8 Şubat 2017 Çarşamba

DİKKATİNİ VERMEK ENERJİ VERMENİN BİR YOLUDUR



Dikkatini Vermek Enerji Vermenin Bir Yoludur

Aşağıdaki vaka, The Hidden Messages in Water (Beyond VVords Publishing, 2004) adlı kitabımda sunulduğu için bazı okuyucular bunu hatırlayabilirler. Bu kitaptan bir alıntı yapıyorum:
Dergimize abone olan bir aile ilgi çekici bir deney yaptı. İki cam kavanoza pirinç koydular ve bir ay boyunca her gün birine "Teşekkür ederim" diğerine ise "Sen aptalsın" dediler ve bu dönem içinde pirincin nasıl değişim gösterdiğini izlediler. Çocuklar bile, okuldan eve döndüklerinde, pirinç kavanozlarına bu sözcükleri söylediler. Bir ay sonra, kendisine "Teşekkür ederim" denen pirinç malt kokusuna benzer olgun, yumuşak bir kokuyla mayalanmaya başlarken, "Sen aptalsın" denen pirinç çürüdü ve karardı.Bu deneye yayımladığım kitapta [Messages form Water, C.l] yer verdim, bunun sonucunda bütün Japonya'da yüzlerce aile aynı deneyi kendileri yaptı. Herkes aynı sonuçları bildirdi. Ailelerden biri deneyde ufak bir değişikliğe gitmişti: diğerleri gibi onlar da ilk pirinç şişesine "Teşekkür ederim" İkincisine de "Sen aptalsın" demişler ve üçüncü bir şişe daha hazırlayıp ona aldırmamışlardı. Sizce ne oldu? Kendisine aldırılmayan pirinç gerçekten de "Sen aptalsın” sözüne maruz bırakılan pirinçten daha önce çürümüştü. Başkaları da aynı deneyi yapmaya çalıştıklarında, sonuçlar yine aynı oldu. Öyle görünüyor ki alay edilmek aslında aldırış edilmemek kadar zarar verici değil.
Bu deneyin sonucu çok anlamlı. Hayatta en zor şey aldırış edilmemek ve dikkatini vermemektir. Bir şeye dikkatini vermek, enerji vermenin bir yoludur. Bitki yetiştiren biri bana, sularken bitkilerle konuşulursa daha hızlı büyüyeceklerini ve daha güzel çiçekler vereceklerini söylemişti. Dikkatini vererek hayat daha iyi bir yönde ilerlemek için enerji alabilir. Aynı durum insan toplumu için de geçerlidir. Durgun bir ekonomi yüzünden, yeniden yapılanma birçok Japon şirketi arasında popüler bir uygulama haline geldi. Şirketler, çalışanları acımasızca kendi işlerinin temel etkinlikleri dışında gereksiz sayılan şeylere itiyorlar. Daha da kalpsiz şirketler onları bir yeniden yapılandırma odasına koyuyorlar, onlara gerçek işlerini vermiyorlar. Onların bakış açısına göre, patronları tarafından şiddetli biçimde azarlanmak daha kolay kaldırılacak bir şey.
Yapacak hiçbir iş ve konuşacak hiç kimsenin olmadığı bir konumda olmaktan daha zor hiçbir durum yoktur. Böyle bir duruma artık dayanamaz hale geldiklerinde, kendi istekleriyle şirketten ayrılırlar. En kötü durum senaryosu ise intihar etmeye yönlendirilmeleridir. Gelin tersini düşünelim. Çalışanlarımızın işlerini daha iyi yapmalarını istiyorsak, onlarla daima teşvik edici bir şekilde konuşalım. Hastalandıysak ya da yaralandıysak, gelin bundan etkilenen hücreleri şefkatle tedavi edelim. Etkilenen bölüme bütün dikkatimizi vermek iyileşmesini hızlandıracaktır. Vücudumuzun o bölgesi yüzünden hayatımızı sağlıklı bir şekilde yaşayabileceğimizi unutmamalıyız, bu yüzden ona karşı minnettarlık hissetmeliyiz. Çevremizdeki insanlar hastaysa, gelin onlara bir şeyler söyleyelim. Yaptıkları katkılarla hayatımızı daha zenginleştirdiklerinin farkına vararak gelin onları bütün samimiyetimizle olumlu sözlerle yüreklendirelim. Bunu yaparak onların daha hızlı iyileşeceklerini umabiliriz.
Sözcüklerimizdeki Güç
Su duyarlıdır ve söylediğimiz şeye tepki verir. Olumlu sözcükler söyleyerek suya iyi hado gönderdiğimizde, su bize güzel kristaller gösterecektir. Ayrıca, dualarımız da enerji yayar ve suyun niteliğini değiştirir. Suya dua ederek, suya hado göndeririz ve böyle bir su dualarımıza potansiyel olarak yanıt verme gücü kazanır. Bunu yapmada ustaca bir püf noktası var. Dualarımızı gelecek zaman yerine geçmiş zaman kullanarak edersek daha güçlü hado gönderebiliriz.
Örneğin, annesi kanser olan bir çocuğun onun suyuna iyileşmesi için dua ettiğini varsayalım: "Annemin kanserinin iyileşeceğini umuyorum." Böyle bir duanın kötü olduğunu söylemiyorum. Elbette, bu duanın hado'su suyu etkiler. Aynı duayı farklı sözcüklerle kullanarak etmek, suyu değiştirmek için daha etkili bir yol olabilir: "Annemin kanseri iyileşti."
Dilbilgisi bakımından konuşmak gerekirse, geçmiş zaman bir anlam ifade etmez, çünkü olay daha gerçekleşecektir. Bununla birlikte, düşüncelerimizi ve niyetimizi geçmiş zamanda söyleyerek daha güçlü hale getirebiliriz. Gelecek zamanda "iyileşecek" demek yerine, geçmiş zamanda "iyileşti" demek güçlü irademizi daha etkin bir şekilde aktarabilir. Dua ederken, bir tedavinin biz dile getirir getirmez güçlü bir imgesini oluşturmak önemlidir.
Bir şeyi imgelemek nihai sonuç için dua ettiğimiz anlamına gelir. Örneğin, büyüdüğümüzde Birleşmiş Milletler genel sekreteri olmak istediğimizi varsayalım. Bu ifadeyi gelecek zamanda dile getirmeye kıyasla, bir yandan emin bir şekilde, "Ben genel sekreter oldum," derken, bir yandan da kendimi otuz yıl ya da elli yıl sonra Birleşmiş Milletlerin bir toplantısına başkanlık ederken imgeleyerek hayatımızı daha sorunsuz yaşamayı umabiliriz. Bu ancak bir imge oluşturulduktan sonra gerçekleştirilebilir.
