SPİRİTÜALİZM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SPİRİTÜALİZM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Şubat 2016 Salı

ŞUUR VE RUH





Şuur ve ruh arasında nasıl bir bağ ve işleyiş vardır?



Ruh ve şuur arasındaki bağ insandır. Bu bağın işleyişini sağlayan güç ise zamandır.

Şuur insanda var olan açılmayı bekleyen bir esas, ruh ise insanın bağlı olduğu diğer bir esastır. İnsanın şuurda yükselişi ruhla olan bağlantısı sayesinde ruhu yükselterek olacaktır. İnsanın bağlı olduğu ruh, Mutlak Şuur'un ta kendisi olmakla evrime ihtiyacı bulunmayan Mutlak Ruh'un insanın mevcut şuur frekansına indirgenmiş yansımasıdır.

İnsan eylemleriyle ruhun tabi olduğu yasalara uyabilirse şuur dediğimiz esası açacak ve kendisini şuur planları içindeki ebedi yerine taşıyacaktır.

İnsan, ruh ve şuur farklı güçlerdir. İnsanın gücü ile ruhun gücünün birleştirilmesi şuurda yükselişi sağlamakta, bunun için de insanın eylemleri ile ruhsal yasalara uyması gerekmektedir. Bu mümkün olmazsa ruh azap çekmekte ve bu azap ruhsal, psikolojik ve fiziksel hastalıklar olarak aynen insana yansımaktadır. Hastalıklar ikazdır. İkaza rağmen şuurda yükselemeyen varlığı bu defa zaman tasfiye etmektedir.

          Şuur, bilgi, bilinç ve farkındalıktır. Şuur sahamız dünyevi akıl ve idraklerimizden çok daha ileri plan, sistem ve esasları içine alacak kadar geniştir. Ancak şuurun alfa boyutu ışıki karakterli üçüncü boyut dünya yaşamında bir bedene bağlı olarak devinim sahası kısıtlıdır. Bundan dolayı öz varlığımızın tezahür eden şuurun etki, tesir ve devinimi ile dünyevi varlığımızın şuurun etki, tesir ve devinimi arasındaki oran yüzde elli kadardır. Varlık bütün şuur kudretini bir beden içerisinde muhafaza altına almamıştır. Pek büyük kısmı yüksek ruhi planların, ruhi araçların, madde ötesi yüksek ihtizaz sahalarının tesirleriyle birlik halinde alakalı durumdadır.

          Nitekim dünyevi şuurumuz, müteal olan evrensel şuurumuzla tam manasıyla beslenemeyince, fillerimizin kalitesi ve yaptırım oranı, müteal şuurumuzun karesi kadar düşer. Her iki şuur halinin mümkün olduğu kadar birbirlerine yaklaşması fiillerimize ait kaderi bilgimizin, bilincimizin ve farkındalığımızın artması demektir.

          Şuur, bütün var olmuş ve olanların ve var olacak olanların genel bilgisi ve enerjisidir. Şuur her var olanı bilgi, bilinç ve farkındalığa götüren, birbirini ne kadar bilgi, bilinç ve farkındalığa götüren varsa onları da bilgi bilinç ve fakındalığa götüren ilahi kudret, enerji ve etkidir. Hepimiz görünmeyen bağlarla bu ilahi ve evrensel şuurun enerjisinden istifade eden ve ilahi ve evrensel şuurun birer uzantısı olan varlıklarız.

          Ruh ismini verdiğimiz yüksek ve yüce cevher'e gelince, ilahi ve evrensel şuurun özüne yakın derecede bağlı bulunan orijinal madde ile donanmış şuurun hususi bir adıdır.

Yaratılan her mekanizmanın, evrenin kusursuz işleyişinde algılarımızın çok ötesinde olan görevleri vardır. Bu mekanizmalar hem birbirini etkileyen hem de birbirinden ayrı kavramlar olabiliyor. Şöyle ki;  şuuru kavrayabilmemiz şuurumuzun elverdiği kadardır; ruhu kavrayabilmemiz de. Ancak her ikisinde anlamca derinleşmenin yolu da şuurlanma ile mümkün olacaktır.

Şuur ruhun içinde olduğu hâl ve yaptığı eylemler ile ilgili olarak az-çok hissedebildiği sezgilerdir. Bizlerin şuuru çok büyük miktarda maddenin tesiri altındadır.  Şuur ötesi deneyimlerde bulunmak maddenin tesirinden kopmakla mümkündür ki; o zaman şuur ruhun tüm tesirlerine açık olur. Şuur yüceliği denilen bu hâl insanlığın bugünkü şuur seviyesinin çok ilerisinde bir hâldir.

Şuurda yükselmek insanın varoluş amacıdır. Şuurda yükselmek sadece bireysel bir kurtuluş değil, bütüne yönelik bir hizmettir. Mutlak Ruh' un tekliği gereği, insanlık ya hep beraber tekâmül edecektir ya da hep beraber yok olacaktır. Yüce bilgi şöyle der; "Siz uyanırsanız uykuda olanlar da uyanma nasibine erecekler. Yani onları siz uyandıracaksınız." Ayseli.org/öğretilerden.

Bizler tek olan şuur varlığının yansımalarını kendi zihnimizde yaşayabilmekteyiz. Ruh bizlerde mevcut olan bu şuur alanı ile bizlerle iletişim kurmaktadır. Her birimizin kavramları göreceli olarak algılaması da şuurlarımızın alanlarının, dolayısıyla tekâmüllerimizin farklı olmasından kaynaklanmaktadır.

Tıpkı öz, mutlak ruh ve yüksek benlik gibi, şuur da bir olan ve kutsal bir kavramdır. Her canlı da bu büyük şuur bütününde kendi payına alabildiği kadarını almaktadır.  O' nun yüce yasası gereği,  ihtiyaç duyana ve çalışana herşeyde olduğu gibi şuurlanma yolunda da ilerlemenin önü açıktır, sonsuzdur.
Devamını Oku »

ANİMİZM (Animism.Canlıcılık)




Animizm (Animism, Canlıcılık)


Animiz, psikolojik olaylarda olduğu gibi hayatla ilgili olayları da düşünen bir rûhun yönettiğine inanan sistem (Stahl doktrini)'dir . Stahl'ın animizmi, hem mekanizme hem de vitalizme karşıdır; mekanizm, hayat olaylarını yalnız fizik-kimya olgularından ibaret sayar; vitalizm ise hayat olaylarını yarı maddî -  yarı mânevî olan, hem fizik-kimya olaylarından hem de düşünen ruhtan ayrı bir hayat ilkesiyle açıklar. Şuur ve bitkisel hayat gibi iki ayrı ilkeyi varsayan vitalistlerin çifte dinamizminin (düodinamizm) aksine animistler hem hayatla ilgili olayları hem de psikolojik olayları tek bir sebebe,düşünen veya “akıllı” bir ruha bağlarlar.(Canlıcılık) insan öldükten sonra vücudu 18 gr. hafifler. Bu 18 gramın rûh olduğu düşünülüyor. [1]

Animizm'e göre doğada sadece insanların değil; bütün varlıkların (hayvanlar, bitkiler vs.) bir canı ve rûhu vardır. Şamanlarda da bu düşünce hâkimdir. Hıristiyanlık öncesi Avrupa'da bu görüş, çok güçlüydü (hayvanlar, ağaç kültleri vb.) Aziz Francis'e göre karşı çıkan kimi Katolikler, onu Animist olmakla suçladılar. Ama sonuç olarak Kilise, bunu reddedip Fransiskenler'i onayladı. [2]

Animizm, tabiata ait olan her şeyde, şuurlu bir yaşayış bulunduğunu ileri süren doktrindir. Örneğin, ilkçağlarda Yahudiler'in gök gürültüsünü "Yahova'nın sesi" olarak adlandırmaları, Animist bir yaklaşımdır.

