15 Ocak 2016 Cuma

AKAŞA KAYITLARI (AKAŞİK KAYITLAR)




Akaşa Kayıtları (Akaşik Kayıtlar)

Akaşik kayıtlar (akashic records), evrende meydana gelen her olayın, her hareketin yok olmadığını, hepsinin izlerini bıraktığını ve kaydolduğunu ileri süren teozoflarca kullanılan bir terimdir. Terim Hint teozofisindeki “evrendeki tüm uzayı kapsayan temel esîrî cevher” olarak tanımlanan “akaşa” sözcüğünden Batılı teozoflar tarafından türetilmiştir. Bu görüşe göre, nasıl evrende hiçbir madde dönüşümler geçirmekle birlikte yok olmazsa, hiçbir hareket ve olay da yok olmayıp Akaşa denilen süptil cevhere kaydolur.
Budizm’de Akaşa, bu kayıtlanma olayının kapsamıyla ilgili olarak iki türde ele alınır:
1- Kişisel Akaşa: Kişinin duyguları, algıları, zihinsel oluşumları, bilinç hareketleri, fiziksel biçimi vs. ile ilgili bireysel Akaşa.
2- Maddi her şey ile ilgili olan sınırsız Akaşa.
Batı teozofisine göre Akaşa ya da Akaşik kayıtlar her düşüncenin, her eylemin, her sesin, her ışığın vibrasyonlarının kaydolduğu, özetle, fiziksel alemden yansıyan tüm tesirlerin seri ve dakik bir biçimde yoğunluklarına göre sınıflanıp kaydolduğu sınırsız ve ebedi bir arşivdir. Batı teozofisinin kurucusu olan ve Akaşa sözcüğünü Batı’ya aktaran H.P. Blavatsky’e göre “kişisel Akaşik kayıtlar”ın yanı sıra, her gezegenin “gezegensel Akaşik kayıtlar”ı mevcuttur ki, Rudolf Steiner ve Edgar Cayce gibi ünlü medyumların Dünya tarihinin bilinmeyen geçmişiyle (Atlantis, yedi kök soy vs.) ilgili olarak aktardıkları bilgileri, bu “gezegensel Akaşik kayıtlar”la irtibata geçerek aktardıkları ileri sürülür. Kimileri Kurân'daki Levh-i Mahfuz kavramını Akaşa kavramıyla ilişkili olarak yorumlarlar.
Spiritüalistler kişisel Akaşik kayıtlar yerine serbest hafıza terimini kullanırlar ve sınırsız Akaşa kavramına sıcak bakmazlar. Çünkü spiritüalist anlayışa göre, bir vibrasyonun varlığını Akaşik teorideki gibi ebediyen sürdürmesi maddesel olarak imkânsızdır.

akashic records

Ararsanız bu konuda Internet'te pek çok bilgi var. Ancak bu bilgilerin bize düşündürttüğü şey nedir? Akaşik kayıtlar veya Levh-i Mahfuzu anlayabilmek, anlatabilmek bilincimizin gücü ile ilgili. Genel tarif, geçmişteki bireysel veya evrensel olarak tüm olayların, yaşantıların, bilgilerin kaydı. Ama bunun yanında geleceğin de kaydı. Bunu aklımızla kabul etmek çok zor değil; mademki zaman sadece şu andan ibarettir; geçmiş ve gelecek şimdidedir; öyleyse Akaşik kayıtların dünü bugünü ve yarını kapsaması doğaldır. Tabii bunu aklımızla kabul ediyoruz, bilinçle kavrayamıyoruz, öyleyse anlamıyoruz.
Akaşik kayıtların geleceği de kapsaması karşısında, insanın özgür iradesi, insanın seçimi nerede kalıyor, karma sonuçlarından sorumlu olmamız nasıl açıklanır? Çünkü her şey zaten belli, bizim elimizden ne gelir ki? Bu sorular, akla dayalı dar bir şuurla, “insan gibi” düşünmemizden kaynaklanıyor. Dünya koşullarının, deneyimlerinin yarattığı akılla bu sorunu çözemeyiz. Çünkü konu çok farklı üst boyutlara ait deneyimlerin oluşturacağı bilinçle anlaşılabilir.
Bugün için kendi hesabıma şunu ifade edebilirim: belki O’nunla yarattıkları arasında, koşullarını ve sonuçlarını bizim bilemediğimiz bir ilahi satranç oyunu var ve tüm oluşumlar bu özel oyunun sonucu. Bu oyunda bizim karşı hamlelerimiz, hem sorumluluğumuzu doğuruyor, hem varoluşu biçimlendiriyor. Ama O’ bu oyunda yaratılanların hamlelerini ve sonuçlarını biliyor. O’nun biliyor olması bizim özgür seçimlerimiz olmadığı anlamına gelmez. O’nun bilmesi, bizim bilmemiz gibi bir olay değil. O’nun durumunu kendi aklımıza kıyasla düşünmek çok büyük bir yanlışlık ve şirk olur. Bunu anlamak için önce şu insan aklından vazgeçmeliyiz ki sezgilere açılabilelim. Anlatamasak bile hissedelim.
Spiritüel bilgiler bu deyimi, Akaşik kayıt sistemi olarak işler. Üst şuurumuza kaydedilen her türlü gözlem, deney ve eylemlerin yön bulduğu yer anlamındadır. Dünyamıza ait, geçmiş ve gelecek tüm planı burada kayıtlı bulunmaktadır. Yaratılışın başlangıcından sonlanacağı zamana kadar gezegenimizin akıbet planıdır.

Manevî mertebeye sahip görücü kişilerin, bir çeşit üst vibrasyon boyutunu yakalayarak bu kayıtları inceleme imkânının olduğu bilgisi vardır. Geçmiş uygarlıklarda, bazı dinî liderlerin belli bir süreçteki mistik dinsel gelenekleri inceleyebildikleri rivayet edilir. Ruhsal literatürde; zamanımızda bazı medyumların da, geçmiş-gelecek olay ve olguları öğrenebildiklerinden söz edilir.

Akaşa bir tür arşivdir. O arşivde Dünya’nın tüm geçmişi kayıtlıdır. Dünya’nın oluşumundan itibaren bütün olaylar, üzerinde yaşamış bütün canlı ve cansız varlıkların yaşamlarındaki seyir, sesli-renkli sinema filmi gibi tespit edilmiştir. Bu tespit elbet ki uygun bir sistem dâhilinde yapılmıştır. Öyle ki, Akaşik kayıtlara erişme ehliyet ve liyakatinde bulunanlar, geçmişin görmek istedikleri durumlarını aynen görüp canlandırabilirler. Akaşa'nın incelenmesinde izleyenin amacına göre zamanın hızlandırılması, yavaşlatılması, hatta durdurulması mümkündür; tıpkı bir sinema filminde olduğu gibi. Akaşa'nın İslam literatüründeki adı “Levh-i Mahfuz”dur, saklanmış, korunmuş levha anlamında. Bu sistemi kuranlar onun gereksiz gözlerden korunmasını da sağlamışlardır elbet. Çünkü gerçek nezdinde her şey yerli yerince makbuldür, yerince olmayan istenmeyendir.