Burada ele aldığım imge, umudumuzdur. Bir olumlu bilgi biçimidir. Bu bilgiyi güçlü sözcüklerle tekrar ettiğimizde, su da doğal olarak bize yardımcı olacaktır. Deneyimlerime göre sözcükleri yüksek sesle dile getirmek onları bir kağıda yazmaktan daha güçlü bir hado yayar.
Dindar biri değilim, gereksiz yere dinleri övmek de istemiyorum. Bununla birlikte, bir din tarafından uzun bir süredir kullanılan duaların güçlü bir hado enerjisi vardır. Dinimize imanla inanır ve duaları kuşku duymadan edersek, daha etkili bir güçle kutsanacağımızı düşünüyorum.
Duaları suda muazzam miktarda bir değişime yol açan dindar bir adama tanık olmuştum. Japon Ezoterik Budist tapınağından Baş Keşiş Houki Kato ile birlikte Gunma Bölgesinde Fujiwara Barajı'nı görmeye gittiğimizde, onun efsun ve dualarını dinlemiştim. Bu tür efsun ve duaları birkaç kez yapmıştı. Onun dualarından önce ve sonra çekilen Fujiwara Barajı' ndaki baraj rezervuarlarının fotoğraflarını görmüştüm. Karşılaştırıldığında, iki "önce" ve "sonra" resmin renkleri kesinlikle farklı görünüyordu. Fazlasıyla ilgimi çektiği için, Keşiş Kato'ya sonraki dua edişinde onunla birlikte gitmeme izin verip veremeyeceğini sordum.
Dualarına başlamadan önce, rezervuardan bir su örneği aldık. Keşiş Kato efsunlarına ve dualarına başladı. Çevresinde oldukça ağırbaşlı bir atmosfer yaratarak bir saat boyunca dua etmeye devam etti.
Dualarını bitirdikten sonra, onun konuşmasını dinliyordum. Belki de dualar bittikten yaklaşık on beş dakika sonrasıydı. Bana eşlik eden personel haykırdı, "Vay canına! Bak, rezervuarın rengi hızla değişiyor!"
Gerçekten o çok büyük rezervuarın suyu berraklaşıyordu. Duadan önce, su bulanık olduğu için yüzeyinde hiçbir yansıma yoktu. Şimdiyse çevredeki ağaçlar net imgeler oluşturarak yüzeyinde yansıyordu. Japonca'da kotodama (sözcüklerin ruhu) diye bir sözcüğümüz var. Kesinlikle, Keşiş Ka- to'nun sözcükleri o ruha sahip olmalıydı. Ruhun gücüne iş başında tanıklık ediyordum.
Su kristali resimleri çekmek için gideceğimiz Tokyo'ya götürmek için duadan sonra da sudan örnek aldık.
Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, dualardan önceki su örneğinde hiçbir kristal oluşmadı. Diğer yandan, dualardan sonraki su göksel bir güzellik taşıyan bir kristal oluşturdu. Dıştaki güzel altıgenin içinde çift yapılı küçük bir altıgen vardı. Bu kristal aynı zamanda The Hiddeti Mes- sages in Water adlı kitabımın kapağında da yer alıyor.
"Sevgi ve Minnettarlık" Bağışıklığı Arttırır
"İyi su" yapmak için mümkünse başlangıç olarak damıtılmış su alın. Özel herhangi bir şey yapmadan damıtılmış sudan güzel buz kristali resimleri alabiliyoruz. Bu da suyun iyi ve saf olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte, damıtılmış su bulmak kolay değil. O durumda sıradan musluk suyu da kullanılabilir.
Şişedeki suya dua edin. Fujiwara Barajı'ndaki rezervuar suyunu değiştiren Keşiş Kato gibi efsunlar ve dualar edebilmemiz en iyisi olacaktır. Bununla birlikte, bizim gibi sıradan insanlar için onun yaptığı şekilde "sözcüklerin ruhu" ile dualar etmek zor olacaktır. Özel bir eğitim almadığımız için bütün diğer düşüncelerimiz dikkatimizi dağıtacaktır.
O yüzden suyla konuşmanız yeterli. Bir dileğiniz varsa, daha önce de ifade ettiğim gibi bu dileği bir yandan başarınızı imgelerken bir yandan da geçmiş zamanda vurgulu bir ifade olarak dile getirmek isteyebilirsiniz.
İdeal olarak, dualarınızı sürekli yüksek sesle etmelisiniz. Bununla birlikte, günümüzün meşgul insanları için her gün birkaç saat suya dua etmek pek mümkün olmayabilir. Söyleyeceğinizi bir kağıt parçasına yazıp bu kağıdı suyun okuyabileceği şekilde içinde bulunduğu kaba yapıştırmanızı öneririm. Ayrıca, suyla arada sırada konuşun ve şişeyi sallayın; bu suyu harekete geçirmeye yardımcı olur ve titreşimlere katkıda bulunur.
Sadece bunları yaparak kendi şahsi hado suyunuzu yapabilirsiniz. Bu sudan günde beş bardak içmenizi öneririm.
Peki, özel bir isteğiniz yoksa ne yapacaksınız? Yapılacak en iyi şey suya "sevgi ve minnettarlık" sözcüklerini gösterip onunla konuşmak olacaktır. Uzun bir süre boyunca, suya bilgiler verip buz kristali fotoğrafları çektim. Kristal resimleri çekmek için suya aklımıza gelebilecek birçok olumlu bilgi - güzel sözler, güzel manzara fotoğrafları ve güzel müzik verdik. Bunların hepsi güzeldi, ama bana göre en güzeli suya "sevgi ve minnettarlık" sözcükleri gösterildikten sonra oluşan kristaldi.
"Sevgi" mutlaktır, "minnettarlık" görecelidir. Mutlaklık aktif bir enerji, görecelilik ise pasif bir enerjidir.
Ancak karşımızda bir alıcı olursa biz bir verici olabiliriz. Sevginizi vermek için ne kadar uğraşırsanız uğraşın, alacak biri yoksa, bunu yapamazsınız. Bu Doğa'nın takdiridir. Güneş verici taraftadır, ay ise alıcı tarafta. Erkekle kadın arasındaki aşk için, dünyaya getirme konusundaki verme eylemi için de bu geçerlidir. Bu eylemler alıcı olduğunda mümkündür.
Muhteşem bir şekilde, su kristalleri bize Doğa'nın takdirini ve hayat olgusu kavramını sunar.
Sadece sevgi değil. Sadece minnettarlık değil. Ancak ikisi bir olduğunda Doğa'nın işleri kendini gösterebilir.
Belki bu iki sözcükten daha iyi bilgi olmadığını fark etmeye başladım. Suyun oranı bire ikidir, bir oksijen, iki hidrojen. Bu yapıdan öğrendiklerime dayanarak, suyun bir pay sevgi, iki pay minnettarlık anlamına geldiğine inandığımı bile söylemeye cüret edebilirim.

