25 Temmuz 2018 Çarşamba

ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI








'ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI' adlı yazıdan


Günümüzde ses dalgaları ve bitkiler arasındaki ilişkiyi ele alan çalışmalar 'biyoakustik' adı verilen çalışma alanında yapılan deneyler ile birlikte yürütülmektedir.Bitkilerin birbirleriyle kimyasal madde ve ses dalgaları aracılığıyla iletişim kurabiliyor olmaları bilimsel yöntemlerle kanıtlanabilir mi?
Elbette bunun için öncelikle bu fenomenlerin bilimsel yöntemlerle ele alınabileceğini düşünebilen açık fikirli bilim insanları gereklidir.Bunlardan biri Batı Avustralya Üniversitesi'nden Monica Gagliano'dur.Gagliano, biz insanların doğanın bize sundukları konusunda aşırı korumacı olduğumuzu ve kendimizi kapalı bir kutudaymış gibi sınırlandırdığımızı,aslında doğanın bize kullanabileceğimiz birçok şey sunduğunu belirtmektedir.California Üniversitesi'nden Richard Karban,son 15 yılda elde ettiğimiz bilgilere göre bitkilerin kendi aralarında kurdukları iletişimin eskiye oranla daha fazla kabul edilebilir olduğunu dile getirmektedir.

Yine Karban'a göre uçucu organik bileşikler (VOCs: Volatile Organic Compounds) ilk kez bitki bilimciler Jack Schultz ve Ian Baldwin tarafından 1980'lerin başında teorik olarak öne atılmış ve bugün bu uçucu bileşiklerin bitkilerin kendi aralarındaki iletişimlerde kullanılıyor olduğu kanıtlanmıştır.Gagliano'ya göre bitkilerin kökten-köke meydana getirdikleri alarm sistemleri, ekosistemi yani ağaçların oluşturduğu ormanı birbirine organik olarak bağlamaktadır.Gagliano, bu internet benzeri ağın,mantarlar aracılığıyla gerçekleşmesinin mümkün olduğunu ve ayrıca bitkileri birbirine bağlayan bu ağ yoluyla akustik sinyallerin de gönderilebileceği bilgisini vermektedir.

Radboud Üniversitesi'nden Josef Stuefer'e göre de bitkiler kendi aralarında bir iletişim şebekesi oluşturabilmekte ve hatta bitki virüsleri bu ağı kendi amaçları doğrultusunda kullanabilmektedir.
British Columbia Üniversitesi'nden Orman Ekologu Suzanne Simard ise yaptığı bilimsel araştırmada ilginç sonuçlara ulaşmıştır.Simard'a göre ormanda yer alan yaşlı ve dev ağaçlar daha genç ve küçük ağaçlara mantarların bizzat oluşturduğu bir ağ aracılığıyla bağlanabilmektedir.Bu dev ağaçların olmadığı ortamlarda ise çok sayıda fide ve ağaç bile bu iletişimi verimli olarak sağlayamamaktadır.

Simard, dev ağaçların tüm bitki ekosistemini bu ağlar aracılığıyla yönetebiliyor olabileceğini de düşünmektedir. Simard'ın son araştırmasına göre ormanda bir bölgede dev bir ağaç (ana ağaç diye tanımlıyor) kesildiğinde,ardından daha genç ağaçların dayanıklık kat sayılarının azaldığını tespit etmiştir .

Dr. Grace Augustine ise ağaçların kökleri arasında nöronlar arasındaki sinapsların yaptığı türden
bir çeşit elektrokimyasal iletişimin olabileceğini belirtmiştir .Şamanlar için en önemli ögelerden biri olan ve kültürümüzün derinliklerine kadar işlemiş olan hayat ağacı veya dünya ağacı motifine bir de bu gözle bakabilir miyiz?

Şamanların ruhsal veya göksel yolculuklarında kullandıkları,üst, orta ve alt dünyaları birbirine bağlayan hayat ağacının kökeni acaba aktarılan bu bilimsel fikirlerde aranabilir mi?

Hayat ağacının kökeni ormanları yöneten dev ve yaşlı ağaçlar mıdır? Yoksa şamanlar hayat ağacına ruhsal olarak tırmanmıyorlar da bu dev ağaçların diğer ağaçlarla gerçekleştirdikleri
elektrokimyasal iletişime mi ortak oluyorlar? Veya şamanlar bu iletişimi bir şekilde algılayabiliyorlar mı? Kamlar bu elektrokimyasal ağa sindirdikleri bazı özel mantar ve bitki türleri aracılığıyla,onların zihinsel etkisiyle bağlanıyor olabilirler mi?