Esas itibariyle Akaşa'yı izleyebilenlerin bir yeterliliği ve bir üst amacı vardır. Bu tür yetenekler onların gerektirdiği olgunluğa eriştikçe verilirler, bu prensiptir. Dolayısıyla, Akaşa'yı kullanmak bir tekâmül amacına hizmet etmelidir. Bu nedenle Akaşik kayıtlara görevlilerin girebilmesi esastır. Fakat Dünya’mızda ve Evrenimizde gerekli ruhsal olgunluğu kazanmamış oldukları halde, bazı ince titreşimlere nüfuz edebilen varlıklar da vardır. Onlar, bizim bilemediğimiz, belki makro ölçekli sınav mekanizmaları sebebiyle, bir kısım süptil tesirlere tasarruf edebilirler, bu arada Akaşik kayıtları da okuyabilirler. Bu da (bize göre olumsuz) bazı olay ve sonuçların sebebidir. İşte spiritüel bilgilerde anlatılan “karanlık ve aydınlık güçlerinin mücadelesi” bunun anlamıdır. Bu mücadelede bizim “iyi” ya da “kötü” gibi nitelendirmelerimiz yine bize göredir. Aslında, her şeyin olması gerektiği gibi cereyan etmekte olduğunun kabulü bizler için daha uygun olabilir. Ama bu zordur, bir ileri seviye meselesidir. O zaman her türlü bulunuşta yerel ve evrensel bütün olanak ve yasaların liyakate göre kullanıldığını görebilecek düzeye yükselme amacında olmalıyız. Akaşa, kullanılan bu olanak ve araçlardan yalnızca bir tanesidir.
Bu tabirin, saklı kitap anlamına gelen Levh-i Mahfuz olduğu bilinmektedir. Evren planında dünyamıza ait, evvel-ezel bilgilerinin de yer aldığı ve herkesçe okunamayan yoğun bilgi yekûnu anlamı bulunmaktadır. Bir çeşit dünya hafızasını bulunduran dünyadaki bütün olayların yansımalarının kaydolduğu büyük defterdir.
Aslı Sanskritçe olan kelime, mevcut olan her şeyin son ilke ve cevheri olarak biliniyor. Her şey onun eseri olarak meydana gelmekte ve gelecek devrenin de bu bilgiler üzerinden tezahür edecek bilgisi saklı bulunmaktadır.
Akaşik kayıtlar varlık sisteminin tüm olaylarının kayıtlandığı bir nevi arşivleme sistemidir, bu arşivleme sistemi geçmiş ya da geleceği dosyalamaz, her şey "şimdi" de olmakta ve bütün kayıt "şimdi" nin kaydıdır. Sıradan bir akıl-zihin bakışıyla bunu ilk anda kavramamız beklenemez ancak bir takım benzetmelerle şu şekilde bir izah belki anlamamızı kolaylaştırabilir;

İçinde yaşadığımız zaman aslında "şimdi" ne oluyorsa ondan ibarettir, şu an yaşadıklarımız "dün" olarak yaşanmış "insan aklıyla belirlenmiş" zaman çizgisinin devamıdır ve yarın devam edende, gerçekte devam eden şimdi çizgisinin bir parçasıdır. Bizim gelecek olarak gördüğümüz zamanlar aslında devam eden şimdilerde sürekli olarak yaratımdadırlar. Bu yaratım mekanizması karmik faktörlerin, yüksek ilahi yasaların, insan düşünce ve eylemleri ile ortaklaşa işlemekte olan büyük bir sistemden oluşur. Geleceği oluşturan şimdide bu mekanizmadaki faktörleri 7 renk ve 7 ses olarak ele alalım. 7 renk ve 7 ses birleşir ve ilahi prizmadan geçerek hologram olan yarını oluşturur, her renk ve her ses bu sistemin ayrı bir parçasıdır ama bileşende tek bir hologramdırlar ve hologramın içindeki şekillerin netliği ve seslerin güzelliği o an prizmaya vuran renklerin ve seslerin o anlık karışım değişimiyle sürekli değişmektedir. Bu şekli oluşturan her rengin ve sesin anlık durumu sürekli kaydedilmekte ve bu da Akaşik kayıtları oluşturmaktadır.

Bir gün 7 ışık ve 7 ses, mükemmele yakın olan parlaklıkta ve temize en yakın olan ses de olmayı anladıklarında ve sevip istediklerinde, bunu sürekli kılmayı hak edip mükemmele yakın armoniyi oluşturacaklardır.
Akaşa, her yerde bulunan en ince yapıdaki ortamdır. O içinde bulunduğumuz bir canlı ve sihirli enerji denizidir. Eter, ruh ya da bilinmeyen madde olarak da isimlendirilir. İçinde çeşitli yaşam fonksiyonları barındırır. Sadece bilgi değil, her türlü iletişim, oluşum, intikal ve keşfedilmemiş nice potansiyele sahiptir. Çok çalışma ve hak ediş sonucunda onu kullanmaya başlayanlar için büyük bir güç oluşturur. Olanaksız olan mümkün olur. Bilinmeyen bilinir, görülmeyen görülür.
Akaşa, içinde bulunan varlıklara -ki onların da içindedir- cevap verir ve ayna olur. Bu cevap varlığın yaydığı tesire, talebine, ihtiyacına göre kendisini kendisine gösterecek her türlü ortam şartı oluşturur. Akaşa sadece fizik boyutta değil sonsuz sayıdaki boyutlarda bulunur. Boyutlar arası iletişimi sağlar.
Akaşik kayıt tüm evrensel bilgileri içerir. DNA da bir Akaşik kayıttır. Yeni bir göksel bilgi diyor ki: “Büyük Akaşa içinde, Büyük Merkezi Güneşte yer alan DNA bilgi bankası bulunur. Bu zamanda geçirdiğimiz dönüşümler oraya kaydolacak ve insanlık ileri doğru büyük bir geçiş yapacaktır.”
Evren hafızası, bilginin kayıtlı olduğu yer. Aslında buna herkesin, her şeyin sicilinin kayıt edildiği yer de diyebiliriz. Bir nevi kâinatın dengesini oluşturan, işleyen bir mekanizma da diyebiliriz. Bizim yaptıklarımız, bir başka mertebede bir başkasının yaptığı birçok şeyin sentezlenerek dengeye getirildiği bir yer olarak da görebiliriz Akaşik kayıtları. Ruhsal yaşamımız içerisinde karşımıza çıkan, çıkacak olan her ne konu varsa burada Akaşa da sentezleniyor. Aslında biraz önce de değindiğimiz gibi bu işleyen bir mekanizma. Ne ekersen onu biçersin gibi, birçok bileşen var. O yüzden de konuyu genel, bir bütün üzerinden görmekte fayda var. Burada karşımıza çıkacak konulara sadece kendimiz üzerinden pay biçmememiz lazım, konular; karşımıza bir başka yerde yapılanan dengeleri düzeltmek içinde çıkabilir, bir bakarız ki anlam veremediğimiz bir şekilde, hiç düşünemeyeceğimiz şeylerle karşılaşırız, yenmemiz gereken. Karma dediğimiz şeyde aslında buradaki tesirler mekanizmasından kaynaklanmaktadır. Yaptıklarımız üzerinden farklı bir kanala sokarız kendimizi ve bu kanal üzerindeki kâinatın bütün bileşenleriyle, yarınlarımızı oluştururuz. Burada bence bize düşen, sistem bilincine ulaşabilmemizin gereğidir. Eğer sistemin işleyişini kavrayabilirsek, ne yapmamız, nasıl davranmamızın gereklerine de nail olarak, yarınlarımızı ve diğerlerinin yarınlarını da bilinçli olarak şekillendirmiş oluruz.
Akaşa her an, kâinatın pusulasından, dengesinden şaşmaması için hak edişleri hakkınca dağıtan, özümüze işleyen bilinç kitaplığımızdır.
Akaşa, muhafaza edilmekte olan hiç kaybolmayan bilgidir, bir anlamda okunabilen kitaptır ve her an yazılmaya devam etmektedir. Bu yazı her yerdedir, dağlarda, taşlarda, ağaçlarda, kuşlarda, çiçeklerde, böceklerde tüm hayvanlarda, insanlarda ve de tüm evrende. Gizli saklı değil sadece görebilen ve anlayabilen olması gerekiyor. Hangi boyuttan bakıyorsak o boyutun bilgisindeyiz. Fiziksel boyutta her titreşim kendi formu ile beyanda bulunur. İnsan da şekli, davranışları, sözleri ve düşünceleri ile kendi Akaşik kaydının beyanında bulunur.