Dr.Masaru Emoto

Kaynak : Suyun Bilinmeyen Gücü
Kitap PDF link: http://tolgayazicier.blogspot.com.tr/2017/01/suyun-bilinmeyen-gucu-masaru-emoto.html
Devamını Oku »

13 Ocak 2017 Cuma

İSKOÇYA'DAN TÜRKİYE'YE KADAR UZANAN 12.000 YILLIK BÜYÜK YERALTI TÜNELLERİ !





İskoçya'dan Türkiye'ye kadar uzanan 12.000 yıllık büyük yeraltı tünelleri!

İskoçya'nın kuzeyinden başlayıp Türkiye'ye kadar ulaşan binlerce tünel bulunuyor. Bu tüneller içerisindeki en etkileyici olanı ise 12.000 yıllık büyük tünel. Tünellerin yapılış amacı tam olarak bilinmese de bazı ikna edici tahminler var.

İskoçya'nın kuzeyinden başlayıp Akdeniz'e ulaşan binlerce tünel bulunuyor. Bu tüneller içerisindeki en etkileyici olanı ise 12000 yıllık büyük tünel.

Bazı uzmanlar bu tünellerin insanları yırtıcı hayvanlardan korumak için yapıldığına inanırken, bir diğer kısım ise, birbirine bağlı bu tünellerin insanların savaştan veya şiddetten korunarak güvenli bir şekilde seyahat edebilmesi için yapıldığı fikrini öne sürmekte. Yani bu tüneller bir çeşit antik yeraltı otobanı olarak tanımlanıyor.

Daha ileri boyutta ve birazda hayalperest bir yaklaşımla bir kesim ise, bu tünellerin yeraltı dünyasına bir geçiş kapısı olarak görülebileceğini dile getirmekte.

Alman arkeolog Dr Heinrich Kusch, bu tünellerin kanıtının tüm kıtadaki yüzlerce Neolitik yerleşim bölgelerinin altında bulunduğunu söylüyor.

Dr Heinrich Kusch, "Antik Dünya'ya Açılan Yeraltı Kapısının Sırları (Secrets Of The Underground Door To An Ancient World)" adlı kitabında, "bu tünellerin birçoğunun 12000 yıl gibi uzun bir süreden sonra hala duruyor olması, orijinal (ilk) tünel ağının muazzam olduğunun kanıtıdır" diyor.

Avrupa sınırları içerisinde bu tünellerden binlerce bulunuyordu:

Alman Arkeolog Dr. Kusch; “Almanya’da binlece metre uzunluğunda tüneller keşfettik. Avusturya’da da yüzlercesiyle karşılaştık. Bu muazzam tüneller tüm Avrupa Kıtası’nda bulunuyor ve binlercesi mevcut.” diyor.



Tüm Avrupa'da İskoçya'nın kuzeyinden Akdeniz'e kadar bu tünellerin binlercesi var.


Bu tünellerin birçoğu 70 cm genişliğinde olan oldukça dar. Yani sadece bir insanın sürünerek geçebileceği kadar geniş. Bazı bölümleri ise daha genişçe yapılmış ve bu bölümlerde oturma yerleri, depolar, hatta odalar var.
Secrets Of The Underground Door To An Ancient World adlı kitapta, tünel girişlerine sonrada şapellerin inşa edildiği de yazıyor. Şapellerin inşa edilmesinin sebebini ise; kilisenin, bu tünellerin inançsızlardan miras kaldığı düşüncesinden korktuğu ve bu düşüncelerin önüne geçmeye çalışması olarak değerlendiriyor Dr Heinrich Kusch.

Benzer tüneller diğer kıtalarda da mevcut. Amerika'da millerce uzunluğa sahip birçok yeraltı geçitleri var.

Bu tüneller neden inşa edildi? Atalarımız güvenliği yeraltında aradıkları için mi inşa ettiler acaba?

Antik efsanelerin çoğu; eski zamanlarda, yerüstünde meydana gelen birçok afetten söz etmektedir. Yine birçok mit ve efsane ilk insanların bu yeraltı tünelleri, mağaraları, hatta şehirlerinde yaşadıklarından bahseder.

