PARAPSİKOLOJİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PARAPSİKOLOJİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ocak 2016 Cuma

OBSESYON





Obsesyon Nedir?


Obsesyon, Obsedörler ve EgzorsizmTakıntı (Obsesyon), ruhçulukta (spiritüalizm) ve ruhbilimde (psikoloji) farklı olarak tanımlanır ve farklı kavramları ifade etmek üzere kullanılır. Psikiyatri sözlüklerinde kısaca “yanlış olduğunu bildiğimiz halde kafamızdan atamadığımız, mantık ve muhakeme ile uzaklaştırılamayan, arzu edilmeyen saplantı halindeki fikirler” olarak tanımlanır. Ruhçulukta ise, “bir bedensiz ruhun bir bedenliyi (insanı) hükmedecek derecede etkisi altına alması” olarak tanımlanır. Tanımlardan da anlaşılabileceği gibi, birinde obsede edici etken bir fikir olarak kabul edilir, diğerinde ise bu etken bir fikir değil, bu tür fikirleri obsedeye (obsesyon olayına maruz kalana) aşılayan canlı bir varlıktır. Obsesyon (obsession) sözcüğü Latince’de “rahatsız etme” anlamında kullanılan “ obsideratum” ya da “obsidere” sözcüğünden türetilmiştir.Ruhçulukta obsesyonun oluşmasını hazırlayan ve ilerleten başlıca koşullar;
                                                                                           
A- Psişik hallerle ilgili olanlar:

1. Hipnoz
2. İbadet veya meditasyon, konsantrasyon, izolman gibi birtakım mistik deneyimler sırasında kişinin kendisini çevreden yalıtması.
3. Üzüntü, sevinç gibi heyecan hallerinde aşırılık ve bu heyecanlara kapılarak kendini kaybetmek
4. Dalgınlık ve aşırı yorgunluk.
5. Hastalık komaları

                                                                                         
 B- Karakter özellikleriyle ilgili olanlar:

1. Bilgisizlik
1.1. Obsesyon hakkında bilimsel yazıları okumamaktan kaynaklanan bilgisizlik.
1.2. Ruhsal irtibat seansında bedensiz varlıkça verilen bilgilerin kontrolüne ve eleştirilmesine olanak veren bilgilerden yoksun olma.
1.3. Obsedör tarafından kullanılabilecek manevi (din,tasavvuf vs.) konulardaki bilgisizlik

2. Kişinin akıl ve muhakeme yeteneklerini gerektiği gibi kullanamaması
3.- Temiz, saf kimselerin obsedör tarafından kullanılabilecek din, kutsallık duyguları, mistik eğilimleri ve karşısındakini yüceltme eğilimi.
4. İnangaçlık. Muhakeme etmeden akla her gelene veya her söylenilene inanmak.
5. Bağnaz (dogmatik) ve sabit fikirli olmak.6- Cesaretsizlik. Obsedöre karşı gelecek cesareti gösterememe, her şeyine boyun eğme.C- Ruhsal irtibat seansıyla ilgili olanlar:
5.1. Medyumun bilgi, görgü ve deneyim eksikliği.
5.2. Operatörün bilgi, görgü ve deneyim eksikliği.Kimilerine göre, obsesyon olayının oluşması için bir bedensiz varlığın olması şart değildir. Yani insanlar arasında da oluşabilir. Obsedör varlıklar bedenlendiklerinde de saf, temiz insanları kandırarak çevrelerine bir sürü mürit toplarlar. Bu duruma örnek gösterilebilecek sayısız tarikat ve benzeri oluşumlar mevcuttur.

Obsedörlerin Taktikleri

Obsedörler avlarını ele geçirmek için her yola başvururlar ve çeşitli taktikler kullanırlar. Bu taktiklerden bazıları şöyle açıklanır:
Kendilerini iyi, güzel, erdemli, bilgin gibi göstermeye çalışırlar. Avlarının huylarına göre ifadeler kullanarak telkinlerde bulunurlar. Laf kalabalığı yaparak ve her bilim dalından yalan yanlış söz ederek kendilerini bilgili, deneyimli, uzman olarak kabul ettirmeye çalışırlar. Yüksek sırlardan söz ediyormuş gibi poz yaparak birçok mucizevi olay (levitasyon, fantom, doğrudan ses vb. gibi metapsişik fenomenler) meydana getireceğini vaat ederler. Bilinmeyen veya gelecekteki bazı olayları bildirerek avlarının güvenini kazanmaya çalışırlar. Sorularla sıkıştırıldıklarında daha sonra yanıtlayacaklarını ya da yanıtların bilinmesinin soran için hayırlı olmayacağını söyler veya bu tür kaçamak yollara başvururlar. Karşılarındakileri bilgisizlikle nitelendirerek, her söylediğini rahatlıkla empoze etmeye çalışırlar. Din, tasavvuf, mistisizm ve kutsallıkla ilgili konulara yapışarak, kendilerine çeşitli payeler biçerler (örneğin geçmiş reenkarnasyonunda ünlü veya önemli biri olduğunu bildirme).

Obsesyon Türleri

Bedensiz varlığın insanı obsede etmesi: Her ikisinin ortak özelliği, tekamül seviyelerinin geri olmalarıdır. İnsanın toplum yaşamındaki uyumsuzluklar, kişilik problemleri, nefsinden kaynaklanan ihtirasları bir çıkış yolu bulmak istediğinde, gerekli sempatizasyon alanını yaratır ve bunu fırsat bilen bedensiz varlık da kendi tatminsizliklerinin oluşturduğu sempati alanı ile yakınlaşmayı sağlar.

İnsanın diğer insanı obsede etmesi: Şartlar birinci tip obsesyondaki gibidir. Yalnız, obsedörün de bedenli olması aradaki zihin bağının zayıf kalmasına yol açar. Buna rağmen iradî bağımlılık hemen hemen aynı şiddettedir. Obsedör öldükten sonra, eğer diğer şartlar değişmemişse, obsesif durum birinci türe uygun biçimde devam edebilir.

Bedensiz varlığın diğer bedensiz varlığı obsede etmesi: Şartlar bu durumda biraz değişiktir. Genellikle, spatyuma geçen bir varlığın içinde bulunduğu teşevvüş halinin yarattığı bir yardımcı arayışı bu tür bir sempatizasyonda en uygun ortamdır. Çok geri varlıklar arasında bu tür kollektif obsesyonlar daima vardır. Bu tür kollektif spatyum obsesyonlarında hangi varlığın obsedör olduğu kesin çizgilerle belli değildir. Adeta birbirlerine musallat olan bir varlık güruhu gibi tezahür ederler ve birlikte güç kazanarak dünyada yaşayan bir insanı obsede etmeye de çalışırlar.

İnsanın bedensiz varlığı obsede etmesi: Ancak özel şartlar altında gerçekleşebilir. Bu durumda obsedör olan insan, belirli bazı operasyonlar ile bedensizlerin bulunduğu ortama girmeye çalışır. Bunu başardıktan sonra, o ortamdaki geri bir varlığın zayıf noktasını yakalayarak üzerinde tahakküm kurar.

Dünya üzerinde elde etmek istediği ne ise, buna uygun bir biçimde o varlığı kullanır. Bu tür obsesyonlara daha sonra temas edeceğiz.
Bu dört ana tipin dışında bir de dolaylı veya zincirleme obsesyon tipleri vardır. Bunların en sık görüleni, tahakküm gücü etkili bir bedensiz varlığın dünyadaki bir insanla irtibat kurarak önce aralarındaki bağın iyice sağlamlaşması için bir mayalanma süresi geçirmesiyle başlar. Daha sonra bu insan, ardındaki bedensiz varlığın etkisiyle, çevresindeki kişiler üzerinde obsesif bir alan yaratmaya çalışır. Başardığı takdirde, zincirleme bir obsesyon ortaya çıkar.

Böylece, 1. ve 2. ana tiplerin karışımı bir olayla karşılaşırız.Aslında bu zincirleme türün başlangıcı 3. ana tür biçiminde, yani önce iki varlık arasında spatyumda filizlenen obsesif bir ilişki tarzındadır. Bazı durumlarda, sonradan bedenlenerek dünyaya gelecek olan varlık için bir enkarnasyon planı hazırlanırken, obsedör varlığın da bu planda aktif bir rolü olabilir.Yine aynı tür zincirleme obsesyonda, dünyada bir ömür geçiren varlık, hem obsede hem de çevresindeki insanları obsesyona sürükleyecek bir yaşam sürdükten sonra ölünce, eski esas ilişkisi tekrar 3. ana türden devam edebilir. Yalnız, bu son anlattığımız durum tarihte çok ender rastlanan olaylarda belirir ve genellikle toplumsal bir hareketi oluşturacak sonuçlar verecek niteliktedir. Ayrıca şunu da belirtelim ki, bu tür obsesyonlar üst seviyeden idareci varlıklar tarafından planlanmakta ve özel bazı kombinezonlarla gerçekleştirilmektedir. Bu sebeple, obsesyonun klasik tarifine pek uymazlar.              

Bu türün dış görünüş itibarıyla topluma zarar verdiği söylenebilen bir örneği, II. Dünya Savaşı'nda Adolf Hitler ve çevresindekilerdir. Bu döneme ait olayların derinlemesine analizinde, dört ana tür obsesyonun birbiri ile karıştığı değişik kombinezonları bulmak mümkündür.

Önemli olması bakımından, burada 4. ana tür ve 4. ile 1.nin karışımı olan zincirleme türden de bahsetmek gerekecektir:İnsanın bedensiz varlığı obsede etmesi, en çok büyü ile ilgili durumların başında görülür. Daha genel bir kavram ile, maji çalışmalarında (büyü yapılsın veya yapılmasın), majisyen geri sayılabilen bazı varlıklar üzerinde irade gücünü kullanmaya yönelik denemelerde bulunur. Bu varlıklar eğer insanınkinden farklı bir tekamül zincirine ait ise, evokasyon denilen celbetme işlemi veya retroposesyon denilen “huddâm edinme” çalışması söz konusudur. Bunların ne olduklarına bir başka yazımızda yer vereceğiz.Maji çalışmasında, eğer üzerinde deneme yapılan varlık bedensiz geri bir insan ise, 4. ana türden obsesyon durumu belirir. Özel bir yöntem ile, beden bağını geçici olarak gevşeten, yani transa geçen majisyen, şuurlu olarak spatyum ortamına girer. Burada prensip olarak gaye, geri seviyedeki bedensiz bir insanın spatyum yaşamını çok yakından incelemek ve bu varlığın gönderilen değişik tesirler karşısındaki reaksiyonunu görmektir. Ancak, bu çalışma sırasında görülür ki, geri varlıklar kolaylıkla herhangi bir maksada uygun olarak kullanılmaya hazır bir irade gevşekliği içindedirler. Bunu farkeden majisyen, eğer yeterli bir üst seviyeye ulaşamamış ise, fırsattan istifade etmeye yeltenebilir.İşte bu noktada, 4. türden kaynaklanan 1. tür bir obsesyon olayı yaratmak mümkündür. Majisyenin o geri varlığı kendi amacına uygun bir biçimde astral güçlerle şarj etmesi ile, varlık, gerilmiş yaydan fırlayan bir ok gibi yöneltildiği insana tasallut eder. Bu bir çeşit kara büyü işlemidir. Aynı zamanda, büyü yapacağı insanı da kontrol eden majisyen, kısa aralıklarla ve uygun zamanlarda o geri varlığı besleyip yönlendirerek, hedefi olan insanın sempati alanında uygun bir noktayı yakalamaya çalışır.Bu işlemde hedef olan insanın sempatizasyon alanının da, güdümlü saldıran geri varlığa uygun zaaflar göstermesi işi kolaylaştırır. Eğer, hedef olan insan ileri bir tekamül seviyesinde ise, gönderilen varlık deşarj olacak bir tutanak bulamaz ve olay tersine dönüşür.

Majisyen ile arasında kurulmuş sempatizasyondan faydalanarak, üzerindeki astral olumsuz tesirleri majisyene boşaltmaya çalışır. Bu durumda, korunma alanı zayıflayan majisyen de istemeden 1. türden bir obsesyona açık hale gelebilir. Zira, olumsuz tesir üreten her varlığın çevresinde olduğu gibi, bu işlemi yapan majisyenin de etrafında obsede etmeye meyyal başka varlıklar bekleşmektedir.Obsesyon büyüleriyle uğraşan büyücüler, eninde sonunda obsede olmaya mahkumdurlar. Zira, bu insanlar belirli bir konuda güçlenerek yetenek kazanmış, ama ruhsal bakımdan yeterince gelişmemiş insanlardır. Hayat hikâyeleri incelendiğinde görülür ki, çoğu zaten bu işe 1. türden bir obsesyon ile bulaşmıştır. Bazıları ise 3. türden, yani spatyumda iken güçlü bir varlığın obsede etmesiyle hazırlıklı olarak dünyaya gelmiştir. Diğerleri de yaptıkları işe uygun bir sempatizasyon alanı oluşturdukları için, bu hayatlarında obsede olurlar sonunda.Her zaman ikaz edildiği gibi, bu yüzden maji tehlikeli bir uğraştır ve gizli tutulması gerekmektedir.Kendini yeterince tanımayan ve her ne pahasına olursa olsun doğru yoldan şaşmama iradesini gösteremeyen kişiler maji ile uğraşacak olurlarsa, günün birinde obsesyona uğramaları kaçınılmazdır.Obsede olmuş bir insanın bu durumdan kurtulması arzu edilir. Ama, obsesyonun ardındaki sebepler bilinmedikçe hiçbir müdahalede bulunmamak en doğrusudur. Zaten, eğer obsede olan şahıs bu ilişkiden şikâyet etmiyorsa, aradaki bağı koparmak imkânsız gibidir. Keza, obsesyonun başlangıç aşamalarında hiçbir şikâyet yoktur. Çünkü, bu ilişki her iki tarafın ortak bir noktada hemfikir olmasıyla başlar.

