21 Nisan 2018 Cumartesi

EMPATİ İLE DOKUNMANIN İYİLEŞTİRİCİ GÜCÜ





Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) dergisinde geçtiğimiz ay yayınlanan bir araştırmaya göre sevdiğiniz kişinin ağrısı olduğunda onun elini tutmanız sadece nefes alıp verişlerinizi ve kalp hızlarınızı eşitlemekle kalmıyor, aynı zamanda beyin dalgalarınızı da birleştiriyor.

Colorado Boulder Üniversitesi ve Haifa Üniversitesi’nden bir grup araştırmacının yürüttüğü çalışmada, ağrısı olan eş ile ne kadar çok empati kurulursa, beyin dalgaları o kadar güçlü eşitleniyor. Dahası, beyin dalgaları ne kadar fazla eşitlenirse, ağrı o kadar çok hafifliyor.

Colorado Boulder Üniversitesi’ndeki Bilişsel ve Duygusal Nörobilim Laboratuvarında doktora sonrası araştırmacısı ve söz konusu makalenin baş yazarı olan Pavel Goldstein yönettiği çalışmayla ilgili olarak, “Modern dünyada iletişim kurmanın birçok yolunu geliştirdik ve bu yüzden daha az fiziksel etkileşim kuruyoruz. Bu çalışma insan dokunuşunun gücünü ve önemini göstermektedir” açıklamasını yaptı.

Çalışma, bireylerin fizyolojik olarak birlikte oldukları kişileri yansıttıklarını savunan ve “kişilerarası senkronizasyon” olarak bilinen bir fenomeni inceleyen ve giderek gelişen bir araştırma.

Acı bağlamında beyin dalga senkronizasyonunu ilk kez inceleyen bir çalışma olmanın yanı sıra, iki beyin arası bağın dokunma ile aktifleşen ağrı yitimi ya da “şifalı dokunuşların” oynayabileceği rol hakkında yeni bilgiler sunmakta.

Goldstein, kızının doğumu sırasında eşinin elini tuttuğu sırada eşinin ağrılarının hafiflediğini keşfettikten sonra bu deneyi yapmaya karar verdi.

“Laboratuvarda bu konuyu test etmek istedim: Dokunma ile ağrı gerçekten azaltılabilir mi? Peki nasıl?”

Goldstein ile Haifa Üniversitesi’ndeki meslektaşları, en az bir yıldır birliktelikleri olan 23 ile 32 yaş arası 22 heteroseksüel çift üzerinde deneyler yaptı. Çiftlere ikişer dakikalık senaryolar verildi ve kendilerinden verilen bu küçük rolleri oynamaları istendi. Denekler verilen senaryolardaki görevlerini yerine getirirken, ekip de EEG ile bireylerin beyin dalgalarını kaydetti. Söz konusu senaryolar içerisinde birbirine dokunmadan birlikte oturmak, el ele tutuşarak birlikte oturmak ve ayrı odalarda oturmak vardı. Ardından, aynı senaryoları, bu sefer de kadın deneklerin kollarında hafif bir ısı ağrısına maruz kaldıkları şekilde tekrar ettiler.



Birbirlerine temas etsinler ya da etmesinler, çiftlerin sadece birbirlerinin varlığını bilmelerinin bile, odaklanmış dikkat ile ilgili bir dalga boyutu olan alfa mu bandında bazı beyin dalgası eş zamanlılığı ile ilişkili olduğu tespit edildi. Bu senkronizasyon acı çekerken el ele tutuştuklarında ise en üst noktaya ulaştı.

Araştırmacılar, eşlerden biri acı çekerken diğerinin ona dokunamadığı sırada beyin dalgalarının senkronizasyonunun azaldığını gördüler. Bu bulgu, daha önce yayınlanmış bir makalede erkek partnerin, kadın partnerin elini tutamadığı sırada, çiftin kalp atışlarının ve solunum senkronizasyonlarının kaybolduğunu gösteren deneyle örtüşüyordu.

Goldstein, ağrının çiftler arasındaki bu senkronizasyonu bozduğunu, fakat temas gerçekleştiği anda dokunmanın bu uyumu geri getirdiğini ifade etti.

Empati seviyesini ölçmek adına yapılan sonraki testlerde ise erkek partnerin empati seviyesi yükseldikçe, senkronize beyin aktivitesinin de arttığı gözlemlendi. Yani beyinler ne kadar fazla senkronize olursa, ağrı o kadar azalıyordu.

