5 Mart 2016 Cumartesi

AĞAÇLARIN VE BİTKİLERİN TİTREŞİMLERİ İNSAN SAĞLIĞINA İYİ GELİYOR





Ağaçların ve Bitkilerin Titreşimleri İnsan Sağlığına İyi Geliyor


Matthew Silverstone bilimsel olarak ağaçların ve bitkilerin vibrasyon yani titreşimlerinin insan sağlık kalitesini yükselttiğini kanıtladı.

Araştırmalar sadece bir ağaca dokunmanın değil, onun çevresinde bulunmanın bile iyileştirici olduğunu söylüyorlar.

Örnek olarak;

- Selvi ve sedir ısı azaltmak ve yin enerjisini beslemek için
- Söğüt ,yüksek kan basıncı azaltmak için ,idrar yolu ve mesaneyi güçlendirmek için
- Karaağaç zihni yatıştırmak ve mideyi güçlendirmek için
- Akçaağaç,ağrıyı azaltmaya yardımcı
- Keçiboynuzu ağaçları iç ısı dengesine yardımcı olur.
- Hint inciri ağaçları,kalp temizlemek ve vücuttan nemi uzaklaştırmaya yardımcı olur.
- Köknar şişmeyi azaltmak ve kırık kemiklerin daha hızlı iyileşmesi için
- Dikenler, sindirime yardımcı ,bağırsakları kuvvetlendirir ve kan basıncını azaltır.
- Ginkgo Biloba, mesane güçlendirmeye yardımcı ve kadınların idrar sorunlarını giderici

Onlarla çalışmak için uygun bir ağaç bulmak amacıyla ormanlara kadar gitmek şart değildir . Etrafınızdaki erişilebilir ağaçlar yeterli olabilecektir.


Ağaç ile olan bu uygulama için günün en iyi zamanı sabahtan öğleye kadar olan süredir.

Ağaç ve bitkilerin bizim bizim psikolojimizi nasıl etkilediği sorusuna verilecek yanıt da bir hayli basit aslında. Her şeyin bir titreşimi olduğunu biliyor ve kabul ediyorsak farklı titreşimlerin bizim biyolojik davranışlarını etkilediğini de kabul etmek zorundayız.

Son zamanlarda yapılan bir araştırma 10HZ titreşimli bir bardak su içmenin kan dolaşım seviyesinin düzelttiğini gösteriyor. Aynı şey ağaçlar için de geçerli, bir ağaca dokunmak onun farklı titreşimiyle temas etmek bizim bedenimiz içindeki biyolojik davranışlarımızı etkiliyor.


Bütün bu araştırmalar gösteriyor ki bir ağaca sarılmak hiç de çılgın bir fikir filan değil.

Bir rapora göre ‘yeşil, açık alanlar zihinsel hastalıkların iyileştirilmesinde anti-depresan ilaçlar kadar etkili olabilirler’.

Örneğin, Tao ustası Mantak Chia’nın ‘Cosmic Tree Healing Qigong’ yani Çikong’un Kozmik Ağaç Terapisi adlı kitabında, ağacın aurası yani enerji alanı ile nasıl bütünleşilebileceğini yazıyor.

Chia ağacın yaşamsal gücünün bedenin hastalığını ya da negatif enerjisini nasıl pozitife çevirebileceğini anlatıyor.

Ağaçla bağlantı kurduğunuzda kendi fiziksel ve duygusal şifanızı kolaylaştırıyorsunuz.

Taocu teoriye göre ağaçlar Yeryüzü enerjisini en iyi alabilen ve onu Kadiri Mutlak enerjiyle birleştirebilen yaratımlar Ağaçlar ve bütün bitkiler ışık frekanslarını alma ve bunu fiziksel dünyaya yiyecek olarak dönüştürme kapasitesine sahipler. Aynı şeyi enerjetik besinler için de yapabiliyorlar.


Taocu görüşe göre ağaçlar sürekli meditasyondalar ve bu onların doğal durumu.

Bir başka ilgi çekici labaratuar çalışması ise İtalya’da Damanhur’da yapılmış. Bu barışçı ekoköy de ağaçların şarkı söylediği tespit edilmiş. Evet yanlış duymadınız ağaçlar şarkı söylüyorlar.

1976 yılından beri Damanhur’da bazı aletlerle yaprakların ve köklerin elektromanyetik değişimleri kaydediliyor ve sonra bunlar seslere çevriliyor.

İlginç olan yan ise bu ağaçların bir tür geri dönüşüm mekanizmasıyla kendi elektirsel tepkilerini kontrol etmeleri ve bir tür farkındalık geliştirerek müzik türlerini seçmeleri.

Can Cuang (Dikili Kazık Duruşları, Ağaç Duruşları) (İngilizce Yazılışı: Zhan Zhuang) : Ağaç duruşları, Kök salma ve Demir Gömlek duruşlarıdır.


Enerjiyi dönüştürüp topraklayarak yer küreye kök salma anlayışı ile yapılan çalışmaları kapsar
Sözcük anlamı ‘bir ağaç gibi ayakta durmak’tır.

Ağaç duruşları, ruhu ve bedeni eş ölçüde eğiten az sayıdaki çigong sisteminden birisidir.

Ağaç duruşlarının kökeni Çin’de antik çağlara kadar geri gitmektedir. Diğer çigong sistemlerinde olduğu gibi ağaç duruşları da farklı aile ve gruplar içinde gizlice çalışılmaktaydı.

Ön hazırlık çalışmalarından ve aslen statik duruş çalışmalarından meydana gelir. Dahili çigong veya Neigong denilen gruba giren bir alıştırmadır. Savaş sanatları ve sağlık geliştirme amaçlı kullanılır.

Cigong veya Çikung, belirli fiziksel duruşlar ve beden hareketleri ve/veya hayalle birleştirilen nefes tekniklerini kullanarak bedenin enerji dengesini düzenleyen Çin tıbbının ve savaş sanatlarının bir parçası olan Çin kaynaklı biyoenerjetik/enerjetik egzersizlerin genel başlığıdır.

Cigong bedendeki çeşitli sistemleri optimum fonksiyon halinde tutarak vücudun doğal sağlık durumunu yeniden oluşturmasıyla Alternatif tıp uygulamalarının arasında yer almaktadır.

Kelime, yaşam enerjisi anlamına gelen Çi ile çalışma ve inceleme anlamına gelen etkinlik yani gong (ya da Kung /Kung Fu/ kelimesindeki kung ile aynı) kelimesinin biraraya gelmesinden türetilmiştir.

