15 Ocak 2016 Cuma

CIA VE PARAPSİKOLOJİ




CIA VE PARAPSiKOLOJi

Ölüm isinlarini ve nükleer bombalari unutun. Psisik güçler, gelecegin silahi olacaktir. insandaki bes duyu ötesindeki güçlerin veya algilarin genel adi olan psisik olma hali ya da dogustan olan psisik insanlar uzun zamandan beri ABD'de, eski SSCB'de ve simdi Rusya'da özel güçlerini askeri alanda kullaniyorlar mi?

Dükkanin önündeki yazi söyleydi:

"Madam Zodiac, psisik güçler gelecegin fali ve burçlarin okunmasi". Madam Zodiac'in Washington'daki dükkani saat 11:00'de açiliyor ve düzenli müsteriler, ögle tatillerinde geliyorlar. Vizite 10 dolar. 1979-1980 arasinda her ayin üçüncü Sali'sinda Madam'in dükkani özel bir müsteri için saat 09:00'dan biraz sonra özel olarak erken açilirdi. Müsteri bir donanma komutaniydi, genelde sivil giyinirdi ve bir çanta tasirdi. Madam, kristal küresini, tarot kartlarini ve fotograflari bir kenara ittikten sonra ona çay yapardi. Komutan sigaradan kurtulamiyordu, Haziran'dan sonra günde yarini pakete düsürmüstü ama tamamen birakamiyordu. Ama Madam Zodiac, onun yil sonuna kadar sigaradan vazgeçecegini söyledi. (Bu kehanet kanitlandi. Komutan simdi her gün 6 mil kosuyor ve deniz piyadeleri maratonuna katilmayi hedefliyor.) Fakat komutan, her ziyaretinde içinde 400 dolar olan zarfi, sigaradan kurtulmak için Madam'a vermiyordu. Para, Deniz Kuvvetleri'nden geliyordu. Masaya konan resimler ve fotograflar, Sovyet denizaltilarinin Dogu Amerika sularina yakin bölgedeki rotalarini gösteriyorlardi. Madam Zodiac'in isi; psisik güçlerini kullanarak Deniz Kuvvetleri'ne ait gemi ve uçaklarin yapamadigini yaparak Sovyet misil ve denizaltilarinin rotalarini bilmekti. Kisacasi Madam Zodiac, Pentagon'un "Medyum TeknolojikRisk Projesi" olarak islemlendirdigi kisiydi. Aralik, 1980'de Ordu Teftis Gazetesi, "Yeni Ruhsal Savas Meydani: Beam Me Up Spock" basligiyla bir makale yayinlandi. Makalenin yazari, üstegmen John B. Alexander idi. "Avrupa'ya 2. yayilma dönemi" ve "Savasa hazirlanmak: Lojistik destek programi" gibi makaleleri de yazan Alexander'in bu yazisi bazi söyle basliyordu:

* Beyin gücünü etkileyen bazi silah sistemleri vardir ve öldürme kapasiteleri çok önceden incelenmistir.

* Çok uzak mesafelerden bile hasta etme ve öldürme gibi yetileri vardir. Hiçbir fiziksel neden olmadan ölüme veya hastaliga yol açabilirler. Bu tip silah sistemleri, böcek ve kurbagalarda denenmistir fakat insanlara olan ölümcül etkisi tartisilmaktadir.

* Telepatik hipnozun kullanimi ise, ordu içinde yüksek bir potansiyele sahiptir. Bu yetenek bazi ajanlarin çaba sarfetmeden, önemli bilgileri ele geçirmesini saglayabilir.
* Açikça psikotronik silahlar vardir ama kapasiteleri bilinmemektedir.

ikinci Dünya Savasi sirasinda verilen büyük kayiplar, Amerikan ordusunu degisik arayislara yöneltti. Ordu parapsikolojinin yardimi ile savunma ve saldiri silahlari üretecek projeleri gelistirmek için sinirsiz bütçeler ayirdi.

