmalarını sesin DNA yoluyla bir iyileştirme etkisi üzerine yoğunlaştırdılar. Ses şu anda daha sık olarak ağrıların dindirilmesi ve stresin giderilmesi için geleneksel tedavi usulü olarak kullanılmaktadır. “Ses ve Müzikle Kendi Kendine Şifacılık” konusunu da kapsayan kitapları olan Dr. Andrew Weil, ses terapisinin şaşırtıcı bir biçimde kalp hastalıkları, kireçlenme, stres, anfizem ve daha birçok hastalık üzerinde etkili olduğunu açıklamıştır. Ana ses şifacılığı usullerine değinirsek: Mantra SöylemeTonlama-Yankılanan Frekans Tedavisi-Sonik Bindirme Teknolojisi-İşitsel Zenginleştirme Teknolojisi-Ses Analizi Terapisi-Vibroakustik Terapi-Diyapazon Terapisi-SonopunkturDoğal Akustik Enstrümanlar-Kompakt Diskler (CD)-Müzik Terapi. Ses şifacılığıyla bağlantılı birçok yöntemin arasında müzik terapi geleneksel tıp tarafından en fazla kabul görendir.

 Şu ana kadar ses ve müzik terapinin etkili olduğu hastalıklara bakarsak: Ağrılar, aids, alerjiler, alzheimer, artrit, baş ağrısı, beyin felci, cinsel taciz, depresyon, dikkat yetersizliği, dişle ilgili sorunlar, down sendromu, epilepsi, erken doğum, felç, hamilelik ve doğum, kalp hastalığı, kanser, kronik bitkinlik sendromu, tinnitus, madde bağımlılığı, menopoz, kaygı, keder, kilo, öğrenme yetersizliği, sırt ağrısı, nörokasla ve iskelet sistemi ile ilgili sorunlar, otizm, parkinson, astım, psiko sosyal gelişim, rehabilitasyon, şeker hastalığı, şizofroni, travma, uykusuzluk, yanıklar, yaralanmalar, yüksek tansiyon, geç gelişim, ön yargı, paranoya, rahim muayenesi, saldırgan davranış .

 Ruh halimize uygun bir müzik dinlediğimizde ses ortamına fark etmeden ayak uydururuz. Böylesi bir müzik, özellikle ağrı çeken insanlar için, sessizlikten daha iyidir, çünkü sessizlik rahatsızlığın daha çok bilincinde olmaya neden olur. Ayak uydurma, dinlediğimiz müziğe göre beyin dalgalarının, kalp ritminin, nefes alıp vermenin, duygusal gücün, zamanlamanın, hızın ve diğer organik ritimlerin nasıl değiştiğini açıklar. Müzik terapistinin uyguladığı ilkelerden biri de dikkati ağrıdan ya da rahatsızlıktan başka bir yöne çekmek olan “dikkat dağıtmak” tır. Müziğin en bariz iyileştirici kullanımı stresi azaltmaya ve gevşemeye yöneliktir. Müzik iyileşme sürecinde güçlü bir hızlandırıcı görevi görebilir. Bedeni, her birinin benzersiz sanatsal yeteneği ve akort edilme şekli olan çok hassas bir enstrümanlar topluluğuna benzetmek yerinde olur.                                                                                                                                  
Goethe der ki “Mimari donmuş müziktir ve müzik akan mimari…”

Tamamen sessiz ve hareketsiz bir şekilde durduğunu düşündüğümüz tüm yapılar, moleküler yapıları ve biçimlerinden ötürü işitemediğimiz bir ses çıkarırlar. Bu melodi öylesine önemlidir ki, bir varlığın varoluş düzlemi ve yıkımı bu frekansa bağlıdır. Titreşim, biçimi etkiler, mesela bir köprüden geçen binlerce asker, aynı anda uygun adım yürürlerse oluşan birleşik titreşim dalgası köprünün yıkılmasına neden olur. Rezonans etkisi denen bu güç köprünün kendi öztitreşimlerine yaklaşan dış titreşimin üstüste bindirdiği dalgaları temsil eder. Gezegenlerin ve canlıların da titreşimleri vardır.
Titreşimlerin oluşturduğu etkileri az çok duymuşuzdur. Eski Ahitte şehrin surlarını deviren boru sesleri ve Kuran’da sadece tek sesle yokedilen kavimler anlatılır. Ses frekansının bu yıkıcı etkisi gibi, yapıcı müthiş bir etkisi de vardır. Bunu müzikte ve doğanın seslerinde, hayvanların hareketlerinde işitiyoruz. Ancak titreşimlerin bundan öte bir anlamı var.

 Cymatics / Saymatiks


Cymatics / Saymatiks bilimdalına isim olarak verilmesi İsveçli Hans Jenny(1904-1972)’nin 1967 yılında yazdığı “Kymatik” adı kitapla oldu. Kelimeyi eski Yunanca kyma (κύμα, dalga) ve kymatika (τα κυματικά, dalgalarla ilgili maddeler, meseleler” kökeninden bulmuştu. İngilizce’ye Cymatics şeklinde çevrildi.
Hans Jenny çalışmalarında piezoelektrik yükselteçler (amplikatör, amplifier), dalgalar ve çeşitli metotlarla yüzey tozu olarak pudra, hamur ve sıvıları canlı yaşayan nesnelermiş gibi birbirini izleyen formlar halinde hareket ettirdi. Bu oluşan formlar doğada, sanatta ve mimari de bulunuyordu.
Bu dalgaları oluştururken basit Sinüs dalga titreşimlerini kullandı. (Saf temel titreşimleri). Bu titreşimler insan kulağının işitebildiği bölgede yer alıyordu.


SES Frekanslarıyla İyileşme

Dr. Sir Peter Guy Manners’ın sağlıklı doku frekansları çalışması pek çok sene önce Almanya’da başladı. O ve bir araştırma ekibi doku frekanslarını yakalayıp kaydetmek üzere tasarlanmış aletlerin yardımıyla yakalayıp kaydedebiliyorlardı. 1950’lerde Paris Sorbonne’dan Profesör Gaveau, Almanya’dan Dr. Brunner, Yale Üniversitesi’nden Dr. Harold S. Burr ve de İsviçreli bilim adamı Dr. Hans Jenny bu fenomenler üzerine araştırma yapmaktaydılar. Dr. Manners onların çalışma sonuçlarını bir araya getirdi ve Cymatik üzerine dayanan bir terapi geliştirdi. Dr. Manners şöyle söylemiştir: “Bedenimizin her bölümünün – kalbin, akciğerlerin, karaciğerin, böbreklerin, kasların, kemiklerin, sinirlerin – bir ahengi vardır. Bu ahenkler şu anda belirlenmiştir. Onların yapının ve sistemin içine yeniden çalındığını ve çalınabildiğini biliyoruz.” ”Cymatik” terimini türeten ilk Hans Jenny’di. Dr. Manners çalışmasına saymatik (cymatics) terapi, sonrasındaysa Jenny’nin dalga fenomenleri ve titreşim bilimine olan katkılarına duyduğu büyük saygısından ötürü Cymatherapy ismini verdi.