Cigong, vücudun enerji akışını güçlendirip düzenleyen bir enerji çalışmasıdır.

Yaşam enerjisini arttırıp meridyenlerdeki tıkanıklıkları açmak, rahatsızlıkları iyileştirmek, bağışıklık sistemi ve iç organların güçlendirilmesi, fiziksel güç ve dayanıklılığın artırılması için çalışılır.

Her yaş ve sağlık durumuna uyarlanabilen Çigong´un ilk aşaması “Ağaç Duruşları”dır.

Ağaç Duruşları sırasında enerji toplayıp vücudun enerji merkezleri güçlendirilirken meridyenler açılır, metabolizma hızlanır ve solunum derinleşir. Bu duruşlar sayesinde beden güçlenir ve daha verimli çalışır, doğal beceriler gelişir, farkındalık artar.

Hareketli Çigong çalışmalarıyla da Ağaç Duruşları sırasında toplanan enerji çeşitli amaçlar için kullanılır.

Cigong nefes kapasitesini, kan dolaşımını, kalp-damar sistemini ve eklemleri güçlendirir, kemik erimesinden korur, alyuvarlar ve akyuvarlar sayısını arttırır, eklem iltihabı, anjin ve kardiyovasküler rahatsızlıkların tedavisini destekler, uykusuzluk, migren, konsantrasyon bozukluğu ve irritabilite semptomlarını, baş ağrısı, sersemlik ve yorgunluk şikayetlerini azaltır, rahatlık ve sağlık hissi verir.

Ağaç duruşlarının Batı’da tanınmasını sağlayan kişi ise Yu Yong Nian’ın öğrencisi olan Lam Kam Chuen olmuştur.

Lam Kam Chuen ağaç duruşlarının anlatıldığı “The Way of Energy” kitabının da yazarıdır.


Ağaç duruşları adından da anlaşılacağı gibi hareketsiz, belirli bir duruş pozisyonunda bekleyerek gerçekleştirilir.

Herhangi bir hareketin olmayışı sebebiyle yeni başlayanlar için fiziksel ve zihinsel olarak zorlayıcısı olabilen ağaç duruşlarının çok sayıda biçimi olmasına karşın ‘sarkıtma’ ve ‘top tutma’ duruşu adlarıyla geçen iki biçimi en temel eğitimidir.

Duruşlar durdurucu kasları eğitip merkezî denge hali yaratır. Hiç kıpırdamadan büyük bir iç güçle durmak ve özellikle bacakların toprağa çakılı birer kazık gibi güçlenmesi duruşların yarattığı olağan hallerdendir.

Ruhu ve bedeni eş ölçüde geliştiren nadir çigong alıştırma sistemlerindendir.

Yaşam gücünü arttırıp dağılım ve dolaşımını iyileştirerek uygulayıcıyı özel güç yetenekleriyle donatır. İyileştirme alanında insanın yaşam gücünü hastaların ve gereksinim duyanların hizmetine sunmasına olanak verir.

Avuçlardan çıkan güçlü yaşam enerjisi hasarlı alanlarda onarım işlevi görür.

Savaş sanatlarında ise duruşların özel biçimleri de çalışılır. Savunma ve saldırı için büyük güçler geliştirilir. Ağaç duruşları özellikle yi çüen ya da şeng çüen adlı savaş sanatının temel eğitimini meydana getirir. Çok uzun süreli ayakta duruş çalışması yapılır.

Tıp alanında yüksek tansiyon, baş ağrıları ve dönmeleri, şizofreni, beden farkındalığı yitimi, kireçlenme, bronşit, sarılık, karaciğer sertleşmesi, dışkı atımını kontrol edememe ve şeker hastalığı tedavilerinde başarıyla kullanılır.

Devamını Oku »

İNSAN BEDENİNİN BİLİNCİN YANSIMASI OLDUĞUNUN KANITI



İNSAN BEDENİNİN BİLİNCİN YANSIMASI OLDUĞUNUN KANITI

Brandon West

Bu makalede bedenimizin nasıl bilincimizin holografik yansıması olduğunu ve bu hologramı nasıl direkt olarak etkilediğinizi ve böylece bedeninizin fiziksel sağlığı üzerinde tam bir kontrole sahip olduğunuzu keşfedeceğiz. Ayrıca bu prensibin arkasındaki tam mekanizmayı spesifik olarak keşfedeceğiz, mantıklı zihninizin kendini rahat hissetmesi için bilimsel kanıtlar vereceğim. Ama önce… bu nasıl mümkündür?

İnsan Düşüncesi Gerçekliği Belirler

Kuantum fiziğinin anahtar prensiplerinden biri, düşüncelerimizin realiteyi belirlemesidir. 1900′lü yılların başında bunu çifte yarık deneyi adı verilen bir deneyle şüphe gölgesinin ötesinde kanıtladılar. Kuantum seviyede enerjinin (parçacıkların) davranışının belirleyici faktörünün gözlemcinin farkındalığı olduğunu buldular.
Örneğin: aynı koşullar altındaki elektronlar bazen parçacıklar gibi davranırlar ve diğer zamanlarda dalgalar (formsuz enerji) gibi davranmaya dönerler, çünkü bu tamamen gözlemcinin neler olacağı beklentisine bağlıdır. Gözlemcinin gerçekleşeceğine inandığı şey her neyse, kuantum alanı bunu yapar.

Kuantum dünyası nasıl davranacağını bilmek için bir karar vermemizi bekler. Kuantum fizikçilerin kuantum dünyasını açıklamakta ve tanımlamakta yaşadıkları zorlukların nedeni budur. Bizler gerçekte, kelimenin her anlamıyla, yaratım üstatlarıyız, çünkü tüm olasılıkların alanından neyi tezahür ettireceğimize ve forma sokacağımıza karar veririz.
Konu şu ki, realitenin kuantum seviyesi yaratımın yerel ve önemsiz bir veçhesi değildir. O her tarafımızdadır ve birleşik alanın kendisinin dışında yaratımın en temel seviyesidir. İnsan enerji alanı her zaman etrafımızdaki kuantum alan ile etkileşir ve onu etkiler ve inançlarımızın ve niyetlerimizin enerjisi enerji alanımıza akıtılır, çünkü bunlar düşüncelerimizin ve duygularımızın enerjisiyle tanımlanır.
Düşüncelerimizin, duygularımızın, inançlarımızın ve niyetlerimizin insan enerji alanına füzyonu, varoluşumuzun her anında içimizdeki ve etrafımızdaki kuantum realiteyi sürekli olarak bilgilendirir.
Ve realite varoluşun içine ve dışına yanıp söndüğü (girip çıktığı) için [varsayımsal olarak Planck zamanında - saniyede1044 kez - biyofizikçi William Brown'ın Rezonans Projesiyle açıklandığı gibi] realitemiz form ve alanın saf enerji hali arasında her salınım yaptığında, sabit olan ve varoluşun içine ve dışına girip çıkmayan farkındalığımız kuantum seviyede, forma geri dönüş yaptığında, alana neyin yeniden ortaya çıkacağını bilgisini verir.