Öyle görünüyor ki,şamanizmin bilimsel arka planında biyoakustik ve biyokimya gibi bilim dalları bulunmaktadır.Gagliano'nun şu sözleri tam da bu noktada önem kazanmaktadır:

“Şamanlar bitkilerin seslerini duyabildiklerini ve bu sesleri öğrenebildiklerini söylerler.Belki de bizim daha önce dikkat etmediğimiz noktalara önem verdiler.Bu gerçekten ilgi çekici.Biz bu bağlantıyı kaybetmiş olabiliriz fakat bilim günümüzde bunu yeniden keşfetmek için çalışıyor.” . Bugün özellikle Orta Asya'daki Türklerin yaptığı 'kömey (khöömei)' denilen gırtlak müziğinin
kökeninde şamanizmin olduğu düşünülebilir mi? Şamanların bu sesleri doğayı dinlemek,onu dillendirmek amaçlı yaptıkları düşünüldüğünde onların doğa-ritim ses bağlantısını çok iyi algılayabilmiş ve içselleştirmiş olduklarını söyleyebiliriz.

Belki de şamanlar kendi çıkardıkları seslerle ve yardımcı psikoaktif bitkilerin sindirimiyle birlikte
zihinlerinde birtakım imgeler yaratabiliyor ve onlardan bazı anlamlar çıkartabiliyorlardı.Şamanizmin bilimsel arka planında biyoakustik, biyokimya bilim dallarının yanında nöroloji ve kuantum fiziği de yer alıyor olabilir mi? Son dönemde disiplinlerarası bilimler olan kuantum biyoloji ve nörokuantolojinin çalışma alanları hakkında çok sayıda makale yayımlanmıştır

(Grandpierre ve ark., 20134; Gardiner ve ark., 20105; Sayın 20116; Persinger ve Dotta, 20117; Limar 20118 ; Tarlacı 20109 ).

Bu bilimsel makaleler kuantum fiziği prensipleri (kuantum dolanıklık,kuantum sıçraması vb.)
ile beyin aktiviteleri arasındaki ilişkileri konu almıştır.Bugüne kadar görmezden gelinen veya üzerinde durulmayan beyin ve zihin kaynaklı fenomenlerin gizemi kuantum fiziği – nöroloji ilişkisi ile çözülmeye çalışılmaktadır.Şamanların da deneyimlerinde zihin kapasitelerini fazlasıyla kullandıklarını düşündüğümüzde eğer varsa  kuantum fiziği – zihin – bilinç ilişkisini iyi anlamak gerekmektedir.O zaman şamanizm bir mistizm olmaktan çıkıp bilimsel bir veri sınıfına konulabilecektir.

Şamanın ruhsal yolculuğunun bilimsel arka planını California Üniversitesi'nden Michael Winkelman şu şekilde açıklıyor:

“Şamanizm insan bilişselliğinin doğasında kökleri bulunan,görünür deneyimlerle temsil edilen görsel sembolizmi üretmek adına beynin farklı seviyeleri boyunca olan bilgiyi birleştirmek için bilincin değiştirilmiş durumunu irtibatlandıran bir olgudur.”

Kaynak: http://www.academia.edu/12482453/%C5%9EAMAN%C4%B0ZM%C4%B0N_B%C4%B0L%C4%B0MSEL_ARKA_PLANI
Devamını Oku »

SUYUN HAFIZASINDAN YENİDEN OLUŞTURULAN DNA DİZİSİ ?






Dr. Luke Montanye tarafından 2011 yılında yapılan bir deney, yaşamın nasıl işlediğine dair anlayışımızı temelden değiştirdi.Montanye, tüm DNA'ları su örnekleri ile doldurulmuş test tüplerinden çıkardı ve bunları 7.83 frekansına maruz bıraktı.

DNA'sı olmayan su, hiçbir yaşam olmasa bile yeni moleküller üretti.Montanye, DNA'mızın, yaşadığımız Dünya'yı çevreleyen ve hepimizin bağlı olduğu görünmez elektromanyetik alan üzerinden iletişim kurduğunu teorileştirdi.

Bu araştırmanın sonuçları akıl patlamasıdır.Dünyanın elektromanyetik frekansının, gezegenimizde sadece yaşamı sürdürmede bir eli olmadığı, aynı zamanda onu yaratmaya da katıldığı görülmektedir.


Devamını Oku »

21 Nisan 2018 Cumartesi

EMPATİ İLE DOKUNMANIN İYİLEŞTİRİCİ GÜCÜ





Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) dergisinde geçtiğimiz ay yayınlanan bir araştırmaya göre sevdiğiniz kişinin ağrısı olduğunda onun elini tutmanız sadece nefes alıp verişlerinizi ve kalp hızlarınızı eşitlemekle kalmıyor, aynı zamanda beyin dalgalarınızı da birleştiriyor.

