13 Mart 2018 Salı

UFO - (2018)




Genç bir adamın dünya dışı varlıkları kanıtlamak için verdiği mücadele konu ediliyor. Derek Echevaro, geleceği parlak olan bir üniversite öğrencisidir. Çocukken dünya dışı bir varlıkla ilgili deneyim yaşayan Derek bu konudan oldukça etkilenir. UFO ile ilgili araştırmalar yapan genç adam için artık bu konu bir takıntı halini alır. Bir süredir ABD’deki havalimanlarının genelinde gizemli nesnelerin görülmesi ile ilgili bilgiler ortaya çıkmaya başlar. Konu ile yakından ilgilenen Derek gelen görüntülerdeki gizemli cisimlerin dünya dışından olduğuna kanaat getirir. Teorisini anlattığı hiç kimse kendisine inanmasa da o bu düşüncesini kanıtlamaya kararlıdır. Kız arkadaşı Natalie ve matematik profesörü Dr. Hendricks’in yardımıyla Derek, FBI’da çalışan deneyimli özel ajan Franklin Ahls ile birlikte gizemi çözmek için çabalar. Ryan Eslinger’in yönetmen koltuğunda oturduğu ve senaryosunu kaleme aldığı filmin başrolünü Partilerde Kız Tavlama Sanatı filminin Enn’i Alex Sharp üstleniyor. Filmin oyuncu kadrosunda Sharp’ın yanı sıra Ella Purnell, Benjamin Beatty, David Strathairn, Gillian Anderson gibi isimler de bulunuyor.


Devamını Oku »

3 Şubat 2018 Cumartesi

“AY”, OLDUĞUNU SANDIĞINIZ ŞEY DEĞİL.





Ay, bulunduğu konum itibariyle öyle bir yerleştirilmiş ki, tutulma olduğu zaman güneş kadar büyük oluyor. Bu yüzden tutulma yer alıyor. “Ay’ı Kim İnşa Etti” kitabın yazarları şöyle anlatıyorlar:

“Ay, olması gerekenden daha büyük, olması gerekenden daha eski ve kütlesel olarak olması gerekenden daha hafif, yörüngede olmaması lazım ve en ilginç yanı, Ay’ın varlığı ile ilgili bütün mevcut açıklamalar tartışmaya açık ve çoğu da sığ bilgiler.

Ay’ın nereden geldiğini sorduğunuz zaman şöyle bir hikaye anlatılıyor; Bilim dediğimiz şeyde hep olduğu gibi insanların hep gerçek olarak benimsedikleri şey aslında teori olup sürekli olarak tekrarlanarak gerçeğe dönüştürülüyor, ama sonra geri dönüp bir bakıyorsunuz ki hala sadece teori olmaktan öteye geçememiş! Birinci teoriye göre Ay, “çarpma” teorisine göre oluşmuş, ya da “büyük çarpma” teorisine göre... Yani Mars tipi bir gezegen gelmiş, dünyaya çarpmış, büyük bir parça kopmuş ve “Ay” meydana gelmiş.

O hikayenin fiziği çalışmayınca , bu sefer “çift çarpma teorisi” ile ortaya çıkmışlar. Yine Mars tipi bir gezegen gelmiş, “acaba sağ mı vursam sol mu vursam” diye düşünmüş olmalı, derken dünyaya bir daha çarpmış. Yani artık bu kadar da zavallı olunmaz!

Gerçek şu ki; ve dürüst bir bilim adamı size, Ay’ın nereden geldiğine dair hiçbir bilginin olmadığını söylerdi. Fiziksel olarak Ay orada olmamalı... Rusya’dan İshak Asimov, bir biyokimyacı, bu konuda çok araştırmış, yazmış çizmiş biri, haklı olarak şöyle söylüyor; “Doğrusu, Ay’ın orada olmaması gerektiğini destekleyen bir sonuca varmamak elde değil. Olduğunu destekleyen gerçek kabul edilmeyecek kadar iyi. Dünya gibi küçük gezegenlerin zayıf yerçekimi alanı vardır ve genel olarak uydulara çarpabilirler. Ama bir gezegenin uydusu varsa o uydunun gezegenin kendisinden çok daha küçük olması gerekir!”