Bu nedenle formsuzluğun içine her salınım yaptığımızda, sonraki anda dikkatimizle alandan neyi tezahür ettireceğimizi seçme tam ve bütün kontrolüne ve sorumluluğuna sahibiz ve bunu yapma gücümüz ve yeteneğimiz tamamıyla neye inandığımıza ve nasıl hissettiğimize dayanır.
Bunun dramatik bir örneği Vittorio Michelli’nin vakasıdır. Vittorio 1962′de sol kalçasında büyük bir tümör ile İtalya, Verona’daki Askeri Hastaneye yatırıldı. Doktorlar ona yardımcı olamayacaklarını biliyorlardı, durumu çaresiz görüldü ve tedavi edilmeden eve gönderildi ve yaklaşık 10 ay sonra sol kalça kemiği tamamen parçalanıp dağıldı. Son bir çare olarak, Fransa’ya Lourdes’a seyahat etti ve oradaki pınarda yıkandı (burası mucizeler yaratmakla ünlü Hristiyan kutsal bölgesidir).
Anında daha iyi hissetmeye başladı, iştahı yerine geldi ve oradan ayrılmadan önce pınarda bir kaç kez daha yıkandı. Bir kaç ay sonra o kadar çok güçlü bir esenlik duygusu hissetti ki, doktorların röntgen filmini çekmeleri için ısrar etti. Doktorlar tümörünün küçülmesine şaşırdılar. Sonraki bir kaç ayda onu yakından izlemeye devam ettiler ve röntgen filmleri tümörünün küçülmeye devam ettiğini gösterdi, tümör tamamen yok oldu. Ve tümörü yok olduğunda, kalça kemiği yenilenmeye başladı.

İki ay sonra yeniden yürüyordu ve bir kaç yıl sonra kalça kemiği tamamen yenilendi. Vatikan’ın Tıp Komisyonu resmi raporlarında şöyle diyor:
“İliak kemiği ve oyuğun dikkat çekici yeniden yapılanması gerçekleşti. 1964, 1965, 1968 ve 1969 da çekilen X – ışınları dünya tıbbı tarihinde bilinmeyen türde öngörülemeyen ve hatta çok kuvvetli yeniden kemik oluşumunu kesin bir şekilde ve şüphe olmaksızın onaylıyor.” (Holografik Evren, sayfa 107).
Normal olarak bu mucizevi sayılırdı ve aslında öyledir. Ama onu sergileyen insan niyetinin ve inancının gerçek gücü açısından bunu mucizevi buluyorum. Dahası, bu ‘maddi bedenlerimizin’ uyumlandığı enerjisel bir yapı bulunduğunu ileri süren güçlü bir kanıttır, çünkü bu, kemiğin yeniden büyümesi talimatını veren bir tür enerjisel mavikopya olmadıkça Vittorion Michelli’nin kalça kemiğinin tam olarak hangi şekle geri büyüyeceğini nasıl bildiğinin mantıklı açıklamalarından biridir, Vatikan’ın Tıp Komisyonunun net bir şekilde ifade ettiği gibi “dünya tıbbı tarihinde bilinmeyen”.
Tıpta, belki bu bilinmiyordu, ama aynı şey fizik için söylenemez. Atomik seviyede atomlar, sanki birlikte hangi şekli sürdüreceklerini dikte eden bağlı oldukları enerjisel bir mavikopya varmış gibi, spesifik geometrik yapılara sahip olan moleküller oluşturmak için birbirlerine bağlanırlar.
Eğer bedenlerimiz bilincin bir yansımasıysa, o zaman bilincimiz atomlarımızın ve moleküllerimizin bedenlerimizi yaratmak için uyumlandıkları enerjisel bir mavikopya yaratıyor. DNA üzerine yeni araştırmalarda bu enerjisel mavikopyanın (veya insan enerji alanı) varlığının epeyce anlamlı kanıtı vardır, bu araştırma DNA’nın enerji aktardığını, aldığını ve direkt olarak alandan enerjiyi okuduğunu kanıtlıyor.
Michelli’nin vakası enerjimiz ve niyetlerimiz ile vakum yapısını yeniden organize etme ve böylece arzu ettiğimiz şeyin gerçekten mucizevi sonuçları için direkt olarak alandan tezahür ettirme insan yeteneğimizin mükemmel bir örneğidir. Michelli’nin daha iyi hissetmeye başlamasının ve iyileştiğine inanmaya başlamasının onun iyileşmesinin anahtarı olduğunu ileri sürüyorum.

Bazıları bu adamı Tanrı’nın iyileştirdiği inancına tutunmak isteyebilir ve ben de kabul ederdim. Ama siz ve ben muhtemelen bu Tanrı’nın doğası üzerine anlaşamazdık. Çünkü hepimizin olduğumuz gibi sizin Tanrı olduğunuzu ileri sürüyorum, çünkü Tanrı adını verdiğimiz güç yaradılışın arkasındaki enerji ve sonsuz bilinçtir ve bu nedenle saf bilinç olarak kendimize eriştiğimiz zaman (meditasyon ile düşünce olmadan), kendimizi kendi farkındalığımızın sonsuzluğuna açarız, çünkü ayrılmaz şekilde o sonsuz yaratıcı bilinciz. Biz oyuz ve o da biz. Ve o enerjiye açıldığımız zaman, realiteyi yaratma şaşırtıcı gücüne sahip olduğunu ve biyolojimizi direkt olarak etkilediğini bilerek “güçlü bir esenlik duygusu” ile dolup taşmamıza izin veririz.
Bilincin Yansıması Olarak Beden
Gerçekliğin formun içine ve dışına girip çıktığını gerçekten içselleştirmenizi istiyorum. Bu kesinlikle iyileştirme yeteneğimizi anlamakta çok önemlidir, çünkü zamanın yarısında formsuz isek, o zaman (1) Biz gerçekte kimiz, çünkü açıkça bedenlerimiz ve maddi dünya bir dereceye kadar yanılsamadır; ve (2) Yeniden materyalize olduğumuz her seferinde bedenlerimizin yeniden düzenlenmesini yönlendiren mavikopya nedir?
Her iki sorunun yanıtı bilinç olacaktır. Bedenlerimiz bilincimizin holografik bir yansımasıdır ve kendimiz ile ilgili inançlarımızın genel toplamıdır. Kendimizle ilgili inançlarımızı değiştirebilirsek ve böylece insan enerji alanımızı tanımlayan enerjiyi değiştirebilirsek, o zaman bedenimiz saniyede 1044 kez forma yeniden materyalize olurken uyumlandığı enerjisel mavikopyayı değiştirebiliriz.