 ANTİK DİLLER YAZIDİLLERİNİN / ALFABELERİN DOĞUŞU VE TİTREŞİMLER

Hans Jenny, Tonoskop adında bir cihaz tasarlıyor. (Cristal osccillators) İnsan sesi ile bir borunun ucundaki zar titreşiyor ve kelimeler görünür bir hal alıyor. Cihazda elektronik hiçbir parça olmadığından sesin frekansı en temiz şekilde görülebiliyor.


Bu cihazla antik dillerle özelikle Sanskrit ve Hebrew ile çalışıyor. Modern dillerden farklı olarak sözün söylenişi ile oluşan şekille görüntüde oluşan şeklin uyumunu veyazılı alfabede o kelimenin o şekilde yazıldığını görünce çok şaşırıyor. Bunun anlamı o dilin yazıdilini oluşturanların bu çeşit bir deneyi yapmış olması olabilir veya başka bir yöntem de olabilir. Böylece o eski dillerin en eski dili görüşüne de atıfta bulunuyor bu fikir ve Tibetçe, Çince, Eski Mısırca için de denenmeli…


Peki bu teorinin temeli var mı? Evet var. Özellikle eski zamanlardan kalma şekiller bugün bunu keşfetmemizi sağlıyor. Yandaki örnekte Hans JHindistan’da meditasyon sırasında tekrarlanan bir kutsal kelime olan OM sesi verildiğinde bugün oluşan şekil ile binlerce yıl öncesinin sembolü şaşılacak şekilde aynı. Kutsal kadim dillerin kutsal görüntüler oluşturduğu düşünülüyordu. http://www.unitedearth.com.au/sound...

Dikkat edin eski dillerin pek çoğunda semboller dili oluşturur. Harfler değil. En eski dillerde sanki başka bir ana dilin mirasçılarıdır. Kimilerine göre insanın nefes alış veriş sesi bile evrensel bir enerjinin formudur.

Gözle görmediğimzi enerjinin form kazanması ve görünür dünyaya ait fiziksel maddenin toparlanması atomların molekül oluşturacak şekilde biraraya gelmesi onların daha uzun dizilimleri organik maddeyi ve tüm gördüğümüz maddeyi olşturması sesin maddeyi zorlayarak biçim vermesi gibi enerjinin kafeslerinde mi oluştu.
Ses aslında oluşturulurken 3 boyutlu bir bilginin 2 boyutlu ardışın genlikler halinde saklanması ve şifrelenmesi mi?

Yani şöyle düşünün ses aslında dalgalardan oluşur. Bu dalgaların genlikleri ve frekansı vardır. Ses arka arkaya gelen titreşimleri taşırken sadece iki bilgiyi bilmek ve dizi halinde ardarda dizmek yeterlidir. (Genlik ve frekans bilgisi) Ancak bu ses bir metal plaka üzerindeki tozlara 3 boyutlu bir bilgi ile şekil verir. Ardı ardına gelen frekans dizisi notaları notalar parçaları oluşturur.
Oluşan görüntüler andan ana değişirken dikey bir ışınım gibi üst boyuttan alta doğru inen enerji frekansı her boyutta süzgeçten geçerek şekil değiştirir. Böylece evrensel bir biçimlenme başlar. Gerek titreşim frekansı gerekse fiziksel büyüklük olarak her katmanda enerji farklı biçimlere bürünse de ses bunlardan birisidir. Önce maddeye o katman kaç boyutlu ise o kadarlık biçim verir. Sonra arka arkaya gelen enerji demeti zamanı oluşturur. Zamansal değişimi ve hareketi bu enerjinin bir borudan akan su gibi ya da arka arkaya gelen ses dalgaları gibi gelişiyle oluşturur.
Madde hali hazırda bu biçimde kalışını bu akışın sürekliliğine borçludur. Burada evren için anlatılanları aynen insana uyarlarsak bünyesinin bu enerjinin indirgenerek gidişinde hangi katmandaki bilgiyi aldığı şuurunun açılığını belirleyecektir. Hatta sağlığını uyumlu çalışan bir organizma olmasına.

Öyleyse enerjinin şekillenmesi gözle görünmeyen matematik kanunlara bağlıdır. Böylece önce görüntüyü gördük. Sonra bu görüntüyü sesin oluşturduğunu anladık. Sonra sesin bu görüntüyü oluşturmasının altında yatanın enerjinin karakterinden kaynaklandığını ve sesin bir enerji türü olduğunu başka enerji şekillerinde de biçimler oluşacağını gördük.
Soru enerjinin karakterinin neden böyle olduğu. İşte şimdi matematiğe geldik. Eğer çemberi oluşturmak için sonsuz sayıda noktayı bir merkeze eşit uzaklıkta dizmemiz gerektiğini biliyorsak bu noktaların bize Pİ sayısını vermesi gibi enerjinin karakterinde sabit olmasına karşın sonsuza uzanan değerler var. Bu değerler soyut evrenin somutlaşmasını sağlıyor.Dolayısıyla soyut kısımda henüz keşfetmediğimiz bölümler olabilir.

 KRİSTALLERİN TİTREŞİM OLUŞTURMADA YERİ

Kuartz tipi kristallerin istenen frekansı sürekli tekrarlama özelliği vardır. Programlandıklarında ışıksal ve sessel olarak istenen titreşimi temizleme, koruyucu alan oluşturma sağlıklı rezonans yaratma gibi bölümlerde kullanabilirler. Hans Jenny araştırmalarında kristal osilatorler kullandı. (OSİLATÖR: Elektrik salınımlarını elde etmek için, genellikle elektron tüpleri kullanan elektrikle çalışır bir cihaz) http://www.world-mysteries.com/sci_cymatics.htm

DUALARIN ETKİSİ

Mantralar, meditasyonlar ve duaların belli bir ritemdeki özel kelimelerin tekrarı, önce zihni sonra sesi ve sonra bedeni aynı anda belli bir frekansa sokar. Bu titreşim asal bir akış ile temasa geçilebilmesini sağlar. O düzlemin titreşimlerine yaklaştıkça oradan gelen algı iş oluş ve duygusal izlenimler algılanır hale gelir. Beyin merkezlerinin doğru uyarımları insan üzerinde olumlu etkiler oluşturabilir.
 