Kaynak : Daily Mail - Ancient Codes

Devamını Oku »

11 Ocak 2017 Çarşamba

ALIEN : COVENANT (PROMETHEUS 2) ( 2017 )




Koloni gemisi Covenant’ın mürettebatı galaksinin oldukça uzak bir köşesinde, keşfedilmemiş cennet olarak varsaydıkları bölgenin aslında karanlık ve çok tehlikeli bir yer olduğunu anlarlar. Gezegendeki yegane canlı lanetli Prometheus'un keşfinden sonra hayatta kalan 'sentetik' David’dir... Efsane biilimkurgu/macera yönetmeni Ridley Scott, Alien’da kendi yarattığı evrene, Prometheus ile başlayan yeni üçlemesinin ikinci filmi olan Alien: Covenant filminde geri dönüyor. Filmde yine Michael Fassbender'ı başrolde seyrederken, Katherine Waterston, Demian Bichir ve Billy Crudup gibi isimler eşlik ediyor.


Devamını Oku »

9 Ocak 2017 Pazartesi

ELEKTRONİK SES FENOMENİ (EVP)



Elektronik Ses Fenomeni (EVP-Electronic voice phenomena) ses kayıtlarında görülen ruhsal sesler anlamında paranormal bir durumdur. İlk kez 1959 yılında İsveçli film yapımcısı Friedrich Juergenson teyp ile kaydettiği sesler sonucu ortaya atıldı.

The Universal filmi White Noise (Beyaz Ses) İngiltere'de ocak 2005'de vizyona girdi. Film, içinde katliamda oluşan seslerin ele geçirildiği, en azından filmin amaçları için, "Beyaz Ses"aracılığı ile, yumuşak, hışırdayan, radyonun frekans aralıklarındaki pozisyonlarda veya hava dalgaları ile dolmadan önce-veya kanalı tam ayarlanmamış bir televizyonun, bazen hayaletimsi yüzlerin de göründüğü, karlı ekranında bulunan, hala az bilinen "EVP"nin paranormal olayı veya elektronik ses fenomeni ile ilgilidir.

Filmde Michael Keaton, karısı aniden, gizemli bir biçimde ölen Jonathan Rivers rolündedir. Daha sonra, Jonathan, Linda'nın kendi sesinin de olduğu, ölülerden gelen mesajları aldığını ve kaydettiğini iddia eden bir adam tarafından aranır. Önceleri olaya kuşkulu yaklaşan Jonathan kısa surede, Linda ile haberleşme ihtiyacı ile sürekli bu olayı düşünmekten kendini alamaz ve kendi EVP kayıtlarını yapmaya baslar. Hollywood'un EVP gibi paranormal fenomenleri -her zaman olduğu üzere- ele alış tarzında daima karanlık bir yan vardır:mesajların bazıları diğer taraftan uyarılar taşırlar, ve çok geçmeden bu meselelere burnunu sokmanın tehlikeli bir iş olduğu açıkça ortaya çıkar- ve sonuçta sadece birbirini seven ama birbirinden kopartılmış kişilerden mesajlardan çok daha fazlasıyla karşılaşabiliriz. "Trailer"de olduğu gibi (derin, mezarlıkvari ses başlar) "Eğer onlar geri gelebilirse ... daha başka kimler gelebilir?"

Filmin EVP'yi ele alış tarzı tamamiyle sansasyonalizm ve ürküntü olmamasına karşın, bu korku filmi yaklaşımı (otobüslerin yanlarındaki "Sizi ele geçirmek istiyorlar!" diye çığlık atan reklamlarda da olduğu gibi) bazı insanların konudan ürkerek uzaklaşmalarına hizmet edebilir veya belki de onları bir fenomen olarak EVP'nin Coca Cola ve benzin düşmanı arabaları gibi `Amerika'da yapılmıştır` damgalı bir şey olduğuna ikna edebilir.

EVP'nin Geçmişi

Scientific American'ın 30 Ekim 1920 sayısında, Amerikan'ın en ünlü mucidi Thomas Alva Edison - elektrik ışıkları, gramofon ve hareketli resimleri keşfeden - şöyle yazar:
Eğer benliğimiz yaşasaydı, o zaman tam olarak mantıksal ve bilimsel bir varsayımda bulunabilirdik: anıları kaybetmemek, zihin gücü ve diğer yetilerimiz ve bilgilerimiz bu dünyada elde ettiğimiz. Bu nedenle, benlik, ölüm diye adlandırdığımız şeyden sonrada kalıcıysa, mantıklı bir sonuca varabiliriz. Bu dünyayı terk eden herkesin arkada bıraktıkları ile iletişim kurmak isteyeceklerini. İnanmaya meyilliyim ki. Öbür dünyadaki benliğimiz bunu arzulaması mümkündür. Eğer bu mantık doğru ise; o zaman, bir sonraki hayatta yasam sürerken benliğimizin yanında -etkilenebilen veya hareket ettirilebilen veya ustalıkla idare edilebilecek kadar hassas- bir cihaz geliştirebilirsek, böylesi bir cihaz yapılabildiğinde, bazı şeyleri kaydetmesi gerekir.

İnsan Edison'un bazı emsalleri bu konuda ne yaptılar diye merak etmekten kendini alamıyor ve Edison'un kendisinin böyle bir cihazın yapımı için deneyler yaptığı spekülasyonlarına karşın, böyle bir tasarımı doğrulayan hiç bir kanıt günümüze ulaşmamıştır. Edison'un - ruhlar dünyasını yaratılan yeni teknolojilerle birleştiren- düşünceleri belki de bir dereceye kadar zamanın ilerisinde idi. Keza Edison'dan oldukça bağımsız olarak, Markoni ve Tesla'nın ruhlar dünyası ile bağlantı kurmak için teknoloji kullanma ile ciddi olarak ilgilendiklerini gösteren kanıt olmasına karşın EVP olarak bilinenin tamamiyle ortaya çıkışından önce onlarca sene geçecekti.