Peki empati kurabilen bir partner ile beyin aktivitelerinin birleşmesi ağrıyı nasıl kesiyor?
Goldstein, bu sorunun cevabını bulabilmek için daha fazla araştırma yapılması gerektiğinin altını çizdi. Fakat hem kendisinin hem de diğer yazarların bir kaç tahmini cevabı vardı. Önceden yapılmış çalışmalara göre bir kişinin karşısındakini anladığını hissettirerek, yani empatiyle dokunması, beyindeki ağrı kesici mekanizmaları devreye sokabilir.

Araştırmacılar, kişilerin birbirleriyle temas etmesinin “ben ve diğer kavramı” arasındaki sınırları yumuşattığını söylüyor.

Çalışmayı yürüten Pavel Goldstein şunları söyledi: “El ele tutuşmanın gücünü küçümsememeliyiz. Eşinizin acısını anlayabilirsiniz ancak dokunmadan iletişim kuramazsınız.”

Kaynak : https://www.sciencedaily.com/releases/2018/03/180301094822.htm
Devamını Oku »

HANGİ DUYGULAR HANGİ ORGANLARI ETKİLİYOR ?





Doğu’da, organ-duygu ilişkisinin farkındalığı uzun zamandır tıp ilminin bir parçası olarak öğretilmektedir. Batı dünyası ise, duygular ve organlar arasındaki bağlantıyı yeni yeni keşfetmeye başladı. Örneğin doktorlar kalp krizine eğilimli insanların duygusal profilini çıkarmaya başladı. Hayvanların korktuklarında altlarına işedikleri bilinir. Tıp kurumu, hayatlarını sürekli korku içinde geçen ve bedenlerinde çok miktarda bilinçdışı endişe depolamış insanların artrit gibi böbrek temeli hastalıklara eğilimli olduklarını henüz dile getirmedi!

İşte duygu-organ ilişkilerinden bazıları:

Böbrekler ve idrar torbası: Korkudan etkilenir.
Karaciğer ve safra kesesi: Kızgınlık ve duygusal hüsrandan etkilenir. Özellikle karaciğer her türlü derin duygusal acılardan, safra kesesi ise nefret duygusundan etkilenir. İkisi de hem gözleri kontrol eder, hem gözlerden etkilenir.

Akciğerler ve kalın bağırsaklar: Üzüntüden etkilenir. (Kanserin bastırılmış üzüntü ve kendine acımakla ilgisi vardır; akciğerlerde ve kalın bağırsaklarda olmasa bile).

Dalak ve mide: Endişe, kendini hep haklı çıkarmaya çalışmak, depresyon ve nefretten etkilenir.

Kalp ve ince bağırsaklar: Güvensizlik ve duyguların saklanmasından (gizlenmesinden) etkilenir. Derin duygusal acılar bastırıldığında, bu bölgelerde kendini gösterir. Sürekli bir şeyler yapan, bir şeylerle meşgul olup zamanlarını aktivitelerle boğan kişiler, işkolikler de bu bölgelerde sorun yaşar çünkü gevşeyememe bir şeylerin bastırıldığının göstergesidir (Bir çeşit imaja sığınma).

Organlarla duygular arasındaki ilişkinin karşılıklı olduğunu anlamak önemlidir. Bir duygu bir organı etkilemeye başladığında, o organdaki gerginlik kişiyi o duyguya karşı daha zayıf yapar. Bunun tersi de geçerlidir, organlar rahatladıkça ve iyileştikçe bu duyguların etkisi de azalır.  İyileşme, duygusal farkındalıkla ve olumsuz duyguları rahatlatmakla ya da organı iyileştirmekle olur.

Yukarıdaki tablo her durum için geçerli değildir. Ciğerlerinizi klorin dumanı ile doldurursanız üzüntülü olsanız da olmasanız da ciğerleriniz zarar görecektir!

Son dönemlerde çok daha fazla insan, sağlık için, zihnimizi beslediğimiz düşüncelerin yiyeceklerden çok da büyük rol oynadığını farkındalığını yaşamaktadır. Peki ya siz?