KAPLUMBAĞA KABUKLARI VE SAYMATİKS DESENLERİN BENZERLİĞİ


KAYNAKLAR :
http://en.wikipedia.org/wiki/Cymatics
http://www.cymatics.co.uk/
http://www.cymaticsource.com/
http://www.cymaticsconference.com/2008/index.html
http://cymatica.net/
http://en.wikipedia.org/wiki/Rosslyn_Chapel#.27Musical.27_boxes
http://www.frankperry.co.uk/Cymatics.htm
http://www.cymaterapi.net/?p=27
http://www.unitedearth.com.au/sound.html
http://www.ted.com/talks/evan_grant_cymatics.html
http://www.ismailersevim.com/?p=250
http://www.rexresearch.com/cymatics/cymatics.htm
http://en.wikipedia.org/wiki/Standing_wave
http://en.wikipedia.org/wiki/Bessel_function

Devamını Oku »

İNSANLIĞIN GİZLİ KÖKENİ - GALAKTİK İNSAN




Burada anlatacağımız konu “dünyada yaşamakta olan insanın” kökeni hakkındadır. İnsanlığın kökeni hakkında pek çok araştırmalar yapılmıştır.

İnsan nereden gelmiştir, nereye gidecektir? Yeryüzündeki insanın ilk atası nasıl teşekkül etmiştir? Yeryüzü insanının kozmik akrabaları kimlerdir?

Özellikle belirtmek isterim ki aşağıda bulacağınız bilgiler ezoterik içerikli (yani gizemli, herkese anlatılmamış, sadece ehlinin kulağına söylenilmiş) bilgilerden meydana gelmiştir. Bu da şu anlama gelir ki, her ne kadar eskilerde gizlemli bilgi geçerli ise de, bugün artık buna gerek bulunmamaktadır. Ezoterizm'den egzoterizm'e geçmek gereklidir. Bununla birlikte 'ezoterizm' bugün, eskisine nazaran, çok daha fazla “bilim” alanında uygulanmaktadır. Özellikle nükleer, astrofizik, egzobiyoloji ve hatta mikrobiyolojide yeryüzünde 'bir avuç insanın' bildiği bilgiler vardır. Hemen hemen üniversite çevreleri tarafından dahi bilinmeyen birtakım bilimsel bilgiler vardır. Bazı bilim adamlarının sadece kendi aralarında bildikleri ve henüz hiçbir yayın yapmadıkları, tecrübelerini açıkça ortaya koymadıkları bilgiler vardır. Yani günümüzde bile 'kulaktan kulağa fısıldanan bilgiler’ mevcut bulunmaktadır. Buna rağmen çağın icapları gereği artık bazı hususları da ifade etmekten başka çare bulunmamaktadır.
Kutsal kitaplarda 'İnsan'dan bahsedilir. Özellikle 'İnsan’ dan bahseden ve ona, çok geniş yer veren kutsal kitaplardan birisi ‘Tevrat’tır. Özellikle de 'yaratılış' ile ilgili bölümüdür. Gerek Brahmanik eserlerde, gerekse Kuran’da ve özellikle Mısır ve Babil ezoterizminde 'İlk İnsan’ dan bahsedilir. Bunu uzun uzun ve ezoterik bir şekilde Tevrat'ta görmekteyiz. Ancak bunları da birbirinden ayırt etmenin imkânı (ve gereği) vardır.

Ezoterik bilgiye göre: Yeryüzünde birçok devirler geçmiştir. Bunların ilkine 'Altın çağ' denmiştir. Burada 'altın' kelimesinden maksat, bildiğimiz altın madeninin bol olduğu çağ manasında değildir. Kıymetli, yüksek, üstün bir çağ anlamında kullanılmıştır. Değerli bir çağ manasına gelir. Sonra 'Gümüş', 'Bronz', 'Kahramanlar' ve nihayet 'Demir' çağı gelmektedir. İnsanlar şimdiye kadar beş çağ geçirmişlerdir ve biz şimdi, bugünün insanları olarak, 'Demir Çağını’ yaşamaktayız. Bizimle birlikte de bir devir tamamlanmaktadır. Demir çağından sonra insanlar için, bir devrin bitmesi ve yeni bir devrin başlaması işaret edilmektedir.

Yeryüzünde insan, modern biyolojinin bize delileriyle anlatmaya çalıştığı gibi, bir kozmik yumurtadan meydana gelmiş değildir. Yani tek hücreli canlılardan (amipler gibi), gelişe gelişe bir insan organizması meydana gelmiş değildir. Bu tip bir gelişme olmamıştır denilemez fakat bu ilk insan için geçerli değildir. Bu iki farkı iyi bir şekilde belirlemek gerekir. İnsan vücudu, organik bir yapı olarak, özel bir tarzda meydana getirilmiştir. Yani yapılmıştır. Bir imalat ürünüdür. Bir evolüsyon yani (biyolojik) gelişim mahsulü değil, doğrudan doğruya bir üretim mahsulüdür. Modern biyolojinin araştırdığı 'DNA' (yani genlerin) meydana getirilişi tesadüfi ve kendiliğinden değil, çok yüksek, fevkalade yüksek bir bilimin, bizzat kendi potasında meydana getirdiği bir yapıdır. Kutsal kitaplar ve diğer dini metinleri farklı bir bakış açısı altında incelediğimiz zaman görüyoruz ki, esasında, insan formunun meydana getirilişi iki safhalı olmuştur:

Birincisi: GaIaktik insan
İkincisi: Yeryüzü İnsanı

Galaktik insan tipi 'Altın Çağ'ın yeryüzünde meydana getirmiş olduğu varlık tipidir. 'Galaktik' kelimesi bir tür 'evrensel' anlamına gelse de, esasında sadece dünyanın da dâhil olduğu bir galaksiyle ilgili olan insan tipidir. Bunun yeryüzündeki beşer ile çok çok uzaktan bir akrabalığı vardır.
Yeryüzü insanının ilk (formu) olarak kutsal kitaplar bize Âdem’den bahsederler. Acaba gerçekten insanın meydana gelişi (imal edilişi) yeryüzünde mi olmuştur? Yoksa başka bir mekânda meydana getirilmiş ve sonra yeryüzüne mi gönderilmiş veya sürülmüştür? Özellikle Tevrat'ta iki ayrı yaradılıştan bahsedilir:

Birincisi ELOHİMLER'in yarattığı (imal ettiği) insan, İkincisicisi ise YAVHE'nin yarattığı, daha doğrusu imal ettiği insan. Spiritüalizm yani Ruhçulukta “Yaratma” sözcüğünü özel olarak (yoktan var etme anlamında) sadece “Kadir-i Mutlak Yaratan” için kullandığımızı özellikle belirtmek isteriz. (Yoktan var etmek sadece Kadir-i Mutlak Yaratan’a mahsustur ve bunun yaratılmış olan varlıklar tarafından anlaşılması mümkün değildir.)

Elohimler'in ve Yahve' nin yaptığı yeni bir imalat, yeni bir sentezdir. Mevcut (maddi) malzeme kullanmak suretiyle yeni bir organizma meydana getirilebilir. Yukarıda bahsedilen 'Elohimler’ (bazı bilgilerde ifade edilen) galaktik uygarlıkların senyörleridir. 'Yahve' ise bu senyörlere dâhil olan, tek bir varlıktır. Elohimlerin meydana getirmiş olduğu insan tipi (Galaktik insan) ile, Yahve'nin meydana getirmiş olduğu insan (beşer insanı) olmak üzere, iki ayrı Âdem vardır. Bunları birbirinden ayırt etmek için, ilkine sadece 1.Âdem, ilk beşer insanına da 2.Âdem ismini vereceğiz.