Bugün, insanın geçmişinin beyanıdır, yarınını da bugünkü durumu ile belirler ve beyan eder. Tek tek her birey kendi özel kaydını da ayrıca meydana getirir. Eylemlerimizin anlamına sahip olmak bu nedenle çok önemlidir. Bilinçli farkındalık içinde aklımızı ve gönlümüzü bir ederek bulunduğumuz eylemler tekâmülümüzü hızlandırır.
Akaşa, kainatta meydana gelen tüm titreşimlerin kaydolduğu bir arşiv gibidir. Kainatın varoluşundan bu yana meydana gelen hareketlerden, düşüncelerden, seslerden, ışıklardan, bilgilerden yansıyan titreşimlerin kaydolduğu bir oluşumdur. Her varlığın bir Akaşa'sı olduğuna göre bunların toplamı da Akaşik arşivi oluşturur.
Yaratılışın başından sonuna kadar geçmişin geleceğin kayıdı olarak biliniyor. Bilgilere göre seyyal ve her yerdelik içinde hava, su, katı madde ve ateş olabiliyor. Güneşi, gezegenleri, yıldızları ve tüm kozmosu meydana getiren olarak bilinmektedir. Bir görüşe göre; nasıl evrende hiç bir madde dönüşümler geçirmekle birlikte yok olmuyorsa, hiç bir hareket, düşünce olay da yok olmayıp Akaşa denilen süptil cevhere kayıt oluyor. Akaşa; Her eylemin, düşüncenin, sesin, nefesin, ışığın titreşimlerinin kayıt olduğu, ruhsal ve fiziksel âlemden yansıyan tüm tesirlerin en hızlı bir biçimde yoğunluklarına göre sınıflanıp kaydolduğu türden bir arşivdir.
Uzakdoğu'nun ileri uygarlıklarında, pırana=esir olarak biliniyor. O’nun Soluğu olarak bilinen nefes, beden-zihin, ruh ile bütünlük içinde yaşama, yaşam gücünün gelişimi, bedensel-zihinsel yenilenme ve insanın ruhsal olgunlaşmasının temeli olan kendinin bilincine varma yolu olarak görülmektedir.
Sanskrit dilinde öz ve uzay’ı ifadelendirmek üzere "ışıklı" anlamına gelen Akasha (Akaşa) (Akaşa) (Akaşa) sözcüğü, Hinduizm'de evrendeki her şeye nüfuz etmiş beşinci ve en ince olan "ether" cevheridir. “Dünya hafızası” anlamına gelir. Çünkü bu akışkan, Dünya’nın oluşumundan beri, yeryüzündeki bütün olayların yansımalarını kaydetmiştir. Akaşa, evrenin akışkan cevheridir.
Yoga felsefesinde Akasha (Akaşa) (Akaşa), bundan binlerce yıl önce Pisagor ve takipçileri de fiziksel dünyada oluşan her eylem ve düşüncenin gökyüzüne kaydedilmekte olduğunu söyleyerek buna “Doğanın Belleği” ya da “Akaşa” adını vermişlerdir. Yoga felsefesinde Akasha (Akaşa) (Akaşa), prana ve yaratıcı zihin üç evrensel prensiptir ki, majik ve psişik güçlerin kaynağı, evrenin her yerinde mevcut bu üçlüdür.
Bununla birlikte, birimsel ya da toplumsal eylem ve düşüncelerin meydana getirdiği Akaşa'lardaki enerji, belli bir yoğunluğa ulaşmasıyla birlikte yine toplumların bir sonraki aşamada ortaya konacak fiillerin şekillenmesini sağlar. Resullerin bulundukları toplumu uyararak, yaşamlarında oluşturacakları menfi hareketlerin başlarına yakın gelecekte bela şeklinde tekrar kendilerine yansıyacaklarını bildirmeleri ve akabinde bunun gerçekleşmesi gibi.

Akaşa, üstat merhum Ergün Arıkdal’ın belirttiği gibi “Dünya hafızası” anlamına gelir. Dünyanın bir plan olarak evrensel görevine başlamasından bu yana bütün kayıtları bu hafızada saklıdır. Levh-i Mahfuz ise evrensel bütünlüğün hafızasıdır. Bütün kutsal bilgiler, sırlar ve hakikatlerin yeri orasıdır. Kaynak ordadır.
Bireysel olarak bizlerinde bu evrensel olan bütünlük içinde kendimize ait, geçmişimizi, bilgi ve tecrübelerimizi barındıran bir bellek vardır. Yaşamımızda ihtiyacımız olan bilgileri bu bellekten çekeriz. İçinde bütün yaşamlarımızın bilgileri barınmaktadır. Hayatta bizleri farklı kılan bu belleğe ne kadar bilgi ve deneyimi kaydettiğimizdir. Ancak yaşarken kendimizi aşma becerisi gösterdiğimiz şartlarda bu evrensel hafıza kaynağından nasibimiz, ihtiyacımız olanı liyakatimiz ölçüsünde alabiliriz.
Geçmişin bütün bilgilerini, geleceğin olanak ve olasılıklarını bünyesinde barındıran Akaşa, yani dünya hafızasına kişi, yine merhum Ergün Arıkdal’ın söylediği gibi Akaşa'ya özgü “dalga boyu”nu yakalayabilirse, Akaşik kayıtları inceleme imkânı bulabilir.

Bizim bir bedende kaba enerji (madde) âlemine insan olarak yansıdığımız bu boyutta evrim yasalarının aynı şekilde ki tatbikatı (tekâmül) 26.000 yıllık dönemler halindedir. Onun için dünyada birçok bozulmalardan sonra yeniden tanzimler ve düzenler olmuştur, olmaktadır. Mevsimlerin peş peşe oluşumları buna en güzel örnektir. Bugün kadim, Atlantislerden bahsediyoruz. Milyarlarca yıl geriye giden bütün bu olgu, oluşum ve bilgiler Akaşa yani dünya hafızasında mevcut olup, yeri zamanı ve vakti gelince beşer için bir kaynak olmaktadır. Ancak gelecek, ikiden birin çıkması ile geriye birin kalacağının bilinmesi gibidir… Ondan öteye gelecek ile ilgili detayların bilinebilmesi olanağı yoktur.
Devamını Oku »

ASALARIN SIRRI





Asaların Sırrı

Asalar fantastik edebiyatın ve sihir dolu filmlerin vazgeçilmez unsurudur. Film sektörünün esin kaynağı olduğu çok eski betimlemelerde, mistik kişiliklerin çoğunda bir asa vardır.
20 Şubat 2016 Cumartesi 10:15

  Asasıyla denizleri ikiye ayıran Hz. Musa, Elinde asasıyla beyazlar içinde insanlara yardım eden Hızır, ilginç asalarıyla büyücüler, kurukafalarla bezenmiş asalarıyla voodoo rahipleri, tüylerle dolu asalarıyla Kızılderili şamanlar, ormanın derinliklerinde asasıyla gezen yaşlı bilge Merlin, Antik Mısır’ın firavunları ve tanrı-tanrıçaları… Hepsinde bir asa vardır ve bellidir ki bu asalar bir sır barındırır.

Eski geleneklerin temel inançlarında doğa ve evren dört elementin kombinasyonları ile oluştuğu bilgisini görürüz. Ateş, hava, su ve toprak. İşte bu dört element doğanın özünü oluşturur ve doğanın unsurlarına sahiptir. Doğanın ötesinde ayrıca bu dört element nesnelerle ve insanlarla temsil edilir. Her bir elementin bir yönü ve temsil edildiği bir araç vardır. Kısacası bu dört elementin tesirlerini eski geleneklere göre her yerde görebilirsiniz. O yüzden dolayıdır ki eskiler bu dört elementin “bilinçlerine” saygı duyarlar ve onları yardım için çağırırlardı. Bu çağırımlar daha çok kozmik sınırları çizmek içindir. Element invokasyonu (element çağırımı) alemleri ayırmada, kişiyi korumada ve kutsamada kullanılırdı. Elementler çağırılarak kişi kendini maddi dünyadan ayırır, dört yönün güçlerini çağırır (Her element bir yöne tekabül eder), bu elementlerin oluşturduğu çemberle korunur, element enerjilerini nesnelere yükleyip, elementlerin o nesneleri kutsaması istenirdi. Kısacası yaratımın ve ritüelistik çalışmaların temelini oluştururdu. Hiçbir ritüel elementlere saygı ve onların çağırımı olmaksızın başlamazdı.