Reiki, Ellerinizin iyileştirici Gücü, içsel enerjinizi kendinizin ve başkalarının iyileşmesine yardımcı olabilmek için nasıl kullanabileceğinizi öğreten yaratıcı bir çalışma el kitabıdır. İyileştirici enerjiyi aktarabilmeyi öğrenmek hem çok kolaydır hem de stresten başlayarak kansere kadar her türlü hastalıktan özgürleşmeyi sağlayan doğal bir yoldur.
Hastalıkları yaratan insanın kendisidir. Sağlığı yaratan da insanın kendisidir. Bedenimizdeki enerji tıkanıkları açıldığında, yaşam enerjisi (biyoenerji) vücudumuzda dengeli olarak dolaşmaya başlar ve bedenin doğal eczanesini harekete geçirir.
Reiki, Ellerinizin İyileştirici Gücü, bu alanda yazılmış en anlaşılır,en pratik ve en öğretici el kitabı olma özelliği taşıyor. Okuması kadar, uygulamasının da ne kadar kolay ve etkin olduğunun denediğinizde siz de göreceksiniz.

Kaynak: Reiki – Ellerinizin İyileştirici Gücü Ric A. Weinman

Devamını Oku »

13 Mart 2018 Salı

UFO - (2018)




Genç bir adamın dünya dışı varlıkları kanıtlamak için verdiği mücadele konu ediliyor. Derek Echevaro, geleceği parlak olan bir üniversite öğrencisidir. Çocukken dünya dışı bir varlıkla ilgili deneyim yaşayan Derek bu konudan oldukça etkilenir. UFO ile ilgili araştırmalar yapan genç adam için artık bu konu bir takıntı halini alır. Bir süredir ABD’deki havalimanlarının genelinde gizemli nesnelerin görülmesi ile ilgili bilgiler ortaya çıkmaya başlar. Konu ile yakından ilgilenen Derek gelen görüntülerdeki gizemli cisimlerin dünya dışından olduğuna kanaat getirir. Teorisini anlattığı hiç kimse kendisine inanmasa da o bu düşüncesini kanıtlamaya kararlıdır. Kız arkadaşı Natalie ve matematik profesörü Dr. Hendricks’in yardımıyla Derek, FBI’da çalışan deneyimli özel ajan Franklin Ahls ile birlikte gizemi çözmek için çabalar. Ryan Eslinger’in yönetmen koltuğunda oturduğu ve senaryosunu kaleme aldığı filmin başrolünü Partilerde Kız Tavlama Sanatı filminin Enn’i Alex Sharp üstleniyor. Filmin oyuncu kadrosunda Sharp’ın yanı sıra Ella Purnell, Benjamin Beatty, David Strathairn, Gillian Anderson gibi isimler de bulunuyor.


Devamını Oku »

3 Şubat 2018 Cumartesi

“AY”, OLDUĞUNU SANDIĞINIZ ŞEY DEĞİL.





Ay, bulunduğu konum itibariyle öyle bir yerleştirilmiş ki, tutulma olduğu zaman güneş kadar büyük oluyor. Bu yüzden tutulma yer alıyor. “Ay’ı Kim İnşa Etti” kitabın yazarları şöyle anlatıyorlar:

“Ay, olması gerekenden daha büyük, olması gerekenden daha eski ve kütlesel olarak olması gerekenden daha hafif, yörüngede olmaması lazım ve en ilginç yanı, Ay’ın varlığı ile ilgili bütün mevcut açıklamalar tartışmaya açık ve çoğu da sığ bilgiler.

Ay’ın nereden geldiğini sorduğunuz zaman şöyle bir hikaye anlatılıyor; Bilim dediğimiz şeyde hep olduğu gibi insanların hep gerçek olarak benimsedikleri şey aslında teori olup sürekli olarak tekrarlanarak gerçeğe dönüştürülüyor, ama sonra geri dönüp bir bakıyorsunuz ki hala sadece teori olmaktan öteye geçememiş! Birinci teoriye göre Ay, “çarpma” teorisine göre oluşmuş, ya da “büyük çarpma” teorisine göre... Yani Mars tipi bir gezegen gelmiş, dünyaya çarpmış, büyük bir parça kopmuş ve “Ay” meydana gelmiş.

O hikayenin fiziği çalışmayınca , bu sefer “çift çarpma teorisi” ile ortaya çıkmışlar. Yine Mars tipi bir gezegen gelmiş, “acaba sağ mı vursam sol mu vursam” diye düşünmüş olmalı, derken dünyaya bir daha çarpmış. Yani artık bu kadar da zavallı olunmaz!