Ancak ileri safhalarda, obsede olan kişide rahatsızlıklar ve zaman zaman ortaya çıkan kurtulma çırpınışları belirir.Obsesyon bağını çözme yönteminde esas nokta, obsesyonun meydana gelişini hazırlayan şartları iyice inceleyip aynı izler üzerinde hareket ederek, her iki tarafın sempatize olduğu ortak alanı bulmaktır. Eğer bu alanı ister obsedör varlık üzerinde, isterseniz obsede olan kişi üzerinde çalışarak nötralize edebilirseniz, bağ kendiliğinden kopar. Yoksa, körü körüne ikna etme veya korkutma gibi ne karşılık alacağınızı bilmediğiniz yöntemlerle işe başlarsanız, kaş yapayım derken göz çıkartmanız mümkündür.

Obsedörlerin genel nitelikleri ise şunlardır:

Bağnazlık: Görüşlerini değiştirmekten nefret ederler, görüşlerini, inanç sistemlerini sarsacak herhangi bir düşünceye dayanamazlar, böyle düşüncelerden son derece ürkerler. Bu kararlı halleri de kimi deneyimsiz insanlar üzerinde daha etkili olmalarına neden olur.
Sevkedicilik: Herkesi kendi yollarına sürükleme ve kendilerini diğerlerine bir lider gibi gösterme hırsları vardır. Bu amaç uğrunda, öğüt, rica, maddi veya manevi çıkar vaatlerinde bulunur, çevrelerindekilere manevi payeler dağıtırlar, ısrar ederler ve gerekirse tehdit gibi her yola başvururlar.
Hükmedicilik: Hükmetme, yönetme, emretme ve kendini üstün gösterme özellikleri vardır. Kurbanı bilgi kaynaklarından uzaklaştırıcılık: Kurbanlarını, uyanmalarını sağlayabilecek her türlü bilgi, fikir ve yayınlardan uzak tutmaya çaba gösterirler. Bunun için bu tür bilgi, fikir ve yayınların değersiz, hatta onlara zararlı olduklarını telkin ederler. Böylece, çevrelerinden yalıttıkları, kendi alemine çekilen obsede ya da obsedeler üzerindeki hakimiyetleri artar. Çünkü obsede, artık yalnızca obsedöründen aldıklarını doğru ve mutlak hakikat olarak kabul etmeye başlayacaktır.
Eleştiriden kaçmak: Eleştiriye hiç dayanamazlar. Çünkü kurdukları sistemi sarsabilecek bir öğedir. Eleştiri kavramını kurbanları olan obsedelerde de yok etmek isterler ve bunun için insanın akıl, muhakeme, düşünme, yaratıcı imajinasyon yeteneklerini köreltmeye, yok etmeye büyük çaba gösterirler. Kimi obsedörler bu amaçla müritlerine “ben sizleri hakikatlere akıl yolu ile değil, kalp yolu ile ulaştıracağım, akıl yolu şeytani, kalp yolu rahmanidir” türünden fikirler telkin ederler.
Bilgilerinin sınırlı ve belirli oluşu: Obsedörlerin bilgilerinin çok eksik ve sınırlı olmalarına karşılık, bu küçük bilgilerine sıkı sıkıya bağlı olmaları, yapışmaları deneyimsiz kişilerin gözünde o bilgilerin abartılmasını sağlar. Eleştiri de sözkonusu olmayınca obsedörün her saçmalaması eleştirilmemesi gereken büyük hakikatler ve hikmetler olarak kabul edilir. Oysa hakikati gören deneyimli bir kimse o varlığın tüm sözlerini bir araya toplasa, orada herkesin bulup söyleyebileceği basit bir iki fikrin veya dünyada belirli formüllere saplanıp kalmış bazı tarikat talimatının yüzlerce kez tekrarından başka bir değer bulamayacaktır.
Araştırmacı sorulardan kaçıcılık: Kişi obsedörün söylediklerinden biraz daha fazla hakikati öğrenmek ister ve söylediklerini biraz kurcalamaya kalkıştığı takdirde, söylediklerinin altında çelişkilerin, garip fikirlerin, anlamsız, hatta tehlikeli telkinlerin bulunduğunu görebilecektir. Obsedör varlıklar böyle sorularla, yani kurcalayıcı, çelişkileri ortaya koyucu sorularla karşılaştıklarında şaşırır, kızar, hatta tehditlerde bulunabilirler. Sonunda müritlerine bu tür sorular sormayı, daha ilerisini araştırmayı men edebilirler.
 


  KAYNAKLAR :
  vikipedia
  Mehmet Temizel-Ruhlar Arasında
  ruhsalenerji.org
  Alan Kardec-Ruhlar Kitabı
  forumhane.net
Devamını Oku »

ŞAMANLIK VE PARAPSİKOLOJİ





Şamanlık ve Parapsikoloji 

Yakın geçmişe kadar antropologlar ruhsal deneyim ve yeteneklerin inceledikleri kültürlerde bir rolü olup olmadığı hususunu göz önüne almazlardı. Bu eğilim yıllardan beri ihmale uğramış önemli bir konuydu. Bu gerçek en güzel şeklinde 1979 yılında David Read Barker tarafından yapılan bir çalışmayla sergilenmişti. Bir antropolog olan araştırmacı Antropoloji literatürünü bu açıdan baştan aşağı taramışsa da, çok az eserde ruhsal deneyim ve yetenekler konusuna değinildiğini görmüştür. Belirttiğine göre, Parapsikolojik eğilimleriyle tanınan ünlü Antropolog Margaret Mead bile çok az yerde ruhsal deneyim ve yeteneklerin kültürlerdeki (şu ya da bu tarzdaki) etkisine değinmiştir. 

Antropolojinin kesin olarak ne zaman kültürlerdeki Parapsikolojik olaylarla ilgilendiğini bulup çıkarmak oldukça zor. Böyle bir eğilimin ilk belirgin örneğinin ortaya atılmasıyla ilgili olarak 1974’de yapılan Antropoloji ve Parapsikoloji Sempozyuma gösterilebilir. Bu sempozyum       Mexico City’de Amerika Antropoloji Kurumu tarafından düzenlenen toplantıda yer almıştır. Görüşmeler bir sempozyumla sınırlı kalmadı, devam etti. Sonunda “Transpersonal Antropoloji Kurulu” diye bir alt komite oluşturuldu. Bu alt komitenin amacı Antropoloji ile Transpersonal Psikoloji ve Parapsikoloji ilişkilerini enine boyuna araştırmaktı. Bu alt komitenin hazırladığı rapor Parapsikoloji - Antropoloji ilişkileri konusuna güzel bir giriş oluşturuyordu. Aynı zamanda da bu çalışma Şamanizm’in ve Şamanik çalışmaların değişik bir                     açıdan ele alınması oluyordu. 

Aslında Şaman sözcüğü başlı başına, antropologlar arasında uzun tartışmalara konu olagelmiştir. Bu konuda en çok yazmış isimlerden biri olan Mircea Eliade bile oldukça dar bir açıdan tanımlamıştır şamanı. Chicago Üniversitesi’ndeki otoritelerin tanımına göre Şamanizm ruhun bedenden salıverilmesi ve ekstaz halinin elde edilmesi merasimleridir (Eliade, 1964). İngiliz Sosyolog ve Antropolog olan I. M. Lewis, Eliade’yi bu tanımından dolayı şiddetle eleştirmiş ve Şamanizm’i, doğaüstü varlıklarla, yaşayan varlıklar arasındaki ilişkileri düzenleyen merasimler olarak tanımlamıştır (Lewis, 1971). Yukarıda aktardıklardım bu tür çalışmalar yapan herkes içindir. 

Şamanik deneyim ve uygulama ne olursa olsun, onun bilimsel etüdünden hem Parapsikoloji hem de Antropoloji için çok şey çıkacaktır. Hiç değilse Şamanik uygulamalara giren bir kimse, şu ya da bu türden ruhsal yeteneklerini geliştirecektir. Bizim toplumumuzda medyom nasıl bir fonksiyona sahipse, teknolojik yönden gelişmemiş toplumlarda da Şamanlar aynı fonksiyonu sürdürmektedirler. Bulundukları topluluklarda kahin, fal açan, önceden gören - bilen, şifacı ve ölülerle yaşayanlar arasında aracı olarak etkinliklerine devam etmektedirler. Tıpkı ilk Parapsikologların 1890’larda yapmaya zorlandıkları gibi, Antropologlar da Şamanları bundan böyle bu fonksiyonlarını göz önüne alarak incelemek zorunda kalacaklardır. Onlar şimdiye kadar Şamanların bulundukları toplumdaki kültürel ve toplumsal rollerin üzerinde çok durmuşlar, fakat PSİ yönlerini hemen hiç ele almamışlardır. 

Değişik kültürlerdeki Şamanların gerçekten ruhsal yeteneklere sahip olmaları biraz da verasetle ilgili bulunmaktadır. Bu veraset konusu dört gruba ayrılarak incelenebilir: 

1.Her şeyden önce, şu bir gerçektir ki, pek çok kültürdeki Şamanlar, geleneksel olarak, paranormal güçlere sahiptir. Modern Parapsikolojide bunlara DDİ (Duyular Dışı İdrak) ve PK (Psikokinezi) denir. 

2. Hatta bazı kültürlerde Şaman adayını testten geçirme adeti vardır. Genç Şamanın bir saygınlık kazanıp, otorite olarak kabul edilmesi için bu testi geçmesi şarttır. Böyle bir testte tamamen Şaman adayının ruhsal yeteneklerinin sınanması ve başarması söz konusudur. 

3. Batılı etnograflar Şamanlarla mülakat yaptıklarında, çok güçlü bir tarzda ruhsal yeteneklerini kontrolleri altında tutabildiklerini görmüşlerdir. 

4.Çok nadir durumlarda da tecrübeli Antropologlar, bu çok özel insanların ruhsal yetenekleriyle ilgili gösterilerini izleyebilmişlerdir.

Bu makalede okuyacaklarınız, Şamanizm’in ruhsal verasetine ışık tutacak otorite bilgileri vermek iddiasında değildir. Böyle bir araştırmanın hacmi çok daha büyük boyutlara varırdı. Fakat yeri geldikçe konunun bu yanına da değinilecektir.

Şamanik Gelenekler ve PSİ

Şamanizm’de Parapsikoloji alanına giren konuların en büyük bölümünü Şamanın tüm gösterilerini sergilediği geleneksel güçleri oluşturur. Halk arasında bu güçlerin gerçek ya da hayal ürünü olduğu konusunda yapılan tartışmalar karşısında nötr kalmış olan Eliade, 1964’de yayınladığı etüdüyle bu konuya büyük ışık tutmuştur. Eliade’nin belirlediğine göre benzer ruhsal gelenekler yaygın olarak değişik kültürlerde bulunmaktadır. Hatta bu benzerlikler Katolik Evliya Menkıbelerinde bile rastlanır. Toplumlar ve kültürler arası bu ruhsal geleneklerle ilgili benzerlikleri ileriki bölümlerde açıklayacağım. Şimdi dikkatimizi değişik kültürlere çevirelim ve onların Şamanik geleneklerinde “PSİ’nin rolünü anlamaya çalışalım.

Bunu, Şamanik geleneklerde önemli bir unsur olan “11” maddede toparlamış olacağız: 

1. Ruhsal güçler, Güney Amerika’nın Araucanian Şamanları arasında önemli bir role sahiptir ki, onlar 1942’de Metraux tarafından incelenmişti. Yeni inisiye olmuş genç Şamanda aranan en önemli yetenek durugörü yeteneğidir. Çünkü bu yetenekle, karşısına gelen hastaların vücutlarının içini görmesi ve teşhislerde bulunması beklenir. Bu kültürde bir Şaman’ın en büyük dayanak noktası budur. Bütün gücüyle bu yeteneğinin açılması ve gelişmesi için dua eder ve sonunda da buna kavuşur. 

2. Venezuela ve Orta Amerika’daki Cabirler incelendiğinde de, benzer geleneklere rastlanabilir. Buralardaki Şaman’lar geleneksel olarak kabile adamlarının içini dışını bilme yeteneğine sahiptirler. Bu bilgiye ölülerinin akıbeti de dahildir. (Andres1939) Bu çok benzer yeteneklerin Roma Katolik kilisesi Evliya Menkıbeleri literatüründe de bulunduğu ilginç değil midir? Onların mistik ve ermiş kişileri karşısındakilerin ruhuna kadar nüfuz edecek yetenekteydi. Bu bakımdan belki de Cabirler’in Şamanik gelenekleri dinsel geleneklerin geniş alanı içinde Şamanik uygulamaların gelişmesine yol açmıştır. 