Keltlerde ise her bir element ayrı bir diyar olarak benimsenirdi. Rüzgar krallığı,  Alev krallığı,  Deniz krallığı ve taş krallığı. Her birini yöneten bir tanrısal varlık olduğu ve her birinin manevi alemlere açılan kapılar olduklarına inanılırdı. Haliyle her bir krallıkta yaşayan varlıklarda bulunurdu. Gnomlar denizkızları, semenderler, ejderhalar, ateş ördekler, elfler, periler vb. Bu ara varlıklara da genellikle elemental doğa ruhları (devalar) denmektedir.




Elementler ve Temsil Ettikleri

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, her elementin doğanın düzeninde ve kişiliğimizde temsil ettiği özellikler vardır. Hepsi bir yöne, bir renge tekabül eder ve hepsinin negatif ile pozitif unsurları vardır.



Toprak

Toprak elementinin yönü kuzeydir. Rengi koyu yeşildir. (Bazı geleneklerde kahverengidir) Tabiatı soğuk ve kurudur.

Pozitif unsurları ve sembolleri: gece yarısı, kış, şarap kadehi, davul, törensel tuz, kristaller, mağaralar, dağlar, saygı duyma, dayanıklılık, sahiplenme, bereket, verim, sabitlik, sorumluluk, kararlılık, başarı ve yaşamda kararlı niyetlerdir.

Negatif unsuru ve sembolleri: problemin çözümünde katı görüşler, isteksizlik, inatçılık, vicdan eksikliği, tereddüt, depremler, toprak kaymaları, yıkıcılık, yaşlılık, gazap, yok etme.

Ateş

Ateş elementinin yönü güneydir.  Ateş elementinin rengi saf kırmızıdır ve tabiatı ılık ve kuru olarak düşünülür.

pozitif unsur ve sembolleri: öğlen, yaz, hançer (kılıç) arındırma, güneş, kan, şevk, değiştirici, tutku, cesaret, güç, liderlik, aydınlanma, kundalini ateş.

Negatif unsurları ve sembolleri; nefret, kıskançlık, korku, öfke, ego, çatışma, şehvet yanardağ, yakıcı ateş.

Su

Su elementinin yönü batıdır. Su elementinin rengi saf mavidir ve tabiatı soğuk ve nemlidir.

pozitif unsur ve sembolleri:  günbatımı, sonbahar, su kadehi, kase,  merhamet, arp, huzurluluk, bağışlama, sevgi, sezgi, durgunluk, berraklık, aklın barışı, akışa uyma, sanat.

Negatif unsurları ve sembolleri: seller, sağanaklar, girdaplar, tembellik, ilgisizlik, kararsızlık, duygusal kontrol eksikliği, emniyetsizlik, ani çıkışlar

Hava

Hava elementinin yönü doğudur. Hava elementinin rengi saf açık sarıdır. Tabiatı ılık ve nemlidir.

pozitif unsurları ve sembolleri: gündoğumu, bahar, tütsü, kuş tüyü, değnek, gong veya zil, bulutlar, esintiler, nefes, iyimserlik, sevinç, zeka, zihinsel çabukluk, yenileme, değişime açıklık.

Negatif unsurları ve sembolleri: hafif davranışlar, dedikodu, değişkenlik, dikkatsizlik, böbürlenme, unutkanlık, fırtınalar, kasırgalar, yok edicilik, yıkıcılık, maymun iştahlılık.

Bu dört evrensel gücü çağırmak için öncelikle elementlerin iyi özümsenmesi şarttı. Her bir element üzerine günlerce meditasyon yapılıp onların doğaları keşfedilirdi. Nerede yansımaları olduğu en önemlisi içimizdeki hangi duygularla bütünleştikleri tespit edilirdi. Bu özümsemeden sonra çağırım için her elementin yönüne dönmek şarttı.  Toprağı çağırmak için kuzeye, suyu çağırmak için batıya, havayı çağırmak için doğuya ve ateşi çağırmak için güneye dönülür, her birinin kutsal sembolü çizilir ve ritüelistik araç vasıtasıyla çağırım yapılırdı.


Ateş için bıçak, hançer, orak, athame veya kılıç kullanılırdı. Çünkü bunlar ateşte dövülmüş nesnelerdir ve ateşin enerjisiyle yaratıldıkları için o enerjiyi barındırırlar. Su için metal bir kadeh veya deniz kadehi denen bir araç kullanılırdı. Kadeh, dişiliğin, akışkanlığa biçim vermenin sembolüdür. Haliyle aynı zamanda suyunda temel sembolüdür.  Kadehi deniz kabuklarından yapmak suretiyle deniz kadehi elde edilir. Toprak için tuz veya taşlar kullanılırdı.

Havanın ise en temel sembolü asalar idi. Ve çağırımda asalar önemli bir noktayı temsil ederdi. İşte bu noktada asa, eskilerin en önemli ritüelistik araçlarından biridir. Havanın unsurlarını yani; nefes, tesir, değiştirme, dönüştürme, çabukluk unsurlarını taşır. Bu yüzdendir ki asalar bir şeylerin dönüştürmenin (sihrin) sembolüydüler. Bu yüzden hemen hemen her gelenekte yer almaktadır. Eski doğa tabanlı geleneklerde havayla betimlenen ve dönüşümün aracı olan asanın bir diğer önemli sembolü; ağaçtır.

Asanın Ezoterik Anlamı

Asalar, bahsettiğimiz gibi dönüşümün en önemli aracı olmuşlardır. Bazı özel asalar dışında birçoğu ağaçlardan yapılır. Ağaçlar, gökyüzü ile yeryüzünü birleştirmektedirler. Dallarıyla gökyüzüne doğru uzanırken, kökleriyle yerin altına büyüyerek iki dünyayı, iki alemi, iki evreni kısacası yukarıyı ve aşağıyı birleştirmektedir. Bu yüzden; Yukarıdakini aşağıya, aşağıdakini yukarıya taşımakla görevli olan aracı insanların temel sembolü ağaçlar ve ağaçlardan elde edilen asalardır.

Eski şamanlar, yukarıdan aldıkları enerjileri halka dağıtmakla görevliydiler. Haliyle ilahi alemle bu alem arasında aracı konumundaydılar. İşte bu yüzden asalar kullanmakta ve bu sembolizmayı yaşamaktadırlar. Aynı şekilde Hızır’da asa taşımakta ve ilahi olandan gelip, maddi alemlere yardım etmektedir. Bu yüzden dolayı asa taşıyan insanlar her daim manevi dünyalarla bağı olan “aracı” konumundaki insanlar olarak resmedilmişlerdir. Eski resimlere bakıldığında münzeviler her daim bu aracı olmanın tasviri olan asayla betimlenmişlerdir.  Yaşlılık, bilgelik ve asa üçlemesi parçalanmaz bir bütünlük içermektedir. Haliyle asa, ağaç sembolünden de yola çıktığımız gibi, bilgeliğe arayışta destek alınan bir “güçtür”. Üst alemleri ve alt alemleri birleştiren ağacın parçası olan asa, bu ikisi arasında yol göstericidir ve bu yüzden ermiş figürüyle birleşmiştir.