Bununla beraber, dünyalı dinleyicilere ulasan, görünüşe göre katliamda oluşan seslerin ilginç örnekleri sonraki yıllarda da kaydedildi. 1930'larda Avrupa, II. dünya savaşının koşullarının yavaş yavaş oluşumuna tanık olurken, İsveç ve Norveç'li pilotlar radyo frekanslarında ilginç ve tanımlanamayan seslere tanık oldular. önce bunların parazitli Nazi telsiz konuşmaları olduğuna inanıldı, ama hiç bir şekilde bir kanıt bulunamadı, ve nereden geldiği bilinmeyen bu sesler 1934'de başladığı gibi birdenbire durdu, o tarihten sonra bunlar ekseriyetle unutuldu.

John Butler, 1947'deki "Ruhlar Dünyasının Keşfi" kitabında -ki bu 1930'larda da meydana gelmişti- bu kez 600 kişinin önünde gerçeklesen Londra'daki Wigmore Hall'daki ilginç olayı anlatır. Bir medyum sahnededir ve biraz uzağında salonun her yanındaki hoparlörlere bağlı bir mikrofon konulmuştur. Aniden, 40 veya 50 kadar olduğu tespit edilen sesler mikrofondan konuşmaya baslar. Mikrofonun yanında hiç kimse yoktu ve sistemi kuran, uzmanlıkları bu tur ses sistemleri olan iyi tanınmış bir firmanın elektrik mühendisleri olan iki teknik yetkili, sesleri duyunca bunların herhangi bir şekilde insan kaynaklı olamayacağını ve orjinalde bedenden ayrılmış olarak göründüğünü herkesin önünde açıkladı. Her ikisi de daha sonra, bu olaydaki deneyimlerinin bir sonucu olarak ruhbilimci olduklarını açıklayan- Psychic News'te yayınlanan- bir bildiri imzaladılar.

1949'da, Manchester, İngiltere'de "Ruhlarla Elektronik İletişim Derneği" adı ile ve broşürlerinde belirttikleri "İnsanların Ruhsal Özgürleşmesi için Elektronik İletişim" amacı ile küçük bir grup oluşturuldu.Derneğin oluşumu Uluslararası Spritizma Federasyonunun 1948'deki Kongresinde ruhsal hisleri harekete geçirme gücüne sahip bir enerji alanı üreten elektrikli bir cihazı gösterime sunan Hollanda'lı Mr. N Zwaan'ın çalışmasından esinlenmiştir. Cihaz 'Teledyne'ye geliştirilmesinden önce, başlangıçta 'Süper ışın', daha sonra 'Zwaan ışını'(Binnington modeli) ve son olarak 'Teledalga' olarak adlandırıldı. Bu bilim-kurgusal ses cihazları için, ölülerle doğrudan ses iletişimi formu da dahil olmak üzere olağanüstü sonuçlar alındığı iddia edildi. Fakat 1952 itibari ile, bu heyecan ve aktivite patlaması yavaş yavaş basit bir şekilde sona ermiş gibi görünür. Bununla beraber, ayni yıl içinde, iki seçkin Romalı Katolik, biri Benedictine papazi Peder Pellegrino Maria Ernetti, diğeri saygın hekim Peder Agostina Gemelli, tip laboratuarında telli kayıt cihazı ile Gregorian ayin müziği kaydı üzerinde çalışırlarken-aradıkları o olmadığı halde- açıklanamayan sesler yakaladılar. Çalışma iyi gitmiyordu, ve hayal kırıklığı yasayan Gemelli olmuş babasından yardim diledi.İlkel kayıt cihazındaki kaydedilen şeyi dinlediklerinde, rahibin olmuş babasının onları son derece hayrete düşüren "Ben, her an seninleyim ve sana yardım ediyorum." sözlerini duydular.Bu olayın haberi Papa Pius XII'a ulaştı ve o pederlerin endişe duymamalarına çünkü kaydettikleri sesin bilimsel bir gerçek olduğuna ve spritizmada hiç bir temeli olmadığına karar verdi.

Breakthrough

Yedi yıl sonra, 1959'da, gerçek buluş gelir. Friedrich Jurgenson (Letonya'da doğan sanatçı ve belgesel film yapımcısı), gece İsveç, Mölnbo'daki evinin yakınındaki bir ağaçlıktan kuş sesi kaydeder. Bu kaydı tekrar çalarken, Norveççe konuşan ve kuşların gece alışkanlıklarını tartışan bir adam sesinin farkına varır.Konunun göz alıcı tesadüfüne rağmen, Jurgenson nasıl kayıt cihazının normal bir radyo kaydettiğini düşünür. Fakat birkaç hafta sonra, başka bir kadın sesi yakaladığında sarsılır. Ses Sorar: 'Friedel, benim küçük Friedel'im, beni duyabiliyor musun ?' Friedel, Jurgenson'un hayvanının ismidir ve annesinin sesini hemen fark eder. Annesi 4 sene önce ölmüştü. Şimdi öteki tarafla iletişim sağladığına ikna olmuştu, Jurgenson kaydetmeye devam etti, farklı dillerde konuşan, yüzlerce bedenden ayrılmış ruhların seslerini yakaladı ki bunların içinde vefat eden bazı aile üyeleri ve arkadaşları da dahil olmak üzere onu cevaplamak için benlikleri ile Jurgenson'a gözüktüler.

Jurgenson 1964'de, bulgularını, Frieburg Üniversitesi, Parapsikolojik Araştırmalar Ünitesinin kurucularından Dr. Hans Bender olmak üzere, bir çok araştırmacının dikkatini çeken Voices from the Universe kitabını yayınladı. Dr. Bender, onu ses fenomeni üzerinde çalışması - sessiz ortamda boş kasetler ve normal kayıt cihazları kullanarak, fark edilebilir kelimeler konuşan seslerin kaydı - için kendi grubuna dahil etti ve sonuçlarda, Jurgenson'un deneylerinin gerçekliğinin haklı çıktığı görüldü. İşinde ilgili olduğu tek şey parapsikolojistlik değildi. Ayrıca bir dekoratördü. Vatikan ve Papa ile ilgili çektiği bir belgesel film için ödül aldı, ama Jurgenson, daha sonra bir arkadaşına Vatikan'da ses fenomeni için titreşimle ses çıkaran bir kulak bulduğunu söyledi. Bu durum Vatikan'ın bu konuya geçici bir ilgiden daha fazlasını verdiği gibi görünüyordu..