Milyarlarca dolarlik bütçe

Alexander ciddi miydi? Pentagon, gerçekten bazi falcilarin denizaltilari durdurabilecegine inaniyor muydu? Alexander'in yazdigi bu makaleden haberdar olan birçok kisinin bunu saçma bulduklarini söylüyor. Neden ise su: "Bu durum, kendi gerçekçilik kapasitelerini asiyor. Dünyanin tepsi gibi olduguna inananlar bile varken..." Çok yüksek rütbeli bazi askerlerin, bu psisik savasi çok ciddiye aldiklarini düsünürsek ve maliyetinin neden 6 milyar dolar tuttugunu anlariz. Birçok arastirma gizli proje olarak saklaniyor, hem de tanimlanamayan programlar gizli tutulmak isteniyorlar. Örnegin; 1978'de ClA'nin Sovyet Duyu Disi Algilama çalismalari ile ilgili istihbaratina söyle bir baslik konulmustu. "Biyolojik Transfer Sistemleri'nin Öyküsü" Tabii ki 6 milyar dolar Pentagon için sadece bir cep harçligi. Çünkü tek bir modern uçak 250 milyon dolar tutabilir veya tek bir gemi 1.5 milyon dolar edebiliyor. Hatta MX gibi büyük silah programlari 600 milyon dolarlik maliyetleri asabiliyor. Elestirmenler, parapsikolojinin, dünyevi problemler için kullanilmasi projesine karsi çiktilar. Örnegin, psisik güçlerin bir denizaltiyi yok etmesi gibi. Onlara göre, bilimi, teorik bulgular yine ayni bilim tarafindan kabul edilmedikçe kullanamayiz. Peki ama ya Madam Zodiac gerçekten Sovyet denizaltilarinin yerini kesfedebiliyorsa? Michigan Üniversitesi Sosyal Bilimler profesörü olan Marcello Truzi, psisik güçlerin askeri ve politik olarak çok önemli olabileceklerini ve önemli ulusal güvenlik programlarina girebilecekleri için tehlikeli olduklari konusunda uyarida bulunuyor. Bu tür güçlerin var olma ihtimali çok yüksek degil ama olasilik küçük de olsa, yadsinamayacak kadar önemli. 70'li yillarda donanma Uluslararasi SRI 'nin beyin takimiyla 50.703 dolarlik bir anlasma imzaladi. Görevleri, psisik güçlerin elektromanyetik kaynaklari yok etmelerini önlemekti. Eger psisikler bir baska odadaki parlayan isigi hissedebiliyorlarsa, belki de denizaltilarin çok zayif elektromanyetik dalgalarini da farkedebilirlerdi.

Medyumlarin pazar degeri artiyor

Yine de Donanma Halkla iliskiler Bölümü kurumun psisik güçlerin denizaltilari bulmak için kullanildigini inkar eden resmi bir belge yayinladi. Belgede psisikantidenizalti projesi söyle tanimlaniyordu: "Bazi insanlarin farkedilemeyecek kadar büyük elektromanyetik dalgalari hissedebilme yetisini arastirmak." Aslinda bazi insanlar derken, medyumlari; düsük seviyedeki elektromanyetik dalgalar derken de, denizaltilarin elektromanyetik titresimlerini; hissedebilmek derken de psisik güçleri kastediyorlardi. Uzun proje raporlarindan "psisik" kelimesi hiç kullanilmamisti. Oysa SRI 'nin en önemli arastirmacilari olan Harold Puthoff ve Russel Targ, dünyanin en bilinen medyumlari olarak taniniyorlar.

Yapilan kontrat sonucunda SRI , son raporunu 1978'de yazdi. Raporda birçok psisikle önemli basarilar elde edildigi iddia ediliyordu. Ama donanma yetinmedi hatta donanma sözcüsü 1982'de yaptigi açiklamada, bu çalismayi psisik olarak tanimlamayi reddetti. Bu inkarlarin tersine, donanma en azindan psisik güçleri olan 34 kisiyi denizaltilari saptamasi için almisti ve Madam Zodiac da bunlardan biriydi kod adi "Pseudonim" idi. Kontratinda gizlilik ve susma kosulu bulunuyordu. Ama bir diger medyum olan Shown Robbins, National Enquirer dergisinde, isminin "Donanmanin medyumu" olarak geçmesine ses çikarmadi. 1973'te New York'ta Mainmondies Tip Merkezi'nde Robbins, psisikarastirma projesinde kullanildi. Tipik bir deneyde, duygusal tahrik ölçüldü. Hatta baskalarina erotik filmler izletilip, Robbins'in telepatik algi yetenegi ölçüldü. Filmlerden sonra denekler, uykuya yatirildi ve rüyalari ya da seri göz hareketleri (REM) monitörlere yansitildi. Daha sonra denekler uyandirilarak rüyalarini anlatmalari istendi. Robbins'in rüyalari, filmin içerigiyle paralel oluyordu ve filmi seyreden digerlerinin rüyalarina uyuyordu. Arastirma ekibine göre; Robbins'in olagan disi psisik güçleri vardi. Testler bittikten hemen sonra, çalismalara para saglayan fonun yöneticilerinden birisi Robbins'i çagirarak kendisinin arastirmaci deniz subayi oldugunu söyledi. Adamin söyledigine göre donanma, düsman hedeflerine karsi Robbins'in psisik güçleriyle ilgileniyordu. Ve Robbins, anlasmayi kabul etti. Madam Zodiac gibi ona da Sovyet gemi resimlerini ve çizelgeleri vererek, gemilerin yerini ve durumunu belirlemesini istediler. Robbins üzerinde daha çok test yapmak istiyorlardi ama o bunu reddetti. Çünkü ondan Yunanistan'da gizli bir hazineyi bulmasini istenmisti. Yedi yil sonra, ayni donanma komutani, ondan Madam Zodiac projesine katilmasini ve testlere girmesini istedi. Fakat bu gerçeklesemedi, Robbins isini iyi yapiyordu ama Reagan'in bütçe kesintisi karariyla programdan çikarildi.