Kutsal kitaplar bize hem birinci Âdem’i, hem ikinci Âdem’i, aralarındaki çok ince farklarla ifade ederler. Daha doğrusu bu farkı da, onu meydana getirmiş olanın vasıtasıyla anlatmaya çalışırlar. Yani Elohimlerin meydana getirmiş olduğu 1.Âdem ile Yahvenin meydana getirmiş olduğu 2.Âdem birbirinden imalatçıları vasıtasıyla ayırt edilir.

Çok dikkat çekici başka bir husus da, İslam'ın kutsal kitabı Kuran’da Galaktik Âdem’den değil, doğrudan doğruya yeryüzünde meydana gelmiş olan Âdem’den bahsedilmesidir. Fakat diğer kitaplar ayrıca yeryüzünde meydana gelmemiş olan, fakat bütün bir galaksi içerisinde kendisini temsil eden, gelişmiş bir Âdem’den de bahsederler.

Şimdi bu kimyasal ve organik bedenli beşer varlığın yaradılışı, yani Yahve’nin Âdemi ile Elohimler’in (Altın Çağının kurucularının) Âdemi arasındaki bu farkı başka bir bakış açısı altında ele alalım:
Gerek Elohimler, gerekse Yahve ismi, 'tekliği’ ifade etmektedir. Bunlar aynı zamanda birer 'ırk'ı da temsil etmektedirler. Tevrat’ta geçen 'Yahova' yani 'Yahve' sözü, her ne kadar tek bir varlığı temsil ediyor gibi görünse de, aslında bir varlık ırkını temsil etmektedir. Yahova (daha doğrusu Yahve) denildiği zaman orada bir çoğul fikrini göz önünde tutmamız lazımdır. Nitekim birçok dini kitaplarda 'ben' ve 'biz’ sözleri sık sık kullanılmıştır. Bu görünüşte böyledir. 'Ben' dediği zaman ifade edilen maksat başka, 'Biz' denildiği zaman ifade edilmek istenen maksat çok başkadır. Yani, buradaki 'Biz' (ifadesi) gerçekten çoğulluğu ifade eder. 'Ben' dediği zaman, belirli bir sistem ele alınmış, 'Biz' dediği zaman birçok sistemler ele alınmıştır. Çoğul çoğulluğu, tekil de tekilliği ifade eder.

Tekrar hatırlatalım: Buradaki meydana getiriliş yani imalat ile yaratmak arasında büyük bir fark vardır. Kadir-i Mutlak olanın - ki biz buna alışılmış ismiyle 'Allah' diyoruz - yaratması başka şeydir. Ancak mevcut malzemeyi kullanarak üstün seviyeli varlıklar da bir takım yeni imalatlar (sentezler) meydana getirirler. Bu durum, bu imalatı yapacak olan varlıkların bir liyakatidir. Çünkü onlar bunu yapabilecek kudrete sahiptir.

(Galaktik kanunda 'ölüm cezası' diye bir şey yoktur. Esasında öldürmek yoktur. Ama bir tür karantinaya almak mümkündür. Yani Kişisel serbestiyeti (ferdiyeti) kısıtlamak mümkündür. İnsan öldürülemez... Ama onu bir gezegenden başka bir gezegene sürmek mümkün olabilir. Ya da bir karantina altına alınabilir. Bu bilgi ileride kullanılmak üzere şimdilik hafızamızın bir köşesinde kalsın.)

Tevrat'ta Yahve'ye 'orduların ilahı' diye bir atıf vardır. Ve buradan da anlaşılıyor ki, 'Yahve' esasında bir ırkı temsil eder. Belki de o ırkın çok yüksek kudretlere haiz bir varlığını temsil eder...
Yahve, genetik bilimi sayesinde düşünerek, bilerek, belirli ve kararlaştırılmış bazı fonksiyonları ikmal etmek için, özellikle ayarlanmış bir beşer varlığı ırkını sentezleyen ve uzayın başka yerinden gelen halkı belirlemek için, yeni zamanlarda kabul edilen bir isimdi. Bundan şunu kastediyoruz: Tevrat'ın yazılışı esnasında ezoterik (gizemli) olarak anlatılmak istenen buydu. Tekvin bölümünde kaleme alınan bilgiler, esasında bir Yahve ırkından söz etmektedir. Bir tek varlıktan değil...

Yahve ırkının da en büyük özelliği, muhtelif gezegenlerde, her devreden sonra ruhun tekâmülünü ve diğer varlıkların inkişafını sürdürebilmeleri için, meydana getirdikleri biyolojik kütleleri imal etmektir. Biyolojik nüveleri imal etmek bunların görevidir. Sadece beşeri dediğimiz şekilleri uygulamakla kalmıyor, bitki hayvan adaptasyonlarını da meydana getirmişlerdir.

Bilindiği gibi daima bir Aden Bahçesinden (cennetinden) bahsedilir. Âdem ilk yaratıldığı zaman kendisi Aden Cennetine konmuştu ve Aden Cennetinde yaşamaktaydı. Yalnızdı. Etrafında sadece bitkiler ve hayvanlar vardı. Kuran’da bunun ifadesi: 'Sizin öyle bir devreniz olmuştur ki, anılmaya bile değmez' şeklindedir. Tamamen yapay bir ortamda, bir Aden bahçesinden söz edilir devamlı olarak. Ve nihayet sonunda kendisine eş olmak üzere bir de Havva meydana getirilir. Ona da sembolik olarak 'Kaburga Kemiğinden' yaratıldı denmiştir. Bu ifadenin asıl anlamı 'Aynı kimyasal sentezden meydana getirilmiş, fakat DNA'sına yapılan bir müdahaleyle dişilik fonksiyonunu yürütecek bir şekle tahvil edilmiştir’ denmektir. Aslında her ikisi de aynı yapıdadır. (Modern tıpta, özellikle jinekolojide buna ilişkin bazı kanıtlar mevcuttur.)

Burada bir meseleyi ele almak lazımdır. Gerçekte 'Aden' yeryüzünde miydi? Yeryüzünde böyle bir mekân neredeydi? Belli değildir. Hiç bir kitapta da belli edilmemiştir. Yalnız Tevrat’ta bir ifade var: “Biz Aden'i dünyanın altına yerleştirdik” denir. Galaktik (kozmik) bilgiye göre dünyanın 'altı' bir yerde Mars gezegenidir. Şöyle ki: Güneş sistemini basitçe ele alırsak, güneşten sonra dışa doğru ya da aşağı doğru Merkür, Venüs, Dünya, Mars ve diğerleri gelmektedir. Astronomide de, buna benzer şekilde olmak üzere, 'Dünya altı' ve 'Dünya üstü' planetler ifadesi kullanılır. Dünya üstü planetler demek Güneşe dünyadan sonra yakın olan planetler demektir. Dünya altı planetler de, Mars'tan başlamak üzere sistemin dışına doğru olan planetlerdir. Tevrat’ta aynen şöyle zikredilir: “Biz Aden cennetini dünyanın altına yerleştirdik.”