Animizme göre rûhlar, öbür dünyada da bu dünyanın benzeri bir hayat sürdüğünden, ölünün öbür dünyada fakir düşerek başkalarına muhtaç kalmamasını temin etmek lazımdır. O halde, ölen kimsenin eşyalarını, zengin ve kudretli ise, esir ve hizmetkarlarını da, ölüyle beraber göndermelidir. İlkeller, eşyaları da insanlar gibi canlı saydıklarından bunların ölmelerini temin etmek üzere mezara gömer, yakar veya kırarlar. Böylece ölü, öteki dünyaya birlikte götürdüğü eşyalar sayesinde rahatını temin eder.

Animizm'e göre kişinin vücûdunun bir parçası da, onun ruhûndan bir parça taşır. Kişinin gölgesi, sudaki aksi, tasvîri de onun rûhunun bir parçasını taşır; çünkü "tasvir ile gerçek aynıdır." Tek tanrılı dinlerin, özellikle [Yahudilik ve ] İslamiyet'in heykel / figür / sûret / resim yapılmasını yasaklaması, bu eski inancı ortadan kaldırmaya yönelik bir harekettir (ya da bu inancın bir sonucudur);

Tevrat

«Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın.»
Tevrat, Mısır'dan Çıkış 20:4.

«Benim yanım sıra başka ilâhlar yapmayacaksınız, altın ya da gümüş ilahlar dökmeyeceksiniz.» Tevrat, Mısır'dan Çıkış 20:23.

«Dökme putlar yapmayacaksınız.» Tevrat, Mısır'dan Çıkış 34:17.

Kurân-ı Kerîm

«İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, "Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilahları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilah yapsana" dediler. Mûsa şöyle dedi: "Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz."» Kurân-ı Kerîm, Araf, 138.

«İbrahim şöyle dedi: "Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz?" » Kurân-ı Kerîm, Saffat, 95.

Animizm'e göre insan tarafından kullanılan eşyalar da yine onun rûhuyla özdeştir. Ölümden sonra bunlar yakılarak ya da fakirlere verilerek ruhun tekrar gelerek yaşayanları rahatsız etmesi önlenir. Ölü, gömülürken şahsi eşyası -bilhassa kendi yapmış oldukları ile daimi bir surette temas halinde bulundukları- beraberce mezara konur, yakılır, kırılır ve çok nâdir olarak suya atılır veya yüksek bir yere asılır. ölü, yaşayanları büyük bir kıskançlıkla gözlemektedir. Eğer kendisine ait bir eşyanın başkası tarafından kullanıldığını görürse, derhal eşyasını kullananları öldürür. Bu yüzden ölünün diriler üzerinde herhangi bir etki yaratmaması ve dirilerin de ölüler üzerinde benzer bir sonuç meydana getirmemesi için ölen kişinin temas etmiş olduğu eşya ile katiyen temas edilmez. bunun için de bunlar türlü şekillerde yok edilirler.

Animizme göre ölü, kutsaldır. Bu yüzden, onun karşısında kutsal olmayan her türlü işi, çalışmayı durdurmak gerekir. (Bugün Anadolu'da cenaze haberi alındığında her türlü iş güç bırakılır.) Ölüm hâlinde kimi hareketler yapmak, ağlamak, sızlamak, kadınların saçlarını kesmesi, bedenlerine toprak sürmesi, bazen çok uzun süre konuşmayarak yas tutması gereklidir.

Ölüm olayı neticesinde ölünün karısı, yakınları ve eşyası pislenir. bu sebeple, bu gibi eşya ve canlılar tabudur. onlarla her ne olursa olsun temas etmemek lazımdır. Çünkü bu eşya ve canlılardaki pislik derhal temas edene geçmektedir. Dul kadınlar, kocalarının ruhlarına majik bağlarla bağlı olduklarından kimseyle evlenmelerine olanak yoktur. Her şeyden evvel bu bağın koparılması lazımdır. Bu sebeple; dul kadınlar, kendilerini bazı işlemlere tabi tutarlar. Çeşitli milletlerde görülen bugünkü matem elbiselerinin esasını, kocasının ruhunu aldatmak üzere boyalar sürünmek, deri ve kumaş parçaları örtünmek suretiyle kadınlar tarafından yapılan pratikler teşkil eylemiştir.[3]

Animizmde, ruhlar insanlar arasına karışarak ya onlara şans verir ya da delirtir ve hasta eder. Bu yüzden ölü ruhlarını yatıştırmak için onlara adaklar adamak, kurbanlar kesmek, ölmüş atalarının mezarlarına sunularda bulunmak gerekir. Rûhlar da insanlar gibi yaşamak için yemek yemek zorundadırlar. Onların dünyası, bizim dünyamızın tam tersidir. Bizim kışımız, onların yazı; bizim gecemiz, onların gündüzüdür. Bu yüzden rûhlar, bizim gecemizde ortaya çıkarlar. Geceleri mezarlık kenarlarından geçilmemesi yönündeki halk inancı da buradan kaynaklanmaktadır.[4]

İnsan, teolojik hale fetişizm ile başlamış, buna iyi ve kötü rûhları sokmuştur. Sonra çoktanrıcılığa geçmiş, daha az; ama daha kudretli rûhları işin içine katmıştır. Ardından bu tanrıları tek bir tanrıda birleştirerek tektanrıcılığa geçmiştir.

İlkel insana göre rûh, bedene veya bedenin belli parçalarına bağlıdır. Can, insanın dışına çıkabilir ama bu halde bile bedeni yönetir. Can (dış can) çalınabilir, yenebilir, geri getirilebilir, bazen yamanabilir, onarılabilir ya da yerine başkası konabilir.

Kişiliküstülük, sadece bedende değil onun attığı salgılar, saç, tırnak, sperm, idrar gibi bütün atıklarında da bulunur. Onun için bu atıkların kötü niyetli bir başkasının eline geçmemesi için herkes bunları saklar. Hatta bazen buna ayak izi bile eklenir. Kişinin gölgesi, sudaki aksi ve resmi, kişiliğine dahil nesnelerdir. Bu nedenle hemen tüm ilkel toplumlarda insanlar, resimlerinin yapılmasına karşı çıkarlar. Hatta insanın ismi bile bu listeye dâhil olabilir. Bazen giysi de kişiliğe ait sayılır.

Hayatın özü olan can, bedeni terk edince, insan ölür. Bununla beraber ruhun bedende kaldığına ve yaşayanlardan öç alabileceğine inanıldığından, cesede büyük saygı ve özen gösterilir. Ölüler, bu alemin tam tersi bir alemde yaşamaktadırlar. Buradaki her şeyin tersi, ölüler aleminde geçerlidir.

Ölülerin öbür alemde yaşadığına inanılır. Bu düşünce, hemen hemen evrenseldir. Yine bunun gibi evrensel olan bir başka düşünce ise ölülerin de öldüğüdür. Onlar için geçerli bir sonsuz hayat yoktur.