O halde, dünyanın bir uydusu olsa bu küçük bir dünya olup, belki en iyi ihtimalle çapı 30 mil olurdu, ama bu böyle değil. Dünyanın uydusu olduğu gibi, bir de üstelik çapı 2169 mil veya 3490,6  km.! O zaman nasıl oluyor da küçük dünyanın bir uydusu olabiliyor? Son derece şaşırtıcı! Bazı bilim adamları”gezegen-uydu” ilişkisinden değil, “gezegen-gezegen” ilişkisinden bahsediyorlar. Bu durumda bizim Ay Pluto’dan büyük!...

Bir bilim adamı, “Ay hakkındaki en iyi açıklama bir gözlem hatası olmalı. Ay diye bir uydu yok!” diyor. NASA’dan bir bilim adamı ise şöyle demiş; “Ay’ın varlığından ziyade, var olmadığının açıklanması daha kolay.” Sonra bir de içi oyuk Ay meselesi var. Ben de bunu söylüyorum, başkaları da. Ay, içi oyuk bir küçük gezegen!

1969 yılı Kasım ayında, Ay’a, gücü 1 ton TNT’ye eşit bir lunar modül çarptırdıkları zaman oluşan şok dalgaları, NASA’dan bir bilim adamının ifadesine göre Ay’ın bir gong gibi titreşmesine sebep olmuş. Büyük deneyin Direktör Yardımcısı Maura Suing ise yapılan basın toplantısında bunun anlamını şöyle açıklamış. “Şimdi bunun sebebinin açıklamasını yapmak doğru olmaz, ama deney, sanki birinin bir kilise çanına tek bir atış yapması gibi birşey oldu ve bu çarpmadan kaynaklanan titreşimler yaklaşık yarım saat sürdü”.

Daha sonra Ay’ın daha büyük bir darbe yediğini anlatacağım. MIT (Massachusetts Institute of Technology/Massachusetts Teknoloji Enstitüsü)’den Frank Press, nispeten daha az güçlü bir darbe için 30 dakika süren etki bizim deneyimimizin ötesinde geçti. Gordon MacDonald adındaki bir uzman ise 60’lı yıllarda, Ay’ın homojen bir küre olmadığını, içinin oyuk olduğunu belirtmiş. Bu adam da MIT’den bir uzman olup “Ay Yörünge Deneyi”nin, Ay’ın yerçekimi alanı hakkındaki bilgileri fazlasıyla geliştireceğini söylemiş. Ve de ürkütücü bir olasılık olmakla birlikte Ay’ın içinin de oyuk olabileceğini belirtmiş.

Şimdi de şu “Çift Vuruş”a gelelim. Ay’a 11 Ton TNT’ye eşit güçteki bir uzay aracı çarptırılıyor ve NASA bilim adamı, Ay’ın bir gong gibi çaldığını ve 3 saat 20 dakika süreyle titreştiğini ve bunun 25 millik bir derinliği etkilediğini söylüyor.

Apollo görevleri sırasında “Fotoğraf Kontrol Departmanı” nda çalışan Ken Johnson adlı danışman, “Ay’ı Kimler İnşa Etti” adlı kitabın yazarlarına, Ay’ın sadece bir çan gibi çalmakla kalmayıp, sanki içinde dev bir hidrolik tampon varmış gibi son derece düzgün bir şekilde sallandığını söylemiş.

Sovyet Bilimler Akademisi’nden bu iki bilim adamı, 1970’de Sputnik Dergisi’ne “Ay’ı uzaylı bir zeka yaratmış olabilir mi?” başlıklı bir makale yazmışlar. Bu kadar yıldan sonra herşey onların haklı olduğunu gösteriyor!

Bir başka önemli nokta ise, Ay’ın dış yüzeyinin son derece sert oluşu ve titanyum gibi minerallere sahip olması. Ay taşlarında, pirinç ve mika dahil, işlenmiş metallerin bulunduğu dikkat çekti. Uranyum 236 ve Neptunyum 237’nin de, Ay’ın doğal elementlerinden olmadığı kesin. Uranyum 236; kullanılmış nükleer yakıt, uzun ömürlü bir radyoaktif nükleer atık ve tekrar işlenmiş... Neptunyum 237 ise yine radyoaktif bir metalik element ve nükleer reaktörlerin yan ürünü olup plutonyum ürünü...