Bu ezoterik bütünleşmenin en önemli temsili tarot kartlarındaki hermit kartıdır. Hermit, pelerinli yaşlı bir adamdır. Bir tepenin üzerinde durmuş sağ elinde bir fener, sol elinde ise bir asa taşımaktadır. Fener, bilgeliğin yolunu göstermek anlamına gelir ve hermit kartı bilgeliği arayış, münzevilik anlamına gelmektedir. Meditatif konumları, orucu, kendini ilahi olana adamayı ve bu adanmışlık içerisinde evrenin gizli kanunlarının keşfini anlatır. Bunun dışında tarot kartında bulunan asalar kartı ise girişkenliği, ilerlemeyi, ustalaşmayı ve sezgisel olarak herhangi bir yöne yönlendirilebilen güçlü enerjileri, irade gücünü anlatır. Hermit kartını incelediğimizde ise pelerin kendini adamışlığı ve içsel olarak kapanmışlığı, Hermit’in gözlerinin yere bakması mütevazi olmayı, nefsin terbiyesini, bilgeliğin sessizliğini, sol elinde tuttuğu asa, ilahi olanı keşfetmeyi, enerjileri yönlendirebilecek irade güce sahip olmanın, ustalaşmanın, olgunlaşmanın ve bütünleşmenin, fener ise bu elde edilen bilgelikle yolların aydınlatılmasının sembolüdür. Öyleyse ruhsal tekamülün sembol olan Hermit resminde bulunan asa, ruhsal yükselişin en önemli kademelerinden birine işaret etmektedir.



Musa’nın Asası ve Mısır’ın Kutsal Asaları

Asaların, ağaçların sembolü olduğu ve bilgelikte dönüştürücü, değiştirici ve iradenin gücüyle yaratımın (maji) sembolü olduğundan bahsettik. Peki, asalar sadece ezoterik semboller midir yoksa fantastik edebiyatın vazgeçilmez öğesi olmanın dışında ruhsal bir anlam taşır mı?

Bu noktada Hz. Musa’nın asasıyla Mısır uygarlığa bize çok büyük bir gücü işaret etmektedir. Kuran’da Hz. Musa ve asasına karşı ilginç göndermeler mevcuttur.

(Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı o zaman biz ona:”Asanı taşa vur” demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı böylece herkes içeceği yeri bilmişti. Allah’ın verdiği rızıktan yiyin için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın (Bakara 2/60).

“Asanla taşa vur” diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan- topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu (A’raf 7/160).

Bu iki ayette de görüldüğü gibi Hz. Musa’ya gelen emirle asasını taşa vurması istenmektedir. Aslında burada akla gelen soru emredilen şeyin “asanın kullanılması” olup olmadığıdır. Bu iki ayette de asaya vurgu yapılması, asadaki özel bir güce işaret etmektedir. Pek tabi ki su Allah’ın izni ve isteğiyle ortaya çıkmaktadır lakin buna vesilen olan şey acaba majik güçleri olan bir asa mıdır? Zira Mısır kültünde her firavunun ve tanrı-tanrıçanın asası olduğu bilinmektedir. Hz. Musa ise Mısır bilgeliğine inisiye olmuş bir kişidir. Haliyle asa, basit bir asanın ötesinde kozmik bir güce sahip olabilir. Bunu yine şu ayetten yola çıkarak daha rahat anlayabiliriz:

“Sağ elindeki nedir ey Musa?” Dedi ki: “O benim asamdır; ona dayanmakta onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim onda benim için daha başka yararlarda var.” Dedi ki: “Onu at ey Musa.” Böylece onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş). Dedi ki: Onu al ve korkma biz onu ilk durumuna çevireceğiz. Elini koltuğuna sok bir hastalık olmadan başka bir mucize (ayet) olarak bembeyaz bir durumda çıksın. Öyle ki sana büyük mucizelerimizden (birini) göstermiş olalım. (Taha 20/17-23)


 Bu ayette asa ile ilgili Hz. Musa, ona dayandığını (destek aldığını) ve ağaçlardan yapraklar düşürdüğünü söylemektedir. Buradaki dayanma kısmı, kozmik olarak enerjisel destek olabileceği gibi insani bir işlevde olabilir. İki anlamında aklımıza gelme sebebi Kuran’daki her ayetin içerisinde sırlar barındırmasıdır ve ayetin ilerleyen kısmında “onda benim için başka yaralarda var.” Denmesidir. Burada gizli bir işlevden bahsedildiği aşikardır. Kaldı ki ayetin ilerisinde, bir mucize gerçekleşmektedir. Ayrıca Hz. Musa’nın denizi ikiye ayırmak için yine asasını yere vurması da asaya yapılan bir vurguyu içerir:

Firavun ve adamları gün doğarken İsrailoğlullarının peşine düştüler. Nihayet iki taraf birbirinin görüş alanına girdiklerinde Musa’nın kavmi, “İşte şimdi yakalandık” dediler. Musa; “Hayır, korkmayın, Rabbim benimle beraberdir ve bana mutlaka bir kurtuluş yolu gösterecektir.” Dedi. Bu sırada biz Musa’ya “Asanı denize vur” diye vahyettik. Vurur vurmaz deniz ikiye yarıldı, her iki yanı sanki büyük bir dağ gibiydi. (Şuara suresi 26/60-63)

Dikkatinizi çekmek istediğim nokta; tekrardan asasını vurması istenmesidir. Deniz kendiliğinden ikiye yarılmıyor, birden su fışkırmıyor. İlahi boyutlardan izin geliyor ve Hz. Musa asayı yere vurduğu anda muhteşem enerjisel değişimler oluyor; sular çıkıyor, deniz ikiye yarılıyor. Bu noktada asanın yere vurulması sanki enerjiyi salma veya yönlendirme anlamını taşımaktadır. Çünkü bazı majikal çalışmalarda kapıları açmak veya kapamak için veya enerjiyi o noktaya odaklamak için asanın sertçe yere vurulması gerekmektedir. Bu eski çalışmalar ve bu ayetlerin ışığının paralel olması asanın ruhsal etkisinin olabileceği anlamını taşımaktadır.  Bu noktada ilgi çekici bir diğer kısım ise, bunu sadece Hz. Musa’nın yapması değil, rahiplerinde yapabilmesi. Rahiplerde asalarını yılana çevirebildiklerine göre, asaların bu noktada kritik bir işlevi olduğunu düşünebiliriz. Ama Hz. Musa ilahi destek aldığı ve enerjisel olarak rahiplerden çok daha güçlü olduğu için, Musa’nın asası rahiplerinkini yemektedir.

Asalar Hz. Musa’da da gördüğümüz gibi Mısır’da da çok önemli bir konumdadır. Özellikle her firavunun kendine has bir asası olması ve bütün Mısır tanrı ve tanrıçalarının asalarla gösterilmesi asalara verilen değeri göstermektedir. Mısır araştırmacıları firavunların ellerinde ki asaların bereketin ve yetkinin sembolü olduğunu düşünmektedir. Pek tabi ki bu doğru olabilir ama asalar yapısı itibariyle farklıdır. Bu konuda bazı araştırmacılar daha ilginç teoriler üretmektedir.


Olağanüstü Enerjiler’in yazarı Serge K. King kitabında Mısır’daki asalarla ilgili şu ilginç tespiti yapıyor:

Kralların, kraliçelerin, prenslerin ve idarecilerin temsili heykellerinde ellerinde tuttukları görülen on, on iki cm uzunluğunda merak uyandırıcı çubuklar vardır. İdareciler genellikle yalnızca bir çubuk tutarken diğerleri hemen hemen her seferinde her elde bir tane olmak üzere iki çubuk tutar biçimde tasvir edilmişlerdir. Egyptologların elinde bunların ne olduğuna dair hiçbir ipucu bulunmamaktadır. Çubuklar iktidar sembolü olamayacak kadar küçüktür, çünkü birkaç metre uzaklıktan bile zor fark edilmektedir ve işaretlemeler, boyut ve şekilleri kraliyet mühürlerine uygun değildir. Olası bir açıklama için bir kere daha ezoterik geleneğe geri dönebiliriz. Yıllar içerisinde çeşitli medyomların aldığı bilgilerde çubukların amacının, bedenin enerji alanının kuvvetini bu enerjinin iradi olarak psişik ve fiziksel hedeflere yönlendirilebileceği bir noktaya kadar artırmak olduğu belirtilmiştir. İddiaya göre küçük çubuklar aralarında bir akım oluşturmak amacıyla farklı materyallerden üretilmişti. Kombinasyonlardan birinin karbon ve manyetik demir, bir diğerinin ise bakır veya bronz ve kalay olduğu anlatılıyordu. Bazılarının ise tüp şeklinde düzenlendiği bildiriliyordu.