3. Rusya’daki (Kazakistan) Müslüman Şamanlar arasında ayin kabilinden celseler yapılır. Bu insanlar Türk asıllıdır. Başka kültürlerin Şamanlarında da olduğu gibi, bu Şamanlar da trans halindeyken bedensiz varlıkların tasallutu (posession) altına girerler. Başka varlıkların tasallutu altında bulundukları sırada, hiçbir acı belirtisi göstermeden akkor hale getirilmiş demirleri tutmaktalar ve vücutlarının çeşitli yerlerine şişler batırmaktadırlar. Bu gösterileri bittikten sonra yaralandıklarına dair vücutların hiçbir yerinde herhangi bir iz dahi görülmemektedir. (Castagne, 1930) 

Bu tür uygulama, ya da gösterilerdeki ortak bir özellik yine dikkatimizi çekiyor ki, o da ateşten muafiyet (bağışıklık) İlahi gücün evrensel işareti olmaktadır. Yukarıdaki örneğin biraz değişik uygulamaları “ateşle yürüyüş” tarzında Fiji, İtalya, Romanya, Japonya ve Yunanistan’da da görülür, ama bu husus yine de Şamanik geleneğine yegane dayanağı olan bir gösteri değildir. Ruhsal araştırmalarıyla tanınmış bir rahip olan Herbert Thurston, kendi kilisesinin evliye esatirleriyle ilgili literatürü taramak suretiyle konuya ışık tutmaya çalışmıştır. (Thurston, 1955) 

Öte yandan, Tennessee ve Güney eyaletlerindeki Holiness Kilisesi üyeleri üzerinde kişisel gözlemlerde bulunan Berthold Schwarz’ı da anmadan geçmek doğru olmaz. Bu kimseler özel törenlerinde ellerinde ve ayaklarında yanan nesneleri tutabiliyorlardı. (Schwarz, 1960)

Spirit medyomlukla ilgili literatürde ateşe karşı bağışıklık, tatminkar bir şekilde ele alınmıştır. Ünlü medyom D. D. Home’un (transa girerken) bu gibi gösteriler sergilediğini bilen bilir. (Dunraven, 1942)

Daha az tanınan başka medyomlar da bu yeteneği ortaya koymaktan geri kalmamışlardır. Fakat onlarla ilgili kayıtlar D. Home’unkiler kadar açık-seçik ikna edici ve güvenilir değildir. Bütün bunlardan doğal olarak, dinsel kökenli, değişik şuur hallerinin ruhsal yeteneklerin ortaya çıkmasına zemin hazırladığı sonucuna varabiliriz. 

4. Belki de büyüleyici ruhsal yetenek Kuzey Sibirya’nın Arktik kıyılarında yaşayan Samoyed Şamanları arasında bir gelenek olarak yerleşmiş bulunuyor. Bu yöre aynı zamanda ‘Gerçek Şamanik Geleneklerin Vatanları’ndan birini oluşturmaktadır. Samoyed Şamanları gösterilerinden önce kendilerinin iyice bağlanmasına izin verirler ve sonradan mucizevi bir şekilde bu iplerden kurtulurlar. (Mikkailowski,1894) 

Benzerlerine başka Şamanik geleneklerde de rastladığımız bu ustalıklı işin birçok spiritüalist medyom tarafından da gerçekleştirilmiş olduğu literatürde geçmektedir. İplerden kurtulma yeteneği belki de en iyi bir şekilde Davenport Kardeşler tarafından popülarize edilmiştir. Onlar bunu gösteri olarak, Spiritüalizmin en parlak günlerinde ABD ve İngiltere sahnelerinde ortaya koymuşlardı. Bu tür gösterilerin büyük bir kısmının hokkabazlığa dayandığı söylenebilirse de, klasik literatürde adı geçen birçok medyom (ki bunlardan biri Eusapia Palladino’dur) iplerden kurtulma yeteneklerini türlü kontrol şartları altında gerçekleştirmiştir. (Carrington, 1920) 

5. Şaşırtıcı Şamanik geleneklerle dolu başka bir kültür de, Şamanlarının törensel celseler yaptığı Tunguzlardır. Tunguz Şamanlarının uygulamaları Rus Etnograf Sergei Shirokogoroff (1923) tarafından titizlikle incelendi. Bu araştırmacı özellikle böyle bir seansın tüm ayrıntılarını (sesler, levitasyonlar, ateşe bağışıklık hatta görünmez hale gelmek gibi) saptamak hususunda titizlik göstermiştir. 

Bir Tunguz celsesiyle herhangi bir Spirit celsesinin birbirine çok benzediğini söylemeye gerek bile yok. Gerek Şamanların, gerekse Spiritüalist medyomların bu konuda zaman zaman hileye başvurduğuna dair örnekler varsa da, Tunguz Şamanları’nın bu konuda efsaneleşmiş yeteneklerinin bulunduğu da bir gerçektir. Medyom D. D. Home’un bu konuda kayıtlara geçmiş gösterileri arasında, aynı celsede “direkt ses”, ateşe bağışıklık ve levitasyon örneklerini içeren celseleri de olmuştur. Görünmez hale gelmek gibi meraklı bir fenomen “siddhis” (esrarengiz güçler) “yoga” da öğrencinin Spiritüel yolda ilerlerken elde ettiği bir aşamadır. Aynı fenomen Müslüman ermişlerine maledilir. Görünmez hale gelmekte ilgili birkaç örnek de modern Katolik evliya menkıbelerinde de geçer. (Rogo, 1980) 

6. Günümüzde Filipinlerde ve Brezilya’da uygulaması yaygın olarak yapılan kansız ameliyatlar, aslında yaygın bir Şamanik şifa geleneğidir. Kuzey Asya’da Koryak Şamanlarının geleneksel güçlerinden biridir. Bu şamanlar, celselerinde özellikle seslerin (Spiritüalist celselerdeki “vua-direkt” olayı) duyulmasıyla tanınmışlardır. Ayrıca onlar kendilerine getirilen hastanın vücudunu açtıkları gibi, gereğini yaptıktan sonra, pek öyle gözle görülür bir yara izi geride bırakmaksızın, yine kapatırlar.(Jochelson, l905-1908) (Parapsychology Review, Ekim-Ocak, 1983) 

7. İçinde Şamanik celselerin yapıldığı celseleri geleneksel olarak vuadirekt sesler, telekinetik olaylar, taş toprak yağması ve çadır sarsıntısı gibi tezahürlerle doludur. (Bogoras, 1904) 

“Çukcelerin” bu konuda özel bir yeri vardır, çünkü onların celselerinin Spiritüalist celselerle benzerliği çok fazladır. Onlar Vladimir Bogoras’ın etütlerinden sonra tanınmışlardır. Araştırmacı, onların celselerinde bulunmuş ve özellikle çadır sarsılması olaylarını dikkatle izlemiştir. ABD ve Kanada’daki Algonkin kabilelerinde de celseler sırasında, çadırın bu tür görülmez güçler tarafından etkilendiği görülmüştür. Antropolog ve Parapsikologlar tarafından ihmal edilmiş olan önemli olaylardan biridir.

Şamanlara Uygulanan PSİ Testleri

Yukarıda örneklerini verdiğimiz toplumlarda Şamanların ruhsal gösterilerine verilen önemi, onların teknolojik olarak gelişmemiş oldukları gerçeği ile açıklamak isteyenler olabilir. Böyle bir yaklaşım bir açıdan doğru olabilir, o da insanların doğa-ötesinin mevcudiyeti konusundan şüpheleri bulunmamasıdır. Fakat bu demek değildir ki, bir Şamanın ya da Şamanların tüm gösterileri, hiçbir gözleme ve eleştiriye tabi tutulmadan kabul edilecektir. Unutmayalım ki, bir Şaman görev ve sorumluluklarını yaşayanlarla öte alem arasında karar veren bir hakem pozisyonunda, sınırlı sayıdaki yöntemlerle yerine getirmeye çalışmaktadır. Doğa-ötesi çağrıyı aldıktan sonra Şaman olarak, bu mirası elde etmiş olabilir. Bazı kültürler, gerçekten de, Şamanlarını denemek için testler geliştirmişlerdir. Ancak, bu testlerden başarıyla geçen Şaman aday toplumun Şaman’ı olarak kabul edilir.
İşte, Şamanlara uygulanan bu testlerden bir tanesi Tunguzlar arasında geliştirilmiştir. Bu testte genç ve tecrübesiz Şaman adayından bir bedensiz varlığı davet etmesi, bu varlığın biyografisini vermesi, yani nerede yaşadığını, daha önceden de hangi Şamanlara gelmiş olduğunu söylemesi beklenir (Shirokogoroff. 1923).

Mancku kabileleri, Şamanlarını sınamakta daha da katı ve acımasız davranırlar ve Şaman adaylarını yanar ateş üzerinde yürütürler. Bu testlerin en mükemmel ve mufassallarından birini Rodezya’daki Korekore Kabileleri uygular. Şamanlarını bir dizi çok sıkı denemeye tabi tutarlar ve bunlarda ruhsal yeteneklerini kullanmalarını beklerler. Bunların pek çoğu Tunguzlarınkine benzer. Bu kültürü incelemiş olan I.M. Lewis’in açıklamasına göre Şaman adayından, tüm testlerden geçtikten sonra en son olarak, kendisinin irtibatta olduğu bedensiz varlığın (kendisinde) tezahür etmesini ve kökeni hakkında doğru tarihsel bilgiler vermesini, mezarının nerede bulunduğunu bildirmesi, öteki bedensizlerle bağlantısını ve ruhsal hiyerarşideki yerini vurgulamasını beklerler (Lewis. 1971).

Bu demek değildir ki, bu testlerden geçenler, gerçekten de ruhsal yeteneklere sahiptir. Fakat testleri geçenlerin yine de sıradan adamlar olmadıkları açık olarak ortadadır. Şurası ilginçtir ki, normal-ötesini doğal olarak kabul eden bir toplum bile, kendilerinde ruhsal yetenek bulunanları çeşitli testlerden geçirmektedir. Bunun böyle olması bir hususu daha açığa çıkarmaktadır ki, Şamanların geleneksel (söz konusu) güçleri, sadece efsanevi söylentilerden ibaret değildir. Fakat, yaşamakta olan ve her halde asli bir geleneğin temsilcileri olmaktadırlar. Mademki bu Şamanlar istek üzerine psi yeteneklerini şu ya da bu şekilde sergileyebilmektedirler, o halde günümüz parapsikoloji deneyleri için bu insanlar biçilmiş kaftandır.

KAYNAK: dualarım.org
Devamını Oku »

TEKRAR DOĞUŞ - REENKARNASYON



Tekrar Doğuş


REENKARNASYON (YENİDEN DOĞUŞ) NEDİR?

Evrensel yasaların yaşamla ilgili en önemlisi reenkarnasyon yeniden doğuştur.Bütün canlı hayat için bu yasa işin belkemiğini oluşturur. İnsan varlığı esas olarak fizik beden ve enerji bedenden oluşur.Fizik beden ruhun evidir ve bir kabuktur. İnsan üç bölümden oluşur: Ruh, ‘perispri’ ve fiziksel beden. Perispri, ruh ve fiziksel beden arasında irtibatı sağlar, yarı-maddi bir yapısı vardır. Can dediğimiz, ölüm olayı ile bedeni terk ettiğinde “ruhlar âlemi”nde doğar. Dünyada iken yaptığı iyilik ve kötülükler orada, hafızasında canlanır. Bir süre sonra, tekrar dünyada bedenlenir. Sınavlar geçireceği dünyada defalarca doğmasının amacı tekâmül etmektir. Fakat insan ruhu hiçbir zaman yeniden hayvan bedeninde doğmaz. Çünkü tekâmülde gerileme söz konusu değildir. Bütün ruhlar eşit yaratılmıştır denebilir. Fakat tekâmül dereceleri aynı kalmadığından aralarında, tekâmül farklarından kaynaklanan bir ruhsal hiyerarşi oluşmuştur. Ruhlar âlemindeki bedensiz varlıklar, dünyadaki bedenlilerle gerek maddi gerekse manevi etkileşim içindedir. Ayrıca ‘medyum’lar aracılığıyla, bedensiz varlıklarla sesli veya yazılı iletişim kurulabilir. Prof. Stevenson 40 yılını, geçmiş yaşamlarını hatırlıyor gibi görünen çocukları incelemeye hasretti. Yaklaşık 1000 çocuk üzerinde incelemelerde bulundu. (İncelediği vakaların sayısı 2002 yılında 2006'yı bulmuştur.) Prof. Stevenson her vakada çocukların raporlarını metotlu olarak belgeledi. Böylece, çocukların anlattıkları ile ölen kişilere ait olguların paralellik göstermekte olduğunu doğrulamayı başardı. Aynı zamanda sözkonusu ölen kişilerde ölüm ve yaralanmaya yol açmış yara izlerinin sözkonusu çocuklarda doğum işareti ve doğum kusuru olarak belirmiş olduğunu, otopsi fotoğrafları gibi tıbbi kayıtlarla doğruladı.Prof. Stevenson’un yardımcılarıyla bilimsel anlamda son derece titiz bir şekilde incelediği bu vakalarda, geçmiş yaşamlarını (reenkarnasyonlarını) hatırladıklarını söyleyen bütün çocukların iddiaları araştırılmış ve hepsi doğrulanmıştır. İncelemelerini genellikle reenkarnasyona inanılan ülkelerde sürdürmüş olan Stevenson, yayımlanan son kitabında ise Batı’da rastladığı 6 vakayı sunmuştur. 