Animizmin başlangıcı, ruhun öldükten sonra varolduğu düşüncesidir. Böylece ruh, insanların etrafında dolaşan, onlara müdahale eden doğaüstü bir hal alır. O zaman bu ruha adaklar adamak, dualar etmek, kurbanlar kesmek eylemleri başlar ki bunlar dinin temel öğelerindendir. Zamanla sadece insanın değil, hayvanların ve bitkilerin de rûhları olduğuna, bunların da insanları iyi-kötü yolda etkilediğine inanılarak, bunlara da tapılmaya başlanmıştır. Böylece, önce atalarının ruhlarına tapan insanlar, daha sonra doğaya tapmaya başlamışlardır. Her nesnede ruh olduğuna inanılmasıyla, insanlarda canlı-cansız ayrımı kalkar.

Bu dinin mistik yanını Levy-Bruhl şöyle anlatıyor: "İlkel zihniyetin müşterek tezahürlerinde nesneler, varlıklar, olaylar, bizim için anlaşılmaz bir şekilde hem kendileri, hem kendilerinden başka şey olabilirler. Yine aynı anlaşılmaz şekilde bir takım kuvvetler, meziyetler, mistik hareketler neşreder veya alırlar ki bunlar oldukları yerde kalmaya devam etmekle beraber, kendilerini yine de bulundukları yerin dışında hissettirirler."

Maddi alemin dışında, manâ alemi düşüncesini geliştirmişlerdir ki mistik yan budur. Bu insanların ibadetlerinin amacı; manâ ile temasa hazırlıksız oldukları zaman, kendilerini ondan korumak ya da hazır oldukları zaman manânın daha fazlasını benliklerinde tutmaktır.

Rahip, manâya tamamen sahip olan kişidir ve bunu istediği gibi kullanabilir. Tapınak ise manânın büyük miktarda toplandığı yerdir.

Mistik kuvvetler, doğada da vardır ve insan bunlara hakim olabilir: Bir takım sözler söyleyip, danslar edip, değişik karışımlar oluşturarak ya da bazı ufak heykelcikler yaparak. işte büyü buradan doğmuştur.

Salomon Reinachia göre büyü, Animizm'in tekniği ve stratejisidir. bazı nesnelerde büyülü bir kuvvet vardır; felaketi kovar ve mutluluk getirirler. Büyünün iyi tarafı (rahipler yapar) ve kötü tarafı vardır (büyücüler yapar).

Bu inanışa göre, resmin, heykelin, dansın, müziğin, bütün güzel sanatların ana kaynağı doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Animizmidir. [5]
Çocuklukta Animizm Devresi

Animizm için eğitim ve psikoloji sözlükleri, "çocuğun çevresindeki eşyaları canlı saydığı dönemdir." diye söz ederler. Zihnî inkişâfın başlamasıyla, animizm dönemi de başlamış demektir.

Animizm dönemindeki çocuk, etrafındaki varlıklara; güneşe, suya, evlere hatta çakıl taşlarına bile hiç fark gözetmeden canlı ve şuurlu varlıklar gözüyle bakar. Çevresindeki varlıkları canlı veya cansız olarak ayıramadığı için oyuncaklarıyla konuşur, bebeklerine isimler takar, odadaki veya bahçedeki her şeyi kendi isteğine göre birer şahıs olarak tahayyül eder; bazen de başını çarptığı masayı, "pis masa!" diyerek tekmeler.

"Beş yaşındaki kız çocuğu çemberini çevirirken birden durur ve annesine şöyle der: `Sanıyorum bu çember canlı; çünkü nereye istersem oraya gidiyor!' İki yaşındaki bir çocuk ise, parmaklarını güneşe doğru tuttuktan sonra, kırmızı renkte gördüğü parmakları için, `Güneş parmaklarımı kanatıyor!' demiştir. Bir başka oğlan çocûğu da yağmurlu bir günde, garajdaki otomobili, `Yağmur yağdığı için garajda uyuyor' diye düşünür."

Yukarıdaki ifâdeler, çocuk animizminin bilinen örnekleridir. Üç yaşındaki bir kız çocuğu, "Evler, niçin yürümüyor?" diye rahatlıkla sorabilir; çünkü ona göre ev, kendisini barındıran canlı bir varlıktır.

Araştırmalara göre çocuklar, bir suçun kötü bir tesâdüften doğan bir olayla cezalandırılmış olduğuna inanmaktadır. Meselâ köprü, altından kaçmakta olan bir hırsızın üstüne çöker. Çocuklara göre bu inanç, orada kendiliğinden var olan adaletin tezahürüdür. Piaget, buna çocuğun animizmi gözüyle bakmaktadır.

Jacquin'e göre, egosantrizmin, animizmle aşağı yukarı aynı zamanda görünen bir başka sonucu da Artifisializm'dir. Buna göre çocuk, her varlığa bir sanat eseri olarak yapılmış gözüyle bakmaktadır. Ona göre, ırmakların yatağını kazan, güneşi ileri doğru iten, rüzgârı estiren çok büyük bir insandır.

Piaget ise Artifisializm'i, "Tabiatın bir insan tarafından yapıldığını veya insan tekniğine benzer yolla kendi kendini meydana getirdiğini düşünmek" şeklinde anlamaktadır. Piaget'nin anlatımıyla, Bovet'nin bir eserinden konuyla ilgili ifadeleri aynen aktarıyoruz.

"Çocuğun kendine vergi bir çok fikirleri vardı. Yeryüzünün düz, güneşin de ateşten bir top olduğunu zannediyordu. İlk olarak birçok güneşin var olduğunu, her gün bunlardan bir tanesinin doğduğunu düşünüyor, nasıl doğup battıklarını anlayamıyordu. Bir akşam tesadüfen çocukların iple bağlı yağlanmış ve ateşlenmiş yumakları havaya atıp çektiklerini gördü. Yine aklına güneş geldi; güneşin de aynı şekilde havaya atılıp çekildiğini düşündü. Fakat hangi kuvvet yapıyordu bu işi? Büyük, kuvvetli bir adamın San-Fransisko'yu çevreleyen tepelerin arkasında gizlendiğini farz etti. Güneş bu adamın oyuncağı idi; adam her sabah onu göklere fırlatıp akşamları çekmekten hoşlanıyordu."

Piaget, bundan sonraki ifadelerinde, çocuğun gökte büyük ve kuvvetli bir adam olarak tasavvur ettiği varlığı, sonradan Tanrı olarak kabul ettiğini belirtmektedir. Aynı şekilde Jacquin, çocuğun içinde yaşadığı çevre, onun zihnine çok güçlü bir Allah fikrini yerleştirmese bile çocuk, bu Artifisialist düşüncesiyle her şeyin bir yaratıcısı ve yöneticisi olduğunun farkına varacağını ifade etmektedir. [6]


KAYNAK :Gizli İlimler Kütüphanesi
Devamını Oku »

NEO - SPİRİTÜALİZM İLKELERİ




Neo-Spiritüalizm İlkeleri


           Dr.Bedri Ruhselman Batıda yeşermiş olan klasik spiritüalizmi ele almış, geliştirmiş ve insanlık ufkunu sonsuzluğa yönelterek Neo-Spiritüalizm anlayışını doktriner tarzda insanlığa sunmuştur. Neo-Spiritüalizmin belli başlı ilkeleri şunlardır:

           1- Bütün yaratılmış olanları var eden, yaratan Allah'tır. Yaradan, her dilde başka isimle anılmış ve herkesin görecelik anlayışına göre kimlik almıştır.

           2- Allah'ın vücut verdiği yaratıklar bizim idrak alanımıza girmeyecek kadar sonsuzluk içinde yayılıp gider ve bu sebeple onlar bizim için ezeli ve ebedidir.