Kozmik bilgilerde de bu doğrudan doğruya Mars Gezegenini ifade eder. Ezoterik bilgi bize, hakiki Aden'in Mars’ta kurulmuş olduğunu, özel bir bahçe tarzında meydana getirildiğini ve özel bir sınır içinde bulunduğunu da anlatmaktadır. Sık sık zikredildiği gibi, orada, çöl halinde olan bu bahçede ziraatın gerçekleşmesi, toprağın işlenmesi ve korunması bu yeni varlığa Elohim’e verilmişti. Bunun için orada bir “Hayvan-ı Beşer” dediğimiz, hayvan - insan tipi (Human) meydana getirilmiştir. Bildiği sadece, ziraat yapmak, bahçeyi korumak, ekip dikmek vs. dir. Bu elbette bizim anladığımız anlamda basit bir ziraat değildi. Çünkü orası çok büyük bir laboratuvardı.
Bunun yerine getirilmesinde yardımcı olmak üzere bir Âdem meydana getiriliyor. Bu, birinci Âdem’di.

Daha henüz yeryüzünde 2. Âdem soyu teşekkül etmemiştir. Yeryüzünde İnsanlar vardı fakat bunlar Galaktik insanlardı. Onlar Galaktik ırka mensup spiritüel insanlardı. Telepatik güçleri normal hisleri yerine geçen son derece bilgili ve şuurlu insanlardı. Yüksek ruhsal potansiyeli olan kişilerdi. Ayrıca yüksek bir teknikleri de vardı. Bu ifade ettiğimiz ırk, Mu ve Atlantis'ten de önce mevcut olan bir ırktır. Mu ve Atlantis bu ‘Galaktik Irk'ın son kalıntılarıdır. Aynı yaradılış destanını eski Yunan Mitolojisinde de bulabilirsiniz. Zeus’un, Uranos'un, Jüpiter'in maceraları daima, aynı şekilde Yahve'nin ya da Elohimler'in macerasıyla büyük bir paralellik arz eder ki (aslında) aralarında da oldukça fazla bir zaman farkı vardır.

2.Âdem bio-kimyasal (sentez) bir varlıktı. Nasıl bugün tüp içerisinde bir canlı organizma meydana getirilmekteyse, bunun çok daha büyük, fevkalade geliştirilmiş bir şekliyle bir laboratuvar varlığıdır. Biyolojik olarak imal edilmiş olan 2.Âdem’in yanı sıra Galaktik İnsanın kökü de belli bir Âdem’den geliyordu. O, dünyadaki ikinci Âdem’in meydana gelişinden çok çok eski zamanlarda Elohimler tarafından meydana getirilmişti.

Yahve, Demir Çağının (ki doğuda Kali-Yuga denilen çağın) devamı süresince Dünya Gezegeni için idareci' olarak vasıflandırılmıştır. Yahve sonradan tek olarak ifade ediliyor. Bu varlık gerek spiritüel olarak, gerekse beşeri (fizik) olarak Demir Çağında gezegensel bir idareci olmuştur.
Hem İslam'ın kutsal kitabı Kuran'da hem de İbranilerin kutsal kitabı Tevrat’ta daima Âdem’in balçıktan veya Tevrat ifadesiyle 'Yerin tozundan' yapıldığı sözü vardır. Balçıktan ya da yerin tozundan yaratılmak ne demektir? Burada kastedilmek istenen doğrudan doğruya 'Dünyasal bir molekül yapısıdır' ve bu moleküler yapı üzerinde değişiklik yapılmak suretiyle, bio-kimyasal bir Âdem (prototipi) meydana getirilmiştir. Bunu anlatmak için yukarıdaki sembolik ifade kullanılmıştır. Ve burada özellikle 'yerin toprağından, yerin tozundan' sözü ile bir ırk ayırımı da (Galaktik insanla dünya insanı arasındaki) belirtmeye çalışmışlardır. 'Sizi topraktan yarattık' demiyor. Fakat 'Dünya 'toprağından yarattık' diyor. Eğer dünya evrende tek olsaydı, 'Dünya toprağı' diye bir tefrik yapmaya da gerek kalmayacaktı.

Yahve (büyük idareci sistem) ikinci derecede önemi olan, yeryüzünün şartlarına uygun hale getirilmiş bir beşeri tipi de meydana getirdi. Ziraat ve muhafaza işi 2. Âdem beşerine verildi. İki ağacın meyvesinden istifade edilmiyordu. Bunlar bahçe sahibine aitti. Beşer İnsan (Humen) meleklere nazaran daha alçak bir seviyede idi. Kendisini meydana getiren gerçekte TEK değil, bir 'grup' bir 'soy' idi. İleri teknolojileri vardı ve doku kültürünü harika şekilde uygulayabiliyorlardı.

2. Âdem’de ilk başarılı yaradılışta kullanılan dokuları kullanarak, bir dişi formu da inşa ettiler... Bahçenin içinde yaşayanlar olduğu gibi, dışında da yaşayanlar vardı, Bu bahçenin içi gerçekten bir cennetti. Bahçenin dışında yaşayanlar beşeriyetin orijinal ırkına yani 'Galaktik Irk'a mensup kişilerdi. Bunları da ElohimIer meydana getirmişti. Dışarıdakiler bütün insanlığın yegâne atası olan 1.Âdem’den gelmekteydiler. 1.Âdem aslında bütün insanların tekâmül bakımından kendisine benzemek istedikleri, kendilerine hedef olarak kabul ettikleri “kozmik insan” tipidir.