(Bizleri bu sonsuz Tanrı – bilincinin hem fraktal hem de holografik ifadesi yapan bilincimizin tam yapısı ve dinamikleri Nassim Haramein’in Hologfraktografik Evren teorisinde ve Olay Ufkunu Geçmek çalışmasında bulunabilir). Deepak Chopra Tanrı’yı Nasıl Tanırsınız adlı kitabında bunu mükemmel şekilde gösteren bir hikaye anlatıyor. Bir arkadaşı jimnastik salonunda çalışırken ayağını incitti, çünkü makinelerden birini kullanmaya alışık değildi ve ayağındaki kaslar incindi. Ayağındaki ağrı sonraki bir kaç gün arttı ve yürümenin gittikçe zorlaştığını gördü, “tıbbi inceleme” ile plantar fasciitis olarak bilinen yaygın bir hastalığı olduğu bulundu. (Plantar fasciitis: Topuk altındaki fasya bağ dokusunun zedelenmesi sonrası şiddetli topuk ağrıları ile karakterize bir rahatsızlık). Topuğu ile ayağının ön tarafı arasındaki bağlayıcı doku yırtılmıştı.

Arkadaşı ameliyat olmamaya, bunun yerine göğüs germeye karar verdi, ama zamanla o kadar ağrısı oldu ve yürümesi zorlaştı ki, ümitsizlik içinde Çinli bir Şifacıyı arayıp buldu. Bu Çinli adamın görünüşü sıradan idi ve mistik veya spiritüel olduğu veya şifa verme yeteneği olduğu kanıtını göstermiyordu. Deepak Chopra’nın yaralı arkadaşı devam ediyor:
“Ayağımı nazikçe hissettikten sonra, ayağa kalktı ve omurgamın arkasında havada bir kaç işaret yaptı. Bana hiç dokunmadı ve ne yaptığını sorduğum zaman, enerji alanımda bazı düğmeleri açtığını söyledi. Bunu bir dakika yaptı ve sonra ayağa kalkmamı istedi. Ayağa kalktım ve en hafif bir ağrı duyumsaması olmadı. Hatırlayın, topallıyordum, çok zor yürüyebiliyordum.”

Devam ediyor:

“Tam bir şaşkınlıkla ne yaptığını sordum. Bedenin zihnin imge yansıması olduğunu ve sağlık halinde zihnin bu imgeyi sağlam ve dengeli tuttuğunu anlattı. Ama, yaralanma ve ağrı dikkatimizi etkilenmiş noktadan geri çekmemize neden olabilir. Bu durumda, beden imgesi bozulmaya başlar; enerji kalıpları sağlıksız, zedelenmiş hale gelir. Şifacı doğru kalıbı düzeltir – bu anında, o noktada yapılır, bundan sonra hastanın kendi zihni onu bu şekilde sürdürmenin sorumluluğu alır. (Tanrıyı Nasıl Tanırsınız, sayfa 222).
Bu hikaye beni büyüledi ve onu işittiğimden bu yana bana ilham oldu. Gördüğümüz gibi, realite her saniye form ve formsuzluk arasında salınım yaparak sayısız kez varoluşun içine girer ve çıkar ve kuantum fiziği düşüncelerimizin ve inançlarımızın maddi dünyanın kaynağı olan kuantum realitesini etkilediğini biliyor. Bu nedenle fizikselliğimiz dahil, tüm yaradılışın enerjisel ve formsuz kaynağını varsaymak doğaldır.
Kendimizi fiziksel bedenden daha fazlası olarak düşünmeye başlamamız gerektiğinin kesinlikle net olduğunu düşünüyorum. Gerçekte, kendimizi bir bedende organize eden ışıltılı bir enerji alanı olarak veya tezahür eden ve bedenlerimiz vasıtasıyla realitenin bu seviyesini geçici olarak deneyimleyen saf bilinç olarak düşünmemiz çok daha uygundur. Yeni kanıtlar zihnimizin mekansız olduğunu ve beyinden bağımsız olduğunu net bir şekilde gösteriyor, bu var olmak için beyne veya bedene gereksinim olmadığı anlamına geliyor.

Bizler kim olduğumuzu düşündüğümüzden çok daha fazlasıyız ve inanmamıza yönlendirildiğimizden son derece daha fazlasıyız. Atmamız gereken sonraki adım, insan evrimimizde sonraki adım realiteyi etkileme ve istediğimiz her şeyi direkt olarak alandan tezahür ettirme gücünü nasıl kullanacağımızı öğrenmeyi kapsıyor; yeni bir kalça, belki daha iyi görme ya da zinde ve sağlıklı bir beden.
Ama bu nasıl yapılır?
Alanınızı İyileştirmek, Bedeninizi İyileştirmek
İyileştirmek için, tek yapmamız gereken, bedenimizin enerjisel yansımasının engellenmemesi için enerjimizi arıtmaktır. O zaman atomlarımız ve moleküllerimiz bu yapıya mükemmel şekilde uyumlanabilir, çünkü bilincimiz tarafından yansıtılırken bedenimizin imgesini bozmak için enerjisel müdahale olmaz.