           3- Allah'a hiçbir kimlik yakıştırılamaz. Çünkü O, Mutlak'tır. Yaratıklar ise görecelidir. Mutlak sözcüğünden çıkardığımız anlam; hiçbir şeyle, hiçbir şekilde karşılaştırılması söz konusu olmayandır. Bu nedenle Neo-Spiritüalist bir görüşle; Allah hakkında, büyüklük, küçüklük, iyilik, fenalık, bilicilik, bilmeyicilik gibi her zaman zıtlarıyla karşılaştırılan eksik sıfatların hiçbirinin söz konusu olmayacağına inanmış bulunuyoruz. Bizim O'nu anlamaktaki bu güçsüzlüğümüz O'nun Mutlak değerini ne büyültür, ne de küçültür. Bundan da bize ne bir mükâfat ne de bir ceza gelir.

           4- Yaratılış, bizim düşünme ve duygulanma yeteneğimizin dışında kalır. "Yoktan var olmak" sözü, bizim hiçbir zaman anlayamayacağımız anlamları içerir. Biz, yokluğu hiçbir zaman idrak edemeyiz ki, ondan var olma halini düşünüp, duyabilelim!

           5- Demek ki, Allah bizce söz konusu olmayacak şekilde ruhları yaratmıştır, onlara vücut vermiştir, gibi çok eksik ve kusurlu bir ifadeden başka herhangi bir söz söyleyemeyiz.

           6- Ruh, tesirlilik gücüne sahip şuurlu bir varlık olmakla beraber; onda toplanmış olan bütün nitelikler bizim bildiklerimiz ve anlayabildiklerimizle sınırlı değildir. Ruhun becerileri madde evrenindeki maddesel bağları oranında kararmış ve gözden kaybolmuş durumdadır.

           7- Ruhlar madde evreninde tekâmül ettikçe, yani görgü ve deneyimleriyle maddeler üzerindeki tesirlilik kudretlerini kullanabilme imkânlarını genişlettikçe kendilerinde saklı bulunan yüksek becerileri yavaş yavaş ve artan bir şekilde gelişme ortamı bulur ve o oranda maddesel tutsaklıktan kurtulur.

           8- Ruhların tekâmülü zorunludur. Çünkü onların maddelere bağlanmalarının amacı, kendilerinde saklı bulunan, maddelerle ilgili bütün becerilerinin yavaş yavaş ve yükselen bir şekilde gelişmesiyle tesirlilik kudretlerini maddesel evrende de özgür olarak gösterecek bir duruma gelmektir.

           9- Tekâmül, ruhların, ancak maddesel evrenle olan ilişkileri bakımından söz konusudur. Daha doğrusu tekâmül, doğa kanunları gereğince ebedi olması gereken ruh ile madde arasındaki ilişkilerin yine doğa yasalarına her noktada uygun bir durumda gelişmiş olmasıdır. Bu nedenle biz madde evreniyle olan ilişkileri dışında ruhun hiçbir varlığını, hiçbir etkinliğini nasıl idrak edemiyorsak, onun ebedi sonlarından da söz edemeyiz. Bu nedenle, onun maddesel evren dışındaki tekâmülü de bizce söz konusu olamaz. O halde ruhların tekâmülü demek, onların maddelerle olan ilişkilerinin tekâmülü demektir.

           10- Demek ruhlar görgü ve deneyimlerini artırmak için maddesel evrene zorunlu olarak bağlanırlar. Bu durumu zorunlu kılan İlahi Yasalar, daha doğrusu bu yasaların gereklerine susamış ruhun kendi oluş halidir. Bu durumda, ruhların maddelere bağlanması bir neden değil, sonuçtur ve bu sonuç ruhları tekâmül amacına ulaştırıcı bir araçtır. İşte Neo-Spiritüalizm düşüncesi; klasik deneysel ruhçuluk izleyicilerinin birçoğundan, birçok skolastik felsefe düşüncesi sahiplerinden ve özellikle eski Hindistan’dan, Budizm’den kaynağını alan birçok dinsel ve felsefi anlayışlardan bu şekilde ayrılır.

           11- Yaratıkların göreceli oluşu ve meydana gelmiş olması onların yönetilmesi zorunluluğunu sonucunu verir. Yönetim bir düzene bağlıdır. Düzen de birtakım yasalarla disiplin altına alınmıştır. Yasasız düzen ve düzensiz yönetim olmaz. Yaratıkların düzeni, doğa yasaları adıyla anmaya alıştığımız ilahi Yasalarla sağlanır. Bu yasaların belirledikleri düzen, görecelidir. Bu durum onların, göreceli değerde olan şuurlu etkileyiciler tarafından uygulanma alanlarına çıkarılmasını gerektirir. Çünkü kesinlikle hiçbir göreceli varlığın Mutlak'la karşılaştırılamayacağı bilinir.
           Evren, İlahi Yasalar içinde ruhlar tarafından yönetilir ve ruhların da bu işi başarabilecek durumlara gelmeye çaba göstermesi, bu halin doğurduğu zorunluluklardan biri olur. Demek ki ruhlar, tekâmül dereceleri oranında evreni yönetecek durumlara gelirler. Öte yandan evreni yönetmenin sonu olmadığı gibi ruhların tekâmüllerinin de sonu yoktur.

           12- Yeni Ruhçuluk anlayışına göre; bu sonsuzluk birtakım mistik ve dogmatik kaynakların inandığı gibi bizi, ruhların bir gün Allah olacakları ya da herhangi bir şekilde Allah ile ilişkide bulunabilecekleri düşüncesine hiçbir zaman götürmez.

           13- Ruhun tekâmülü madde evreniyle olan ilişkilerin gelişmesine ait olunca bu ilişkilerin ebediyet içinde kesilmemesi gerekecektir. Çünkü bu ilişkiler, tamamlamış olmak, İlahi Yasaları tam olarak uygulayabilir bir duruma gelmek demektir.

           14- Ruhların madde evreni içindeki tekâmülleri için ruhlar, maddelerin en ilkel hallerinden en gelişmiş hallerine kadar sıralanmış bütün âlemlerinde kendi ihtiyaçlarına göre bir süre yaşarlar. Böylece onlar her maddesel durumda, her maddesel aşamada ve her maddesel gereklilikte yoğrularak yuvarlanarak görgü ve deneyimlerini artırmak imkânını bulurlar.

           15- Üç buutlu âlemimiz, sonsuz madde evrenimizin oldukça geri bir aşamasıdır. Böyle olmakla beraber bu ilkel aşama bile bize, bir ebediyet kadar uzun görünen zaman içindeki sonsuz maddesel oluş imkânlarını sunar. Bu âlemde birçok dünyalar vardır ve her bir dünya, henüz o dünyada görgü ve deneyimini tamamlamamış bir ruh için bir dev kadar büyüktür.

           16- Üç buutlu âlemin dünyaları aynı doğal şartlara bağlı değildir. Bunlar birbirinden çok farklı değişikliklerle ayrılır.

           17- Her grupta tekâmül eden ruhlar, o gruptaki dünyaların gereklerine ve zorunluluklarına uygun aynı amaca yönelik başka bir tekâmül yolu izlerler. Bir ruhun üç boyutlu evrendeki tekâmülünü tamamlayabilmesi için bütün bu dünya gruplarındaki tekâmül yollarından geçmesi şart değildir.

           18- Evrende her yer iskân edilmiştir. Her yerde, o yerin gereklerine, oluş şartlarına ve doğal yasalarına uygun şekilde tekâmül eden ruhlar vardır. Maddesel evrende, maddesel zerreden arınmış boş bir yer yoktur. Ruhların etkilerinden uzak bir tek zerre de yoktur.