Gerçek şu ki; ve dürüst bir bilim adamı size, Ay’ın nereden geldiğine dair hiçbir bilginin olmadığını söylerdi. Fiziksel olarak Ay orada olmamalı... Rusya’dan İshak Asimov, bir biyokimyacı, bu konuda çok araştırmış, yazmış çizmiş biri, haklı olarak şöyle söylüyor; “Doğrusu, Ay’ın orada olmaması gerektiğini destekleyen bir sonuca varmamak elde değil. Olduğunu destekleyen gerçek kabul edilmeyecek kadar iyi. Dünya gibi küçük gezegenlerin zayıf yerçekimi alanı vardır ve genel olarak uydulara çarpabilirler. Ama bir gezegenin uydusu varsa o uydunun gezegenin kendisinden çok daha küçük olması gerekir!”

O halde, dünyanın bir uydusu olsa bu küçük bir dünya olup, belki en iyi ihtimalle çapı 30 mil olurdu, ama bu böyle değil. Dünyanın uydusu olduğu gibi, bir de üstelik çapı 2169 mil veya 3490,6  km.! O zaman nasıl oluyor da küçük dünyanın bir uydusu olabiliyor? Son derece şaşırtıcı! Bazı bilim adamları”gezegen-uydu” ilişkisinden değil, “gezegen-gezegen” ilişkisinden bahsediyorlar. Bu durumda bizim Ay Pluto’dan büyük!...

Bir bilim adamı, “Ay hakkındaki en iyi açıklama bir gözlem hatası olmalı. Ay diye bir uydu yok!” diyor. NASA’dan bir bilim adamı ise şöyle demiş; “Ay’ın varlığından ziyade, var olmadığının açıklanması daha kolay.” Sonra bir de içi oyuk Ay meselesi var. Ben de bunu söylüyorum, başkaları da. Ay, içi oyuk bir küçük gezegen!

1969 yılı Kasım ayında, Ay’a, gücü 1 ton TNT’ye eşit bir lunar modül çarptırdıkları zaman oluşan şok dalgaları, NASA’dan bir bilim adamının ifadesine göre Ay’ın bir gong gibi titreşmesine sebep olmuş. Büyük deneyin Direktör Yardımcısı Maura Suing ise yapılan basın toplantısında bunun anlamını şöyle açıklamış. “Şimdi bunun sebebinin açıklamasını yapmak doğru olmaz, ama deney, sanki birinin bir kilise çanına tek bir atış yapması gibi birşey oldu ve bu çarpmadan kaynaklanan titreşimler yaklaşık yarım saat sürdü”.

Daha sonra Ay’ın daha büyük bir darbe yediğini anlatacağım. MIT (Massachusetts Institute of Technology/Massachusetts Teknoloji Enstitüsü)’den Frank Press, nispeten daha az güçlü bir darbe için 30 dakika süren etki bizim deneyimimizin ötesinde geçti. Gordon MacDonald adındaki bir uzman ise 60’lı yıllarda, Ay’ın homojen bir küre olmadığını, içinin oyuk olduğunu belirtmiş. Bu adam da MIT’den bir uzman olup “Ay Yörünge Deneyi”nin, Ay’ın yerçekimi alanı hakkındaki bilgileri fazlasıyla geliştireceğini söylemiş. Ve de ürkütücü bir olasılık olmakla birlikte Ay’ın içinin de oyuk olabileceğini belirtmiş.

Şimdi de şu “Çift Vuruş”a gelelim. Ay’a 11 Ton TNT’ye eşit güçteki bir uzay aracı çarptırılıyor ve NASA bilim adamı, Ay’ın bir gong gibi çaldığını ve 3 saat 20 dakika süreyle titreştiğini ve bunun 25 millik bir derinliği etkilediğini söylüyor.

Apollo görevleri sırasında “Fotoğraf Kontrol Departmanı” nda çalışan Ken Johnson adlı danışman, “Ay’ı Kimler İnşa Etti” adlı kitabın yazarlarına, Ay’ın sadece bir çan gibi çalmakla kalmayıp, sanki içinde dev bir hidrolik tampon varmış gibi son derece düzgün bir şekilde sallandığını söylemiş.

Sovyet Bilimler Akademisi’nden bu iki bilim adamı, 1970’de Sputnik Dergisi’ne “Ay’ı uzaylı bir zeka yaratmış olabilir mi?” başlıklı bir makale yazmışlar. Bu kadar yıldan sonra herşey onların haklı olduğunu gösteriyor!