Elohimlerin diğer bir ismine de 'Yılan oğulları' denmiştir. Bu 'yılan' sözcüğünden gerek İslam gerekse Hıristiyan âleminin kafaları oldukça bulanmıştır. Bundan dolayı zamanımız insanı 'yılan'ı gayet kötü, hiç bir işe yaramayan hatta hain, hilekâr, aşağılık, alçak bir varlık haline" getirmiştir. Tevrat'ta Havva’yı baştan çıkaran, yılanın iğvasıdır. Yasak olan ağaçtan yemesini temin etmiştir. Ve dolayısıyla Aden cennetinden kovulmalarına sebep olmuştur. Aden cennetinden kovulan bu iki prototip yeryüzüne indirilmeden önce hemen hemen bütün ihtiyaçları hazır olarak büyük bir konfor içinde yaşamaktaydılar. Bu konfor dünyaya indikten sonra kaybolduğu için, yılan bunu yaptı diye, zavallı mahluka edilmedik beddua kalmamıştır.
 Aslında o yılan bildiğimiz yılan değildir. Meyva da bildiğimiz meyve değildir. Biraz evvel de belirttiğimiz gibi o ilk prototip te bildiğimiz Adem ile Havva değildir.
Elohimler esas olarak eski ilahları meydana getiren kişilerin tarihiyle alakalı kişilerdi. Yani nerde bir 'ilahlık', bir tanrısallık varsa, esasında orada bir yöneticilik ve insanın geçmişiyle - geleceğiyle alakalı karar ve bilgilerin temerküz ettiği bir sistemi düşünmek lazımdır. İlahlık aslında budur. Hiç bir zaman Kadir-i Mutlak olan Yaradan değildir. Yani gerek uzak doğudaki Brahmanizm ve Budizm'deki ilah sözleri, gerek Eski Yunan'daki ilah sözleri, Keltlerdeki 'İlah' sözleri, gerekse Orta (Kuzey) Amerika yerlilerinin (Aztek-Maya- İnka) ilahları, Afrika'daki ilahlar, eski Mısır’daki Tibet’teki ilahların aslında anlayacağınız manada tek Yaradan, ilk sebep olan Kadir-i Mutlak ile alakası yoktur. İlah sözü biraz yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi, hangi sistemde olursa olsun, insanın tekâmülüyle alakalı olan bir sistemi ifade eder. İnsanın gelişimiyle alakadar olan bir sistemdir. 'İLAH' sözü, buradan 'Tanrı Oğulları' deyimi de çıkacaktır.

Çünkü Tevrat'ta şöyle bir ifade vardır:

«Tanrı oğulları yeryüzü kızlarını beğendiler ve onlardan kendilerine eş aldılar».
Apaçık bir ifadedir bu... Bu ırkla o ırk tamamen birbirinden ayrıdır ve başka yerden gelmiş, görmüş, bilmiştir. Yani Elohimler ile Yahve'nin meydana getirmiş olduğu sentetik ırk (ya da 2.Âdem ırkı) birbirinden tamamen farklıdır. Biz bu ikinci Âdem’e mensubuz. Onun için insandan bahsederken 'düşünen hayvan' denmiştir.

Bizim DNA organik yapımız henüz hayvansal titreşim seviyesinin üzerine çıkamamıştır. Bunun üzerine çıkanlar çok azdır ve biz onlara 'evliya' deriz. Gerçekten insan düşünebilecek seviyeye gelmiş fakat hayvansal durumunu kaybetmiş değildir. Burada hayvan sözü DNA'da bulunan, kalıtımsal olarak getire geldiği bazı özellikleri ifade etmektedir. Zaten Darvinciliğin savuna geldiği de budur. Darvinciliğe göre de insan, hayvanın (bir maymun türü) gelişmiş şekli olmaktadır. Her iki bakımdan da bir haksızlık yapmış olmuyoruz.

Gök halklarının galaktik dinleri hakkında pratik olarak bir şey bilmiyoruz. Elde mevcut olan çok eski bulgularda 'yılan ve iç içe daireler' sembolleri bulunur. Yılan* içinde yaşadığı spiral galaksinin (saman yolu) iki büyük ucunu temsil eder. Mesela, kuyruğunu ısıran yılan sembolü bizim dünyamızın bilebildiği en eski semboldür.

* YILAN SEMBOLÜ: Gerek batı gerekse doğu ezoterizminde (batıni bilimde), dinlerde, hayati kudreti, hayatsal değişimi, devr-i daimi simgeler. Özellikle Mısır, Babil, Yunan ve Hint uygarlıklarında kullanılmıştır. Kuyruğunu ısıran yılan tekerrürü anlatır. Bu tekerrür, tekrarlanma Kâinattaki Maddi ve manevi kanunların birbiriyle yakın ilgisini de ifade eden bir semboldür. Hayatın doğum - ölüm çemberi (yılan) İlahi İrade Kanunu dâhilinde seyrederek, “varlıkların tekâmülü için tekrar tekrar bedenlenmeleri yansıtan" temel bilgiyi sembolize eder. Reenkarnasyon (tekrar bedenlenme) bir İlahi "Kanundur”. Her dinde açık ya da kapalı ifadeler altında zikredilmiştir. Yukatan'da bulunan tabletlerde bu sembol aynen görülmektedir. Burada asıl en büyük ifadesi 'Spiral Galaksi'yi ifade ediyor olmasıdır.

Bilindiği gibi evrende bilinen bir kaç tip galaksi çeşidinden birisi de spiral galaksilerdir. Mensubu bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi de bir spiral galaksidir. Bu asırda biyolojik kâinatı incelediğimiz kadar hakiki büyük kâinatı da incelemek mecburiyetindeyiz.


İnsan olarak üzerimizde büyük bir yük bulunmaktadır. Bütün bunların üstesinden gelmek icap edecektir. Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi yılan aynı zamanda da Galaktik Uygarlığın sembolü olmaktadır. Bu yılanı gördüğünüz yerde ‘imal edicinin’ bir mührüyle karşılaşmış oluyorsunuz. Galaktik Irk da 'Elohimler'dir. 'Yılan oğulları' demek 'Galaktik Irk ‘a mensup kişiler demektir. İç içe daireler 'Dalga enerjisi' anlamına da gelmektedir. Bedensel hayatın başlangıcı olan 'Sperma’yı da temsil eder. Ayrıca uzaydan gelen Yılan Kralların mührü de buna bağlıdır.


Bununla ilgili (yılan sembolü ile ilgili) olarak mitolojide birçok bilgi vardır. Özellikle 'Kukulkan' (Tüylü Yılan) sembolü bütün Güney Amerika yerlileri arasında yaygın durumdadır. Ve Galaktik Irka mensup varlıkların bırakmış oldukları bilginin son izlerinden birisidir Kukulkan. Demek ki o zamanların insanları, Galaktik Irk'tan bir şekilde haberdardılar ve bunu yukarıda (önceki bölümlerde) anlatmaya çalıştığımız şekilde sembolize etmişlerdir. Bunlar, ‘Güneş’, oğullarının yeryüzündeki hâkimiyetlerini kurmak için uzaydan gelmiş olan varlıklardır. Güneş Oğulları da belki bütün bunları kontrol altında tutan, kendi anlayışımıza göre Yüksek İdare Mekanizması veya Göksel Yönetim, Semavi Yönetim ismini veriyoruz. Güneş Oğulları Yüksek Ruhsal İdare Mekanizması demektir. Bizler muhakkak ki büyük bir uzay sürgünü olan bir atanın evlatlarıyız.

Şimdi tekrar Mars’taki bahçeye ve o bahçeye olan Yılan Oğullarının müdahalesine dönelim. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Âdem ile Havva orada cennet hayatı yaşamakta ve birkaç işi birden yürütmekte idiler. Hayvanlara bakmak, ekin biçmek ve o bahçenin muhafızlığını yapmak vs. gibi. Her türlü korunmaları, himayeleri deruhte edilmiş vaziyetteydi, onlar için bu fevkalade üstün bir durumdu. Fakat bu durum onlar için gene de hayvansal bir durumdu. Çünkü: Düşünce yoktu. 'Neden? Niçin? Nasıl? soruları sorulmuyordu. İçinde yaşamakta oldukları cennet bahçesinin dışında da insanlar vardır demiştik.