           19- Gruplanmış olan bütün bu sayısız tekâmül aşamalarını, çeşitli âlemlerde tamamladıktan sonra; üç buutlu âlemde, ruhlar işlerini bitirmiş ve oralardaki maddesel olaylara egemen bir duruma gelmiş olurlar. Bu andan başlayarak, ayrı ayrı yollardan gelen ruhlar sembolik bir ifadeyle dört buutlu dediğimiz daha yüksek ve esaslı değişimler geçirmiş maddesel sıralamadaki bir âleme girerler. Bu âlemde yine sonsuz olan ayrı ayrı tekâmül imkânları içindeki iradeleriyle ve ihtiyaçlarına göre, belki tekrar ayrılacak olan yollarına devam etmek üzere birleşirler.

           20- Dünyamızın içinde bulunduğu tekâmül grubu öteki dünyalar arasındaki oldukça geri bir aşamayı oluşturur.

           21- Tekrar doğuş sürecinde izlenen amaç; ruhların dünyadaki herhangi bir madde oluşumuna ait gereklerde fiilen yaşadıktan sonra, daha yüksek düzendeki madde gereklerinde de yaşamaya kendilerini hazırlamalarıdır.

           22- Bu durumda, bazı klasik düşünce sahiplerinin kabul ettikleri tenasüh fikri klasik deneysel ruhçuluk anlayışında olduğu gibi Neo-Spiritüalizm anlayışına göre de kabule uygun değildir.

           23- Bir hayatta şuurlu ya da şuursuz her ruh varlığının yapmakla yükümlü olduğu, kendi ihtiyaçlarına göre belirlenmiş birtakım işleri vardır. Burada varlıkların şuurlu ya da şuursuz olması, bu işlerin değerini gerekliliğini ve sonuçlarını ne azaltır, ne çoğaltır; ne de ortadan kaldırır. Bütün varlıklar Nedensellik Yasası içinde birbiriyle ilintili hayat şartlarına bağlı olarak dünyaya tekrar tekrar gelip giderek yükselirler.

           24- Nedensellik Yasası'nı tanımış olan ruh, tekâmül yolundaki adımlarını daha önceki aşamalarda olduğundan daha çok hızlandırır. Bu döneme girdikten sonra ruhun öteki gizli becerileri daha hızlı olarak ve daha güvenle gelişmeye başlar. Çünkü Nedensellik Yasası'nı anlamış ve kabul etmiş olan ruh, doğa yasalarına ayak uydurmak için daha büyük çabalar harcar. Bu çabalar, onun İlahi Yasaların uygulanmasıyla vazifeli ajanlar sırasında geçmek yolundaki yürüyüşünü hızlandırır. Bu da, İlahi Yasaların gereğidir.
           Demek ki, İnsan, Nedensellik Yasası'nın anlamını ne kadar iyi kavrayabilmiş ve onun gereklerini ne kadar yerinde uygulayabilecek bir duruma gelmiş ise, o kadar yüksek düzeyli bir insan halini alır, o kadar güçlü bir varlık olur ve sonunda, ebedi yükselişinde adımlarını o kadar fazla hızlandırmış ve kolaylaştırmış olur.

           25- İnsanın bir hayatta deneyimlerini başarıyla tamamlayabilmesi; "bütün fiil ve hareketlerini uygulama yasalarına uydurmuş olmak" formülü ile gösterilebilir.

           26- Doğa Yasalarına uyup uymamanın ölçüsü vicdandır. Herhangi bir fiil ve hareket karşısında vicdanımızda duyduğumuz en hafif bir burkulmadan, en acı ve keskin sızılara kadar olan her duygu, bize doğa yasalarından ayrılmak girişiminde bulunduğumuzu hatırlatır.

           27- Dünyadaki deneyden amaç, maddelerden tiksinmek ve olaylardan kaçarak, yalıtılmış hayata girmek değildir. Bunun aksine, maddeleri amaç olarak kabul edip onların geçici olaylarına tapmak da değildir. Hem birinci, hem de ikinci yollar aynı derecede sakattır. Bunlar, dünyaya gelmekteki amaçları incitir ve başarısızlık etkenlerini hazırlar.
           Dünyalardaki maddeler tekâmülün araçlarıdır. Bu bakımdan, onlara bağlanmak ve onların doğurduğu olaylardan kendimizi uzaklaştırmamak zorundayız. Fakat maddeler tekâmülün amacı değildir. Bu da onlara ancak belirli amaçlar uğrunda ve o amaçların gerçekleşmesi için bağlanmamız gerektiğini gösterir. Bu amaçlar gerçekleşince maddelere olan bağlılıklar hemen kendi kendine çözülür ve çözülmelidir. İşte bu gerçeği duyarak anlayabildiğimiz oranda yükseldiğimizi idrak etmiş oluruz.

           28- Doğru yolu bulmak, iyi insan olmak, tecrübelerimizi dünyada başarıyla bitirmek; özetle, tekâmül etmek için, hiçbir ahlak hocasına gerek yoktur. Bir ruh hakkında hoş görülebilir olan az çok kötü bir hareket, diğer bir ruh hakkında en ağır sorumlulukları düşündürebilir. Bunu da dışarıdan kimse belirleyemez. Herhangi bir ruhun ihtiyacı karşısında verilen öğütler, başka bir ruhun ihtiyaçlarına yeterli olmaz ve ona yarar sağlamaz. İnsanın ahlak hocası dışında değil, kendi içindedir.
           O ne büyük bir saadettir ve ne büyük bir kazançtır ki, her insanın rehberi ve kurtarıcısı kendisinden asla ayrılmayan ve ebediyet içinde kendisine eşlik eden en yakın ve en emin bir yerdedir. Yani kendisindedir. (Ruh ve Kâinat, Dr.Bedri Ruhselman)
Devamını Oku »

NEO - SPİRİTÜALİZM NEDİR ?




Neo-Spiritüalizm Nedir?


Spiritüalizm geniş anlamda tinselcilik (ruhçuluk) anlamında olup, ruhani tüm konuları kapsar. Dr.Bedri Ruhselman Batıda yeşermiş olan klasik spiritüalizmi ele almış, geliştirmiş ve insanlık ufkunu sonsuzluğa yönelterek Neo-Spiritüalizm anlayışını doktriner tarzda insanlığa sunmuştur. Neo-Spiritüalizmin belli başlı ilkeleri şunlardır:

- Bütün yaratılmış olanları var eden, yaratan Allah'tır. Yaradan, her dilde başka isimle anılmış ve herkesin görecelik anlayışına göre kimlik   almıştır.

- Allah'ın vücut verdiği yaratıklar bizim idrak alanımıza girmeyecek kadar sonsuzluk içinde yayılıp gider ve bu sebeple onlar bizim için ezeli ve ebedidir.

-Allah'a hiçbir kimlik yakıştırılamaz. Çünkü O, Mutlak'tır. Yaratıklar ise görecelidir. Mutlak sözcüğünden çıkardığımıznanlam; hiçbir şeyle, hiçbir şekilde karşılaştırılması söz konusu olmayandır.

Bu nedenle Neo-Spiritüalist bir görüşle; -Allah hakkında, büyüklük, küçüklük, iyilik, fenalık, bilicilik, bilmeyicilik gibi her zaman zıtlarıyla karşılaştırılan eksik sıfatların hiçbirinin söz konusu olmayacağına inanmış bulunuyoruz. Bizim O'nu anlamaktaki bu güçsüzlüğümüz O'nun Mutlak değerini ne büyültür, ne de küçültür. Bundan da bize ne bir mükâfat ne de bir ceza gelir.