"Atom bombasmi durdurabiliriz..."

II. Dünya Savasi sirasinda baslatilan ve gelecegin en önemli parapsikolojik arastirmalari olarak tanimlanan projelerin bütçesi donanma tarafindan karsilaniyordu. O dönemde, hayvanlarin psisik güçleri üzerinde yapilan bazi deneylerde martilar kullanildi. Martilar psisik güçleri sayesinde Alman denizaltilarinin periskoplarini tahrip edeceklerdi. Bütün bunlardan daha ciddi bir çalisma ise Duke Üniversitesi ögretim görevlilerinden J. Gaither Pratt'in baskanliginda gerçeklesti. Projenin amaci güvercinlerde psisik bir mekanizma bulmakti. Bu tür bir bulus denizaltilarin su yüzüne çikmadan daha kolay ve uzun sefer yapabilmelerini saglayacak, ayrica geceleyin bombardiman yapilacakti. Donanma bu tür çalismalara 60'lara kadar devam etti. Fakat en önemli psisik proje, donanma yerine hükümet tarafindan gerçeklestirildi. Donanma, 1977'de Virginia'da bir psisik masajci olan Dr. Charles Whiteho" use'u "Hayali Görüntü Analiz Istasyonu"na aldi. Whitehouse artik, içinde psisik enerjileri çogaltan elektronik aletler üreten USPA adli bir organizasyonu da içeren Birlesik Devletler Psikotronik Toplulugusun bir üyesiydi. Whitehouse, Donanma Arastirma ve Gelistirme Departmani Baskani olan Robert Skillen'e, eger makineye Sovyet denizaltilarin bir resmi konursa yerlerini hemen tespit edebilecegini söylemisti. Skillen; "Bu yolla denizaltilarin yeri bulunabilir" diyerek onay verdi. Whitehouse, CIA ve donanmadan birçok kisiye makineyi kullanmayi ögretti ve donanma bu küçük siyah kutuya 5.111 dolar ödedi, Skillen, Whitehouse'un yaptigi çalismanin övgüye deger oldugunu sürekli yineliyordu. Whitehouse, aldigi parayi yeni bir hayali görüntü analiz makinesi için harcadi. Daha sonra bu makineyi kanser hastaliginin tedavisi için kullandi. Kliniginde auralarinda bosluklar ya da dengesizlikler olan hastalara degisik renk kombinasyonlari yönelterek onlari tedavi ediyordu. Ayrica baska hastaliklar da auraya çesitli renklerde isik kombinasyonlari dogrultarak tedavi ediliyordu. Whitehouse, ayrica bu makinenin teknik kilavuzunda bazi bombalari etkisiz hale getirecegini de iddia ediyordu (hidrojen ve atom bombalari}. Diger hükümet ajanlari, sivil yetkililer ve Hava Kuvvetleri, makinenin atom bombasmi imha edilebilmesiyle ilgilenmediler. Ama tip dünyasi ilgilendi ve doktoru, hastalari dolandirmakla itham ettiler. Sonunda Whitehouse, Tayland'a yerlesti, hayatinin daha sakin olacagini düsünüyordu.

1978'deABD'nin bir diger donanma raporunda Sovyet psikotronik silahlarinin yani ruhsal yetilerin savunma ve saldiri fonksiyonlarini durdurmak için kullaniliyordu. Ayrica raporda telepatik hipnozun Amerikan nükleer silahlarini etkisiz hale getirebilecegini belirten bir uyari da vardi. Böylece 1981'de Hava Kuvvetleri'nin ordu adina savunma amaçli psisik kalkanlar almasi gündeme geldi. Bu kalkanlar, USPA tarafindan üretiliyorlardi, çalismasi için biraz kan veya karsi taraftan gerekli kisinin saçi yeterliydi. inanilmazdi ama sanki ABD ordusu büyücülüge baslamisti.