Dünyada reenkarnasyon konusunda referans olarak kabul edilen ABD’li bilim adamı Ian Stevenson’un “20 Örnek Reenkarnasyon Vakası” kitabında Adana’da yaşayan Adnan Kelleçi’nin “Kore Savaşı’nda şehit düşen bir Türk askeriydim” diye önceki yaşamını ve öldüğü anı anlattığı olay yer alıyor. 



Reenkarnasyon konusunda en bilimsel sayılabilecek araştırmaları 88 yaşında hayatını kaybeden ABD’li psikiyatrist Ian Stevenson yürütüyordu. Virginia Üniversitesi’ndeki Kişilik Bölünmeleri Çalışmaları departmanının başında görev alan Stevenson, yıllarca birçok akademisyenin alay konusu oldu. Ancak 40 yıllık süre içinde geçmiş yaşamlarından anılarını hatırladıklarını öne süren dünyanın dört bir yanında 3 bin kadar çocuk üzerinde çalışmalar yürüttü ve dünyaya reenkarnasyonun gerçekten de var olabileceğini kanıtlamaya çalıştı. Stevenson, araştırmalarını geçmiş yaşamlarından izler taşıdığı öne sürülen 2-5 yaşları arasındaki çocuklar üzerinde yürüttü. Psikiyatriste göre çocuklar bu anıları 8 yaşlarına geldiğinde tamamen unutmaya başlıyor.
Stevenson, çalışmaları çerçevesinde geçmiş yaşamlarını hatırlayan Türk çocuklar üzerinde de incelemelerde bulundu. Bunlardan biri Türk Adnan Kelleçi, Adana’da yaşayan Kelleçi, önceki yaşamında Kore Savaşı’nda görev alan Türk askerlerinden çatışma sırasında hayatını kaybeden bir er olduğunu iddia ediyordu. Kelleçi, askerin ölümünü oldukça detaylı bir biçimde anlatabliyordu. Ancak askerim kimliği hiçbir zaman tam olarak belirlenemedi.


Kürekli katili aradılar


Ekber’de yaşayan Mehmet Bekler, 40’lı yıllarda dünyaya geldi. Un değirmeninde çalışan Bekler 1965’ten bir gün bir müşterisiyle kavga etti ve müşterinin kafasına bir kürekle vurmasıyla hayatını kaybetti. Kısa bir süre sonra yakınlardaki bir köydeki hamile bir kadın rüyasında genç bir adam gördü adam “kafama kürekle vurdular ve ben öldüm. Seninle kalmak istiyorum başkasıyla değil” dedi. Kadın Süleyman isminde bir çocuk dünyaya getirdi. Bebeğin kafasında bir yara izi bulunuyordu. Çocuk konuşmaya başladığı andan itibaren eski yaşamından anıları anlatmaya ve isminin Mehmet olduğunu söylemeye başladı. Sonunda Mehmet’in ailesi de bu duruma inandı. Küçük çocuk anılarına o kadar güveniyordu ki Mehmet’i öldüren köylüyü öldürmek için babasının silahını bile istemişti.


Başının üzerinde yara izi


Cemil Fahrici 1935’te Antakya’da dünyaya geldi. Doğumundan bir önceki gece babası uzak bir akrabaları olan Cemil Hayık’ın kendi oğlu olarak yeniden dünyaya geldiğini gördü. Hayık, çetesi Fransız güçleri tarafından sarıldıktan sonra silahını çenesine dayayarak intihar eden bir yerel kahramandı. Bebek Cemil de çenesinin altında 2 santim boyutlarında bir yara izine sahipti ve 2 yaşına geldiğinde Hayık’ın yaşamı hakkında ki detayları çevresiyle paylaşmaya başladı. Daha sonraki yıllarda Stevenson yaptığı araştırmalar sonunda Cemil’in başının üstünde de bir yara izin olduğunu fark etti. Yara izleri ve çeşitli fobi ve ağrılar reenkarnasyon berlitileri olarak görülüyor. Bazı uzmanlara göre boynundan sıkıntı çeken kişiler geçmiş hayatında asılarak öldürülmüş olabilir ya da yüksekten korkan bir kişi bir kalenin duvarından aşağıya atılarak cinayete kurban gitmiş olabilir. Yani nedeni açıklanamayan bu korku ve fobilerin önceki yaşamlardan gelmiş olabileceği öne sürülüyor.


Mezarlığını bile anlattı


Dellal Beyaz 1970’te Samadağ’da dünyaya geldi. Doğduğunda başının üzerinde bir yara izi vardı. Annesi küçük kızın eski yaşamından anılar taşıdığını yatağında kendi kendine konuşurken f ark etmeye başladı. Della önceki yaşamında yakınlardaki bir köyde yaşayan bir kadın olduğunu ve çamaşır asarken bir kuyuya düşerek öldüğünü anlatmaya başladı. Ailenin uzaktan bir akrabası Dellal’in anlattıklarının Zehide Köse isimli bir kadının ölümüyle büyük benzerlik gösterdiğini öne sürdü. Köse düşerken kafasını yer vurmuş ve götürüldüğü hastanede yaşamını yitirmişti. Zehide’nin mezarlığını da anlatan Dellal, önceki yaşamında öldükten sonra olanları hatırlayabilen ilk reenkarnasyon vakalarından biriydi.

Önceki hayatımda pilottum


3 yaşındaki James Leininger her gece "Uçak alev aldı, düşüyorum" diye çığlık atarak uyanıyor, sonra da "Ben James Huston'ım... Jack Larsen, Natoma" diye sayıklıyordu. Bir süre sonra bir anormallik olduğunu farkeden ailesi, onun savaşta ölen bir pilotun ruhunu taşıdığına inandı ve reenkarnasyonu araştırmaya karar verdi.

ABD'de, İkinci Dünya Savaşı'nda ölen bir pilotun yeniden dünyaya gelişinin hali olduğunu söyleyen 3 yaşındaki çocuğun gerçek hikayesini anlatan "Soul Survivor" adlı kitap satış rekorları kırıyor. 


"Soul Survivor" (Sağ Kalan Ruh) adlı kitap, bir haftada New York Times'ın en çok satanlar listesine 35. sıradan girdi. 


Küçük James Leininger 3 yaşına kadar normal bir çocuktu ancak 3 yaşında garip kabuslar görmeye başlayıp "Ben James Huston'ın" diye tekrar tekrar sayıklaması ailesini endişelendirdi. Küçük çocuk, bir gün oyuncakçıda gördüğü uçak için “Bu bir Corsair” dediğinde annesi Andrea büyük bir şok geçirdi. 


James Leininger'in ilk çizdiği resimlerde kaza anını anlatıyor




Genç pilot son görevde ölmüştü

Bruce oğlunun hikayeyi uydurduğunu kanıtlamak için Jack Larsen’i bulmaya karar verdi. Natoma gazilerinin toplantılarına katıldı ve nihayet Larsen’i buldu. Ancak acı gerçeği ondan öğrendi. 1945’teki Iwo Jima Savaşı’nda yalnızca bir ABD’li pilot ölmüştü ve o da terhis olmadan önce son görevine giden 21 yaşındaki James Huston’du.


Ölen pilotun son akrabası şok yaşadı

Huston’un uçağı Japonlar tarafından vurulmuş ve aynı oğlunun anlattığı gibi alev alarak okyanusa çakılmıştı. Bruce James’in yaşayan son akrabası 84 yaşındaki kardeşi Anne’i buldu ve oğluyla bir araya getirdi. Anne 2 yaşındaki çocuğun anlattıklarını dinledikten sonra büyük bir şok geçirdi ve onun kardeşinin reenkarnasyonu olduğuna inandığını söyledi. Leininger ailesinin yazdığı ve James’in hikayesini anlatan “Soul Survivor” adlı kitap ABD’de satış rekorları kırıyor.


Devamını Oku »

SİMYA




SİMYA

Simya, kimyanın bir bilim olması ile hep küçümsenmiş, gerek felsefesine, gerekse sembolizmine gereği kadar değer verilmemiştir.
Simya, yaygın olarak, maddeden altın elde etmek için yapılan çalışmalarla ilgili olarak bilinir. Simyacı ise vaktini altın elde etmek için geçiren kişidir.
Aslında Simya köken olarak çok eski zamanlara dayanır ve maddi olarak altın elde etmekten çok daha derin amaçları vardır.
Genel olarak Simya

Etimolojik olarak Simya sözcüğü Türkçe’de varolan Kimya sözcüğü ile aynı kökenden gelmektedir. Kökeni Arapça olan bu sözcükler Arapça’ya da “Kara Ülke” anlamına gelen Khem sözcüğünden gelmiştir. Bu “Kara Ülke”ise Mısır’dır. Etimolojik olarak da Simyanın kökeni Mısır olarak gözükmektedir.
Simya gerçekte bir dönüşüm sanatıdır. Kirli olanı, hasta olanı bir çok süreçten geçirerek , arınmış ve mükemmel olana dönüştürmeyi amaçlar.
Simya okült bir sanat olarak gözükmektedir. Bunu sadece belli kimseler uygulayabilmekte, geniş kitlelere yayılması engellenmektedir. Ayrıca Simyanın ezoterik bir karakteri de vardır. Simya öğrenimi inisiyasyona dayanmakta, kullanılan semboller sadece bu eğitimi geçmiş kişiler tarafından anlaşılabilmektedir. Simya felsefesinde ise Tanrı’nın birliği ve ruhun ölümsüzlüğü yer almaktadır.
Simya eğitimi sırasında adaya öğretilen temel esas , simyacının bir şeyler icat ettiği değildir; simyacı sadece sırları çözmektedir. Bu yönüyle simya uzun yıllar boyunca genel karakterini değiştirmemiştir.

Simya aynı zamanda Hermetik felsefenin de bir uygulaması olarak kabul edilmiştir. Zaten simyacılar da kendilerini filozof olarak kabul etmişler ve bu sırların Hermes (Mısır panteonunda Thoth) tarafından verildiğini iddia etmişlerdir.
Simya en genel anlamı ile bir sanat ya da bir teknik olarak anlaşılabilir ve amacı maddenin içindeki altını ortaya çıkartmaktır. Simyacılara göre madde hastadır ve iyileştiğinde altın ortaya çıkmaktadır.

Simya bu amaçla “Felsefe taşını” aramaktadır. Bu taş maddeyi altına çevirebilmekte ve bundan elde edilen iksir (Elixir) ile insan ölümsüzlüğe kavuşabilmektedir.
Simyada ulaşılan bu son noktaya giden yol Ars Magna (Büyük/ulu Sanat) olarak adlandırılmaktadır.
Tarih boyunca simya mistik ve pratik simya olarak iki yönde gelişmiştir. Pratik simya , kimya biliminin doğuşunda büyük rol oynarken , mistik simya,ezoterik felsefenin bir başka çehresi olarak günümüze kadar gelmektedir.

Mistik Simya

Pratik simyanın teorilerine ve sembollerine geçmede önce mistik simyayı incelemek gerekmektedir. Böylece pratik simyada da madde ile yapılan benzetmede aslında insana ait sonuçlar çıkarılabileceği çok rahat gözükecektir.
Simyanın, maddenin içinde sağaltım ile altını keşfetmesi, bir bakıma insandaki Tanrısal tözün ortaya çıkarılması ile benzerlik göstermektedir.
Metallerdeki hastalığın,kirin yok edilip altının ortaya çıkarılması gibi , uzun bir süreçten sonra da insandaki tanrısal töz açığa çıkabilir ve kişi İyi için çalışabilir. Ars Magna , bu açıdan insan için de kullanılabilir, bu anlamı ile inisiyasyonu da temsil etmektedir.
Ars Magna ile insan Tanrı ile birleşebilmekte, kendini maddeye bağlayan bağlardan kurtulabilmektedir.
Bu bağlamda Felsefe taşı da mutlak olana , tanrısal töze kavuşturan bilinç anlamını kazanmaktadır. Aynı şekilde İksiri içip ölümsüzlüğe kavuşmak da ruhun ölümsüz olduğunu anlamak anlamına gelmektedir.

Öyleyse kendi içindeki Tanrısal tözü bulmak isteyen kişi , tıpkı maddenin saflaştırılması gibi , kendi içine dönerek kendini saflaştırmalı ve gizli olan , içindeki Felsefe taşına ulaşmalıdır. Simyada kullanılan yöntemler ezoterik olarak inisiyasyonu da bu anlamı ile temsil etmektedir.