-Yaratılış, bizim düşünme ve duygulanma yeteneğimizin dışında kalır. "Yoktan var olmak" sözü, bizim hiçbir zaman anlayamayacağımız anlamları içerir. Biz, yokluğu hiçbir zaman idrak edemeyiz ki, ondan var olma halini düşünüp, duyabilelim!

-Demek ki, Allah bizce söz konusu olmayacak şekilde ruhları yaratmıştır, onlara vücut vermiştir, gibi çok eksik ve kusurlu bir ifadeden başka herhangi bir söz söyleyemeyiz.

-Ruh, tesirlilik gücüne sahip şuurlu bir varlık olmakla beraber; onda toplanmış olan bütün nitelikler bizim bildiklerimiz ve anlayabildiklerimizle sınırlı değildir. Ruhun becerileri madde evrenindeki maddesel bağları oranında kararmış ve gözden kaybolmuş durumdadır.

-Ruhlar madde evreninde tekâmül ettikçe, yani görgü ve deneyimleriyle maddeler üzerindeki tesirlilik kudretlerini kullanabilme imkânlarını genişlettikçe kendilerinde saklı bulunan yüksek becerileri yavaş yavaş ve artan bir şekilde gelişme ortamı bulur ve o oranda maddesel tutsaklıktan kurtulur.

-Ruhların tekâmülü zorunludur. Çünkü onların maddelere bağlanmalarının amacı, kendilerinde saklı bulunan, maddelerle ilgili bütün becerilerinin yavaş yavaş ve yükselen bir şekilde gelişmesiyle tesirlilik kudretlerini maddesel evrende de özgür olarak gösterecek bir duruma gelmektir.

-Tekâmül, ruhların, ancak maddesel evrenle olan ilişkileri bakımından söz konusudur. Daha doğrusu tekâmül, doğa kanunları gereğince ebedi olması gereken ruh ile madde arasındaki ilişkilerin yine doğa yasalarına her noktada uygun bir durumda gelişmiş olmasıdır. Bu nedenle biz madde evreniyle olan ilişkileri dışında ruhun hiçbir varlığını, hiçbir etkinliğini nasıl idrak edemiyorsak, onun ebedi sonlarından da söz edemeyiz. Bu nedenle, onun maddesel evren dışındaki tekâmülü de bizce söz konusu olamaz. O halde ruhların tekâmülü demek, onların maddelerle olan ilişkilerinin tekâmülü demektir.

-Demek ruhlar görgü ve deneyimlerini artırmak için maddesel evrene zorunlu olarak bağlanırlar. Bu durumu zorunlu kılan İlahi Yasalar, daha doğrusu bu yasaların gereklerine susamış ruhun kendi oluş halidir. Bu durumda, ruhların maddelere bağlanması bir neden değil, sonuçtur ve bu sonuç ruhları tekâmül amacına ulaştırıcı bir araçtır. İşte Neo-Spiritüalizm düşüncesi; klasik deneysel ruhçuluk izleyicilerinin birçoğundan, birçok skolastik felsefe düşüncesi sahiplerinden ve özellikle eski Hindistan’dan, Budizm’den kaynağını alan birçok dinsel ve felsefi anlayışlardan bu şekilde ayrılır.

-Yaratıkların göreceli oluşu ve meydana gelmiş olması onların yönetilmesi zorunluluğunu sonucunu verir. Yönetim bir düzene bağlıdır. Düzen de birtakım yasalarla disiplin altına alınmıştır. Yasasız düzen ve düzensiz yönetim olmaz. Yaratıkların düzeni, doğa yasaları adıyla anmaya alıştığımız ilahi Yasalarla sağlanır. Bu yasaların belirledikleri düzen, görecelidir. Bu durum onların, göreceli değerde olan şuurlu           etkileyiciler tarafından uygulanma alanlarına çıkarılmasını gerektirir. Çünkü kesinlikle hiçbir göreceli varlığın Mutlak'la karşılaştırılamayacağı bilinir.

-Evren, İlahi Yasalar içinde ruhlar tarafından yönetilir ve ruhların da bu işi başarabilecek durumlara gelmeye çaba göstermesi, bu halin doğurduğu zorunluluklardan biri olur. Demek ki ruhlar, tekâmül dereceleri oranında evreni yönetecek durumlara gelirler. Öte yandan evreni yönetmenin sonu olmadığı gibi ruhların tekâmüllerinin de sonu yoktur.

-Yeni Ruhçuluk anlayışına göre; bu sonsuzluk birtakım mistik ve dogmatik kaynakların inandığı gibi bizi, ruhların bir gün Allah olacakları ya da herhangi bir şekilde Allah ile ilişkide bulunabilecekleri düşüncesine hiçbir zaman götürmez.

-Ruhun tekâmülü madde evreniyle olan ilişkilerin gelişmesine ait olunca bu ilişkilerin ebediyet içinde kesilmemesi gerekecektir. Çünkü bu ilişkiler, tamamlamış olmak, İlahi Yasaları tam olarak uygulayabilir bir duruma gelmek demektir.

-Ruhların madde evreni içindeki tekâmülleri için ruhlar, maddelerin en ilkel hallerinden en gelişmiş hallerine kadar sıralanmış bütün âlemlerinde kendi ihtiyaçlarına göre bir süre yaşarlar. Böylece onlar her maddesel durumda, her maddesel aşamada ve her maddesel gereklilikte yoğrularak yuvarlanarak görgü ve deneyimlerini artırmak imkânını bulurlar.

-Üç buutlu âlemimiz, sonsuz madde evrenimizin oldukça geri bir aşamasıdır. Böyle olmakla beraber bu ilkel aşama bile bize, bir ebediyet kadar uzun görünen zaman içindeki sonsuz maddesel oluş imkânlarını sunar. Bu âlemde birçok dünyalar vardır ve her bir dünya, henüz o dünyada görgü ve deneyimini tamamlamamış bir ruh için bir dev kadar büyüktür.

-Üç buutlu âlemin dünyaları aynı doğal şartlara bağlı değildir. Bunlar birbirinden çok farklı değişikliklerle ayrılır.

-Her grupta tekâmül eden ruhlar, o gruptaki dünyaların gereklerine ve zorunluluklarına uygun aynı amaca yönelik başka bir tekâmül yolu izlerler. Bir ruhun üç boyutlu evrendeki tekâmülünü tamamlayabilmesi için bütün bu dünya gruplarındaki tekâmül yollarından geçmesi şart değildir.

-Evrende her yer iskân edilmiştir. Her yerde, o yerin gereklerine, oluş şartlarına ve doğal yasalarına uygun şekilde tekâmül eden ruhlar vardır. Maddesel evrende, maddesel zerreden arınmış boş bir yer yoktur. Ruhların etkilerinden uzak bir tek zerre de yoktur.

-Gruplanmış olan bütün bu sayısız tekâmül aşamalarını, çeşitli âlemlerde tamamladıktan sonra; üç buutlu âlemde, ruhlar işlerini bitirmiş ve oralardaki maddesel olaylara egemen bir duruma gelmiş olurlar. Bu andan başlayarak, ayrı ayrı yollardan gelen ruhlar sembolik bir ifadeyle dört buutlu dediğimiz daha yüksek ve esaslı değişimler geçirmiş maddesel sıralamadaki bir âleme girerler. Bu âlemde yine sonsuz olan ayrı ayrı tekâmül imkânları içindeki iradeleriyle ve ihtiyaçlarına göre, belki tekrar ayrılacak olan yollarına devam etmek üzere birleşirler.
-Dünyamızın içinde bulunduğu tekâmül grubu öteki dünyalar arasındaki oldukça geri bir aşamayı oluşturur.