"Hiperuzay nükleer havan topu"

Donanmanin 1972'de yaptigi bu arastirma "çok gizli" bilgiler arasina girdi ve ancak 1978'de gün isigina çikti. Söyle deniyordu:

"Psisik arastirmalar yapan Sovyet güçlerinin er ya da geç asagidakileri gerçeklestirmesini bu yolla engelleyecegiz. A) Amerika'nin çok gizli dosya içeri klerini, gemileriniizin rotasini ve yerini, ordunun yerlesme düzenini bulmalarini; B) Kilit noktalardaki Amerika liderlerinin ve sivil örgütlerinin düsüncelerini okumalarini; C) Amerikali subay ve yetkililerin ani ölümlerini saglamalarini D) Amerikan uçaklarini ve uzay araçlarini uzaktan tespit etmelerini, önleyecegiz." Bu vahiysel tahminler, göründükleri gibi inanilmazdir. Ayrica entelektüel gruplar tarafindan da telaffuz ediliyorlardi. 1978'deki bir diger donanma raporunda Sovyet psikotronik silahlarinin yani ruhsal yetilerin savunma ve saldiri fonksiyonlarini durdurmak için kullaniliyordu. Ayrica raporda telepatik hipnozun Amerikan nükleer silahlarini etkisiz hale getirebilecegini belirten bir uyari da vardi. Böylece 1981'de Hava Kuvvetleri'nin ordu adina savunma amaçli psisik kalkanlar almasi gündeme geldi. Bu kalkanlar, USPA tarafindan üretiliyorlardi, çalismasi için biraz kan veya karsi taraftan gerekli kisinin saçi yeterliydi. inanilmazdi ama sanki ABD ordusu büyücülüge baslamisti, Alexander'in makalesinde telepatik hipnozun büyük bir potansiyele sahip oldugu yaziyordu. Bu yetenek, karsi tarafin ajanlarini programlar hakkinda bilgi almaktan alikoyabilirdi. Üstelik Amerikan ajanlari da bu metotla her seyi bilebilirlerdi. Söylendigi gibi "Mançuryalilar, yasamlarini bir tek telefon konusmasina gerek duymadan sürdürürler". Emekli tegmen Thomas Beardan, ordunun iletisim analizcisi olarak çalismisti ve Sovyetler'in, bütün bunlardan daha öte silahlari oldugunu söylüyordu;
"Hiperuzay nükleer havan topu" gibi... Bu psisik silahlar, stratejik noktalari tek bir atisla çöl haline getirebilirdi. Metot suydu;
tek bir nükleer patlama sinirsiz sekilde evrenin her yerine naklediliyordu. 7 dönemdir, senatör olan Charlie Rose bu saçma görünen iddiayi ciddi buluyor. Ona göre;Ruslar bu isin üstüne çok düsüyorlar ve Amerika bunun gerisinde kalmamali.

Ruhsal hidrojen bombalari:

Rose, hukukçu ve tütün lobisinin liderlerinden, üstelik kendisi bilgisayarlar konusunda uzman ve Gelecegin Teknolojisi Komisyonu'nun da kurucusu. Bu aslinda resmi olmayan, özel finanse edilen bir kurumdur. Rose ileri teknoloji ile ilgili birinii;
fütürist ve "Gelecek Soku" adli kitabin yazari olan Alvin Toffier'den sonra gündeme getirdi ve Kongre'nin bu konuyla ciddi bir sekilde ilgilenmesi gerektigini ortaya atti, gazetelerde birçok makale yayinlandi. Uzay kolonilerinden, gen düzenlemelerinden, yumusak enerjiden ve diger New Age konularindan söz edildi. Rose, Amerikan hükümetinin psisik silahlar için çok fazla para harcamasi gerektigini düsünmüyor. Çünkü ona göre ilk önce bu silahlarin nasil bir teknoloji ile yapilmasi gerektigini ögrenmek gerekiyor. Ama eger teknolojik yapiyi anlayabilirsek, iste o zaman "Psisik Manhattan ProjesFne ihtiyaciniz olacak. (Manhattan Projesi, 1945'te atom bombasi deneylerine verilen isimdir.) Senatör, bu teknolojik bilginin ufukta oldugunu söylüyor. Rose, daha öncelerde uzak yerleri görmeyi saglayan uzak görüs yetenegi ile ilgili olarak CIA dosyalarina girmisti. Bunu söyle anlatiyor:
"Uzak görüs yetenegiyle ilgili inanilmaz örnekler gördüm. Bana kalirsa bu alandaki gelismelere yakinlik göstermeliyiz, özellikle de Ruslarin yaptiklarina. Eger gizli bulgulara erisebilecek psisik silahlarla donatilmis insanlar yaratirlarsa, hiçbir sirrimiz kalmayacaktir." Rose, CIA ve Pentagon'daki süphecilerin Amerika'nin uzak görüsle ilgili arastirmalarini engelledikleri düsüncesinde, süphecilerin, arastirmalari engellediklerini, çünkü uydu fotograflari kadar kesin olmadigini düsündüklerini belirtiyor ve söyle devam ediyor: "Bana kalirsa bu ucuz bir radar sisteminden baska bir sey degil. Ayrica Ruslar böyle önemli bir projeye sahiplerse, gerçekten basimiz belada. Bu ülke garip psisik gereçlere, lazerler arkasindan bakmaya korkmuyorlarsa bizim de korkmamamiz gerekir. Daha da kötüsü, yarin Ruslar bu teknigi ve bilgilerini Ortadogu terörünün eline de verebilirler."
Bu tür insanlar çok tehlikeli olabilirler...