Bu , en güzel ifadesini VITRIOL sözcüğünde bulmaktadır. VITRIOL aslında Latince bir cümledeki sözcüklerin baş harflerinden oluşmuştur. Bu cümle “Visita Interiora Terræ Rectificando Invenies Occultum Lapidem” dir ve “Dünyanın derinliklerini ziyaret et gizli taşı bulacaksın” anlamına gelmektedir. Bu pratik simyada kayıp taş ya da mineral olarak düşünülmekle beraber, aslında insanın Tanrı’yı , tanrısal olanı kendi içinde bulacağı anlamına da gelmektedir.
Bu şekli ile simya gerçek bir ezoterik doktrin olup günümüzde de bazı prensipleri ile yaşamaktadır.


Simyanın Temel Prensipleri

Simyacılara göre madde birdi ancak farklı şekiller almaktaydı. Madde ayrıca kendi parçaları ile birleşebilir ve sonsuz sayıda yeni form alabilirdi. Kuyruğunu ısıran yılan olarak gösterilen Ouroboros sembolü de bunu temsil etmekteydi.
Bu düşünce aslında Tanrı’nın birliğinden kaynaklanmaktaydı. Evreni yaratan Tanrı Ruh’a çeşitli formlar vermiş ve madde oluşmuştu ; ancak bu Tek olanın farklı görünüşlerinden ibaretti. Her yaratılan unum in multa diversa moda , Türkçesi ile farklı şekillerde tek olan idi. Simyacı ise bu formların arasında Altın olanı aramaktaydı.

Bu yönüyle simya, kendinden önce gelen tek tanrılı ezoterik düşüncenin , dönemindeki temsilcisidir.
Simyaya eşlik etmiş olan ezoterik felsefe, Mısır tanrısı Thoth’a Yunanlıların yakıştırdıkları Hermes isminden ötürü Hermetik felsefe ya da düşünce , ya da kısaca Hermetizm diye adlandırılır. Orta Çağ boyunca Hermes’e atfedilen hermetik metinler Corpus Hermeticum diye adlandırılmışlardır.
Corpus Hermeticum genelde diyaloglardan oluşmaktadır. Hermetik metinlerden en önemlisi Zümrüt tablettir.

Hermetik felsefede ruh ve madde birbiri ile iç içe girmiştir. Birisi ötekinin farklı bir görüntüsüdür. Aynı şekilde çoğu hermetiste göre maddenin de bir ruhu vardır.
Simyacılar eski düşünceye bağlı kalarak Ateş, Toprak, Su , Hava olmak üzere dört elementin (Tetrasomia) varlığını kabul etmişlerdir. Bu elementler bildiğimiz anlamlarından öte bazı özellikleri temsil etmektedirler. Simyaya göre görünen iki element , Toprak ve Su , içlerinde görünmeyen iki elementi de barındırmaktadırlar: Ateş ve Hava. Bunun dışında , bazı simyacılara göre beşinci bir element daha vardır ki bu da Ether’dir. Ether beden ile ruh arasında da aracılık görevi görmektedir.
Simyada Platon döngüsü denilen kavrama göre elementler arasında sürekli bir de dönüşüm vardır. Ateş Havaya, Hava Suya, Su Toprağa ve Toprak Ateşe dönüşmekte olup bu döngü bu şekilde sürmektedir.

Simyacılar ayrıca , Zümrüt tabletlerde belirtilen “Yukarıda olan aşağıda olanın aynısıdır” prensibinden yola çıkarak da her bir gezegen ile bir metal arasında bağlantı kurmuşlardır. Buna göre bilinen yedi gezegen ile metaller arasındaki ilişki aşağıdaki gibidir :


Güneş > Altın
Ay > Gümüş
Merkür > Cıva
Venüs > Bakır
Mars > Demir
Jüpiter > Kalay
Satürn > Kurşun


Bunlar içinden Altın ve Gümüş mükemmel metaller olup diğerleri mükemmel olmayan metallerdir. Bir teoriye göre metaller demir > bakır > kurşun > kalay > cıva > gümüş > altın sırasını izleyerek altına dönüşmekte , bu süreç döngü şeklinde devam etmektedir.

Simya ile astroloji arasında da sıkı bir ilişki vardır. Her metale bir gezegen karşılık geldiği gibi, bazı reaksiyonların gerçekleşebilmesi için gezegenlerin uygun konumu da gözlenmektedir.
Simyacıların , gnostiklere benzer bir de evren modelleri vardı. Merkezde Dünya, daha sonra yedi gezegen , etrafında sabit yıldızlar , en dışta da saf ruhlar bulunmaktaydı, bundan sonrası ise Tanrı’yı göstermekteydi.

Simyacılar için Güneş de büyük önem taşımaktaydı. Güneş bazılarına göre hayatın kaynağı , hatta Tanrısal sözün görünebilir hali idi. Bu nedenle, simyacılar Dünya merkezli evren teorisinden Güneş merkezli teoriye geçişte fazla zorlanma yaşamamışlardır.

Simyada bir önemli ayrım da dişil/eril ya da dişi/erkek ayırımıdır. Bazı simyacılar İlk Çağdaki bir düşünceyi savunmuşlar ve Tanrı’nın yaradılıştan önce hermafrodit olduğunu ve yaradılışla birlikle erkek ve dişi olarak ayrıldığını iddia etmişlerdir. Buna göre Güneş eril, dünya dişildir. Aslında dişil özellik en çok Ay ile kendini belli etmektedir.

Simyadaki bir başka düalite de macrocosmos / microcosmos ‘dur. Bu ikisi arasındaki benzerlik de daha önce gördüğümüz gibi ifadesini zümrüt tabletlerde bulmuştur. Bir başka görüş de insanın doğuşunun evrenin doğuşuna benzediği yönündedir.
Simyadaki bir önemli kavram da düalitenin yanında üçlemedir. Ünlü simyacılardan Robert Fludd “Üç dünya vardır : arketipler dünyası, macrocosmos ve microcosmos; yani, Tanrı, Doğa ve İnsan.” demektedir.

Bu üçleme elementlerde de karşımıza çıkmaktadır. Nasıl Tanrı’da bir üçleme var ise insanda da ruh,can,beden olarak üçleme vardır. Bunun elementler dünyasına yansıması ise , Kükürt, Tuz ve Cıva şeklindedir. Burada anlaşılması gereken bildiğimiz anlamda kükürt, cıva ve tuz olmamakta, ancak bunların temsil ettiği prensipler olmaktadır.

Aslında kükürt ve cıva iki karşıt prensip olup aralarında tuz ortayı temsil etmektedir. Kükürt aktif olanı temsil etmekte olup erildir. Cıva ise tam tersi olarak pasif olanı temsil etmekte olup dişildir. Tuz ise ikisini arasında bir bileşim olup , gövdeyle ruhun bağlanması gibi bağlayıcı bir görev yapmaktadır.


Kükürt – Cıva karşıtlığı aşağıdaki gibi de özetlenebilir : (Hutin)
Kükürt > Eril – Aktif – Sıcak – Sabit
Cıva > Dişil – Pasif – Soğuk – Uçucu
Bazı simyacılara göre bu prensipler baba/anne düalitesini göstermekte ve ayrı duran bu prensipler , çeşitli şekillerde birleşip yeni maddelerin oluşmasını sağlamaktadırlar.
Bazı simyacılar üç prensip ile dört elementi birleştirmeye çalışmışlar ve aşağıda özeti görülen sonuca varmışlardır (Albert Poisson , Théorie et Symboles des Alchimistes, Paris,1891) :
Kükürt Toprak (Görülebilir, Katı)
(Sabit) Ateş ( Gizli,sübtil)
Tuz Ether
Cıva Su (görünür, likit)
(Uçucu) Hava ( Gizli,gaz)
Bu arada dikkat edilmesi gereken bir nokta da simyada her sıvının Su, her katının Toprak, her gaz Hava ve de her ısı kaynağı Ateş olarak adlandırılabildiğidir.

Pratik Simya

Simyanın en bilinen ve en yaygın şekli pratik simyadır. Simya pratiğini gerçekten bilinçli ve dönemine göre oldukça bilimsel yapan üstadların yanı sıra bir çok maceraperest de bu konu ile uğraşmışlardır. Ancak o dönemden kalma prensipler, özellikle de metodlar günümüz kimyasına da temel oluşturmuştur.

Simyacı için amaç Felsefe taşını elde etmektir. Ancak bunu elde edebilmesi uzun ve zahmetli bir iştir. Simyacı uzun proseslerden geçireceği ilk maddesini dikkatli seçmek zorundadır. Latince Materia Prima diye adlandırılan ilk madde çalışmanın başarıya ulaşabilmesi için çok büyük önem taşımaktadır. Pratik simyada genelde uçucu ve hareketli olarak Cıvaya karşılık gelen ilk madde, ezoterik olarak da çırağı, inisiyasyona alınacak, mükemmel olmayan, kişiyi temsil etmektedir.
Simyacı kendi laboratuarını da kendi kurmak zorundadır. Aletlerini kendi temin etmeli ve laboratuarını bütün gözlerden uzak bir yerde oluşturmalıdır.

Simyacı için çalışmalarına başlayacağı zaman çok önemlidir. Simyacılar genel olarak İlkbaharda Güneş Koç burcundayken çalışmalarına başlarlar. Bazen Boğa ya da İkizler de çalışmak için uygun zaman olmaktadır. Ancak, İlkbahar doğanın canlanmaya başlamasını, bir tür doğumunu sembolize ettiği için, böyle bir çalışma için de en uygun zamandır.

İlk madde ile uygun zamanda çalışmaya başladıktan sonra, gelen aşama hasta olan metalin temizlenmesi, arınması işlemidir. Bunun için gizli ateş , ignis innaturalis gerekmektedir. Bu elleri ıslatmayan su ya da alevsiz yanan ateş diye açıklanmaktadır.

Bütün bunlar hazırlanıp uygun şekilde hazırlandıktan sonra hermetik olarak kapatılmış bir kap içine , ya da yaygın adı ile Filozofik yumurtanın içine konduktan sonra, tıpkı kuluçkada olduğu gibi burada sabit bir sıcaklıkta beklemek üzere, Athanor adı verilen fırının içine konur. Yumurta aynı zamanda yaradılışın da bir sembolüdür.
Burada da görüldüğü gibi pratik simya ile ezoterik simya arasında büyük bir paralellik vardır. Adayın yetişebilmesi için içinde yakmayan bir ateş olması gerekmektedir. Hermetik kap ise dış etkilerden uzaklaşmayı temsil etmektedir. Yumurta sembolizmi ise zaten adayın yeniden dünyaya geleceğini göstermektedir.
Bazı simya metinlerine göre de Materia Prima içinde Cıva ile belirtilen pasif prensibin yanında Kükürt ile belirtilen aktif prensip de vardır ve bunlar yumurtanın içinde etkileşime girerler. Daha sonra bunların ölümü ile Bilge Cıvası doğar. Bu siyah olandır. Bu yine mükemmel bir metal değildir , ancak bu da bir aşamadır. Daha sonraki aşamada ise beyaz olan açığa çıkar. Albedo diye adlandırılan bu beyazlık aşmasında Rosa Alba, Beyaz Gül ortaya çıkar. Bu aşamanın sonucu kırmızı olan Bilge Kükürdü ile tamamlanır. Son aşama ise Kırmızı kükürt ile beyaz cıvanın birleşimidir. Bu Kutsal birleşme sonucu Felsefe taşı ortaya çıkar.

Bazı metinlerde Felsefe taşı “AZOT” olarak adlandırılır. Bu doğal olarak bildiğimiz azottan farklıdır. Felsefe taşı bütün maddelerin başı ve sonu olarak görülmektedir. Bu yüzden Azot sözcüğü de bütün alfabelerde ortak olan A ile başlamakta, sırası ile Latin , Yunan ve İbrani alfabelerinin son harfleri olan, Z,O ve T ile bitmektedir.
Simyanın pratiğine de baktığımızda ezoterik yön açığa çıkmaktadır. Bu aşamalar aslında adayın inisiyasyon yolunda kat ettiği mesafedir.

Simya tarihi

Simyanın tarihi çok eski devirlere uzanmaktadır. Aslında ilk devirlerde kimya ve simya tarihi ortaktır denebilir. İnsanın ilk bu kavramlar hakkında düşünmesi ve kullanması kuşkusuz ateşin elde edilmesinin öğrenilmesi ile başlamıştır. Daha sonra metalleri kullanmayı ve doğal halinden saf haline getirmeyi öğrenen insan zamanla madde üzerine düşünmeye başlamıştır.

Aslında metallerin maden filizinden elde edilmesi de ezoterik simyada sık kullanılan bir örnektir. İnsan da filiz içinde saflaştırılmayı bekleyen metal gibidir denir.
Her durumda, madenin filizden ayrılması , simya için önemli bir örnek oluşturmuştur. Filizinden ayrıştırılan metalin geçirdiği evreler gibi , altın da pisliklerinden arınabilir diye düşünülmüştür.

Simyanın tarihi altının maden filizinden elde edilmesiyle başlar diyen görüş bir yana , tarihçiler simyanın Mısır’da doğduğu konusunda ısrarlılardır. Aslında Mısır’da altın elde etmek bir ruhban sınıfının elinde olduğundan iki görüş de birbirine yakın kabul edilebilir. Doğuda, Çin ve Hint’te de simyanın varolduğu bilinmektedir. Ancak biz kendimizi simyanın batı dünyasındaki tarihi ile sınırlayacağız.