Elohimler, galaktik ırka mensup olan varlıkları zaten Aden Bahçesinin dışında iskân etmişlerdi. Yılan Oğulları da bu bahçede olup bitenleri merak etmekteydiler. Çünkü Elohim ırkı zaman zaman bahçenin ne durumda olduğunu kontrol etmek üzere çıkagelmişlerdir. Muhtemelen 2.Âdem’in ataları (Âdem ve Havva) yılan oğullarına (galaktik ırka mensup kişilere) hücum etmiş olabilirler. Çünkü vazifelerinden biri de aynı zamanda bahçeyi korumaktı. Yılan Oğulları, Elohimlere benzemediğinden, Âdem ve Havva onları yabancı görmüş olabilirler.

Ancak Âdem ile Havva bu davetsiz misafirlerle bir ara ilişki kurmuştu. Onlardan bilgi aldılar. İkinci Âdem, yani Yahve'nin yaptığı Âdem sadece bahçeyi işlemek ve korumak için yaratılmıştı. Âdem ile Havva’nın o zamana kadar çoğalmak gibi bir amaçları yoktu. Cennet bahçesinde insanlar çoğalmamıştı. Aden bahçesinde Âdem ve Havva olarak sadece iki kişi vardı. Niye acaba hiç bir şekilde bir üreme fonksiyonuna girişmek hatırlarına gelmemiştir? Çünkü bilmiyorlardı. Yani böyle bir bilgi onlara verilmemişti. Ancak öğretildikten sonra bu fonksiyonu icraya başlamışlardır.

Yani onlarda bu eski arşetiptik imajlar daha teşekkül etmemişti. Bu ziraat bekçiliği esnasından Âdem ile Havva'nın çocukları olmamıştı. Aden'deyken üreyip artmak için emir almadılar. Ancak Aden'den çıkarıldıktan sonra üreme söz konusu olmuştur (Aden’deyken değil). Ancak Âdem ile Havva gerçekten kısır insanlar da değildi. Mükemmel yapılmışlardı ve kısır da değildiler. Bugün nasıl ilhak önleyici ilaçlar ve metotlar her iki cins tarafından da uygulanıyorsa, orada da kısırlık, yedikleri besinler vasıtasıyla sağlanıyordu. Bazı yiyecekler yasaklanmıştı ve cezası ölümdü. İşin püf noktası buradadır.

Eğer yerlerse, ölecekler...

Hâlbuki daha önce galaktik bir kanundan bahsetmiştik. Galakside asla ölüm cezası yoktur. Nitekim yedikleri halde öldürülmediler ama sadece sürüldüler. Nereye? Dünyaya. O halde bu bir ihtar, ancak cahili korkutmaktan ibaret bir şey olmaktadır. Yılan oğulları (Elohimler veya Bilgeler) ile Havva, tecrit kaidesini bozarak bir dostluk kurdular. Yani çitin öbür tarafındakilerle temas ettiler. Bitkinin, bu şekilde öldürmediğini ama onların itaatlerini temin için konulan bir tehdit olduğunu da anladılar. Tevrat’ta, “Eğer şu bitkiden yerseniz ölürsünüz” sözü vardır. Bu da hususi bir şekilde yetiştirilmiş bir bitkidir. Sadece Yahve tecrübecilerinin kullandığı bir bitkidir. Bu bitkiden nedense 2.Adem’e yedirmek istememişlerdir. Âdem soyu dünyasal- hayvansal bedenden gelmemiştir. Bu varlıklar yapı ve fonksiyonları itibariyle farklıydılar. Kimyasaldı ama hayvansal değildi. Yani, titreşim seviyeleri çok yüksekti. Yılan Oğullarından Kâinat ve Evren hakkında yavaş yavaş bilgiler almaya başladılar. Tevrat'ta ve Kuran'da onların çıplak gezdiklerinden söz edilmiştir. Çıplak olduklarının farkında değiller ve Elohim'leri gördükleri zaman üzerlerindeki giysilerin ne olduğunu sormuşlar. Bu gibi bilgiler ilk olarak Elohimler tarafından Âdem ve Havva’nın zihinlerine bu şekilde verilmeye başlanmıştı. Burada verilen bilgi “ELMA”, bilgiyi veren “YILAN” oğullarıdır. İlk olarak Yılan Oğullarıyla görüşen Havva'dır. Öğrendiklerini (elmayı) Âdem ile paylaşmak suretiyle onu baştan çıkarmıştır. Yani o zamana kadar uymakta oldukları, emre, aykırı hareket etmek durumu ortaya çıkmıştır.

Hâlbuki bu büyük tecrübenin yöneticileri aslında böyle bir durumu da bekliyorlardı. Ve sık sık teftiş ediyorlardı. Yani meydana getirmiş oldukları bu prototip ne dereceye kadar kendiliğinden bir atılım gösterebilecek (diye merak ediliyordu). Zira bu atılımı gösterebilirse, Dünya gezegeninde yeni bir devrenin nesline onları memur etmeleri gerekecekti. Sık sık teftişlerinde gerek Âdemin, gerekse Havva'nın onlardan saklandıklarını görmüşlerdir. Hiç değilse zamanla Âdem ve-Havva çıplaklıklarının (bilgisizliklerinin) farkına varmışlardı. Hatta sonradan yapraklarla örtünmüşlerdir (sembolik olarak). Yani burada artık Âdem’le Havva'nın zihinlerinde 'daha aydınlığa çıkış' (şuurlanmanın ilk kırıntıları) görülmektedir.

Yılan Oğullarından alınmış bilgi ile hareket etme zaruretini hissediyorlardı. Bazı şeyleri taklide gitmişler ve tabi buna Yahve öfkelenmiştir (sembolik olarak); ama aslında Yahve ırkının istediği de buydu. Yani bir yerde Adam ve Havva'nın uyanıklığa doğru geçmesini temin etmişlerdir. Onları Aden bahçesinden hiç bir sebep yokken tutup atmanın imkânı olmadığından bunu bahane ederek (yasaklara karşı gelmek), Galaktik kanunlara göre öldürmediler, ama sürüldüler. Bu şekilde Aden Cennetinden kovularak Dünya’ya getirilirler. (Bazı ezoterik öğretilerde bahsedilen DÜŞÜŞ meselesi)
Dünya Âdemi Aden'de yaratılmamıştır. Başka yerde yapılmış ve sonra Aden'e yerleştirilmiştir.

Buradan da kovulduktan sonra yaratıldığı bölgeye tekrar yollanmıştır. Yani alındığı topraktan bu sefer ziraat yapması için onu tekrar oraya (dünyaya) yolladılar. Ondan sonra doğal olarak, kendilerinde kısırlık meydana getiren bitkiyi yemedikleri için çoğalma sürdü gitti. Hayvansal dünya bedenlerine alışmış olan bu beşeri varlıklar (ki bunlar Aden'de bulunur) beşeriyete has hayat şuurunun bir kısmını attılar. Tufan’a sebep olan yozlaşma eğilimine kadar devam ettiler.