California Üniversitesi psikologlarindan Charles T. Tart'in incelemesine göre; ciddi hükümet disi arastirmacilar olasi bir psikolojik askeri uygulamayi önemli buluyorlar. Amerika'daki en ünlü 14 parapsikoloji laboratuvarinin on üçü Tart'in anketine cevap verdi. Hiçbirisi bu tür psisik güçlerin casusluk alaninda kullanilabilecegini reddetmedi. Üstelik bu konuda çok para harcandigini ve bilimsel insan gücü kullanildigini söylediler. Dördü casusluk için "olabilir", besi "belki", geri kalan dördü ise "kesin" nitelemesini kullandi. Ayni oranda incelemeci ise; psisik güçlerin, fiziksel zarara, hastaliga ve hatta ölüme yol açabilecegini ya da bilgisayar türü gereçleri bozabilecegini söylüyorlar. Tart'in arastirmasina katilan 5 laboratuvar, Amerikan hükümetinin kendilerine resmi yollarda parapsikolojik bilgi almak için yaklastiklarini belirtti. Ordunun psisik güç olarak istedigi, telepatik hipnoz veya kasik bükmek degildi. Böyle olsaydi, bunlarin bir gösteri tiyatrosu için hazirlandigini düsünürdük. Ciddi arastirmacilar, kendini psisik diye tanitan Uri Geller gibi kisilerin süslü gösterilerinden sonra, düsük enerjiyi ölçen psikokinetik testlerden çok, göz yanilmalarina takildilar. Psisiklerin birçogu düsük bir enerjiyle bile etkilenecek basit mekanik veya elektrikli araçlarla (mikroçipler ve termometreler) ugrasmaya basladilar. Princeton'un psisik arastirmacisi Robert John ve digerleri bu tür kolay testlerin devamli pozitif sonuçlar verdigini söylüyorlar. Yani öylesine bir psisik güç siradan araç ve gereci kolayca etkiliyor. Aslinda tüm modern silahlar (radarlar, bombalar, uçus saldiri sistemleri, tanklar vs.), bilgisayarlarin düzgün çalismasina baglidir. Psisikler, bilgisayarlari kontrol edebiliyorlarsa, bu tam bir nükleer kaçgöç oyununa dönüsür ve Pentagon'un gözünden kaçmamalidir. Vietnam Savasi sirasinda donanma, Tonkin Çölü'nde çalisan tasiyicilardaki gizemli bombalarin patlamasinda psisik bir güçten süphelendiler. Saldiri bilgisayarlari bozulup, zarar vermek isterken tersini yapmis olabilirler mi? Pentagon, bunu kesinlikle bilmek istiyor.

CIA nelerle ugrasiyor?

Nükleer savas gereçleri dizaynirligi yapan Laurence Livenmar Laboratuvarlari çalisanlarindan Ron Robertson'a göre; bazi hükümet yetkilileri, psisik güçleri, nükleer silahlari korumak için inceliyorlar. Eger Uri Geller psiko gücünü, kasiklari ve anahtarlari bükmek için kullaniyorsa "Laboratuvar Uri Geller'in bunu yapabildigini onaylamisti" bunu nükleer bombalar için de kullanabilir. Bunu yapabilmek için küçük bir noktayi birkaç santim oynatmak yeterlidir. Robertson, Pentagon'un 30-40 psisik arastirmayi destekledigini söylüyordu. Bir zamanlar hükümet tarafindan desteklenen arastirmalar hakkinda neye inanmamiz gerektigini bilmek zordu ve bu konuda dokümanlara ulasilamazdi. Üstelik hükümetler, özel olarak desteklenen psisik arastirmalarda bile eglencelik bir is yapiyor gibi davranirlar. Örnegin, Joel S. Lawson'u ele alalim. Lawson, Donanma Elektronik Sistem Departmani'nin basin bölümündeydi ve söyle demisti:

"Ben her zaman duyudisi algilamanin denizaltilarla savasmak için tek yol olduguna inandim."
Lawson, donanmanin içinde psisik silahlari açikça tartismaya istekli çok az kisiden biriydi. Stanford Arastirma Enstitüsü ile yapilan iki kontratta, hükümet sözcüsüydü. iki proje de bu fikirlerin fizibilitesinin test edilmesine yönelikti. Lawson, artik konusmuyor ve röportaj vermiyor. ClA'in 1952 yili kayitlarindan alinan ve 1978'de ortaya çikan bilgiler, psisik arastirmalara hiz verilmesini ve pratik uygulamalar yapilmasinin gerekliligini, deneyler sirasinda kesin bir dikkat ve hiçbir bilgi sizdirilmamasinin istendigini göstermistir. Psisik arastirmacilar Stanley Krippner ve Shawn Robbins, yapilan arastirmalar için gereken paranin yarisinin CIA tarafindan karsilandigini, yedi yil kadar sonra ögrendiler. Bunu bir magazin makalesinden ögrenmislerdi, saklama ve sessizlik politikasi, 70'lerin sonuna kadar bu fonu gerçeklestiren görevlilerin sorumlulugunda sürdürüldü. Sorumlu kisi, hükümetin utanmak istemedigini ve ilgilenmeleri gereken baska seylerin de oldugunu söyledi.

Su anda neler oluyor?

Psisiklerden, paranin nereden geldigini saklamak özel sorunlara yol açabilirdi. Eger psisikler gerçekten yeteneklilerse, gerçegi telepatik olarak ya da dokümanlardaki psisik parmak izlerinden ögrenebilirlerdi. Diger yandan psisikler, ipuçlarini yakalayamazlarsa, bu da onlarin gerçekten yetenekli olmadiklarini gösterirdi. Böylece bunca paranin bosa gittigi ortaya çikardi. CIA, bu karmasayi çözmek için iki araci kullandi. Bu kisiler, CIA ile olan baglantiyi ve arastirmanin arkasindakileri biliyorlardi. Bu çift tarafli körlük sistemi önlemleri pek de normal sayilmaz. Aslinda böyle bir anlasma sistemi birçok tehlike yaratabilirdi. Hükümet hala psisik arastirmalari finanse ediyor mu?
Reagan dönemi Beyaz Saray sözcüsü Barbara Honegger, Ulusal Güvenlik Departmam'nin uzak görüs olayim bir takim kodlari bulmak için kullandigini söylüyor. Ulusal Güvenlik Departmam'nin bilgisayarlari trilyonlarca kod kombinasyonu içerse de daha güvenli kod kiricilara daima ihtiyaçlari var. 1977'de donanmanin Arastirma ve Gelistirme Bölümü'nde asistan sekreter olan Samuel Koslov, donanmanin, Stanford Arastirma Enstitüsü'yle ELF ve beyin kontrolü çalismalariyla ilgili bir kontrati oldugunu ögrendi (ELF, çok düsük frekansta radyo dalgalaridir). Çünkü insan beyni çok düsük frekansta elektrik dalgalari yayar. Bilim adamlari bu dalgalari psisik bir metotla güçlü sinyallere çevirirlerse, yakinlardaki insanlarin beynini etkileyerek hipertansiyona yol açilabilecegini ve ani ölümle sonuçlanacagini düsünüyorlar. Ama beyin kontrolü etiketi Koslov'u üzmüstü, bu yüzden donanmanin finanse ettigi tüm psisik çalismalarin durmasini emretti. SRI ile olan kontrat iptal edildi ve diger projeler beklemeye alindi. Buna karsin beyindeki düsük frekansli radyo dalgalarinin insan beynine olan etkilerini arastirma projesi çok gelistirildi ve finanse edildi. Psisiklerin, bilgisayarlari sabote edip, tüm gizli bilgileri ele geçirebilecegi endisesi, Kongre'de açikça gündeme geldiginde psisik savas yansinin baslayacagi düsünüldü. Ama süpheciler "hayir" diyorlar.