Şimdi, Mısır yontu ve resimlerinin belli bir görevi olması gereken esrarengiz çubuklar tutan kişileri sergilediğini biliyoruz. Psişik kaynaklar materyalleri ve amaçlarını tanımlamaktadır ve bu materyaller elde tutulduğu zaman objektif bir etkinin meydana geldiği de bulgulanmıştır. Bu gerçekler Mısırlıların bizim bilmediğimiz bir enerji formunu kullandıklarını kanıtlamaz, ancak bunlar dikkate alınmaya değecek ipuçlarıdır.

Ancak çubukların bedenin enerji alanının gücünü arttırıcı bir etkileri olduğunu kabul edersek, bu çubuklar eğer kayaları havaya kaldırmak içinde kullanıldıysa nasıl olup da böyle bir güce dönüştürülmüştür? Elimizde yanıt olabilecek türden bir “salon eğlencesi” vardır. Eğer bir kişi yere uzanırsa ve altı kişide onun çevresine dizilip parmak uçlarıyla onu havaya kaldırmaya çalışırlarsa, bunu başarmak oldukça zordur. Fakat eğer bu altı kişi sık ve derin bir nefes alarak buna bir süre devam ederlerse, yerdeki kişiyi çok daha büyük bir kolaylıkla kaldırabileceklerdir. Bizim teorimiz, sık nefes sayesinde bu altı kişinin sistemlerinde ekstra vril aldıkları ve onu parmaklarının içinden çıkan konsantre bir ışınla harcadıklarıdır. Vrilin kuvvetlerinden birsinin levitasyon olduğu söylendiğine göre, derin nefesten sonra yerdeki kişinin yükseltilmesinin kolaylaşması böyle açıklanabilir. Eğer Mısırlılar çubuk veya tüpler aracılığıyla yeterli çoklukta vrilyüklemesi yapabilmekteydilerse, bunu bir başka çubuk veya tüp içinde bir ışın şeklinde deşarj edebiliyor ve böylece bir kayayı yerinden kaldırabiliyor olabilirlerdi. Ta ki şarj bitene kadar. Bu bir rahibin veya görevli kişinin kayanın yeniden kaldırılabilmesini temin edecek yeni bir yükleme gerçekleştirene kadar bir ertelemeye yol açıyor olmalıydı. Ve kaya bu şekilde inşaat yöresine doğru hoplatılıyordu. Fakat tabii bu yalnızca bir teoridir.

Birçok Mısır resminde resimdeki kişilerin tuttukları görülen, egyptologların açıklamakta zorluk çektikleri gizemli değnekler vardır. Değneğin belirsizce bir hayvan başına benzeyen tuhaf bir başı, düz bir gövdesi ve bir at nalı gibi iki uca ayrılan bir alt kısmı vardır. Kahire’de bir muhafazanın içinde gördüğüm bir örnek tahtadan yapılmıştı ve alt kısmı gümüş yapraklarla kaplanmıştı. Gümüşün elektriği geçiren en iyi doğal iletken ve tahtanın en iyi doğal yalıtkanlardan biri olması, bir rastlantıda olabilir veya olmayabilir. Bu kombinasyon pekala elektrik enerjisini veya belki devrili depolamak için tasarlanmış bir alet, bir kapasitör yerine geçebilir.”

Serge K. King’in bahsettiği teori doğru olabilir. Asalar belki de taşları uçurmak için kullanılan ve evrensel enerjiyi bünyesinde saklayıp yansıtabilen özel teknololojik aletler olabilir. Veya belki tamamen majikal yöntemlerle çalışıyor da olabilirler. Albert Einstein’ın “Bizim bilemediğimiz bazı sırları eskilerin sahip olduklarını kabul etmek zorundayız. 600 tonluk bazı taş blıkların üst yüzeylerinin dışa doğru kubbeleşmiş olması olması dikkat çekiyor. Bu ancak muazzam bir çekim veya emme kuvveti ile meydana çıkabilecek bir fenomendir.” Sözü de Mısır’da kullanılan asalarla ilgili teoriyi doğrular niteliktedir.



Ruhsal Olarak Asa

Aslında bu ezoterik yansımaların ve muhteşem levitatif çalışmalar dışında, asalar aktif olarak kullanılan bir ritüel aracıdır. Yani teorik anlamların dışında, bu anlamları gerçekleştirecek pratik bir araçtır. Her kültürdeki asanın yapılışı ve kullanışı farklıdır ve biraz sırlıdır. Yukarıda Mısır asalarından ve Hz. Musa’nın asasından bahsettik. Bu asalar belli ki farklı teknolojileri veya çok daha derin sırları içermektedir. Kimisine göre bu Mısır asaları Atlantis’ten gelen teknolojik araçlardır ve artık yoklardır. Ama ben burada bu bahsettiğimiz biraz daha sıra dışı teoriler dışında, eski geleneklerde bahsedilen sihirli asalar ve bu asaların ruhsal olarak kullanışlarından-yapılışlarından bahsedeceğim. Burada taşları uçurmak, denizleri ikiye ayırmak gibi fiziksel etkilerden çok “ruhsal değişimleri” amaç edinen asalardan bahsediyoruz.

Asaların ruhsal olarak kullanımı, var olan ruhsal enerjiyi iletmek veya evrensel enerjiyi çekmek (paratoner gibi) şeklindedir. Bu iki yönlü kullanımda da kişinin çok profesyonel ve enerjisel olarak kendini geliştirmesi şarttır. Çünkü spritüel enerjilerin ve kimya-fizik yasalarından bildiğimiz üzere ağaç maddesi, metalik maddelere göre enerjiyi aktarmakta daha zayıftır. Bu yüzden inisiyatik gelenekte kılıçla çalışmalara başlayan çırak, ustalaştığında asaya geçmektedir. Haliyle asa, bu noktada çok daha etkili ama enerjisel yönlendirmeler için çok daha zordur. Tabi ki bir o kadarda asanın yapım aşamaları çok önemlidir.

Asaların yapımında ise öncelikle kişinin bir ağaç seçmesi çok önemlidir. Bazı geleneklerde kişi orman içerisine girerek içsel olarak kendine yakın hissettiği bir ağaçtan asa yaparken, kelt geleneğinde doğum tarihlerine göre belirlenmiş ağaç seçimleri mevcuttur. Genel olarak meşe, söğüt, fındık ağacı, mürver ağacı, akasya, dişbudak ve yabani erik ağacı kullanılabilir. Ağacın seçiminden sonra işlenip asa haline getirilmesinde kişi tamamen kendi emeğini kullanmalıdır. Gerekli oymaları yaptıktan sonra, tüm diğer ek dalların uç kısımlarının enerjinin gidişatını bozmaması için temizlenmesi önemlidir. Bu ağaç seçimleri ve işlemeler sırasında dualar önemlidir.

Mesela Havass çalışmalarında asa yapımı ve okumalar şöyledir; Sülalenin eskilerinden diktiği bir incir veyahut nar ağacı, birkaç gece önceden ayetel kürsi ve Fatiha okunmuş su ile sulanır. Ardından hayırlı bir vakitte namaz sonrası Besmele çekilerek dualar eşliğinde dal kesilir. Fatiha, ayetel kürsi ve çeşitli kurandan sureler eşliğinde kesme ve yontma işlemleri yapılır. Ardından gönülden “Süleyman a.s., Davut a.s, Musa a.s.’ye ve Talut’a nasip ettiğin kudreti banada ihsan et ey Cebbar olan Allah’ım!” denir ve dalın bir yüzüne bakara suresinin 249. Ayeti, diğer yüzüne Fatiha suresi yazılır. Artık bu dal cinleri kovmaktan, şifa vermeye, define bulmaktan nice ilginç işlere yarayacağına inanılır.