Bunu düşüncelerimiz arasındaki boşluğa girerek yaparız, bu boşlukta inançlarımız artık gerçekliğimizi etkilemez, çünkü, düşünmediğimiz zaman, inançlardan ve beklentilerden de özgür oluruz. Ve bunu yaparak kendimizi evrensel prensiplere uyumlarız ve enerjimizi tüm olasılıklar alanından direkt olarak gelen enerjilere uydururuz – sevginin, nezaketin, ilhamın, tutkunun, neşenin vs yüksek frekanslı enerjilerine.
İlk adım sadece enerji olmadığımız, bedenimizde ve zihnimizde iyileşmeyi, daha mutlu, sağlıklı, canlı ve yaratıcı bir varlık olmayı teşvik eden etrafımızda her yerde bilinçli olarak erişebileceğimiz sonsuz enerji olduğu olasılığını düşünmektir. Yaradılışın sonsuz enerjisine ve formsuz enerji olarak kendi gerçek doğanıza bağlanmaya başlar başlamaz, bedeninizin yansımasını kendi doğal haline geri getiren bedeninizdeki bu enerjilerin farkında olmaya başlarsınız.
Bedeninizin yansıması sadece dengesiz düşüncelerin, duyguların ve sınırlayıcı inançların neden olduğu enerji alanınızdaki – bilincinizdeki – karışıklık ile bozulabilir. Işıltılı enerji alanımız doğal olarak canlıdır ve enerjimiz bilincin güçlü bir akımı olarak engellenmeden akar, ama sosyal beyin yıkamaların parçası olarak yaşamaya şartlanmakta olduğumuz bilincin düşük seviyeleri bu akışı bozar.

Bir diğer anahtar kavram bedeninizin her zaman yenilenmekte olduğudur. Deepak Chopra bir konuşmasında atomların yaşlanmadığını belirtti. Atomlar ölmez ve 14 milyar yıl önce büyük patlamada var olan aynı atomlar bugüne kadar varlığını sürdürüyor, hatta bunların bazıları sizin içinizde.
Her yıl bedeninizdeki atomların %98′i ‘yeni’ atomlar ile yer değiştiriyor. Siz sürekli olarak ölüyor ve yeniden doğuyorsunuz ve atomik ve moleküler seviyelerde dönüşüyorsunuz. Her üç günde bir yeni bir mide zarına sahip oluyorsunuz, her ay yeni deriniz oluyor, her üç ayda bir yeni bir iskelete sahip oluyorsunuz. Ve her yıl neredeyse tamamıyla yeni bir bedene sahip oluyorsunuz (Mucizelerin Ötesini Yaşamak; Deepak Chopra &Wayne Dyer).
Deepak Chopra atomlarımızın “göçmen kuşlara benzediğini” söyleyerek bunu güzel bir şekilde tanımladı. Onlar daimi değiller, tamamıyla bağımsızlar ve uzay ve zaman boyunca sürüklenirler ve sadece bedenlerimiz gibi yapılara organize olurlar, enerji alanımız atomları manyetik alanın metal talaşları organize ettiği gibi organize eder, sadece hafifçe daha karmaşıktır.
Bedenimize farklı şekilde bakmaya ve genel olarak sağlığın kendisinin mekanizmasına yeni bir ışıkta bakmaya başlamak için başka hangi kanıtlara gereksinimimiz var?

Fiziksel bedeninizi oluşturan ham materyallerden hiç biri yaşlanmaz, dahası, bunlar sürekli olarak değişir. Bu nedenle size soruyorum. Değişen gerçekten siz misiniz? Ve bu atomları ve molekülleri geriye, olmalarının istendiği yere organize eden ve hücreleriniz ve atomlarınız milyarlarcası ile göç ederken bile onların işlerini mükemmel ve uyumlu bir şekilde yapmaya devam etmelerini sağlayan kuvvet nedir?
Bedeniniz gerçek siz değil. Bedeniniz sadece kendinizin olduğuna inandığınız şeyin bir yansımasıdır. Eğer saf bilinç olduğunuzu ve gerçekte olduğunuz kişinin realiteyi tezahür ettiren ve kendinizin diğer veçheleriyle realiteyi birlikte yaratan sonsuz yaratıcı farkındalık olduğunu keşfedebilseydiniz (çünkü her varlık Tanrı olarak etiketlediğimiz sonsuz evrensel bilincin bir ifadesidir), o zaman bedeniniz, sağlığınız ve yaşamınız üzerinde tam kontrolü ele almaya başlayabilirsiniz.
Bedeninizdeki kronik ağrı, hastalık, rahatsızlık veya eski yaralar gerçekte bedeninizde değildir, bunlar zihninizdedir. Daha spesifik olarak, bunlar algınızın bir işlevidir. Atomlarınız her zaman değişir ve molekülleriniz de değişir, ama yeni atomlar gelirken ve yeni moleküller oluşurken ve siz varoluşa girip çıkarken, enerji alanınız onlara nereye gideceklerini, ne yapacaklarını ve birbirleriyle nasıl uyumlanacaklarını anlatır.
Bu nedenle hastalığı, rahatsızlığı, ağrıyı ve yaraları bilincinizde taşıyorsunuz ve bunlar enerji alanınıza damgalanmıştır ve sadece o zaman fizyolojinizde tezahür etmek için ilerlerler.

Eğer durum buysa, o zaman sağlığımız sadece tamamıyla iradeli kontrolümüzün altında değil, aynı zamanda yaşlanma hızımız da kontrol altında olabilir. Ölümsüz olabileceğimizi ileri sürmüyorum, çünkü biz zaten bilincin sonsuz varlıklarıyız. İleri sürdüğüm şey, çoktan unutulmuş bir zamanda insan varlıkların bu alandan yaşama yeteneğine sahip olduklarını ve yakın gelecekte sahip olacaklarını ve saf enerjinin ışıltılı varlıkları olarak bilinçli şekilde yaşayacaklarını kavrayacak olmalarıdır.
O zaman insan varlıklar bedenin en yüksek benliğimizin bir tezahürü olduğunu kavrayacaklar ve sadece yaşamda her şeyi bilinçli olarak tezahür ettirebilmeyeceğiz, aynı zamanda bedenlerimizde de tezahür ettirebileceğiz. Ve bir gün sonsuz enerji alanından yaşadığımız için bedenlerimizi isteyerek sürekli olarak yenileyebileceğimiz bir noktaya ulaşacağız ve işimiz tamamlanıncaya ve devam etmeyi seçinceye kadar bedenlerimizde yaşayabilmemiz için, bedenlerimiz yüksek frekansta işleyecek. Büyüleyici mi? Evet. Ama bu değişimler biraz uygulama ve eğitimden sonra bile insan bedeninde ve zihninde fark edilebilir, bunu kendiniz için hissetmeye ve deneyimlemeye karar verin ve nasıl meditasyon yapıldığını öğrenin. Evrenin bu doğasına erişmenin tek engeli kendi bilinçli farkındalığınız, dikkat seviyeniz ve inançlarınızdır.