Colorado Boulder Üniversitesi ve Haifa Üniversitesi’nden bir grup araştırmacının yürüttüğü çalışmada, ağrısı olan eş ile ne kadar çok empati kurulursa, beyin dalgaları o kadar güçlü eşitleniyor. Dahası, beyin dalgaları ne kadar fazla eşitlenirse, ağrı o kadar çok hafifliyor.

Colorado Boulder Üniversitesi’ndeki Bilişsel ve Duygusal Nörobilim Laboratuvarında doktora sonrası araştırmacısı ve söz konusu makalenin baş yazarı olan Pavel Goldstein yönettiği çalışmayla ilgili olarak, “Modern dünyada iletişim kurmanın birçok yolunu geliştirdik ve bu yüzden daha az fiziksel etkileşim kuruyoruz. Bu çalışma insan dokunuşunun gücünü ve önemini göstermektedir” açıklamasını yaptı.

Çalışma, bireylerin fizyolojik olarak birlikte oldukları kişileri yansıttıklarını savunan ve “kişilerarası senkronizasyon” olarak bilinen bir fenomeni inceleyen ve giderek gelişen bir araştırma.

Acı bağlamında beyin dalga senkronizasyonunu ilk kez inceleyen bir çalışma olmanın yanı sıra, iki beyin arası bağın dokunma ile aktifleşen ağrı yitimi ya da “şifalı dokunuşların” oynayabileceği rol hakkında yeni bilgiler sunmakta.

Goldstein, kızının doğumu sırasında eşinin elini tuttuğu sırada eşinin ağrılarının hafiflediğini keşfettikten sonra bu deneyi yapmaya karar verdi.

“Laboratuvarda bu konuyu test etmek istedim: Dokunma ile ağrı gerçekten azaltılabilir mi? Peki nasıl?”

Goldstein ile Haifa Üniversitesi’ndeki meslektaşları, en az bir yıldır birliktelikleri olan 23 ile 32 yaş arası 22 heteroseksüel çift üzerinde deneyler yaptı. Çiftlere ikişer dakikalık senaryolar verildi ve kendilerinden verilen bu küçük rolleri oynamaları istendi. Denekler verilen senaryolardaki görevlerini yerine getirirken, ekip de EEG ile bireylerin beyin dalgalarını kaydetti. Söz konusu senaryolar içerisinde birbirine dokunmadan birlikte oturmak, el ele tutuşarak birlikte oturmak ve ayrı odalarda oturmak vardı. Ardından, aynı senaryoları, bu sefer de kadın deneklerin kollarında hafif bir ısı ağrısına maruz kaldıkları şekilde tekrar ettiler.



Birbirlerine temas etsinler ya da etmesinler, çiftlerin sadece birbirlerinin varlığını bilmelerinin bile, odaklanmış dikkat ile ilgili bir dalga boyutu olan alfa mu bandında bazı beyin dalgası eş zamanlılığı ile ilişkili olduğu tespit edildi. Bu senkronizasyon acı çekerken el ele tutuştuklarında ise en üst noktaya ulaştı.

Araştırmacılar, eşlerden biri acı çekerken diğerinin ona dokunamadığı sırada beyin dalgalarının senkronizasyonunun azaldığını gördüler. Bu bulgu, daha önce yayınlanmış bir makalede erkek partnerin, kadın partnerin elini tutamadığı sırada, çiftin kalp atışlarının ve solunum senkronizasyonlarının kaybolduğunu gösteren deneyle örtüşüyordu.

Goldstein, ağrının çiftler arasındaki bu senkronizasyonu bozduğunu, fakat temas gerçekleştiği anda dokunmanın bu uyumu geri getirdiğini ifade etti.

Empati seviyesini ölçmek adına yapılan sonraki testlerde ise erkek partnerin empati seviyesi yükseldikçe, senkronize beyin aktivitesinin de arttığı gözlemlendi. Yani beyinler ne kadar fazla senkronize olursa, ağrı o kadar azalıyordu.

Peki empati kurabilen bir partner ile beyin aktivitelerinin birleşmesi ağrıyı nasıl kesiyor?
Goldstein, bu sorunun cevabını bulabilmek için daha fazla araştırma yapılması gerektiğinin altını çizdi. Fakat hem kendisinin hem de diğer yazarların bir kaç tahmini cevabı vardı. Önceden yapılmış çalışmalara göre bir kişinin karşısındakini anladığını hissettirerek, yani empatiyle dokunması, beyindeki ağrı kesici mekanizmaları devreye sokabilir.