Her ne kadar Aden'de iken bir Galaktik Kanunu çiğnemiş iseler de, sürgün cezasıyla, gene de oldukça yüksek vasıflarla, kendilerine öğretilmiş olan şeylerle yeryüzünde yaşadılar. Ancak bunu belirli bir süre devam ettirebildiler. Ondan sonra yozlaşma başladı. Tufan olayıyla bilinen temizlik hareketi yapıldı. (O devre kapandı)

Bugünkü bizler orijinal nesille karışmış olan 'melez bir nesiliz. Esasında bu (şekilde) genetik karışımın külli şuuruna da varmaya çalışıyoruz. Dominant olan büyük vasıfları tekrar kendimizde ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Yapmakta olduğumuz bütün beşeri mücadele toplumsal uğraşılar bunun için. Hangi bakımdan ele alırsak alalım, aslında bu büyük (eski) şuurumuza tekrar dönmeye daha doğrusu, büyük genetik karışımdan bize gelen asıl ‘a dönmeye çalışıyoruz.


Şimdi de yukarıda bahsettiğimiz Tevrat’ta geçen ‘Tanrı Oğulları’ sözünü ele alarak bir sembolü daha birlikte çözmeye çalışalım:

Muhtemeldir ki, Hıristiyanlıktaki Baba – Oğul - Ruh-ül Kudüs üçlemesindeki Baba-Oğul münasebeti, yani Tanrı oğlu olma münasebeti, Tanrı Oğullarından (Galaktik Irka mensup) olan Hz. İsa’yı ifade etmiş olabilir. Hz. İsa gerçekten Galaktik Irka mensup Tanrı Oğullarından biriydi. Yoksa anladığımız manada Kadir-i Mutlak’ın oğlu anlamında değil. Haşa.

Bu, belirli fonksiyonlar görebilen (mütekâmil ve vazife planına mensup) bir ırkı (biolojik yapıyı) ifade etmektedir. Spiritüel vasıfları (bize göre) çok yüksek olan bir ırkı ifade eder. Tanrı Oğlu o ırka mensup kimse demektir. Elohimlerce yaratılan Tanrı Oğulları duru görü hassasına (yeteneğine) sahiptiler (Lusit). Saftılar. Yani beden vibrasyonları bizdeki gibi değişik aşılanmalarla orijinalliğini yitirmiş değildir. Telepatik güçleri vardır. Zaman ve mekâna hâkim ve eşyayı değiştirebilirlerdi. Bunlara benzer yüksek yeteneklere sahiptirler.

Bizlerin her ne kadar gerçek Galaktik Irk ’a mensup olmayan, yani birinci Âdem neslinden değil, yerin toprağından meydana getirilmiş bir Âdem neslinden gelmiş olmamıza rağmen şu ayeti de nazarı dikkate almak gerekir. “Sonuncular birinci olacaktır.” Yani bu ikinci Âdem soyunun belli bir gelişmeden sonra, şu anda geride görünmesine rağmen ileride muhakkak ki layık olduğu seviyeye ulaşacaktır demektir. Tekâmülünün gerektirdiği üst seviyeye çıkacaktır. Sonuncular birinci olacaktır. Şimdiki beşeriyet, mimaride kemerlerde kullanılan kilit taşına benzemektedir. Evrende o kadar önemli bir yer işgal etmektedir. Kemerin ayakta durması kilit taşının mevcudiyetine bağlı bulunmaktadır. İşte dünya insanı da bugün büyük galaktik sistem içinde kilit taşı rolündedir. O kilit taşını oraya koyanlar da onun önemini biliyorlardı. Bir yanımız (geliş itibariyle) yıldızlara, öte yanımızda dünyaya yöneliktir. Yani yarımız dünya malı, yarımız uzay malıdır. (Beden formu olarak)

Hepimizde, baştaki bu döllenmeden dolayı bulunan beşeri kişisel çatışmaların kaynağı, en baştaki sosyal kesişmeden dolayı meydana gelen çift eğilimlerin sonucudur. Başta da biz (beşer varlığı) ırk olarak, soy olarak karışık meydana gelmiştik. Eğer gerçekten saf bir ırkı temsil etseydik, hakikaten eğilimlerimiz de tek yönlü olurdu. O has ırka ait has eğilimler içerisinde devam eder giderdik. (Bugün) Hem kozmik, hem dünyasal tesirler daima içimizde çatışma halinde bulunmaktadır. Bu maddecilikle ruhçuluğun çatışması olabildiği gibi, iyilikle kötülüğün, hayırla şerrin vs. vs. çatışmaları da olabilmektedir. İnsanlığın bugünkü çatışmalarının asıl sebebi, kendi ırkının, kendi soyunun saf bir soydan ve ırktan gelmemesindendir; zaten ırk olarak da vasfı “çatışma içerisinde bulunmalarıdır” deniliyor.

Burada şüphesiz, Tufandan sonraki büyük aşılanmaları da dikkate almak lazımdır. Çünkü Atlantis ile Mu’ya ait soy yeryüzünün diğer kıtalarına da intikal ettirilmiştir. Çünkü onların çoğu Galaktik Irka mensup varlıklardı. Hepsi değilse de belli bir yüzdesi Avrupa'ya Asya'ya ve dünyanın diğer kısımlarına intikal etmiştir. Yani aslında yeni bir aşılanma daha olmuştur. Belki ilk önceleri %30 nispetinde olan Galaktik seviye, bu şekilde aşılanmalarla %50 ye çıkarılmıştır. Ve bu arada da pek çok yeni yeni değişiklikler meydana gelmiştir. Ve artık herhalde yeni bir aşılanmaya da lüzum yoktur. Bundan sonra yapılacak olanlar bilgi bakımından gelişmek, hisler bakımından gelişmektir. Bunlar geliştiği zaman Galaktik, ırktaki büyük modele (Sadıklar Planı Tebliğlerinde vurgulanan “Kozmik İnsan” formuna) daha uygun bir duruma girmiş olacağız.
Dünya insanı bugün, Hintçede adına Kali-yuga denilen, Demir Çağı'nın sonlarındadır.
Kaba, sert, vurucu, kırıcı (son) Titanlar devrinin içinde bulunmaktayız. Bunların haricinde hemen hemen hiç bir şey görememekteyiz.

Hayat bugün baskı, zulüm, korku ve istismar ile sürdürülmektedir. Yani bugün dünyada “kurt kanunları” geçerlidir. Bu da demir çağının özelliğidir.
Bundan sonraki devir, herkesin daha doğrusu birçoğunun özlemin çektiği Altın Çağ (yani Bilgi Çağı) olacaktır.

 Gizli Sırlar Öğretisi- Ergun Candan

Devamını Oku »

Yukarı Git