Onlara göre bu olaylar, fazla pahali bir zaman öldürme isinden ileri gidemezdi. Koslov, psisik silahlar lafi geçtiginde bile rahatsiz oluyor. Ona göre bu tür tartismalar, insanlari sonuçsuz bir sürek avina iter. Bunu söyle dile getiriyor; "Eger Sovyetler bu aptalca seylere bu kadar çok para döküyorlarsa, bunun nedeni kendi gazetelerinde bizim psisik arastirmalar yaptigimizi duymus olmalaridir. Size bu konuda çok fazla gazete kupürü gösterebilirim." Basin, Parapsikoloji hakkinda Rusya'da bile haber çikariyor. Fakat tüm bunlar sansasyonel ve magazin boyutunda. Yine de Parapsikoloji, hem Amerika'da hem de Rusya'da gündemdeki bir konu. Resmi Rus ansiklopedilerinde Parapsikoloji, su sekilde tarif ediliyor: "Bilimsel olmayan idealist akim". Bu tür bir tanim sadece Stalin devrinde vardi.
Oysa günümüzde çok ciddi bazi bilim adamlari Parapsikoloji'nin önemli buluslar yapacagini düsünüyorlar ve bu tür düsünceler sonsuza kadar yadsinamaz. Kisacasi gelecek, insan yeteneklerinin ötesinin kesfedilecegini ve kullanilacaginin haberini yollamaktadir. Askeri ve politik alanin disinda kalan alanlarda, olumlu olarak psisik güçlerin tam olarak taninmis, denenmis ve yönlendirilmis kullanimi yeni bir dünyayi bize getirebilir.
Devamını Oku »

GİZLİ BİLİMLERİN ALTERNATİF TARİHİ ÜZERİNE ÇALIŞMALARIN ANALİZİ




Gizli Bilimlerin Alternatif Tarihi Üzerine Çalışmaların Analizi
Göktuğ Halis/strong

Gizli Bilimler konusundaki her eğilim, ilk adımda, öznenin ruhuna kaçınılmaz bir kuşkuculuk pompalar. Bu ise zeminin kayganlığından dolayı böyleymiş gibi gelir. Oysaki Umberto Eco'dan hareketle söylenebilir ki bu durum, daha çok bireyin hiç eksilmeyen "şakacı bir tanrı" sıfatına hazırlıksız özeninden kaynaklanır.

Bireyin bu alanda, hiçbir disiplinde olmadığı kadar kolay, zahmetsiz, emek vermeden sürecin içine katılması mümkünmüş gibi gözükür. Herhangi bir disipline dışarıdan bir bireyin sınırlı katılımı, bu alanda yerini olabildiğine özgür ve geniş hareket imkânına bırakır. Araştırmacı ya da okuyucu, birden, Nietzsche'yi aslında Schopenhauer ve eski dostu Wagner'in delirttiği ya da İsa ile Yahya'nın kardeş olduğu iddialarıyla karşılaşabilir.

Konu bu noktada bilimsel bir makalenin kaçınılmaz dayanağı olan "verinin kaynağını" belirtme aşamasına geldiğinde ise, üstü örtülü bir geleneğin tipik jargonu büyük bir ustalıkla soluk alıp verir. "Bu büyük bir sır" ya da İncil'den alıntı yapılarak "Domuzların önüne inci atamam, üzgünüm" ifadeleriyle karşılaşılır.

Öbür taraftan biraz şanslıysanız ve konuya hâlâ bilimsel yaklaşmaya çalışan inatçı bir karakteriniz varsa, araştırır ve sürekli olarak "birbirlerini" kaynak gösteren çok ama çok zengin bir döngünün içinde bulursunuz kendinizi. Ama son noktada iş daima, bir yönüyle uydurma olarak nitelenebilecek, söylencelere ya da kısmi öznelliklere varır.

Türk okurunun gizli bilimlerin tarihine ilişkin çalışmalarla tanışması gerçekten çok ani oldu. Elbette belli yönleriyle hiç eksilmeyen bir ilgi her zaman mevcuttu [büyü, yıldız falları, kehanetler vb.]. Post-modernizm eleştirisini biçimleyen makalelerde, geleneksel kültürün verilerine dönüş ve Bauman'ın altını çizdiği ölçüde, yalnızlaşan bireyin gerçek ile hayal arasındaki çizgiyi silikleştiren sayıltılarına bir cümle de olsa değinmek yarar getirecektir... Ancak bir bütün olarak, "gizli bilimlerin alternatif tarihinin" potansiyelini gözler önüne seren yapıtların yine de çok çabuk kabul gördüğü söylenebilir. E. Candan ve A. Vatandaş'ın çok kısa sürede birçok baskı yapan kitapları bu savı doğrular niteliktedir.

Konu, bütünsel zenginliği bir tarafa, kendi içindeki "dalları" itibariyle de geniş uzmanlık kütüphaneleri oluşturacak kadar yüce olunca, toplumdan kopmuş entelektüel çabanın başat faaliyet alanlarından birisi haline gelmekte gecikmedi. Örneğin siyasetin en yukarısındakilerce telaffuz edilince, Tapınak Şövalyeleri'ne yönelmiş bir çılgınlık başladı. Şövalyeler kısır fanatiklikleri içinde radikal dini gruplarca da ele alındı ve bu tipler insanüstü çabalarıyla, kendi yargılarını geniş kitlelere benimsetmeyi yine başardılar. Ucuza getirilmiş belgesel promosyonları oluşturup, Tapınak Şövalyeleri'ni gizemli kökenlerinden çok, mafyavari suç ve talan örgütleri olarak biçimlediler. Birinci el kaynakların, Tapınak Şövalyeleri'ne düşman Hıristiyan kökeni düşünülünce bu hiç zor olmadıysa da, konu hakkındaki kitapların tüketilmesinde belli bir düzensizlik her zaman hâkim kaldı. Bülent Bengisu'nun Nesil Yayınları'ndan çıkmış Tapınak Şövalyeleri kitabı, adı geçen iki yapıt kadar önemsenmedi...