İyileştirme yeteneğimiz direkt olarak dikkat seviyemiz ve inanç seviyemiz ile ilişkilidir. Örneğin, iyileşeceğimizin mutlak kesinliğine, bilişine sahip olduğumuz sürece kendimizi tüm ıstıraplardan, hastalıklardan, rahatsızlıklardan ve yaralanmalardan iyileştirebiliriz. Buna derin meditasyon vasıtasıyla realitenin en temel seviyesine erişerek direkt olarak ulaşılır.
Çünkü realitenin temel seviyesinde her şey mümkündür ve realitenin yeniden yapılanması tamamıyla inançlarımız ve beklentilerimiz tarafından dikte ettirilir. Bizler saf enerjiyiz ve bu enerjide sonsuz potansiyel vardır. Yaşamlarımızda ve bedenlerimizde alanımızdan neyi tezahür ettirmeyi seçtiğimiz tamamıyla bize bağlıdır.
Sınırlarınız yok ve hiç bir şey imkansız değil. Ne yapabileceğinizi ve ne yapamayacağınızı dikte eden yalnızca inançlarınızdır.

KAYNAK: http://one-vibration.com/group/higher-self-experiences/forum/topic/show?id=2127676%3ATopic%3A1464001&xgs=1&xg_source=facebookshare#.U2QPTa2KCid
Devamını Oku »

DEVRE SONU



DEVRE SONU


Ruhçuluğa göre dünya bir tekamül okuludur. Her tufan bir öğretim döneminin sonunu ve yeni bir öğretim döneminin başlangıcını oluşturur. Öğretimin son bulması, o devre içinde uygulanan eğitimin son bulması demektir. Tekamüle bağlı bir ayıklanma sonunda yeni bir devre başlar ve tekamül süreci helezon şeklindeki gelişimini sürdürür.

Biliyoruz ki, yeni bir devreye girdik ve bu devrenin süresi belli, sonucu açık. Bu devre bir ayıklanma, liyakatlerin ortaya çıkması, insanı kainatla bir kılan bilginin alınması devresidir. Devre sonu, makul vicdanın, temiz duyguların ve sezgilerin, cehit ve sabrın karşılık görebileceği, sınavını veren herkesin kurtulacağı bir devredir. Her yönden, semadan, uzaydan, yerden yardım gelen, kurtulmak için kurtarmamız gereken bir devredir. Devre sonunda kişisel kanaatlerin hiçbir önemi yoktur. Büyük bir dikkat ve sabırla olayların gelişmesini beklemek, yeniliklere kendimizi hazırlamak, daha uyanık ve şeffaf bir muhakeme sahibi olmamız gerek.

Tekamül hem toplumsal, hem de bireyseldir. Bireyin anlayış ve duyuşundaki değişimler şuur değişimine neden olur. Bireyin şuursal içeriğindeki değerlerin yeni bilgi ile tartılıp düzene sokulması da realite değişimine sebep olacaktır. Dünya tekamül düzeni yeni devresinin içinde hızla yol alırken insanları daha acı ve ıstıraplı bir terbiye sistemi ile ikaz etmeye, uyandırmaya devam eden Ruhsal İdare Mekanizması hepimizi üzüntü ve korkuya salan büyük afetler ortaya çıkarabilir. Bu afetleri doğal sebeplerle açıklamak, birtakım yerli yersiz açıklamalarla işlerine geldiği gibi açıklamak isteyenler olabilir. Zaten olaylar, anlayabilenler için ders ve bilgi kaynağı, anlayamayanlar için ise bir ihtardır.

Her yılın kozmik bir değeri, güneş sisteminde dengesel bir karşıtı vardır. Bu karşıt dengelenme %100’e ulaşıncaya kadar beşeri tekamülün dalgalanmaları, iniş çıkışları sürüp gidebilir. Sonuç, Dünya Okulu’nun öğretim devresinin sona ermesidir. Bu, kıyamet demek değildir. Bu, dünya tekamül düzeyinin yönetimini, eğitimini sevk eden Rab Planı’nın Evren İradesi’nden aldığı vazifenin sona ermesi demektir. Beşeri varlıkların genel tekamül süresi içindeki fonksiyonları Rab Planı’nın gayesini gerçekleştirmekten başka bir şey değildir. Bizler bu fonksiyonu farkında olmadan doğal bir şekilde yaparız. Bütün yaşam uyanmak, aydınlanmak, evreni, doğayı, kendimizi tanımak, şuurun en derin ve en yüksek yerindeki özü bulabilmek içindir. Uyurgezer bir insanlık yerini uyanık şuurlara sahip bir topluma bırakacak, aklın imkan sınırları aşılacak ve insanlar sadece enerji tüketen varlıklar olmaktan çıkıp değişimin gizli gücü ile enerji üreten varlıklar haline geleceklerdir.

Bizim hala bir insanlık birliği yaratamamamızın bir nedeni de bize bırakılan mirastan dolayıdır: Geçmiş yüzyılların insanlarının enkarnasyon yüklerini de biz taşıyoruz. Bunlar bazı karmik yüklerdir. Bunlara bizlerin karmik yükleri de diyebiliriz çünkü geçmişte de bedenlendik, gelecekte de bedenleneceğiz ta ki dünya okulunu bitirene dek yani yükler aslında yine bizlerin yükleridir. Bunların getirdiği bazı zorunluluklar ve oluşmuş bazı alanlar vardır. Bu alanlar henüz ortadan kalkmamış olduğu için, epey bir çaba gerekmektedir. Bunlar doğrudan doğruya bizim elimizde olmayan işlerdir. Yani şu andaki insanların nelerden hoşlandığı, neleri kale aldığı ya da almadığı meselesinde doğrudan doğruya sorumluluk varlığın kendisine ait değildir. Çoğu sorumluluklar dolaylı olarak ortaya çıkmıştır. Elimizde olmayan sorumluluklar haline gelmiştir. Örneğin, bizim Türkiye olarak içinde bulunduğumuz büyük zorlukların kaynakları ve kökleri Osmanlılar’a kadar gider.

Devre sonunun bize gösterdiği hedefler vardır. Bunlar hiçbir ulusa, ideolojiye ait hedefler değildir. Devre sonu, elinde bulunan imkanları kullanmamız için sanki bize yalvarmaktadır. Oysaki bizler hala eskiyi denemekte ısrar ediyoruz Ama tüm bu direnmelere rağmen, inkar edilemeyecek bir değişim sürüp gitmektedir. Devre sonu, bizlere sunduğu yeni yeni olanaklarıyla statükonun asla korunamayacağını göstermeye çalışıyor. Çünkü, tekamül süreci evrenin en büyük olgusudur. Gelişme ve değişme her yerde, her şekliyle vardır. Sadece ruhsal bir olay değil, aynı zamanda maddesel bir olaydır.