Bir başka önemli nokta ise, Ay’ın dış yüzeyinin son derece sert oluşu ve titanyum gibi minerallere sahip olması. Ay taşlarında, pirinç ve mika dahil, işlenmiş metallerin bulunduğu dikkat çekti. Uranyum 236 ve Neptunyum 237’nin de, Ay’ın doğal elementlerinden olmadığı kesin. Uranyum 236; kullanılmış nükleer yakıt, uzun ömürlü bir radyoaktif nükleer atık ve tekrar işlenmiş... Neptunyum 237 ise yine radyoaktif bir metalik element ve nükleer reaktörlerin yan ürünü olup plutonyum ürünü...

Ay’daki bazı küçük taşların, dünyada titanyum açısından zenginliği olan taşlardan 10 kat daha fazla titanyum içerdikleri görülmüş. Titanyum süpersonik jetlerde, denizin çok derinliklerine inen denizaltılarda ve uzay araçlarında kullanılıyor. Kimya dalında Nobel Ödülü kazanmış olan Dr. Harold Arrey, Ay’dan getirilen taşların, özellikle titanyum içermelerine çok şaşırdığını ve buna bir açıklama getiremediğini ifade ediyor.

İki Rus bilim adamı yazdıkları makalede şöyle diyorlar: “Eğer dev bir yapay uyduyu aşırı ısı etkisinden, kozmik radyasyondan ve meteor bombardımanından korumak üzere materyal yerleştirilmişse, uzmanlar belki de tam bu refraktör metallerle karşılaşırlardı”. Refraktör metaller ısıya inanılmaz derecede dirençlidirler ve nerelerde? Bu durumda, ay taşlarının neden çok az ısı geçiren cinsten oldukları belli değildi, bu gerçek astronotları da şaşırmıştı. Bu, dünyadaki solar uydu tasarımcılarının da peşinde oldukları birşey değil miydi?

Mühendislere göre, “Ay” dediğimiz, çok uzun süreli bir geçmişi olan bu uzay gemisi muhteşem bir şekilde inşa edilmiş. Onun, içi oyuk bir küçük gezegen olduğunu söylüyor ve “eğer uzaya yapay bir uydu gönderecekseniz içinin oyuk olmasında yarar var” diye ilave ediyorlar. Ayrıca, böylesine müthiş bir uzay projesini yapabilen birilerinin, dünyaya bu kadar yakın mesafede bir çeşit boş gövde tutarak tatmin olacaklarını düşünmek de pek saflık olur. Şimdi burada, içi motorlar için yakıt, tamir için gereçler, navigasyon aletleri, gözlem ekipmanı ve her çeşit makina ile dolu olan çok eski bir uzay gemisi ile karşı karşıyayız.

Başka bir deyişle, evrenin bu gemisini bir çeşit Nuh’un Gemisi gibi, istihbarat amaçlı olarak kullanmak için gereken herşey var. Belki de ömrü binlerce yıl sürecek şekilde düşünülmüş, bütün bir medeniyete yurt bile olmuş, on milyonlarca mildir uzayda gezmiş de olabilir.

Doğal olarak bu uzay gemisinin içinin oyuk oluşu, meteor çarpmalarına ve aşırı sıcak ve soğuğa karşı çok dayanıklı olmasını sağlıyordu. Muhtemelen dış kabuk çift katmanlı, zırhı 20 mil kalınlıkta, onun dışı ise yaklaşık 3 mil civarında daha ince bir katman ile kaplı. Belirli bölgelerde ay denizleri ve kraterler var, üst katman oldukça ince, hatta bazı yerlerde hiç yok.

(Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyen okuyucular, David Icke’ın “İnsanoğlu Ayağa Kalk” adlı kitabına baş vurabilirler).

Kaynak : https://davidicke-turkce.blogspot.com.tr/2017/07/70-ay-sandiginiz-sey-degil.html#.WlykcK5l_

İlgili Diğer Makaleler

1 - http://tolgayazicier.blogspot.com.tr/2016/03/ay-da-bir-gariplik-var-dersek.html

2 - http://tolgayazicier.blogspot.com.tr/2016/03/ayda-neler-oluyor.html

3 - https://tolgayazicier.blogspot.com.tr/2016/03/ay-yuzeyinde-cam-yapi.html
Devamını Oku »

Yukarı Git