1965'de bir başka Letonyalı, tanınan psikolog ve Carl Jung bir zamanlar öğrencisi olan Dr Konstantin Raudi ve Jurgenson'un yaptıklarını duydu. Raudi ve uzun zamandır direk ses medyumluğuna ilgi duyuyordu ve, Jurgenson'la tanışıp ve onun EVP deneylerinin doğruluna ikna olduktan sonra, Almanya'da kendi araştırma projesini hazırladı. Başlangıçta, Raudi ve olağan bir kristal set kullandı, ama neticede Ganiometer isimli aracın tasarımında ona yardımcı olan fizikçilere ve elektronik mühendislerinin yardımını almaya gönüllü oldu. Bu altein yardımıyla Raudi ve binlerce bedenden ayrılanların seslerini kayıt etti ve 1968'de araştırmalarını Almanca bir kitapta (Unhörbares wird hörbar) yayınladı, birkaç yıl sonra ise Breakthrough olarak çevirisi yapıldı.1971'de kitabın İngiliz yayıncısı Colin Smythe, Raudive'nin çalışmalarının bilimsel testlerini düzenledi. montajcılar kulaklık ile kayıtları denetlerken hiçbir şey duyamadılar, fakat tekrar çalarken (playback'in anlamını biliyorum fakat Türkçe'ye uyarlayamıyorum) yaklaşık 200 ses işitildi ; ki bunlardan birini Sir Robert Mayer tanıdı, bu kişi henüz vefat eden Arthur Schnabel idi.

Breakthrough, Raudive'nin metodunu büyük bir başarıyla takip eden daha sonraki bir çok araştırmacı için teşvik unsuru oldu. (1974 denesinde ölen Raudive diğer EVP araştırmacıları ile öte dünyadan iletişim kurmaya çalışmaktaydı, Onun mesajları sadece kayıt cihazlarında değil aynı zaman video ve hatta bilgisayarlarda bile gözüküyordu).

Raudive yeni ufuklar açan kitabını yayınladığı aynı sene içerisinde, Amerikalı emekli iş adamı George Meek, EVP ile ilgilenmeye başladı ve finansmanı Bill O'Neil'in yardımı ile ruhla direk iletişim kurmayı sağlayan dünyanın ilk aygıtını geliştirdi. Bu iş birliği sonucunda (1967'de ölen eski NASA bilimadamının da yardımıyla) dünya ile ruhların dünyası arasında direk iki yollu iletişimi vaat eden ***8220;Spiricom***8221; ortaya çıktı. Meek ve O'Neil saatlerce kayıt yaptılar, ama Spiricom 1981'de tüm fonksiyonlarını durdurduğu görüldü. (Mueller bunun olacağı konusunda uyarıda bulunmuştu) ve bu araştırmasında o kadar harcadığı zaman ve paraya rağmen, Meek asla, gerçekten iletişimde bulunduğunu kimseye kanıtlayamadı.

Dünya Çapında Bir Fenomen

Bu zamandan sonra EVP sadece Avrupa'da değil, tüm dünyada insanların ilgilisini çekmeye başlamıştı. 1970'lerin ortalarından itibaren Almanya, Avusturya, Fransa, Kanada, Brezilya, İtalya, ABD ve Rusya'da gruplar oluşmaya başladı. İngiltere'de George Gibert Bonner ve Raymod Cass isimli iki araştırmacı, deneylerinde, makaralı kayıt cihazı ve pilli radyolar kullanmaya başladılar. Bonner Ekim 1972'de bir deney gerçekleştirdi, mikrofonuna, bir cevap ummamasına rağmen ***8220;Beni duyabilen biri var mı?' şeklinde soru. Fakat Bonner, 'Evet'cevabını aldı.Bonner, hızlı geçen ruhları kusursuz yakalama tekniği bulana dek 5 yılını almasına rağmen, önündeki 22 yıl boyunca 50.000 üzerinde ruh sesi kaydetmeye devam etti.1997 senesinde ölen Bonner, biriken birçok muazzam ses kaydına ve fikrinin başlangıcı üzerine sağlam kaynaklara sahip olmasına rağmen, diğer araştırmacılardan destek bulamadı. 2002 senesinde ölen Ray Caas; O zaman da büyük bir şevk vardı, ama birçok deneyci için, tek bir ses gelmeden önce haftalar veya ayları bulan çalışmalar yapılmalıydı. Bir çok insan devam etmedi. Diğer beş yada altı kişinin arasında George Bonner ve ben bu işi sürdürdük. Sonunda nesnesel seslerle birlikte bir beden yakaladık. Fakat bununla birlikte kurum, kanıtları önemsedi.Psişik Araştırma Toplumu mesafeliydi. Ruh Bilimciler medyumlara güvendi, böylece EVP deneycileri izole ediliyordu.

Fakat konuya kendini adamış diğer ülkelerdeki araştırmacılar daha şanslıydı.Hans Otto Koenig, kayıtları geri sarıp tekrar çalarak öte dünyadan sesler almayı umut eden külfetli ve yorucu metodun yerine, karışık elektronik sistem aracılığı ile gelen canlı sesleri yükseltmek için, 20-40 kHz'de ultra ses sinyallerini kullanan 'Field Generators'ü geliştirdi. 1982'de, RTL'den Rainer Holbe'nin sunduğu bir canlı yayında yaptığı deneyi başararak, Avrupa'nın EVP'ye olan dikkatini çekti. Koenig'in ultra-sound aygıtı, RTL istasyonundaki mühendislerin kontrolü altında hoparlörlere bağlandı ve çalıştırıldı. Birkaç saniye sonra, net bir ses duyuldu: 'Otto Koenig ölüyle telsiz iletişime geçer'. Mühendisler, hile yapıldığına dair bir kanıt bulamadıklarını açıkladı.