Araştırmacılar, kişilerin birbirleriyle temas etmesinin “ben ve diğer kavramı” arasındaki sınırları yumuşattığını söylüyor.

Çalışmayı yürüten Pavel Goldstein şunları söyledi: “El ele tutuşmanın gücünü küçümsememeliyiz. Eşinizin acısını anlayabilirsiniz ancak dokunmadan iletişim kuramazsınız.”

Kaynak : https://www.sciencedaily.com/releases/2018/03/180301094822.htm
Devamını Oku »

HANGİ DUYGULAR HANGİ ORGANLARI ETKİLİYOR ?





Doğu’da, organ-duygu ilişkisinin farkındalığı uzun zamandır tıp ilminin bir parçası olarak öğretilmektedir. Batı dünyası ise, duygular ve organlar arasındaki bağlantıyı yeni yeni keşfetmeye başladı. Örneğin doktorlar kalp krizine eğilimli insanların duygusal profilini çıkarmaya başladı. Hayvanların korktuklarında altlarına işedikleri bilinir. Tıp kurumu, hayatlarını sürekli korku içinde geçen ve bedenlerinde çok miktarda bilinçdışı endişe depolamış insanların artrit gibi böbrek temeli hastalıklara eğilimli olduklarını henüz dile getirmedi!

İşte duygu-organ ilişkilerinden bazıları:

Böbrekler ve idrar torbası: Korkudan etkilenir.
Karaciğer ve safra kesesi: Kızgınlık ve duygusal hüsrandan etkilenir. Özellikle karaciğer her türlü derin duygusal acılardan, safra kesesi ise nefret duygusundan etkilenir. İkisi de hem gözleri kontrol eder, hem gözlerden etkilenir.

Akciğerler ve kalın bağırsaklar: Üzüntüden etkilenir. (Kanserin bastırılmış üzüntü ve kendine acımakla ilgisi vardır; akciğerlerde ve kalın bağırsaklarda olmasa bile).

Dalak ve mide: Endişe, kendini hep haklı çıkarmaya çalışmak, depresyon ve nefretten etkilenir.

Kalp ve ince bağırsaklar: Güvensizlik ve duyguların saklanmasından (gizlenmesinden) etkilenir. Derin duygusal acılar bastırıldığında, bu bölgelerde kendini gösterir. Sürekli bir şeyler yapan, bir şeylerle meşgul olup zamanlarını aktivitelerle boğan kişiler, işkolikler de bu bölgelerde sorun yaşar çünkü gevşeyememe bir şeylerin bastırıldığının göstergesidir (Bir çeşit imaja sığınma).

Organlarla duygular arasındaki ilişkinin karşılıklı olduğunu anlamak önemlidir. Bir duygu bir organı etkilemeye başladığında, o organdaki gerginlik kişiyi o duyguya karşı daha zayıf yapar. Bunun tersi de geçerlidir, organlar rahatladıkça ve iyileştikçe bu duyguların etkisi de azalır.  İyileşme, duygusal farkındalıkla ve olumsuz duyguları rahatlatmakla ya da organı iyileştirmekle olur.

Yukarıdaki tablo her durum için geçerli değildir. Ciğerlerinizi klorin dumanı ile doldurursanız üzüntülü olsanız da olmasanız da ciğerleriniz zarar görecektir!

Son dönemlerde çok daha fazla insan, sağlık için, zihnimizi beslediğimiz düşüncelerin yiyeceklerden çok da büyük rol oynadığını farkındalığını yaşamaktadır. Peki ya siz?



Reiki, Ellerinizin iyileştirici Gücü, içsel enerjinizi kendinizin ve başkalarının iyileşmesine yardımcı olabilmek için nasıl kullanabileceğinizi öğreten yaratıcı bir çalışma el kitabıdır. İyileştirici enerjiyi aktarabilmeyi öğrenmek hem çok kolaydır hem de stresten başlayarak kansere kadar her türlü hastalıktan özgürleşmeyi sağlayan doğal bir yoldur.
Hastalıkları yaratan insanın kendisidir. Sağlığı yaratan da insanın kendisidir. Bedenimizdeki enerji tıkanıkları açıldığında, yaşam enerjisi (biyoenerji) vücudumuzda dengeli olarak dolaşmaya başlar ve bedenin doğal eczanesini harekete geçirir.
Reiki, Ellerinizin İyileştirici Gücü, bu alanda yazılmış en anlaşılır,en pratik ve en öğretici el kitabı olma özelliği taşıyor. Okuması kadar, uygulamasının da ne kadar kolay ve etkin olduğunun denediğinizde siz de göreceksiniz.

Kaynak: Reiki – Ellerinizin İyileştirici Gücü Ric A. Weinman

Devamını Oku »

Yukarı Git