Dünya Okulu’nda bu kadar çeşitli din, felsefe ve inanç olmasının sebebi; dünya üzerindeki ayrı seviyelerden ve ayrı devrelerden gelen varlıkların bilgi ve tecrübe bakımından gelişmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı dünya tekamülünü tamamlamak güçtür. Her türlü çelişki dünyamızdadır. Gerçeğin bir elden ötekine bozulmadan geçmesi büyük bir kısmettir. Bu nedenle, dünyanın sürekli teşevvüşü son devrenin niteliğidir. Verilen bilgilere göre, iyi ile kötünün ayırt edileceği, birinin alınıp ötekinin bırakılacağı ayıklanma süreci başlayalı çok olmuştur.

Dünya gezegeninin ulaşacağı tekamül düzeyinin gereği olarak, her millet kendi ihtiyaçları yönünde hızla ilerlemektedir. Milletlerin hatalarla dolu geçmişlerinin kefareti ağır bedellerle ödenmekte, şuurlanma ya da uyanma haline geçebilmek için harcanan emek ve çaba, ıstırabı dayanılması güç bir duruma sokmaktadır. İnsanlığın en yüksek hırs ve bencillik devrini yaşıyoruz. Daima almak ve doymamak gibi bir idraksizliğin çilesini çeke çeke doymak ve vermek aşamasına gelmek gibi evrensel bir mutluluğu yaşama realitesine geleceğimiz verilen bilgilerde söylenmektedir. Bu tür bir yaşamın gerçekleşmesi ancak bilgi ve sevgi ile olacaktır.

Değişim sadece dünyanın kendisi üzerinde değil, Güneş sisteminde de olacaktır. Gezegenlerin kendilerinde fiziksel bakımdan, ayrıca oralarda yaşayan varlıkların yaşayışlarında da değişikliklerin olacağı ve oraların da bunu beklediğinden sürekli olarak söz edilir. Bu değişiklik sadece dünyasal yani beşeri değildir. İnançlar ve düşünceler üzerinde oluşacak değişikliklerin hepsi belli bir idrak düzeyinden sonra, kendiliğinden olacak şeylerdir. Bilimde, dinde, doğayı anlayışta, beşeri ilişkilerde değişiklikler olacaktır. Bunlar, idrakin yükselmesinden sonra ikinci derecede olacak şeylerdir.

İnsanın amacı maddeyi kullanmaktır, ona prangalı bir esir olmak değil. Evren, her yönüyle, maddeyi kullanan ruhun öyküsüdür. Ruhsuz, sevgisiz, duygusuz ve yüreksiz bir yaşamın ipine sarılmanın ıstırabına son verme zamanı devre sonunda gerçekleşmektedir. Maddeyi ruhsallaştırma gayretlerine karşılık, yapılan gerçek psişik araştırmalar maddeyi aşıp geçen bir cevherin, bir özün varlığını giderek daha belirgin olarak ortaya çıkarmaktadır.

Bilgi devrinin, gerçeğin ve doğru olanın önünde hiçbir dünya gücü duramaz. İdraklerde uyanan iç ışıkla bütün sahte, yalancı, karanlık olan söz ve fillerin aldatıcılığı devre sonunda ortadan kalkacaktır. Bunu sağlayacak olansa vicdan uyanıklığıdır, korkulması gereken İlahi Güç işte budur. Vicdan uyanıklığının silahı ise bilgidir.

İnsan sonsuz tekamüle layık fakat dar kapasiteli bir varlıktır, kapasitesini kendiliğinden genişletemez. Eğer antenleri açık, şuuru uyanıksa o zaman kendisine gelen tesirleri alır, anlayışı ve idraki artar, kendini tanır, maksatlı faaliyetlere başlar. İnancımız ve bilgimiz ancak fiillerle gerçekleşir. Felsefe, teori devri bitti; insanlık ancak tatbikatla, tecrübe ve görgüyle, özellikle ruh hallerini yaşayarak tekamül edebileceği bir devrededir.

Birlik ve beraberlik uygulamasını en yoğun şekilde yapmak zorunda olduğumuz bir devredeyiz. Bu nedenle, hiç durmadan her yanımızdan basınç altındayız buna, Rahman ve Rahim olan şuurda uyandırıcı etki de diyebiliriz, enerjetik bedenlerimiz bile basınç altındadır. Hatta asıl basıncı onlar yiyor. Çünkü, Yukarı’dan gelen tesirler doğrudan doğruya fizik bedenimize ulaşmaz. Önce görünmeyen bedenlerimize, oradan da fizik bedenimize yansır. Bir çok rahatsızlıklar, astral bedendeki kaymalardan meydana gelir. Bunun da nedeni fizik bedenle olan bağlantısının azalmış olmasından dolayıdır. Bu rahatsızlıkların çoğu, psikolojik rahatsızlıklardır: Huzursuzluk, depresif durumlar, sinirlilik, kavgacılık, nefret, düşmanlık, kin gibi... İnsanda meydana gelen baskı tesirlerinin nedeni, özellikle beyin, şuur ve şuur altı mekanizmalarımızdaki bir takım teşevvüşlerdir.

Şuurda uyandırıcı Rahman ve Rahim olan etkisine karşın miskinlik ve atalet içinde yaşayanlar da az değildir. Miskinlik beşeri bir rahatsızlıktır. Dinamizm ve çok hareketlilik içinde de miskinlik sürüp gidebilir. Kendini tanıma çerçevesinde sahte benliklerini kontrol altına alma cehti sergileyememek miskinliktir, kendini madde içinde yitirmişliktir. İçinde bulunduğumuz devre sonunun şu bitiş günlerinde dünya yaşamı, tüm konforu ve teknolojik harikalarıyla beraber tüm beşeriyeti tam bir miskinliğe ve atalete sevk etmiş durumdadır. Yani, beşeriyeti gerçek hedefine ilerleme cehtinden alıkoymuştur. İnsanlar, beşeri koşullandırmalar ve maddenin cezbedici etkisiyle oluşturulan yapay hedef ve ihtiyaçlar peşinde koşturmaktadır. Bireyin yapay hedefler peşinde koşması, onun bir tür atalet içinde olmasına yol açmaktadır. Tanrı’nın sıfat isimlerinden biri “El-faal”dir; yani, aktif, hareketli ve etkin. Yüce Tanrı bizleri de hareketli, aktif, ataletten uzak görmek istemektedir. Atalet halinde olmamız Planımızın ve Ruhsal İdare Mekanizması’nın işine gelmez. Ataletten ve miskinlikten çıkmamız için, Ruhsal İdare Mekanizması’nın yasalarına uygun her türlü etkiyi harekete geçirirler. Bu hareket geçiriş olaylar ve tesirler tarzındadır. Giderek daralan ve içinde bulunduğumuz şu zamanda olmakta olan da budur.
Devamını Oku »