İlk simya bilgilerinin Hermes Trimegistus, Üç Kere büyük Hermes, tarafından verildiği söylenir. Bu ise daha önce de belirttiğimiz gibi , insanlığa bütün bilgileri veren Mısır tanrısı Thoth’un Yunanlaşmış halinden başka bir şey değildir. Hermes Trimegistus Orta Çağ simyacıları tarafından tanrısal bilgileri bilen ve veren, ilk mürit olarak görülmüştür.

Orta Çağ boyunca varolan simya sadece Mısır’dan gelme değildir. Karmaşık bir kökeni vardır, daha doğrusu bir çok kültürden farklı şekillerde etkilenmiştir.
Yunan kültüründen simyaya geçen en önemli teori elementler teorisidir. Eski Yunan’da maddenin yapısı ile ilgili iki önemli teori gelişmiştir. Bunlardan biri atom teorisi öteki de elementler teorisidir. Kökenleri daha eskiye de dayansa dört elementin teori haliyle sunulması Eski Yunan’da olmuştur.

MÖ Yedinci yüzyılda yaşayan Thales , doğanın akıl ile anlaşılabileceğini savunmuş ve suyun dünyanın ana prensibi olduğunu iddia etmiştir. MÖ 610-545 yılları arasında yaşadığı düşünülen Anaximandros apeiron diye adlandırdığı amorf bir prensibi ortaya atmıştır. Anaximenes ise her şeyin kökeninde hava olduğunu söylemiştir. Heraklit’e göre ise bu prensip ateştir.
MÖ 540-450 yılları arasında yaşayan Parmenides ise daha ilginç bir görüş geliştirmiş ve evrenin aslında Tek olduğunu ve farklı görüntüler aldığını savunmuştur. En büyük karakteristiği hareketli olması , devamlı form değiştirmesidir.

MÖ 485-425 yılları arasında yaşayan Empedokles için ise ateş, hava,su ve toprak maddeyi oluşturan dört elementtir ve aşk adı verilen çekim kuvveti ile Parmenides’in evrenine benzeyen evreni oluştururlar. Ancak Nefret adı verilen itim kuvveti ile itildiklerinde çözülmeler olur.
Dört element düşüncesinin Orta Çağlar boyunca varolan şekli kuşkusuz Platon’un ve özellikle de Aristo’nun eseridir. Platon elementleri geometrik formları ile ortaya koymaya çalışmıştır. Ancak simyadaki teori büyük ölçüde Aristo’nun teorisidir.

MÖ 384-424 yılları arasında yaşayan Aristo, bir çok konuda olduğu gibi dört element teorisi ile de Orta Çağ boyunca tek otorite olarak kalmıştır. Aristo’ya göre ilk madde çeşitli formlar alabilmektedir. Bu alınan formlar da bazı temel özelliklere bağlıdır. Bu özellikler dört tanedir : Sıcak, soğuk, kuru, ıslak. Buna göre
Ateş : Sıcak – Kuru
Hava : Sıcak – Islak
Su : Soğuk – Islak
Toprak: Soğuk – Kuru
olarak özellik gösterirler. Bu da simyada kullanılmıştır.

Aristo ile olgunluğa ulaşan elementler teorisi ve Mısır kaynaklı simya İskender’in fetihleri ile beraber karşılaşma olanağı bulmuş ve bir senteze ulaşmıştır. Bu senteze doğu kökenli okültizm, Yahudi ve Hristiyan mistisizmi de karışarak, Orta Çağdan itibaren simyacıların temel teorilerini oluşturmuşlardır.
Yunan-Mısır sentezi simya ile ilgili en önemli belge MS. üçüncü yüzyıldan kaldığı sanılan Leyden papirüsüdür. Dördüncü yüzyıldan itibaren ise simya eğitimi yaygınlaşmıştır. Özellikle Panopolis’li Zosimus simyayı daha ritüelik bir hale getirmiştir.

Bu dönemde, özellikle İskenderiye’de simya üzerine bir çok eser ortaya çıkmıştır. Bu eserler arasında Hermes, İsis gibi tanrısal kişiliklerin yazdığı varsayılan eserlerin yanı sıra Keops gibi hükümdarların, Platon, Pythagoras, Tahles gibi filozofların ya da Zosimus gibi simyacıların yazdıkları söylenen eserler de vardı. Bunlar Felsefe taşından ve ölümsüzlükten de söz etmekte , aynı zamanda simyanın ezoterik yanını da ortaya koymaktaydılar.
Simya daha sonra Bizans’ta da varlığını sürdürmüştür. İmparator Heraklius Simyayı desteklemiştir. Ancak Bizans’ta simya çok gelişememiş, daha sonra da Batıya geçmiştir.

Arapların Mısır’ı işgal etmesi , simyanın İslam dünyasına da girmesini sağlamıştır. Arap kültüründe İslam öncesinde simya hakkında yazılan eserler bilinmemekle birlikte, Mısır’ın işgalinden sonra bu konuda yazılan eserlerde bir patlama olmuştur. Bütün İslam dünyasında Arapça tek resmi dil olduğu için , eski Mısır ve Yunan eserlerinin Arapça’ya yapılan tercümeleri de bütün İslam dünyasına yayılmış, bu konuda çalışmaların çoğalmasını sağlamıştır.

Müslüman simyacılar arasında en tanınmışı kuşkusuz Batıda Geber adıyla tanınan Abu Abdullah Cabir ibn Hayyan’dır. Cabir’den kalan eserlerin bir bölümü Corpus Jabirianus adıyla toplanmıştır. Çoğu kaybolan bu yazılarda simya kadar İslam’ın ezoterik açıklamalarının da varlığı bilinmektedir. Cabir bu yazılarda ezoterik bilgi vermesine rağmen olabildiğince açıklama yapmıştır.

Simyanın Orta Çağ Avrupa’sına geçişi göreceli olarak daha geç olmuştur. Özellikle Arap istilaları ve Haçlı seferleri sırasında bu kültürle tanışan Batı dünyası Orta Çağın sonlarına doğru simya ile ilgilenebilmiştir. Simya anlamına gelen Alchemy/Alchimie sözcüğünün ve simyada kullanılan Alkol, Alambik, Elixir gibi sözcüklerin Arapça’dan gelmiş olması da bu kökeni ortaya koymaktadır.

On üçüncü yüzyılın ilk yarısından itibaren Fransisken manastırlarında simya yaygınlaşmaya başlamıştır. Buradan Robert Grossetête tarafından Oxford’a da geçen simya, burada da popüler olmuş ve Robert Grossetête’in öğrencilerinden biri olan Roger Bacon da bu konuda oldukça sivrilmiştir. Simya kadar astroloji ve okült bilimlerle de ilgilenen Bacon sonunda kilisenin de dikkatini çekmiş ve bu yüzden hapse girmiştir. Daha sonra gizemli bir şekilde ortadan kaybolan Bacon, simyacıların ölümsüz olduğu konusunda rivayetlerin çıkmasına da neden olmuştur.

1240 – 1311 yılları arasında yaşamış olan ve Rosarium Philosophorum adlı eserin de yazarı olan Arnaud ve Villeneuve de bu konuda zamanının tanınmış isimlerindendir. Villeneuve simya kadar astroloji ve tıpla da uğraşmıştır. Eserleri ise ölümünden sonra yakılmıştır. Villeneuve’den etkilenen iki Fransisken de simya konusuyla ilgilenmişlerdir, bunlar Raymond Lulle ve Jean de Rupescissa’dır.

Fransiskenler kadar Dominikenler de simya ile ilgilenmişler ve 1193-1280 yılları arasında yaşayan ve Büyük Albert adıyla da anılan Albert de Bollstaedt Dominikenlerin arasından çıkmıştır.

Her şeye rağmen On üçüncü yüzyılın sonuna kadar simyacılar manastırlarda rahat rahat simya ile ilgilenebiliyorlardı. Ancak zamanla simya kilisenin tepkisini çekmeye başlar. Bu arada manastırlar dışında da simya ile ilgilenen kişiler türerler. Artık Hermes’in bilimi ile kilise karşı karşıya gelmeye başlar. Ancak Kilise önlemini almakta gecikmez ;1317’de Papa Jean XXII bir karar yayınlayarak (Spondent quas non exhibent) sahte altın yapanları ve simyacıları mahkum eder. Buna göre simyacılar fazlasıyla çoğalmışlardır.

Bu sırada gizemli bir kişinin simyanın sırlarını bulduğu konusunda bir rivayet yayılmıştır. Bu kişi Nicolas Flamel’dir. 1330 – 1418 yılları arasında yaşadığı söylenen Flamel , söylentiye göre “Yahudi Abraham” isimli , simyanın sırlarını veren bir kitap bulmuş, ve yıllarca karısı Pernelle ile uğraşarak buradaki şifreleri çözmüş ve bu sanatın sırrına vakıf olmuştur.

On beşinci yüzyılda gelişen simyada döneminin en önemli isimlerinden biri de Basil Valentin’dir. Yaşamı hakkında tam bir bilgiye sahip olamadığımız Valentin özellikle “On iki Anahtar” isimli eseri ile ünlüdür.

Simya Rönesans ile birlikte en yüksek noktasına ulaşmış ve bu dönemde Kabala , büyü, Yeni Plantonculuk gibi diğer ezoterik doktrinler de simyaya katkıda bulunmuştur. Bu dönem ayrıca Rose-Croix gibi gizli örgütlerin de ortaya çıktığı bir dönemdir. Bu dönemde Denis Zachaire,John Dee gibi ünlü simyacılar da ortaya çıkmıştır.

Dönemin en önemli ismi kuşkusuz 1493 doğumlu Paracelsus’dur. Maceralı bir hayat yaşadıktan sonra 1541 yılında hayata gözlerini yuman Paracelsus, kariyerine önce doktor olarak başlamış, bir çok maceradan sonra şifacılığı ile ün kazanmıştır. Doktor olmasına rağmen, simyanın tıptan ayrılamayacağını söylemiş ve doğa ve insan üzerine çalışmıştır. Macrocosmos ve microcosmos üzerine düşünce sistemini kuran Paracelsus, tuz, kükürt, cıva ile ruh, can, beden ilişkisini de savunmuştur. Ezoterik düşüncenin ifadelerini iyi bir biçimde ortaya koyan Paracelsus , Rose-Croix örgütünü de büyük ölçüde etkilemiştir.

On yedinci yüzyılda simya ile ilgili çalışmaların büyük bölümü Rose-Croix tarafından yapılmıştır. İngiltere’de de Robert Fludd bu düşünceyi sistematize etmiştir.
On yedinci yüzyıl sonundan itibaren ise okült bilimlere olan ilgi yavaş yavaş azalmış, materyalizm ön plana geçmiştir. Eski öğretiyi savunan örgütlerin varlığını sürdürmesine rağmen simya artık popülerliğini yitirmiştir.

Günümüzde simya artık mistik/ezoterik anlamı ile sürmektedir. Ezoterik düşünceler çağlara göre farklı şekillerde ortaya çıkabilir, simya da bunun özel bir türüdür. Zamanın doldurmuş ancak ezoterik içeriği ve sembolizmi ile yaşayan, tarihçilerin ilgisini çeken bir düşüncedir.
Devamını Oku »

BACKSTER ETKİSİ




Backster Etkisi

Backster etkisi (The Backster Effect), Parapsikoloji'de bitkisel algılamayı ya da bitkilerdeki psişik algılamayı ifade eden bir terimdir. Bu alanda ilk incelemeleri gerçekleştiren ve bitkilerin de belli ölçülerde paranormal bir duyarlılığa sahip olduğu varsayımını ilk ortaya atan Cleve Backster'a ithafen bitkisel duyarlılık tepkileri onun adıyla adlandırılmıştır.

Aynı zamanda “yalan makinesi” olarak bilinen aygıtın da mucidi olan Backster'in bu alandaki ilk önemli çalışması, 1966'da bir ev bitkisinin yapraklarına bağladığı elektrotlar aracılığıyla bitkilerde bir bellek bulunup bulunmadığını deneysel olarak anlama çalışmasıdır. Bir süre sonra daha güvenilir ve daha ayrıntılı bilimsel ölçümler elde etmek üzere, poligraf verileri yerine kalp ve beyin elektrolarını dikkate almaya başladı. Çalışmalarının ilk sonuçlarını “Journal of Parapsychology”nin 1968 kış sayısında yayımladı.
Çalışmalarına tıp dünyası ilgisiz kalmamış ve Medical World News dergisi 21 Mart 1969 sayısında Backster'in çalışmalarından övgüyle söz ederek, çalışmalarının tümüyle bilimsel olduğunu bildirmiştir.

Backster'in “hücresel düzeyde ilgel algılama” olarak sözünü ettiği bitkisel duyarlılık günümüzde Backster etkisi ve bitkisel psişizm adları altında incelenmektedir.