-Tekrar doğuş sürecinde izlenen amaç; ruhların dünyadaki herhangi bir madde oluşumuna ait gereklerde fiilen yaşadıktan sonra, daha yüksek düzendeki madde gereklerinde de yaşamaya kendilerini hazırlamalarıdır.
-Bu durumda, bazı klasik düşünce sahiplerinin kabul ettikleri tenasüh fikri klasik deneysel ruhçuluk anlayışında olduğu gibi Neo-Spiritüalizm anlayışına göre de kabule uygun değildir.

-Bir hayatta şuurlu ya da şuursuz her ruh varlığının yapmakla yükümlü olduğu, kendi ihtiyaçlarına göre belirlenmiş birtakım işleri vardır. Burada varlıkların şuurlu ya da şuursuz olması, bu işlerin değerini gerekliliğini ve sonuçlarını ne azaltır, ne çoğaltır; ne de ortadan kaldırır. Bütün varlıklar Nedensellik Yasası içinde birbiriyle ilintili hayat şartlarına bağlı olarak dünyaya tekrar tekrar gelip giderek yükselirler.

-Nedensellik Yasası'nı tanımış olan ruh, tekâmül yolundaki adımlarını daha önceki aşamalarda olduğundan daha çok hızlandırır. Bu döneme girdikten sonra ruhun öteki gizli becerileri daha hızlı olarak ve daha güvenle gelişmeye başlar. Çünkü Nedensellik Yasası'nı anlamış ve kabul etmiş olan ruh, doğa yasalarına ayak uydurmak için daha büyük çabalar harcar. Bu çabalar, onun İlahi Yasaların uygulanmasıyla vazifeli ajanlar sırasında geçmek yolundaki yürüyüşünü hızlandırır. Bu da, İlahi Yasaların gereğidir. Demek ki, İnsan, Nedensellik Yasası'nın anlamını ne kadar iyi kavrayabilmiş ve onun gereklerini ne kadar yerinde uygulayabilecek bir duruma gelmiş ise, o kadar yüksek düzeyli bir insan halini alır, o kadar güçlü bir varlık olur ve sonunda, ebedi yükselişinde adımlarını o kadar fazla hızlandırmış ve kolaylaştırmış olur.

-İnsanın bir hayatta deneyimlerini başarıyla tamamlayabilmesi; "bütün fiil ve hareketlerini uygulama yasalarına uydurmuş olmak" formülü ile gösterilebilir.

-Doğa Yasalarına uyup uymamanın ölçüsü vicdandır. Herhangi bir fiil ve hareket karşısında vicdanımızda duyduğumuz en hafif bir burkulmadan, en acı ve keskin sızılara kadar olan her duygu, bize doğa yasalarından ayrılmak girişiminde bulunduğumuzu hatırlatır.

-Dünyadaki deneyden amaç, maddelerden tiksinmek ve olaylardan kaçarak, yalıtılmış hayata girmek değildir. Bunun aksine, maddeleri amaç olarak kabul edip onların geçici olaylarına tapmak da değildir. Hem birinci, hem de ikinci yollar aynı derecede sakattır. Bunlar, dünyaya gelmekteki amaçları incitir ve başarısızlık etkenlerini hazırlar.

-Dünyalardaki maddeler tekâmülün araçlarıdır. Bu bakımdan, onlara bağlanmak ve onların doğurduğu olaylardan kendimizi uzaklaştırmamak zorundayız. Fakat maddeler tekâmülün amacı değildir. Bu da onlara ancak belirli amaçlar uğrunda ve o amaçların gerçekleşmesi için bağlanmamız gerektiğini gösterir. Bu amaçlar gerçekleşince maddelere olan bağlılıklar hemen kendi kendine çözülür ve çözülmelidir. İşte bu gerçeği duyarak anlayabildiğimiz oranda yükseldiğimizi idrak etmiş oluruz.

-Doğru yolu bulmak, iyi insan olmak, tecrübelerimizi dünyada başarıyla bitirmek; özetle, tekâmül etmek için, hiçbir ahlak hocasına gerek yoktur. Bir ruh hakkında hoş görülebilir olan az çok kötü bir hareket, diğer bir ruh hakkında en ağır sorumlulukları düşündürebilir. Bunu da dışarıdan kimse belirleyemez. Herhangi bir ruhun ihtiyacı karşısında verilen öğütler, başka bir ruhun ihtiyaçlarına yeterli olmaz ve ona yarar sağlamaz. İnsanın ahlak hocası dışında değil, kendi içindedir.


O ne büyük bir saadettir ve ne büyük bir kazançtır ki, her insanın rehberi ve kurtarıcısı kendisinden asla ayrılmayan ve ebediyet içinde kendisine eşlik eden en yakın ve en emin bir yerdedir. Yani kendisindedir.



 KAYNAKLAR :
 astroset
 vikipedia
 Bedri Ruhselman-İlahi Nizam ve Kainat
 Mehmet Temizel- Ruh ve Dünya
 dostsite.orgm
Devamını Oku »

ALAN KARDEC (Hippolyte Leon Denizard Rivail ) KİMNDİR ?




Alan Kardec Kimdir?


Allan Kardec (d. 3 Kasım 1804 - ö. 31 Mart 1869), Fransız yazar, Deneysel Spiritüalizm'in kurucusu.
Asıl adı Hippolyte Leon Denizard Rivail olan Kardec, 3 Kasım 1804’te, Lyon’da, çok sayıda seçkin avukat ve hakim çıkarmış hukukçu bir aileden dünyaya geldi. Lyon’da başladığı öğrenimini Verdun’da (İsviçre’de) tanınmıştır.


Prof. Pesalozzi’nin öğrencisi olarak tamamladı. Öğrenimini tamamladıktan sonra, kendisini Pesalozzi’nin öğretim yöntemlerini yaymaya vakfetti. Bu dönemde, Almanca, İngilizce, İspanyolca ve İtalyanca ve orta derecede Flamanca biliyordu. Vatani hizmetini tamamlayınca Paris’te, Verdun’daki kuruma benzer bir okul(eğitim enstitüsü) kurdu. 1835-1840 yılları arasındaki dönemde fizik, kimya, astronomi, psikoloji kursları veriyor, Levy Alvares okulunun kurslarını düzenliyor, pedagoji,aritmetik ve gramer üzerine kitaplar yazıyor, Almanca ve İngilizce’den çeşitli kitaplar tercüme ediyordu.


1829’dan 1849’a kadar okullarda okutulmak üzere yazdığı ders kitapları öyle yoğun bir ilgi görmüştü ki, bu eserleri sonunda üniversitelere uyarlanmaya başladı. Eserleri Fransız Üniversitesi’nde standart ders kitapları kimliğini kazandılar. Birçok bilim kurumunun üyesi oldu. Öğretim sistemleri üzerindeki yazısı 1831’de bir yarışmada birincilik ödülü aldı.

Yaşamının sonraki dönemde ruhsal irtibat seanslarıyla ilgilenmeye başladı. Önceleri konuya kuşkucu bir şekilde yaklaştı. Ruhsal fenomenlerin gerçekliğinden kuşkusu kalmayınca kendini bu konuda araştırma, inceleme ve gözlemlere verdi. Çalışmaları sonucunda, o zamana dek sistemsiz bir şekilde dalgalanan ruhçuluk düşünce ve bilgilerini derleyip topladı, sistemli bir hale getirdi. Reenkarnasyonu kabul eden ruhçuluğu sistemli bir şekilde, ilkeleriyle, deneysel olarak ortaya koyan ilk kişi oldu. Kurduğu Deneysel Spiritüalizm’i ilk kez 18 Nisan 1857’de yayımladığı “Ruhların Kitabı” adlı eserinde açıkladı.