Ay’daki bazı küçük taşların, dünyada titanyum açısından zenginliği olan taşlardan 10 kat daha fazla titanyum içerdikleri görülmüş. Titanyum süpersonik jetlerde, denizin çok derinliklerine inen denizaltılarda ve uzay araçlarında kullanılıyor. Kimya dalında Nobel Ödülü kazanmış olan Dr. Harold Arrey, Ay’dan getirilen taşların, özellikle titanyum içermelerine çok şaşırdığını ve buna bir açıklama getiremediğini ifade ediyor.

İki Rus bilim adamı yazdıkları makalede şöyle diyorlar: “Eğer dev bir yapay uyduyu aşırı ısı etkisinden, kozmik radyasyondan ve meteor bombardımanından korumak üzere materyal yerleştirilmişse, uzmanlar belki de tam bu refraktör metallerle karşılaşırlardı”. Refraktör metaller ısıya inanılmaz derecede dirençlidirler ve nerelerde? Bu durumda, ay taşlarının neden çok az ısı geçiren cinsten oldukları belli değildi, bu gerçek astronotları da şaşırmıştı. Bu, dünyadaki solar uydu tasarımcılarının da peşinde oldukları birşey değil miydi?

Mühendislere göre, “Ay” dediğimiz, çok uzun süreli bir geçmişi olan bu uzay gemisi muhteşem bir şekilde inşa edilmiş. Onun, içi oyuk bir küçük gezegen olduğunu söylüyor ve “eğer uzaya yapay bir uydu gönderecekseniz içinin oyuk olmasında yarar var” diye ilave ediyorlar. Ayrıca, böylesine müthiş bir uzay projesini yapabilen birilerinin, dünyaya bu kadar yakın mesafede bir çeşit boş gövde tutarak tatmin olacaklarını düşünmek de pek saflık olur. Şimdi burada, içi motorlar için yakıt, tamir için gereçler, navigasyon aletleri, gözlem ekipmanı ve her çeşit makina ile dolu olan çok eski bir uzay gemisi ile karşı karşıyayız.

Başka bir deyişle, evrenin bu gemisini bir çeşit Nuh’un Gemisi gibi, istihbarat amaçlı olarak kullanmak için gereken herşey var. Belki de ömrü binlerce yıl sürecek şekilde düşünülmüş, bütün bir medeniyete yurt bile olmuş, on milyonlarca mildir uzayda gezmiş de olabilir.

Doğal olarak bu uzay gemisinin içinin oyuk oluşu, meteor çarpmalarına ve aşırı sıcak ve soğuğa karşı çok dayanıklı olmasını sağlıyordu. Muhtemelen dış kabuk çift katmanlı, zırhı 20 mil kalınlıkta, onun dışı ise yaklaşık 3 mil civarında daha ince bir katman ile kaplı. Belirli bölgelerde ay denizleri ve kraterler var, üst katman oldukça ince, hatta bazı yerlerde hiç yok.

(Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyen okuyucular, David Icke’ın “İnsanoğlu Ayağa Kalk” adlı kitabına baş vurabilirler).

Kaynak : https://davidicke-turkce.blogspot.com.tr/2017/07/70-ay-sandiginiz-sey-degil.html#.WlykcK5l_

İlgili Diğer Makaleler

1 - http://tolgayazicier.blogspot.com.tr/2016/03/ay-da-bir-gariplik-var-dersek.html

2 - http://tolgayazicier.blogspot.com.tr/2016/03/ayda-neler-oluyor.html

3 - https://tolgayazicier.blogspot.com.tr/2016/03/ay-yuzeyinde-cam-yapi.html
Devamını Oku »

1 Şubat 2018 Perşembe

MÜTHİŞ İDDİA : MARS'TAKİ YAŞAM NÜKLEER BOMBALARLA SON BULDU !



Ünlü fizikçi Dr. John Brandenburg, Mars’taki antik medeniyetlerin, daha ileri bir teknolojiye sahip uzaylılarca yok edildiğini iddia etti.

ABD’li Dr. John Brandenburg, Mars’ta iki büyük nükleer patlama gerçekleştiğini ve NASA tarafından yayınlanan fotoğraflardaki arkeolojik kalıntıların antik Marslılara ait olduğunu iddia etti.

Bay Brandenburg, nükleer savaşın yaklaşık yarım milyar yıl önce gerçekleştiğine ve patlamanın izlerinin iki önemli yerde yoğunlaştığına inanıyor.

Plazma fizikçisi “bir haritayı okuyabilen herkes, nükleer patlama alanlarını görebilir” ifadelerini kullanıyor. En şiddetli şok dalgaları ise Cydonia Mesa ve Galaxias Chaos’da oluşmuş.