O günden itibaren EVP'ye olan ilginin zayıflamadığı görüldü. Instrumental Transcommunication (ITC) sadece alışılagelmiş EVP için değil, telefondan ruh sesleri, video kaynaklarından elde edilen hayalet resimler, hatta kişisel bilgisayarlarda gizemli iletişim gibi fenomenler içinde bütçe ayırmaya başladı. 1982'den itibaren, ben kendi başıma İngiltere tabanlı EVP & Transcommunication Society'i oluşturduğumda, ABD, kendi American Association of Electronic Voice Phenomena (AA-EVP) kurumuna sahipti.

Davetsiz Misafir

EVP'yi tesadüfen kendi kendime keşfettiğimde sene 1994'tü. Oğlum Paul'un tamamen beklenmedik bir şekilde 2 sene önce ölmüştü. O her neredeyse, onu bulmaya azimliydim ve tesadüfen kendi evinde her hafta düzenli olarak psişik çember organize eden bir adamla tanıştım.

Bu seanslar, karanlıkta oturarak ruhlar ile iletişim sağlamayı alışılmış denemelerdi ve ruhların masaya vurmasını, ruhsal ışıklar yaratmasını ve buna benzer şeyleri içeriyordu. Her hafta düzenli olarak 7-10 kişi geliyordu ve onlarla tanışmaktan gerçekten hoşnut olmuştum. Seans sırasındaki masaya vuruşları, şıngırdayan avizeleri ve havada uçan masalar.. Ben bunlara çok fazla itimat edemiyordum. Tüm bunları, masaların hareket etmesini, katılımcılardan birinin yaptığını varsaydım, ama buradaki insanların bunu yapmak için bir sebepleri yoktu.
Haftalık oturumlardan birinde, akşamleyin, ses kaydedici cihazımı aldım ve onu masanın üzerine koydum. Nasıl bir ses elde etmeyi umduğumu bilmiyordum. Belki, masaya vurulduğunda, bu sesin geldiği yöne dair bir kanıt' O akşam sadece dört kişiydik ve aralarında tek kadın bendim. Daha sonra evde, bu kaseti tekrar sardığımda, bir kadının benim ismimi fısıldadığını işittim. Bu ses çok hafifti fakat oldukça netti. Bu davetsiz misafir kimdi ? Oldukça şaşırmıştım.

O zamana dek EVP diye bir şeyden haberim yoktu, fakat EVP hakkında bilgi edinmem çok sürmedi ve yaptığım kayıt işlemi ve duyduğum sesin bu fenomen ile ilgili olduğuna karar verdim. Daha sonra bana özel olarak yapılan ve şu an hayatta olmayan bir ruhun çağırıldığı bir seansı kaydettim. Bu kaydı defalarca çaldım, sadece o ruhun orada olduğuna emin olmak için.

Bundan sonra, ben ve diğer oğlum evimizde düzenli olarak kayıt yapmaya karar verdik. İlk başlarda, hafta iki kez olmak üzere birer saat kayıt yaptık fakat fayda etmedi. Seans odasındaki koşulları aynen uygulamama rağmen hiçbir şey olmamıştı.

Tam vazgeçmek üzereyken, son yaptığımız kaydı tekrar çaldım ve oğlumla beraber 'Her hafta buradaydım' diyen bir erkek sesini işitince şok olduk. Bu oldukça şaşırtıcıydı, ve işittiğimiz şey, bu deneye devam etmek için ihtiyacımız olan cesareti sağlamıştı.

Bu olaydan sonra, sesler ulaşmaya başlamıştı.- Her seansta olmuyordu fakat çoğunlukla sesleri elde edebiliyorduk. Ayrıca kayıt süresini de kısaltmıştık.- Haftada iki kez, birer saat bu kayıtları dinliyorduk fakat en sonunda deneylerden hep baş ağrıları ile kalkıyordum. Oldukça yorucu bir işti. Bedensiz sesler genellikle zayıftı ve hızlı geçiyordu. Daha sonraları, örnek olarak bir kayıt yaptık ve ölen oğlum Paul'un sesine benzer bir kelime işittik. Bu kelime 'Sebep'idi. Fakat eğer oğlum bizimle iletişime geçseydi, tek kelimeyle sınırlı kalmazdı ve birçok kez bu kelimeyi tekrarlardı.Bu yüzden bu sesin oğlumun sesi olduğu fikrinden vazgeçtim. Bununla birlikte, mantık yürüterek, bu sesin oğlumdan geldiğini düşündüm ve bize bir sebep yüzünden bu dünyadan ayrıldığını söylemeye çalışacağını düşündüm. Aslında her şeyin bir sebebi vardı, onunda ölümünün bir sebebi vardı.

5 sene boyunca kaydetmeye devam ettik ve iletişimler artık daha güçlü ve anlamlı seslerden oluşuyordu.Bazen, bu sesler ölmüş olan akrabalarımızdan geliyordu. Örnek olarak üvey kardeşim, benim yaptığım çay israfı konusunda 'İki fincan Çay, Judith!' şeklinde sesleniyordu. Ben her zaman iki bardak çay için iki çay poşeti kullanırdım fakat o daima tek bir çay poşeti ile birkaç fincan çay yapabilirdi. Ayrıca, eskiden oğluma bakıcılık yapan kadın, o zaman oğlumun sürekli sorduğu 'Acaba kar yağacak mı?' sorusunu, 'Kar için hava yeterince soğuk'değil şeklinde yanıtlıyordu ses kayıtlarında. Bu sesler yanlış olamazdı, o kişilerin tüm karakteristik vokal özelliklerini taşıyorlardı.