Backster'in yalan makinesinin elektrotlarını bitkilere bağlayarak yaptığı ilk deneylerde, makinenin ibresinin insanların heyecan halleri sırasında çizdiği çizgilere benzer çizgiler çizdiğini saptamıştır. Örneğin bir tehdit veya yaşamsal bir tehlike karşısındaki insan ve bitkinin heyecan halleri esnasında ibre aynı zikzakları çizmekteydi. Ayrıca bir bitki önceden bir yaprağını kesmiş olan insan tekrar kendisine yaklaştığında ibre yine bu zikzakları çizmekteydi; yani bitki o kişinin kendisine yaklaşmakta olduğunu hem hissedebiliyordu, hem de o kişiyi unutmamış olduğunu gösteren bir belleğe sahip olduğunu gösteriyordu.
Devamını Oku »

RUH FOTOĞRAFÇILIĞI (SPIRIT PHOTOGRAPHY)





Ruh Fotoğrafçılığı (Spirit Photography)



Madde ötesi varlıkların, varlık delillerinden bir diğeri de “Ruh Fotoğrafçılığı”dır. Günümüzde ruh fotoğrafçılığı en ileri seviyeye ulaşmış durumdadır. Öyle ki, ruh artık aynen maddî ceset gibi görüntülenmekte ve böylece madde ötesi varlıkları inkâr edenlerin ne derece büyük yanılgı içinde oldukları gözler önüne serilmektedir. Biz bu meseleye de yine üzerinde durduğumuz konuya delil olması bakımından temas edecek ve bu sahada söz sahibi Tom Patterson'dan bazı nakiller yapacağız. Ancak, asıl gayemiz, ruh fotoğrafçılığının tahlili olmadığı için, bir iki misalle yetineceğiz.

Tom Patterson, “Yüzyıl Boyunca Ruh Fotoğrafçılığı” adlı eserinde diyor ki: [2]

“Psişik ilim, ruhî olayların bir neticesidir ve umumî nizama aykırı değildir. Yıldızlarla bezenmiş bir gökyüzü, astronomi ilmini gerektirmiş ve onu bugünkü seviyesine yükseltmiştir. İnsandaki zihnî ve bedenî arızalar tıbbın pek çok branşlarının doğmasına vesile olduğu gibi, ruhî olayların fark edilmesi de insanı bu yönde bir araştırmaya sevk etmiş ve onların anlaşılır olmalarına yol açmıştır.

Ruh fotoğrafçılığı olarak bilinen konu bir medyumluk çeşididir, fotoğrafı çekende de, çektirende de bu medyumluk melekesi geliştirilebilir. 1862'de, Amerika'da, Bostonlu bir hakkâk olan Mr. Mumler arkadaşlarının fotoğraflarını çekmişti; negatiflerinde, arkadaşlarının yanı sıra başka kimseler de bulunuyordu. Bundan dolayı bu tipteki olaylara “Ruhî Fotoğrafçılık” ismi verildi. Mumler bu fotoğrafçılardan ilki olarak tanınır. O zamandan bu yana, buna benzer pek çok ruhî fotoğraf elde edilmiştir.

Bizlerin, spiritüalistler (ruhbilim felsefesi ile uğraşanlar) olarak, ruhun varlığına sarsılmaz bir inancımız var. Biz, ruhun, tıpça ölüm diye bilinen şartın ötesinde yaşamaya devam ettiğine de inanıyoruz. Uzun araştırmalarım neticesinde şu sonuca vardım: Bedensiz ruhlardan çıkan ışık radyasyonları, fotoğraf filmi yüzeyine birtakım izler kaydedebiliyorlar. Tıpkı gün ışığı ve diğer ışınların film üzerinde husule getirdikleri şekiller gibi… Burada takdim edeceğim deliller, bu ön kabulü fazlasıyla destekleyecek ve inkârcıların inançsızlığını dahi giderecek niteliktedir.

Fotoğrafçılığın 1839'da keşfolunmasından 23 sene sonra, bu metottan faydalanılarak ruhların fotoğraflarının çekilmeleri çok düşündürücüdür. O zamandan bu yana binlerce ruh fotoğrafı, tanınmış veya tanınmamış medyumlar aracılığı ile çekilmiştir. Yalnız benim elimde binden fazla belge mevcuttur ve her birinin de ayrı bir hikâyesi vardır. Faaliyette olan bu kudreti, ölümden sonra hayatın devam etmekte olduğu inancı dışında başka bir şeyle izah etmeye imkân yoktur.”

Alttaki resim: Mumler en ünlü görüntülerinden biri, görünüşe göre kocası, Abraham Lincoln'ün hayaleti ile Mary Todd Lincoln gösteriliyor. (Wikipedia, "Spirit photography" maddesi.)

ruf fotoğrafçılığı, Spirit Photography, Mumler, LincolnTom Patterson, elindeki ruhî fotoğraflarla ilgili olarak şöyle devam ediyor:

“İngiltere'de, Sheffield'den Mr. E… , 5 Haziran 1961'de bana bir fotoğraf gönderdi. Zarfın içinden bir de şu mektup çıktı:

‘Bu fotoğrafı çektiğim zaman film rulosundaki rakam 8'i gösteriyordu. Niyetim, yeni dekore ettiğim mutfağımın resmini çekmekti. Akşam kameramı mutfağa, uygun bir yere yerleştirmiş ve objektifi bir müddet açık bırakmıştım; önünden geçmemeye özellikle dikkat ettim. Daha sonra, filmi, banyosu ve baskısı için fotoğrafçıya gönderdim. Netice bu fotoğraf oldu. Fotoğraftakinin karım olduğuna eminim. Onun, ölümünden beri yine burada bizimle beraber olduğuna dair daimî bir his içindeydim. Fotoğrafta karım, eskiden yaptığı gibi masaya eğilmiş, oğlumuz David'in dört yaşında iken çekilmiş bir fotoğrafına bakarken görülüyor. Ruhî konular üzerinde şimdiye kadar hiç uğraşmamış ve duyduğum bazı şeyler üzerinde de hiç durmamıştım.'

Mr. E… . emekli bir polis memuru olup hâlen sorumlu bir görevde bulunmaktadır. Gönderdiği, ruh ilmini ilgilendiren bir fotoğraftı. Mr. Mumler de, kendisinden sonra ün yapmış diğer ruhî fotoğraf medyumları gibi her kademeden mütehassıslar tarafından amansız bir şekilde tetkik ve kontrole tâbi tutulmuştur. Bu sıkı kontroller sonunda kamera medyumluğunun bir gerçek olduğu ortaya konmuştur. Ve yine bu kanalla bugün Washington'da “Aquarian Foundation of Seattle”in televizyon programlarını takip eden milyonlarca seyirci, ölümden sonra hayatın devam etmekte olduğunu bizzat görebilmektedirler.

Ruhî fotoğrafların elde edilmesinde, insan müdahalesi söz konusu değildir. Bize ruhanî şahsiyetin delillerini verenler, insana benzer tabiatta olağanüstü nitelikte olan bir başka girişimin olduğunu mantıken de kabule zorlamaktadırlar.

Ruhî fotoğrafçılık hakkında edindiğim tecrübelere göre, bir fotoğraf elde etmek için yüz sene evvel, nasıl bir seans odasına lüzum olmuşsa, bugün de aynı metodun geçerli olduğuna inanıyorum. Modern fotoğrafçılık, ruhların bu tür tezahürlerine daha da kıymet kazandırmıştır.” [1][2]

KAYNAKLAR :

Gizli İlimler Kütüphanesi
[1] Tom Patterson, "Yüzyıl Boyunca Ruh Fotoğrafçılığı", Çev. Azime Nakip, Baha Matbaası, İstanbul 1973, s. 7-19.
[2] M. Fethullah Gülen, "Varlığın Metafizik Boyutu" (RUH, MELEK, CİN VE ŞEYTANLARIN VARLIĞI VE MAHİYETLERİ), Nil Yayınları, İzmir 2008, ISBN: 9753152259, s.69-71.

Devamını Oku »

KİRLİAN FOTOĞRAFÇILIĞI



Kirlian Fotoğrafçılığı


Bay ve bayan Kirlian'ın yaptığı ilk kameranın şans eseri olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Semyon Davidoviç Kirlian bir gün elektrikli bir cihaz üzerinde çalışırken şiddetli bir elektrik çarpması geçirmişti. Günlük işlerini bırakıp evine gitti. Karısı Valentina, üzerinde çalıştığı bir fotoğraf işinde kendisine yardım etmesini istedi. 

Semyon birkaç yeni film aldı ve üzerine resim çekilmiş filmlerin yerine bunları taktı ve filmleri banyo etmesi için karısına verdi. Sonunda, filmler onları hayrete düşürdü. Negatiflerde mavi, sarı ve diğer renkler açıkça görülüyordu.

Semyon'un geçirdiği şiddetli elektrik çarpmasının onda, enerji yüklü ellerinin temasıyla yeni filmlerde bir görüntü bırakmasına yol açabilecek bazı değişikliklere neden olduğu sonucuna vardılar. Kirlian'ların, ruhun fotoğrafını çektiği söylentisi yayıldı. Bu, 1939 yılında olmuştu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması yüzünden keşif gizli tutuldu.

Kirlian Kamerası başlangıçta, bitkilerin veya onların bazı kısımlarının, özellikle yapraklarının fotoğraflarının çekilmesinde kullanıldı. Bu konuda pek çok şey yazılmıştır. Canlılık durumlarına göre çevreye yayılan auranın görülebildiği yaprak fotoğrafları, magazinlerde bile sık sık yer alıyordu. Yaprak bitkiye bağlıyken koparıldıktan hemen sonra ve epeyce zaman geçtikten sonra bu fotoğraflar çekiliyordu.

Aurada çok açık bir değişme görülüyor ve yaprak kurudukça aura yavaş yavaş kayboluyordu. Hayalet Yaprak Etkisi (Phantom Leaf Effect) olarak bilinen bu olay, medyumların öne sürdükleri iddiaları kanıtlar nitelikteydi. Çünkü medyumlar, uzuvlarından biri kesilmiş kişilerin, kesilen uzuvlarının hayaletlerini gördüklerini söylüyorlardı.
Devamını Oku »

KİRLİAN KAMERASININ YAPISI




Kirlian Kamerasının Yapısı

Türkiye'deki ilk Kirlian Fotoğraf Makinası Yorumcu yayın yönetmeni Altan Yıldız tarafından 1983 yılında gerçekleştirilmiştir. Yıldız, Semyon Davidoviç Kirlian'ın yaptığı çalışmalardan yararlanarak, çeşitli fotoğraf çekme parametreleri ayarlanabilen bir makina ile yüzlerce canlı ve cansız obje üzerinde çalışarak fotoğraflar çekmiştir. Altta gerçekleştirdiği makinanın prensip şemaları bulunmaktadır.

Kirlian Kamerası, cansız nesne veya canlı varlıkların fotoğraf görüntülerinin yüksek değerli bir elektriksel alan vasıtasıyla elde edildiği cihazdır.

Teknik bakımdan, bu görüntülerin elde edilmesinde kullanılan iki yöntem vardır.




Birinci yöntem, söz konusu nesneye kuvvetlice elektrik vermek ve ondan yayılan radyasyonun karanlıkta normal bir kamera ile fotoğrafını çekmekten ibarettir.

Kirlian kamerasının yapısı İkinci yöntemde nesneye birinci yöntemde olduğu gibi doğrudan değil de, nesnenin çok yakınına yerleştirilmiş voltajı farklı bir veya iki tane metal plakadan geçirilen yüksek gerilimli akım uygulanır. Bu metotta kamera kullanılmaz; hassas fotoğraf materyali, nesneden doğrudan doğruya görüntü alacak şekilde düzenlenir.

Birinci yöntem (en azından teorik olarak) daha kapsamlı görüntülerin elde edilmesini mümkün kılar.

İkincisi, daha düşük güçlü elektrik kullanarak çok daha fazla ayrıntının görülmesini sağlar. Bu nedenle deneycilerin çoğu güvenlik ve kullanım kolaylığı açısından birinci yöntem yerine ikincisini tercih ederler.

İkinci yöntemde kullanılan sistem yandaki şekillerde şematik olarak gösterdiğimiz gibi, sandviç biçiminde düzenlenmiş bölümlerden oluşur. Cihaz metal plakaya yüksek gerilimli elektrik uyarıları sağlayacak şekilde düzenlenmiş bir araçtır. Bu metal plakaya belli bir poz süresince yüksek gerilimli uyarı uygulanır ve daha sonra üzerine obje konulup pozlandırılmış olan fotoğraf kağıdı banyo edilir.



Kirlian kamerası prensip şeması Banyo sonucunda fotoğraf kağıdı üzerinde; renkli fotoğraflarda mavimsi menekşe rengi haleler, siyah-beyaz fotoğraflarda ise, fırça veya tüy görünümünde karakteristik bir siyahlıkta ortaya çıkmaktadır.
Devamını Oku »

AURA GÖRME TEKNİKLERİ





Aura Görme Teknikleri

Kategori: Parapsikoloji / Pşişik Yetenek Geliştirmeleri

Robert Bruce

Aura rengini görmek için kullanılan basit teknik insan aurası da dahil tüm Aura çeşitleri için aynıdır. Aynı teknik ayrıca tüm kahinliğin bir parçasıdır. Bu yüzden insan aurasını görmek için Aura renklerine bakmak çok iyi bir eğitimdir. Aura renkleri insan aurasını görmekten daha kolaydır. Aura görmek için dinlenmiş ve konsantre olmalısın aynı zamanda bir de gözlerine özel bir yöntemle odaklanmalısın. Aura'ya yukarıdan kabataslak bakılmalı ona direk bakmamalısın.