Ardından asalara kültüre bağlı olarak bazı majikal tılsımlar ve semboller çizilir. Bunların çizimi her kültüre göre değişir. Yukarıdaki örnekte Kuran’dan ayetlerin yazıldığından bahsetmiştik. Diğer kültürlerde bu semboller ve çizimler ile dualar değişmektedir. Bundan sonra ise asaya kişinin kendi isteğine göre tılsımlı şeyler asılır. Bazı eski şamanik öğretilerde hayvan parçaları, kuş tüyleri, giysi parçaları gibi şeylerdir. Vodoo rahipleri ise kurukafalar, kan, hayvan parçaları gibi şeyler koymaktadırlar. Bunun dışında doğal taşlar, çeşitli bitkiler kullanılabilmektedir.

Hayvan parçaları kullanılmasının sebebi hayvanların ruhlarından yardım almaktır. Böylelikle hayvanları kontrol edilebileceğine inanılır ve rehber hayvan ruhlarının eşlik edeceği düşünülür. Uçlarına kristal veya çevresine metal parçalar konması enerjiyi odaklamak içindir. Eğer daha çok şifa çalışmalarında kullanılacaksa asa, asma sapı veya söğüt ağacından yapılıp yılan şekli yapılır. Tüy konulacaksa, yerleştirilecek tüylerin hangi hayvandan alındığı önemlidir. Her bir kuşun tüyü farklı anlam taşınır. Bunlar dışında bir diğer en çok kullanılan nesne ise boynuzlardır.  Şamanik ve ruhsal olarak bir sonraki aşama ise enerjinin yüklenmesi aşamasıdır.

Bu noktada kişi, asayı alıp tüm enerjisini asaya yönlendirerek dualar okur. Kendisinin asa ile bir olduğunu ve asaya dönüştüğünü imajine eder. Ardından irade gücünü ve ruhsal enerjisini asaya aktarır ki, asa, iradesiyle istediklerini yerine getirebilsin. Bu enerjinin yüklenmesi aşaması tekrarlanmalıdır. Ne kadar sık tekrarlanırsa asayla bütünleşme o kadar fazla gerçekleşir. Bu noktada eski öğretilere baktığımızda yüklemede yapılan değişiklerin işlevini değiştirdiği gözlemlenir. Mesela kimisi şifa vermek için kullanılırken kimisi hayvanlara yönelik kimisi ise daha geneldir. Haliyle enerjinin odaklanma kısmı bu noktada önem arz etmektedir. Çalışmalar ile öncelikle ruhsal tesirler en sonunda ise fiziksel tesirler yapılabileceği söylenmektedir.

Ardından yüklemeler dışında kutsamalar yapılır. Bu kutsamalar genellikle elementler veya yapan şamanın ata ruhları veya tanrıları ile tanrıçalarından istenmektedir.  Yukarıdaki havass örneğinde ise kutsama aşaması dua içermektedir.

Tarih sürecinde farklı asa kullanımları gelmiştir. Batı ruhsal ekollerinde ezoterik sembollerle süslü asalar varken, Haiti voodoosunda tüylerle kaplı enerjiyi aktarmaya yarayan asalar vardır ve cadılık uygulamaları ile eski paganlarda daha düz ve sade asalar göze çarpar. Daha sonra hazırlanan bu asalar ruhsal çalışmalarda enerjileri yönlendirmek veya değiştirmek, inisiyatik törenlerde kutsamak veya element krallıklarını açmakta kullanılır.

Asadan Bastona

Gerek ruhsal araçlar olarak gerekse ezoterik semboller olarak asalar hayatımızın her daim içinde var olmuştur. Hangi birimiz küçükken yaptığı bir asayla hayaller dünyasında kaybolmamıştır? Veya birçoğumuz orman gezilerinde yerde bulduğumuz asaların eşliğinde gezimizi tamamlamışızdır. Yaşlılığımızın vazgeçilmez baston figürü dahi belki de asalardan alınan desteğin ve olgunlaşmanın bir sembolü olabilir. Geçmişe baktığımızda ise her kültürün kendisine has asa sembolizması ve asa geleneği olduğunu görürüz.  Hal böyle olunca, asalar, her ne kadar Hollywood filmlerinin ve fantastik edebiyatın içinde önemli bir yer edinmişse de, gerçek hayatta hepimizin bilinçaltında önemli bir sembol olmuştur.




KAYNAKLAR :
Olağanüstü Enerjiler- Serge K. King
Voodoo- Heike owusu
Antik Mısır Sırları – Ergun Candan
Merlyn Kral Arthur’un Büyücüsünün Gizli 21 Dersi – Douglas Monroe
Yüce Kura’n Açıklamalı – Yorumlu Kuran’ı kerim Meali – Prof. Dr. Abdülkadir Şener, Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, Prof. Dr. M. Cemal Sofuoğlu
Büyücülük Klavuzu – Elizabeth Brooke
10 adımda Psişik Gücünüz – Cassandra Eason
www.indigodergisi.com
Devamını Oku »

EZOTERİZM'DE DÜNDEN BUGÜNE TAŞ KÜLTÜ




Ezoterizm'de Dünden Bugüne Taş Kültü

Çevrelerine belirli tesirler yaydıklarına ve canlı organizmalar üzerinde hem psişik hem de fiziksel etkilerde bulun­duklarına inanılan taşlara eski uygarlıkların kültürlerinde ve ezoterik çalışmalarda "Tılsımlı Taşlar" ismi verilmiştir. Ezoterik prensiplere göre bazı taşlar evrendeki ve yerkü­redeki birtakım güçleri çekme, biriktirme, dönüştürme ve yayma özelliklerine sahiptir. İnisiyatik çalışmalarda bu tür taşların enerjetik özelliklerinden yararlanmak, başlı başına bir araştırma konusuydu. Ve elimizdeki bu konuyla ilgili kayıtlar eskilerin bu konuda hayli ileri düzeyde bilgi sahibi oldukları­nı göstermektedir.

Ezoterizm'de taşlar dört ana grupta sınıflandırılmıştır:

1- Atlantisliler'in özel işlemlerden geçirdikten ve biçim­lendirdikten sonra enerji santrallerinde kullandıkları nadir kristaller ve çok farklı bir maddesel yapıya sahip olan özel taşlar.

2- Tufan'dan sonra bizim devremize ait uygarlıkların ini­siyatik merkezlerindeki mabetlerde yer alan psişik çalışma­larda kullanılan, kökenleri bilinmeyen ve günümüzde kayıp durumdaki taşlar.

Bu taşlardan bazılarının kozmik kökenli, bazılarının ise Atlantis kökenli olduklarını ve bizim devremizin ortalarına doğru bazılarının yeryüzünün belirli yerlerine gizlenmiş ol­dukları söylenir.

Kabe'deki Siyah Taş ve İstanbul'a yerleştirildiği söy­lenilen ancak nerede olduğu bugün için bilinmeyen gizemli taş bu grupta değerlendirilmektedir.

3- Günümüzde mevcut olan değerli taşlar ve kristaller. Bunlar da doğru kullanıldığı takdirde canlılar üzerinde önem­li etkilerde bulunduğu yapılan deneysel çalışmalarla ispatlaıımış durumdadır Günümüzdeki New Age yaşam kültüründe bu çalışmaların önemli bir yeri vardır.

4- Değersiz taşlar Kendiliklerinden özel bir enerjetik ya­yınları olmayan, ancak ley hatları üzerine dikildiklerinde be­lirli bir büyüklükte olmak koşuluyla yerkürenin telürik ener­jisiyle ilgili bir etkinlik meydana getirebilen taşlardır.