Diğer iletişimcileri tanımıyordum. Bir adam vardı ve ona, merakımdan 'Neredesin?, umarım bana söylersin' dediğimde 'dua ediyorum' demişti.

Ölüyle Konuşma

1999 Senesinde, kayıt cihazımı düşürdüm ve kırıldı. Tamir edilemeyecek durumdaydı ve çok üzülmüştüm. Çünkü yenisini almam gerekiyordu ve tam zamanı diyerek dijital bir kayıt cihazı aldım. Eve vardığımda, yeni aldığım dijital kayıt cihazını denedim fakat oldukça pahalı olmasına karşın sesler çok karmaşık geliyordu. Oldukça sinirlendim ve kendi sesimi kaydetmeye başladım ; 'bu cihazdan hiç hoşlanmadım, sanırım yarın onu aldığım mağazaya geri götüreceğim, fakat (ruhun cevabı) sen bunu beğendiysen, belki geri götürmekten vazgeçerim.' Geri sarıp dinlemeye başladığımda, bir erkek sesi duyunca oldukça şaşırdım. Bu ses derinden geliyordu, yankılıydı ve neşeliydi, bana cevap veriyordu: 'Bu cihazdan hiç hoşlanmadım' dediğimde bana cevap olarak vurgulu bir biçimde 'Biz hoşlandık' demişti. O anda bu erkek sesi birine emir verir bir şekilde ; 'Git ve Hallam'ı bul ! Onun bilen birine ihtiyacı var. Onun, ona yardım edecek birine ihtiyacı var' dedi. Son olarak kesin bir şekilde 'Cihazı Sakla !' dedi.

Bu alışılagelmedik iletişim, bende 'Hallam' hakkında ilgi uyandırdı. Jack Hallam, 1986'da ölmüştü ve benim yakın arkadaşım, aynı zamanda meslektaşımdı. Gelecek seferki kaydımda, karşımdaki Jack idi. Ve o andan itibaren benimle iletişim kurmayı hiç kesmedi.

EVP hakkındaki deneyimlerimde gördüm ki; ne zaman kayda başlasam onlar ordaydı. Mezarlık yada Perili Ev gibi özel bir yerde olmama gerek yoktu. Onlar her zaman iletişime geçiyorlardı. Gece uyumaya gidip, kayıt cihazımı açık bıraktığımda bile, sabah uyandığımda ve kaydı tekrar dinlediğimde konuşan, tartışan, ıslık çalan, ağlayan veya şarkı söyleyen kalabalık sesler alabiliyordum. Bazen 'İşte Judith!, Onu yatağından kaldır!' veya 'Hadi onu uyandır' gibi direk beni hedef alan sesler duyabiliyordum. Öyle ki, ben sadece kısa süreli periyotlarda kayıt yapıyordum, aksi taktirde onları tekrar dinlemek oldukça uzun zaman alıyordu.

Sesler artık telesekreterime de geliyor. Onlar isimlerini vermedikçe - ki bunu çok nadiren yaparlar -, bir çoğunun kim olduğunu bilmiyorum. Onlar bana sık sık 'Ona Güvenme!' veya 'Onu geri ara' gibi tavsiyelerde bulunuyorlar. İlk telefon araması - telefonu satın aldığım ilk gün - benim için değildi, yanlış bir numarayı aramışlardı fakat ben bu aramayı kaçırdım. Telesekreterimden arayan kişinin mesajını dinliyordum ve mesajın sonunda, mesajı bırakan kişinin konuşması bittiğine, bir ses kısa ve öz olarak 'Yanlış Numara!' demişti.
Bir ara, Avusturalya'lı bir kadın, bir aylığına evimde kalmıştı. O, o kadar çılgındı ki, ayrıldığında biraz rahatlamıştım. Fakat ayrılmadan kısa bir süre önce telefonuma bir mesaj bırakıldı ve mesajda Avustralya aksanı ile konuşan bir adam tek bir kelime söyledi: 'Çılgın!'

Fakat adamın aksanı sebebiyle, bu Avusturalya'lı kadını kastettiğini biliyordum. Bu arada bu hayalet sesler asla arayan kişiler tarafından duyulmuyor. Bunu defalarca kontrol ettim.

Orada Birileri Var mı ?

Peki EVP nasıl işliyor ? Dürüstçe, bilmiyorum. Bu açıkçası kontrollü bilimsel araştırmalara ihtiyaç duyan bir konu fakat bu benim ve diğerlerinin büyük çabalarına rağmen basitçe olmuyor. Bu belki olabilir, benim şüphe duyduğum gibi; deneyci, EVP deneylerinde, deneyin büyük bir parçasıdır, belki de bir çeşit radyo alıcısı rolü üstlenerek. Diğer yönden, belki de her nasıl oluyorsa sesleri çeken sadece bir araçtır. Beni şaşırtan konu ise, Psişik Araştırma Kurumunun yaptığı gibi, Edinburgh Üniversitesindeki, Koestler Parapsikoloji departmanı bu konuya tamamen ilgisiz kalması. Bizim iki önemli parapsikoloji kurumumuzun EVP konusunu küçümsemesini, hor görmesini hiç bir şekilde anlayamıyorum.

Belki de, eziyet veren ses kirliliğini yaşadığımız şu günlerde, bazen açıkça bu tip seslerin fısıltılarını bastırılıyor ve EVP kolayca İnka edilebilen ve ilgilenilmeyen bir fenomen olarak kalıyor.

"White Noise" filmine geri dönersek ; bu film yapıldığı için gerçekten mutluyum. Bu gösterir ki; en sonunda maalesef ihmal edilen EVP ve halen bunun gibi aşikar olan birçok paranormal fenomen için bir tanımadır.. Bu merak uyandırmalı, ve şimdi EVP Hollywood tarafından ilgi gördü. Belki artık, insanları bu işi daha ciddiye almalarını sağlama görevim, birazcık daha kolay olabilecektir.
Devamını Oku »

Yukarı Git