Işık

Eğitim için loş ışık olmamalı. Yumuşak (fazla parlak olmayan) ışık olmalı (normal gündüz ışığı). (Fazla parlak ışığın gözüne çarpıp görmeni engellememesi için.) En iyisi ışık senin arkandan ve üstünden gelsin. Senin görüş alanına gelen ışık Aura görmeye çalışırken seni rahatsız edecek ve Aura görmeyi zorlaştıracak. Üstünden ve arkandan gelen 100 watt ampul ışığı iyi.

1. Adım

Bir kitap al ve onu mavi veya kırmızı parlak bir kaplama ile kapla ve onu masada dik yerleştir. Ondan 2 metre veya en az 1.2 metre uzakta ol. Duvarın soluk renkte olsun. Parlak renkli duvara doğru Aura görmeye çalışma. Duvarın rengi uygun değilse arka plana uygun bir çarşaf veya kağıt yerleştir.

Notlar;

Kitap sadece renkli kağıt için bir destek.Bakacağın renkli kağıdın aurası kitabın aurası değil.Renkli kağıtla kaplanmış bir tuğla kullanmak da duvarda asılan renkli kağıt parçası ile aynı sonucu verecektir.
Mavi ve kırmızı renklerin Auraları en parlak ve görülmesi en kolay olanlar.
Rengin aurasının ton ve parlaklığı kullanılan rengin gölge ve tonuna göre değişir bu yüzden sadece parlak ana renkleri kullanın.
Bunun için herhangi bir parlak renkli cisimleri kullanabilirsiniz. (Giysi, oyuncaklar vs.)
2. Adım

Gözlerini kapat ve biraz derin nefes al ve rahatla. Sakinleştiğin zaman kitaba bak. Gözlerini herhangi bir şeye odaklama sadece kitabın biraz kenarından ve onu geçecek şekilde bak. Kabataslak bakıyormuşsun gibi fakat arkasındaki duvara odaklanma.
Cisme cismin merkezinden değil cismin kenarından bak. (2 inç kadar.)
Bu bakışını sabit tut ve gözlerini dinlendir. Yaparken gözlerini veya alnını zorlama ve germe. Konsantre ol. Yoğunlaşmaya ihtiyacın var fakat rahat ve durgun bir bakış olmalı aynı hayal ederkenki bakış gibi.

Göz Kırpmak

Gözlerini kırpman gerektiği zaman kırpabilirsin yoksa bu gözlerini yorar yakar ve sulandırır. Odağını değiştirmeden gözlerini kırp. Göz kırpmak auranın bir veya 2 saniyeliğine kaybolmasına sebep olacak fakat hemen yeniden görünecek. (Eğer sakin ve rahat odak bakışına devam edersen).



Alın Çakrasını Açma Yöntemi

Çok yorgun olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırla. Günlerce uyumadığın zaman nasıl hissettiğini ve gözlerini nasıl zorlukla açık tuttuğunu hatırla.
Yorgun gözlerini açmaya çalışmak 3. göz çakrasında güçlü bir zihinsel açmaya sebep olur. -onu uyararak-
Bu nasıl çalışır:

a- Zihinsel açma işi senin bedensel bilincini 3.göz çakrasına yöneltir.

b- Senin bedensel bilincin bedeninin bir bölümüne odaklanınca ve sen düşünce ile bu bölgeyi uyarınca bu bölgendeki enerjin kuvvetli bir şekilde harekete artacak.

c- Zihinsel olarak açma işlemi yeteri kadar uygulandıktan sonra 3. göz çakrası açılmaya başlayacaktır.

d- Bu zihinsel açma işini dinlenmişken ve bir nesneye belli bir bakış açısından bakarken uygularsan aurayı görebilirsin. (Direkt objeye bakarak değil).

Renkli kitaba geri dönelim:

Durgun ve rahat odağınla kırmızı veya mavi kaplı kitaba bakarken üste anlatılan zihinsel işlemi uygula.Vücut bilincini alın çakrasına kaydır.Bu bölgeyi zihni olarak hisset.

İpucu:

Alın çakrasını tırnağınla hafifçe eşele. Bu, beden bilincini o noktaya kaydırmaya yarar.
Göz kapaklarını kaldıran zihni komutu iptal et. Gözlerinin çok ağırlaştığını ve hayal et ve onları kapa biraz sonra yeniden aç. Hangi kasların bunu yaptığını gözlemle. Aynı kas komutunu zihinsel olarak bu bölgede uygula fakat göz kaslarının buna uymasına izin verme.
Bunu tekrar tekrar yap. Gözlerinin arkasındaki ağır karanlığı kaldırıyormuş gibi.
Zihinsel açma işine devam edersen, 3. göz çakranı uyarırsın. (Onu aktif hale gelmeye zorlarsın.) Objene devamlı rahat bakışın alın çakranı nesne tarafından gönderilen enerjiye uyarlayacak. Bu enerji beynin görüş merkezine gidecek. Böylece o görüntü resmi olarak algılanacaktır. -parlak bir renkli ışık bandı olarak-
Not: Tüm bu enerji uyarım çalışmalarının bölgesel beden bilincine bağlı olduğunu -özellikle de derideki bölgesel yüzeye- hatırla. Onları etkili yapabilmek için bu zihinsel işlemleri hissetmelisin.

İlk Auran: Rahat bir bakış ile objenin kenarından onu biraz geçecek şekilde baktığında bir süre sonra (birkaç saniye ila birkaç dakika içinde-ilk başlarda) kitabın etrafında silik bir parlama göreceksin. Sonra kitabın etrafını saran soluk ince bir ışık bandı göreceksin. Bu kitabın eterik aurası.
Biraz sonra kitap mavi ise parlak sarı Aura veya kitap kırmızı ise parlak yeşil aurayı göreceksin.
Aura'ya direk bakarsan kaybolur ona cismin kenarından ve biraz üzerinden bakmalısın. Eğer kaybolursa merak etmeyin birazdan gene görünecektir.

3. Adım

İlk adımları tamamladıktan sonra birkaç tane kitap al ve onların her birini farklı ana renklerle kapla.
Daha parlak renk; daha parlak Aura- ve görmesi daha kolay.
Bu renkli kitaplar üzerinde çalış ve gördüğün rengi not et.
Aynı anda 2 farklı kitabı incele böylece birbirlerinin Aura renklerini nasıl etkilediklerini gözlemle.
4. Adım

1- Bir saksı çiçeği veya taze çiçek al ve onların aurasını görmeye çalış. Onların etrafında göreceğin canlı Aura olacak. Çiçek ve yaprakları etrafında göreceğin Aura renklerinin etkilerini aklında tut. Bitki sapı ve yapraklar etrafında göreceğin turuncu renk tonu yeşil rengin aurasıdır. -aynı yeşil kitap gibi-

2- Canlı auralar daha incedir bu yüzden görülmesi daha zordur.

5. Adım

1- Bir ağacın aurasını gözlemle. Güneş senin arkanda olursa daha iyi olur. Sabah erken vakitler veya öğleden sonra. Eğer güneş güçlü olursa bu gözlerini rahatsız eder ve görmeni zorlaştırır.

2- Bir ağacın aurası, ağacın büyüklüğüne ve ne kadar güçlü olduğuna bağlı olarak devasa büyüklükte olabilir. Ağaçların tepesindeki aurada sanki aura yavaşça oradan etrafa yayılıyor gibi fıskiye etkisi görebilirsin. Buna neyin sebep olduğuna emin değilim ve bunu gözlemlediğim her ağaçta görmedim. Bazıları ağacın ruhu olduğunu veya ağacın içinde doğal yaşayan bir ruh olduğunu ve bunun ona sebep olduğunu söylerler.

6. Adım

Herhangi bir hayvanın aurasını o dinlenirken görmeye çalış. Hayvan Auraları insanlarınki gibi renkli değil. Hayvan auralarına bakarak onlardaki hastalık gözlemlenebilir.

7 Adım

Kendi auranı gözlemle.Kolunu ileriye uzat ve elinin aurasına bak. Ayrıca bacak ve ayaklarının aurasını incelemek için uzanabilirsin.

8. Adım

Bir insanın aurasını görmek: Kişinin boynu açık olsun. Onun direk boynuna bakma. Biraz kenarından ve onu geçecek şekilde bakmalısın. Sonra bakışını kişinin başına doğru kaydır. Burada sarı renk görebilirsin. Gördüğün zaman kişine biraz zihinsel hesap yapmasını veya zor bir şeyle düşünmesini söyle. O bunları yaptığında aura parlaklığını gözlemle.

İpucu: Bir insanın aurasının parlaklığı ne yaptığına ve nasıl hissettiğine bağlı.Eğer mutlu ve yaşam dolu hissediyorlarsa Auraları daha güçlü ve parlak olacaktır. Biraz şaka yapmayı dene.

Devamını Oku »

AURA ve BİYOENERJİ



Aura ve Biyoenerji

İnsanda değişik şekillere bürünen bir enerji realitesi bulunur; yani fiziksel, elektriksel, biyoelektriksel ve biyoenzimatik enerjiler. Bu enerji formları karşılıklı olarak birbirine dönüşmektedir.

Her canlı hücre bir şebekeye bağlıdır. Bir bakıma hiçbir hücre gerçekten bağımsız değildir. Bu şebeke sadece kan dolaşımıyla bağlantılı veya kimyasal veya biyokimyasal olmakla kalmaz, her şeyden çok sinirlerle ilgili bir şebekedir, çünkü tüm hücrelerin biyokimyası en başta sinir sistemiyle yönetilmektedir. Sonuç olarak vücudumuzda tüm organlarımızı saran ve fiziksel, kimyasal, hücresel düzeyde, motor düzeyde ve bunlara benzer şekilde değişebilen bir sinir sistemi enerjisi mevcuttur.

Akupunkturun temeli olan Çin Tıbbı kesin bir tavır alarak bu enerjinin insan bedeninde sürekli olarak tek yönlü aktığından söz eder. Bu enerji insan bedeninin sinir ağı boyunca daima akmaktadır. Dediklerine göre, kendi başına bir varlık olarak izole edilmiş halde onu asla bulamayacağımızdan dolayı bu sinirsel enerjiyi aramak zaman kaybıdır, çünkü biyoelektrik türden son derece süptil bir enerjidir. Ancak, kimyasal ve biyokimyasal değişiklikler oluşturarak varlığını hissettirir. Bununla beraber öyle görülüyor ki, insan bedeninin dış yüzünde cilt üzerinde akış yolları boyunca da kendini gösterebilir. Bu akış yollarında, elektrik akımının geçmesine karşı daima daha az direnç mevcuttur.

İnsan enerjinin yanı sıra, beyni ve fizik bedeni ile tüm olmaya şartlanmıştır ve öyle yönetilmektedir. Bedenli varlığın, hayatta kalması için ihtiyaç duyduğu bir psişe-can vardır.

Bu psişe-can aura olarak tanımlanmıştır. Fizik bedenin içini doldurup dış yüzünü de sarar. Fizik bedenimizle diğer bir canlıya yaklaşıp ona dokunduğumuzda enerjimizi de, aynı zamanda o canlı ile irtibata geçiririz. Bu durumda bir biyoenerji diğer bir biyoenerji ile temas etmiş olur ve böylece, bir enerji alışverişine yol açılır. Cansız nesnelerle temas konusunda daha çok bizim enerjimizin onlara nakli söz konusu olur.

Beyin, dolayısıyla düşüncenin aktivitesini irade ile yönlendirmek suretiyle bu enerjiyi etkilemek mümkündür. İrade olmazsa hiçbir şey yapılamaz. İrade enerjiyi yoğunlaştırıp tek bir hedefe sevk eder. Yoga ve bazı teknikler bu amaca ulaşılmasında yardımcıdır. Bu olay, aynı zamanda deneysel olarak da ispatlanabilir, yani ele aldığım ünlü Kirlian fenomeni ile. Örneğin bir mıknatıstan yayılan elektromagnetik alanları çıplak gözle görmemiz mümkün değildir, ancak demir tozlarıyla bu magnetik alanın ışıma çizgilerini takip eden harikulade şekilleri görebiliriz.

Kirlian fotoğraf tekniği de benzer bir prensiple çalışır. Normalde göremeyeceğimiz biyoenerji alanımız, özel bir elektrik alanı içine alınarak sınırları ve çeşitli ışıma şekilleriyle fotoğraf kağıdı üzerinde açıkça görünür hale getirilmektedir.

Bedenimizden yayılan enerji radyasyonunun, fotoğrafta görüldüğünden çok daha uzağa yayıldığını kabul etme eğilimindeyiz. Üstelik bu radyasyon üzerine zihinsel bazı enformasyonların da eklenmesi sonucu, sözgelimi telepati, ruhsal şifa vb. parapsikolojik olaylar daha rahat açıklanabilir ve anlaşılabilir hale gelir.
Devamını Oku »

Yukarı Git