Branderburg’un teorisine göre, Bronz Çağındaki insanları andıran antik bir medeniyet Mars’ta gelişti. Ancak başka bir gezegenden gelen daha ileri uzaylılar tarafından nükleer bomba benzeri silahlarla yok edildi.

Branderburg teorisini NASA’nın Mars’tan topladığı verilere dayandırıyor. Fizikçiye göre; gezegenin kuzey bölgesinde iki büyük nükleer “hava patlaması”nı işaret eden izotoplar görülüyor.

Fizikçi aynı zamanda, Mars’ta uranyum, toryum ve radyoaktif potasyum da dahil olmak üzere ince bir radyoaktif madde tabakası olduğunu belirtti.

Kaynak 1: http://www.bizsiziz.com/muthis-iddia-marstaki-yasam-nukleer-bombalarla-son-buldu/
Kaynak 2: https://www.express.co.uk/news/weird/745738/Life-on-Mars-wiped-out-nuclear-war-Dr-John-Brandenburg
Devamını Oku »

14 Ocak 2018 Pazar

BİLİM İNSANLARI BAZI RÜYALARIMIZIN PARALEL EVRENLERE KISA BAKIŞLAR OLDUĞUNU SÖYLÜYOR



Bu dünyada, farklı kararlar veren ve rüyalarınızda bir şekilde daha sonra kendilerini tezahür ettiren yerleri gören kendinizin bir kopyası olabilir.

Binlerce yıldır insanlar rüyaların anlamını merak etti. Neden bazı insanlar gelecekteki olaylar hakkında rüyalar görüyorlar? Neden bazı rüyalar gizli anlamlar ile dolu?

Rüyalarımızın bazıları alternatif bir gerçeklikte, paralel bir Evrende gerçekleşen olaylara kısa bakışlar olabilir mi?

Atalarımız, modern bilim insanlarının bugün meraklı oldukları gibi, rüyalar hakkında meraklı idiler. Kadim Yunan ve Romalılar rüyaların tanrılardan gelen mesajlar verdiğine inanıyorlardı. Kadim Çin’de insanlar rüyaları ölülerin dünyasını ziyaret etmenin bir yolu olarak görüyorlardı. Kadim Mısırlılar rüyaları yorumlayabilenlerin özel güçlere sahip olduklarına ikna olmuşlardı.

Bir çok Yerli Amerikalı kabile ve Meksikalı uygarlıklar rüyaların uyuduğumuz zaman ziyaret ettiğimiz farklı bir dünya olduğuna inanıyorlardı.

“Rüya” sözcüğü “neşe” ve “müzik” anlamına gelen eski bir İngilizce sözcükten gelir.

Bugün rüyaların çoğu zaman, biz uyurken zihnimizden geçen düşüncelerin, hislerin ve olayların ifadeleri olduğunu biliyoruz.

Rüyalar renkli olabilir ve her türlü duyuyu kapsayabilir – kokular, sesler, görüntüler, tatlar ve dokunduğumuz şeyler. Rüya görmenin bilimi hakkında fazla şey biliyoruz, çünkü araştırmacılar insanlar uyurken onların beyinlerinin resimlerini çekebiliyorlar.

Yıllar boyunca bilim insanları rüyalar hakkında çok şey öğrendi, ama hala bilinmez olarak kalan bir çok şey var.

Konu üzerine daha çok duracağız ve en gizemli ve özel rüyalarımızın bazılarının, kendi realitemizin yanında var olan görünmez paralel dünyalardan gelen kısa görüntüler olabileceği fikrini öne süreceğiz.

Neredeyse yüz yıldır bilime karanlık sır musallat olmaktadır; insan duyularımızın ötesinde gizemli saklı dünyalar olabileceği sırrı.

Mistikler uzun zamandır bu tür yerler olduğunu iddia ediyorlar. Hayalet ve ruhlar ile dolu bir yer olduğunu söylediler. Bilimin istediği  şey, bu tür batıl inanç ile ilişkilendirilmektir, ama 1920 lerden bu yana fizikçiler rahatsız edici bir keşfi anlamlı kılmaya çalışmaktalar. Elektronlar gibi atomik parçacıkların tam yerini belirlemeye çalıştıkları zaman, bunun tamamen imkansız olduğunu gördüler. Tek bir yer yoktu ve bilim insanlarının paralel dünyaların olası varoluşu ile daha da çok ilgilenmelerinin nedenlerinden biri budur.