Ardından yazdığı diğer eserlerle konuyu ayrıntılı bir şekilde ele aldı. 31 Mart 1869’da bir enfarktüs krizi sonucunda yaşamını yitirdi. Fransa ve İspanya Kiliseleri Kardec’in eserlerinin büyük ilgi görmesinden rahatsızlık duymuşlar ve karşı tavır almışlarsa da, Kardec’in açtığı yoldan giden izleyicilerinin sayısı hızla çoğalmıştır. Deneysel Spiritüalizm Latin Amerika ülkelerinde Kardesizm adını almıştır.


Eserleri:

Ruhlar Kitabı
Medyumların Kitabı
Spiritizme Göre İncil
Cennet ve Cehennem
Yaratılış


KAYNAK : vikipedia
Devamını Oku »

KLASİK SPİRİTÜALİZM NEDİR ?




Klasik Spiritüalizm Nedir?

Spiritüalizm geniş anlamda tinselcilik (ruhçuluk) anlamında olup, ruhani tüm konuları kapsar; dar anlamda da dini bir kavram olmaktadır. Spiritüalizm’in dini anlamı öteki dünya veya sonsuzluk gibi manevi kavramlarla bağdaştırılabilir.

Allan Kardec ile sistematize edilmeye başlanan Spiritüalizm günümüzde "klasik spiritüalizm" olarak adlandırılma durumundadır. Çünkü ruhçuluğa son şeklini bizim ülkemizde Dr. Bedri Ruhselman kazandırmış ve geliştirdiği deneysel ruhçuluğa, Neo-Spiritüalizm adını vermiştir.


Kardec'in sistemli hale getirdiği klasik spiritüalizmin belli başlı ilkeleri şöyle özetlenebilir:

Allah ebedi, ezeli, değişmez, madde ötesi, yegane, her şeye kadir, mutlak adil ve mutlak iyidir. Evreni o yaratmıştır; canlı-cansız, maddi, maddi olmayan tüm varlıkları anlayan ve bilendir.
Ruhlar geçici bir süre için fani, maddi bir kılıfa(beden) bürünürler ve bu kılıfın yok olması onları özgürlüğe kavuşturur.
Maddi varlıklar dahilindeki değişik türler içinde, belirli bir gelişme kaydetmiş ruhların enkarnasyonu için Tanrı insan türünü seçmiştir; insana manevi ve zihinsel üstünlüğünü veren de budur.
Can ya da beden dahilindeki ruh, enkarne olmuş ruhtur. Ruhlar sürekli olarak aynı kategoride kalmazlar. Hepsinin yazgısı ruhsal hiyerarşinin farklı aşamalrından geçerek kusursuzluk kazanmaları yönünde belirlenmiştir. Bu ıslah süreci enkarnasyon yoluyla sağlanır, enkarnasyon ise bazılarına bir telafi ya da yaptırım niteliğinde, bazılarına ise bir misyon olarak telkin edilir. Maddi yaşam mutlak bir kusursuzluğa ulaşana kadar defalarca tabi olmarı gereken bir sınavdır ve bir çeşit filtre vazifesi görerek her bir enkarnasyonda ruhların biraz daha arınmalarını sağlamaktadır.
İnsan üç kısımdan oluşur: Ruh, perispri ve beden. Perispri, ruh ve beden arasında irtibatı sağlar, yarı-maddi bir yapısı vardır.
Can, ölüm olayı ile bedeni terk ettiğinde "ruhlar alemi"nde doğar. Dünyadayken yaptığı iyilik ve kötülükler orada, hafızasında canlanır. Bir süre sonra, dünyada tekrar bedenlenir. Sınavlar geçireceği dünyada defalarca doğmanın amacı tekamül etmektir. Fakat insan ruhu hiçbir zaman hayvan bedeninde doğmaz. Tekamülde gerileme söz konusu değildir.
Bütün ruhlar eşit yaratılmıştır. Fakat tekamül dereceleri aynı olmadığından aralarında, tekamül farklarından kaynaklanan bir ruhsal hiyerarşi vardır.
Ruhlar yalnız Dünya'da değil, evrenin diğer gezegenlerinde de bedenlenirler.
Ruhlar alemindeki bedensiz varlıklar, dünyadaki bedenlilerle maddi ve manevi etkileşim içindedir. Ayrıca medyumlar aracılığı ile, onlarla sesli veya yazılı iletişim kurulabilir.
Ruhlar bu dünyada tekamül etmek için bedeni bir kılıf olarak kullanırlar.
Önemli olan ruh dünyasıdır dünyadaki görevimiz sadece tekamül etmektir. Bedenimiz ve yaşadığımız olaylar da buna hizmet eden araçlardır.

Alan Kardec'e göre İnsan dahilinde üç unsur vardır:

1. Beden ya da maddi varlık hayvanlarınkine benzer ve aynı hayati prensip tarafından can verilir.
2. Can ya da maddi olmayan varlık, beden dahilinde enkarne olan ruhtur.
3. Bedeni ve ruhu birleştiren bağ ruh ve madde arasındaki aracı prensiptir.

Dolayısıyla insanın iki doğası vardır: Bedeni vasıtasıyla, içgüdülere sahip olan hayvan doğasına işritak etmektedir.
Ruhu vasıtasıyla ise ruhların dünyasına iştirak etmektedir.
Bedeni ve ruhu bir arada tutan bağ ya da diğer adıyla perispri bir çeşit yarı maddi kılıftır.

Ruhlar farklı sınıflara mensupturlar; güç, zeka, bilgi ya da manevi gelişmişlik olarak da eşit değildirler.

Alan Kardec'in öncülüğünü yaptığı bu akım; en eski spiritüalizm akımlarından ve çalışmalarından biridir. Alan Kardec medyumlar vasıtasıyla ruhlar ile bağlantı kurmuş ve aldığı ilahi bilgileri Ruhlar Kitabı adlı kitabında yazmıştır.
Kitap; hala bile birçok ülkede okunan spiritüalizmin en önemli kitaplarından biridir. Alan Kardec birçok spiritüaliste öncülük etmiş, ilham vermiştir. Daha sonraları yazdığı Medyumlar Kitabı ise medyumluk hakkında harika bir bilgi kaynağı olmuştur.

Alan Kardec'e göre bu yüksek ruhlardan alınan bilgileri kesin olarak kabul etmekten çok onların verdiği bilgileri mukayese etmemiz ve düşünmemiz gerektiğiydi.

Klasik Spiritüalizm'in içerdiği fenomenler, konular ve alanlarla ilgili olarak kullanılan temel terimler:


Akışkanlar (sinirsel akışkan, yaşamsal akışkan)
Animizm
Apor
Bağlı şuur
Dedublüman
Demateryalizasyon
Dezenkarnasyon
Doğum işareti
Duble
Ekminezi
Ektoplazma
Hami varlık
Hipnoz
Fantom
Kendiliğinden imajinasyon
Materyalizasyon
Medyumluk
Metapsişik
Obsesyon
Obsedör
Operatör
Perispri
Psişik yetenek
Reenkarnasyon
Ruh
Seans
Serbest şuur
Spatyum
Tekamül
Teleportasyon
Trans
Teşevvüş
Yaşam Planı
Uyurgezerlik


Kaynak: Alan Kardec- Ruhlar Kitabı
             vikipedia
             astroset
Devamını Oku »

Yukarı Git