Puta tapmanın perde arkası:

Daha önce de söylemiş olduğum gibi, taş­tan yapılmış putlara tapma meselesinin ardında yatan gizli gerçek, yukarıda farklı yönleriyle ele aldığımız "Tılsımlı Taşlar" in çevrelerine yaydıkları etkiyle bağlantılıdır. Eski devre ait insanlar taşlara tapmıyorlardı. Taşla­rın sihirli gücünden yararlanmaya çalışıyorlardı. Bu onları gözleyenlerce yanlış yorumlandığı için onların taşlara tap­tıkları sonucuna ulaşılmıştır.

Tılsımlı Taşlar'dan Sihirli Asalar'a...

Asaların da, yukarıda sözünü ettiğimiz enerji toplama ve dağıtma özelliğine sahip bu özel maddelerden yapılan küçük modeller olduğu tahmin edilmektedir.

Eski uygarlıklara ait kabartma ve resimlerde sıklıkla kar­şımıza çıkan asa, ezoterizmde her şeye uzanan tesir gücünü sembolize etmektedir. Ancak şunu hemen belirtmek gerekir ki, asa sadece bir sembol değil, aynı zamanda kullanılan bir objedir. Kullanıldığı alan ise, manyetik ve psişik enerjilerin bu obje vasıtasıyla bir yerden bir yere yönlendirilmesidir. Önce Atlantis'te, Tufan Sonrası'nda ise bizim devremize ait uygarlıkların inisiyatik merkezlerinde bu objeler- sıklıkla
kullanılmıştır.

Gizli mabetlerde sürdürülen inisiyasyonlarda, inisiyatörlerin psişik etkinliklerinde kullandıkları, özel işlemlerden ge­çirilmiş taş ve madenlerden yapılma ve günümüzde "tılsım­lı" olarak adlandırılan özel değneklerin varlığı bilinmekle bir­likte, bu özel değneklerin niteliği hakkında çok az bilgiye sa­hip bulunulmaktadır .

Konumuzu kısaca toparlarsak şunları söyleyebiliriz:

Eldeki tüm verilerden anlaşıldığı kadarıyla, bu asalar sıra­dan değnekler olmayıp, birtakım enerjileri çeken, toplayan, dönüştüren ve psişik yeteneklerle ilgili uygulamalarda gücün etkisini misliyle büyüten bir nevi amplifikatör gibi kullanılabilen özel aletlerdi.

Kaynak : Belirtilmeli
Devamını Oku »

BİTKİSEL VE HAYVANSAL PSİSİZM





Bitkisel ve Hayvansal Psisizm

A. Bitkisel Psisizm

Bitkilerdeki psisik fenomenler bütününü ifade eden bir terimdir. Bitkiler üzerinde 1960’larda baslayan parapsikolojik arastirmalar, bitkilerin, çevrelerindeki insanlarin heyecan ve düsüncelerine duyarli olduklarini, kendilerinin de heyecan ve bir tür bellege sahip olduklarini ve insanlarla iletisim kurabilmelerini saglayacak birtakim güçleri bulundugunu ortaya koymustur. Bitkilerdeki psisik algilamanin saptanmasi konusundaki çalismalara en büyük katkiyi, yalan makinesi bulusuyla taninan ABD’LÝ arastirmaci Cleve Backster yapmistir. Backster, yalan makinesinin elektrotlarini bagladigi bitkilerle yaptigi deneylerde, makinenin ibresinin insanlarin heyecan halleri sirasinda çizdigi çizgilere benzer çizgiler çizdigini saptamistir. Örnegin, bir tehdit veya yasamsal tehlike karsisindaki insan ve bitkinin heyecan halleri için, ibre ayni zikzaklari çizmektedir. Uluslararasi Ýs Makineleri Kurumu’nun arastirma kimyageri Marcel Vogel, sifacilardan Ambrose ve Olga Worrell ve kimi Rus bilim adamlarinin bitkisel psisizmin kesfine önemli katkilari olmustur. Bitkilerdeki normal yasam etkinlikleri ve psisik fenomenler hakkinda yapilan parapsikolojik incelemelerin sonuçlari söyle siralanabilir:

1-Bitkilerde bitkilere özgü bir tür algilama vardir. Ýnsanlarin heyecan ve düsüncelerine duyarlidir. Sahipleriyle, aralarinda yüzlerce kilometre uzaklik olsa da, psisik irtibatta olabilirler.
2-İnsanlarla iletisim kurabilir, onlara cevap verebilirler.
3-Bitkiler çesitli enerjiler yayinlarlar. Bitkilerin de çevrelerinde, ‘kirlian fotografçiligi’ yöntemiyle fotograflari çekilebilen, birtakim vibrasyonlardan etkilenen bir enerji alani vardir.
4-Dua, sefkat, ilgi ve sevgi tesirleri,klasik müzik ve sifaci medyumlarin tesirleri bitkilerin gelisiminin hizli ve verimli olmasini saglar. Buna karsilik, nefret, kin ve düsmanlik duygularini da algilarlar. ‘Rock” ve “heavy-metal” müziklerinden istirap duyarlar.
5-Bir tür bellekleri vardir. (Daha önce bir yapragini kesmis bir kisi, bulundugu odaya girdiginde grafiklerde, bitkinin korktugunu gösteren çizgiler görülmekte, o kisi çikip, odaya baska biri girdiginde bu olmamaktadir, Yani bitki kendisine daha önce zarar vermis kisiyi unutmamistir.
6-Bitkilerin de heyecansal bir yasamlari vardir; çevrelerinde bulunanlardan hoslanabilirler, felaket anlarinda adeta “kendilerini kaybederler”.

B. Hayvansal Psisizm

Hayvanlardaki psisik fenomenler bütününü ifade eden bir terimdir. Hayvanlar üzerinde sürdürülen parapsikolojik deney ve gözlemler, kimi hayvanlarin insanlardaki ‘ESP’ yeteneklerine insanlardan daha fazla sahip olduklarini, hatta kimi psisik yeteneklerin bazi hayvanlarda bes duyu gibi dogal ve normal bir yetenek olarak kullanildigini ortaya koymustur. ABD’li parapsikolog J. B. Rhine hayvanlar üzerinde yaptigi deney ve gözlemlerin sonucunda bazi hayvanlarda en azindan su bes psisik yetenegin bulundugunu saptamistir:

1-Sevdikleri kimseler veya kendileri hakkinda tehlike içeren gelecegi ve dogal aletleri önceden hissetmeleri.
2-Sevdikleri birinin (insan veya hayvan) ölmesini veya zarar görmesini uzaktan hissetmeleri. (Bir Rus deneyinde karadan binlerce kilometre uzakta, denizin dibindeki bir denizaltida bulunan yavrularindan her biri öldürüldügü an, karadaki anne tavsan aci aci bagirmistir).
3-Sahipleri eve dönmeden, eve dönecegini, dönüs yolunda oldugunu hissetmeleri.
4-Yuvalarinin yolunu, kentler arasi uzakliklar sözkonusu olsa da bulabilmeleri ve bu uzakliklardan yuvalarina dönebilmeleri. (Kimi bilim adamlarina göre, köpekler, kediler, göçmen kuslar gibi bazi hayvanlar yön bulmada dünyanin manyetik alan çizgilerinden yararlaniyor olabilirler.)
5-Psisik izleme yetenegi. (Sevdikleri hemcinslerini uzak mesafeler katederek bulabilmeleri.)
Neo-spiritüalist görüse göre, insanin etkisi altinda kalmakla bes duyusu ile algilayamadigi birtakim ince, daha dogrusu esir'i vibrasyonlari kimi hayvanlar algilayabilmektedir. Bir beygirin koku ve görme alaninda olmadigi halde uzaktan geçen esini tanimasi veya büyük bir deprem öncesinde örümceklerin yuvalarini, kimi hayvanlarin agillarini birakip kaçmalari vibrasyonel duyarliliklarinin insanlarinkinden farkli olmalariyla açiklanabilir.
Devamını Oku »

Yukarı Git