Herhangi birinin öne sürebileceği tek açıklama, parçacıkların bizim Evrenimizde var olmadığıdır. Parçacıklar başka evrenlere de hızla geçerler ve sonsuz sayıda paralel evrenler vardır, hepsi hafifçe birbirinden farklı.

Aslında, Napolyon’un Waterloo Savaşını kazandığı bir paralel evren var. Başka bir paralel evrende Britanya İmparatorluğu Amerikan kolonisini devam ettiriyor.

Bir paralel evrende hiç doğmadınız.

Çoklu evren bir teoridir, bu teoride evrenimiz sadece tek evren değildir, birbirine paralel olan bir çok evren vardır. Çoklu evren teorisindeki bu farklı evrenlere paralel evrenler adı veriliyor.

Elbette, çoklu evren teorisi sadece bir teoridir. Paralel evrenlerin varlığı kanıtlanması ve konu fizikçiler arasında geniş ölçüde tartışmalıdır.

“Evrenin bu tanımlamasıyla” çoklu evren kavramının ebediyen metafizik bölgesinde olduğu beklenebilir.

Yine de fizik ve metafizik arasındaki sınır, deneysel olarak test edilebilen bir teori ile tanımlanır. Fiziğin öncüleri giderek görünmez elektromanyetik alanlar, yüksek hızlarda zamanın yavaşlaması, kuantum süper pozisyonlar, bükülmüş uzat ve kara delikler gibi daha soyut kavramları bütünleştirmek için genişliyor. Massachusetts Teknoloji enstitüsünde Profesör Max Tegmark “son yıllarda çoklu evren kavramı bu listeye eklendi” dedi.

“Kozmolojinin temel problemi, bildiğimiz şekliyle fizik yasalarının Big Bang'in anında çökmesidir. Bazı insanlar bunda neyin yanlış olduğunu, çöken fiziğin yasalarına sahip olmakta neyin yanlış olduğunu söylüyorlar. Bir fizikçi için bu bir felakettir. Dr. Michio Kaku, “Evrenin bilinebilir yasalara, matematik dilinde yazılan yasalara uyduğu önermesine yaşamlarımız boyunca adandık ve burada Evrenin kendisinin en önemli öğesine sahibiz, fiziksel yasanın ötesindeki kayıp parça” diyor.

Paralel bir dünyada kendinizin bir kopyası olabilir. Bu kişinin hayatı her bakımdan sizinkine özdeştir. Yine de, sizin ve kopyanızdan farklı yapıyor olabileceğiniz belirli şeyler vardır. Belki siz bu makaleyi okurken, o bu makaleyi bitirmeden bir kenara koymaya karar veriyor. Sizin zaman çizgileriniz benzer, ama özdeş değil, çünkü alternatif dünyalarda birlikte – var oluyorsunuz.

İnsanlar çoğu zaman hiç gitmedikleri veya hiç işitmedikleri bir yer hakkında tekrarlayan bir rüya görürler. Belki de bu tür rüyalar, paralel bir Evrende deneyimlenen kısa görüntülerdir.

Bazen insanlar henüz gerçekleşmemiş olan, ama gelecekte gerçekleşecek olan olaylar hakkında rüya görürler. Bu tür rüyalar, farklı bir hayat yaşamakta olduğunuz alternatif bir dünyadan gelmekte olan imgeler olabilir.

Kim bilir, belki en özel rüyalarımızın bazıları paralel bir evrene açılan bir penceredir. Elbette bu spekülasyondur, ama spekülasyon ve bilimsel merak olmadan Evrenin ve gerçekliğimizin sırları hakkında daha fazla şeyi asla öğrenemeyebiliriz.

Profesör Tegmark’ın bir zamanlar söylediği gibi ifade edebiliriz. “Gerçekliğin doğası hakkında derin bir soru sorduğumuz zaman, garip görünen bir yanıt beklemez miyiz? Evrim uzak atalarımız için hayatta kalma değeri olan her günkü fiziği bize sezgiyle sağladı, günlük dünyanın ötesine geçmeye her cesaret edişimizde, onun garip görünmesini beklemeliyiz.”

(Çeviri: Saffet Güler)

Kaynak : http://www.corespirit.com/scientists-say-dreams-glimpses-parallel-universes/
Devamını Oku »

Yukarı Git