DENEYSEL RUHÇULUK





DENEYSEL RUHÇULUK


Deneysel Ruhçuluk esas itibariyle bir araştırma, inceleme ve gözlemleme bilimidir. Araştırmalarında, olaydan yani sonuçtan sebebe doğru uzanması da bir metod olarak deneyselliğinin en iyi göstergelerinden biridir. Bir bilim dalı olarak deneysel araştırmalardan parapasikolojye uzanan tarihsel süreci boyunca temelinde var olan bilimsellik asla gözardı edilemez. Deneysel Ruhçuluk felsefi olarak kozmoloji (evrenbilim), ontoloji (varlıkbilim) ve etikle (ahlak) ilgilenir. Bilimsel ve deneysel yönüyle de; trans ve medyomluğun her çeşidini, parapsikloji, hipnoz, telkin ve manyetizm gibi konuları içerir. Parapsikolojik çalışmalar, Duyular Dışı algılamalarla ilgilidir. Bu araştırmalara, telepati, durugörü, prekognisyon ve psikokinezinin dışında, psikometri, teleportasyon, radyestezi, dedublüman, ekminezi, şifacılık gibi daha pek çok psişik çalışma dahildir.

Deneysel Ruhçulukta parapsikolojinin ve olağanüstü olayların yorum ve araştırması önemlidir. Zira bunlar insanın, aslında büyük kudretlere sahip bir ruh varlığı olduğunu, ölümden sonra şuurluluğun devam ettiğini anlamaya yarar. Çeşitli zamanlarda, dünyanın çeşitli ülkelerinde, çeşitli araştırmacılar tarafından ruhsal fenomenlerle ilgili olarak yapılan deneysel çalışmalar daima birbirini doğrulamış ve desteklemiştir. Pek çok ülkenin üniversitelerinde kurulan kürsülerde, çeşitli dernek, enstitü ve vakıflarda yapılan ruhsal araştırmalar ve deneyler de bilimsel bir anlayışla sürdürülmektedir. Birçok ciddi bilim adamı, ruhçuluğun deneysel yanını şiddetle reddederken, ruhsal fenomenleri gözlemledikten sonra tekrar eden deney ve gözlem sonuçları karşısında, ateşli bir savunucu olmuşlardır. Deneylere dayanan ruhçuluk evrensel bir niteliğe sahiptir. Evrenselliği kapsadığı bilgi ve prensiplerin ilkesel birliğinden oluşur. Bu geniş yelpazede her görüş kendine bir yer bulabilir, her soruya yanıt bulunabilir. Tüm dünya üzerinde, deneysel araştırmalarla ruhsallığın iç içe geçerek incelendiği bu metodoloji, özünde iki ana temel unsuru barındırır. Bunlardan birincisi, 'yaşamakta olan varlığın amacı nedir' sorusuna yanıt aramak; ikincisi ise,' beden ötesi ya da ölüm sonrası yaşamın şartlarını araştırmak ve bunların nelerden ibaret olduğunu saptamaya çalışmaktır.' Deneysel ruhçuluk bir inanç sistemi değil bir bilgi sistemidir. İnanç subjektiftir; kişiden kişiye, toplumdan topluma, devirden devire değişir.

Oysa bilgi objektiftir; kişilerin ya da toplumların arzu ve isteklerine göre değişmez. Herkes için, her yerde ve her zaman aynıdır. İnançları değil de bilgiyi temel alan tüm öğretiler ayırıcı değil birleştiricidir; dogmaları yoktur, düşünmeden ve anlamadan inanmak tarzında kimseye bir baskı yapmaz. Tüm inançlar ve manevi eğitim sistemleri ancak böylesine bir evrensel görüşün şemsiyesi altında bir araya gelebilir. Her ekolün kendine ait bir tarihçesi vardır. Her ne kadar Ruhçuluğun başlangıcı insanlık tarihi kadar eski ise de kurumlaşması 1850'lere rastlar. Tarih boyunca yaşayanlarla ruhsal dünyalar arasında bir iletişim olabileceği hep bilinmiştir. Mitolojilerde, efsanelerde ve dinsel inançlarda bu konuya ait sayısız örnek de vardır ama New York eyaletinin Hydesville kasabasında yaşayan Fox Ailesi, yaşayanlarla ruhsal dünya arasında özel metodlarla ikili bir iletişim yapılacağını ispatlayan ilk ailedir. Fox kardeşlerin başından geçen hayli ilginç olaylar konuyla ilgilenen birçok bilim adamı ve uzman tarafından ölüm ötesinde başka bir yaşamın olduğuna dair bir kanıt olarak kabul edildi. Böylece Fox ailesi bugün dünya üzerinde milyonlarca hatta milyarlarca kişinin benimsediği Ruhçuluğun ilk temellerini atmış oldular.

Deneysel Ruhçuluğun çağımızda yeniden oraya çıkışı, bu küllenmiş ateşin yeniden tutuşması; dünyanın dört bir yanında kurulan ruhsal irtibatlar ve alınan tebliğler sayesinde olmuştur. Ruhçuluğun gelişmesi ise bu tebliğlerin derlenmesi ve ruhsal fenomenlerin bilimsel kuruluşlar tarafından incelenmesi ve deneye tabi tutulmasıyla gerçekleşmiş olup, bu süreç aynı hızıyla hatta artarak devam etmektedir. Şimdiye kadar ya materyalist ya da idealist düşünceler tek yanlı olarak ele alındı; ruh ile madde birbirinden ayrı değerlendirildi. İnsanlık ya tamamen maddeye, ya da tamamen ruha yönelerek, her ikisini bağdaştıran bir bilgi sistemi kuramadı. Ama Deneysel Ruhçuluk bu gezegende yaşayan her insanın hem ruhsal, hem maddesel yönünü bir araya getirerek bir bilgi sistemi oluşturdu. Günümüz insanının, kendini ve yaşamı bir bütün halinde kavramasını sağlayacak olan bu metodoloji; ruhsallık ile bilimi birleştiren bir sistematiktir.
Devamını Oku »

Yukarı Git