Bunda Bengisu'nun çalışmasının siyasi bir gündemi yakalamak kaygısıyla biraz aceleyle oluşturulmuş olmasının etkisi de hesaba katılmalıydı. Haçlı seferleri ve karşısında gelişen Müslüman direnişini, Selahaddin Eyyübi ve çok tartışılan bir konu olarak Haşhaşinleri, özelinde de Tapınak Şövalyeleri'ni ele aldığı yapıtında, herhangi bir araştırmacının kolaylıkla ulaşabileceği bilgilerin bir derlemesini oluşturmaktan öteye geçemedi yazar. Tabii konuyla ilgili tarihi derinliğini ve ilgisinin derecesini bilemediğimiz, dönemin içişleri Bakanı Saadettin Tantan'ın da okuyucunun ilgisini uyandırdığı belirtilmelidir.

Buna ek olarak Tapınak Şövalyeleriyle ilgili peş peşe kitaplar yayınlanmaya devam etti. Örneğin çok daha önemli ve tarihsel olarak dağılmamış bir yapıt olarak Dost Yayınları'nca piyasaya sürülen Piers Paul Read'in Tapınak Şövalyeleri'nin, neden Ocak 2004'te Nokta Yayınları'ndan çıkan Savaşçı Keşişler Tarikatı kadar ilgi görmediği de, sanırım yayıncılık dünyasının "halkla ilişkiler" girdisiyle anlamlı. Bu arada Dan Brown'un Da Vin-ci'nin Şifresi isimli yapıtının hâlâ en çok okunanlar listesindeki üst sıralardaki konumu da incelemeye değer. Ne olursa olsun Eco'nun Foucault Sarkacı'nı da unutmamak lazım.

Şu gizli bilimler belasını tüm dünya okuruna olduğu gibi, bizim de başımıza saran Umberto Eco'nun dili, kapsayıcı değildi ve roman kurgusuna karşın acımasız ve dışlayıcıydı. İnsanı sarsan bilgi saldırısından, bireyin kendisine saygısını yitirmeden çıkabilmesi için uzun zamana ihtiyacı vardı. Yapıtın Türkçe çevirisine önsöz denemesinde Giovanni Scognamillo, yapıtı üç kez okuduğunu, her defasında da aynı rahatsızlığı hissettiğini bu nedenle dile getirdi.

Kendini savunamayan tarihin yenilgisi

Okültik çalışmaların ana şablonu, statik, kuramsal ve tutarlıdır. Konular belli, alanlar açıktır. Yapılacak tek şey, bu alanın mantığını kavramak, biraz da cesaret bulmaktır. Tarihçinin, resmi tarihin bulgularındaki boşluktaki spekülasyon hakkı, bu alanda tipik bir "ipini koparmışlık" durumu yaratır. Son Hazaryah isimli tarihi romanıyla C. Ülkü, bu tanıma uymasa da, Osmanlı'nın torunları olmakla hâlâ övünen bir neslin aslında Yahudi torunu olduklarını ortaya koyarken, hiç de tarihsel delilden ve adı geçen cesaretten yoksun değildir.Ataol Behramoğlu, Gül İrepoğlu'nun tarihi romanını değerlendirdiği yazısında bu konuya değinir: "Zaten düşsel olan tarihi daha da düşselleştirip belirsizleştirmek, kişilerin ve olayların gerçekliğini alabildiğine ve keyfi olarak değiştirip, yok etmek çok güç olmasa gerek ve bu alanda genellikle yapılan da budur... Çünkü kendini savunma olanağı bulunmayan tarih, yazara bu şansı tanımaktadır..."


Gizli bilimler alanında ise böylesi bir sitemden daha ötelerde bir cüret vardır. Okültizmin yazarları, rasyonel aklın tarihini topyekün çizerler. "Gördükleriniz gerçek değil, anladıklarınız yanlıştır," derler ve gözümüzün önüne bambaşka tarih modeli sunarlar. Tarihçinin görevinin, tarihi aydınlatmak mı, yoksa tarihi inşa etmek mi olduğu sorusu ise zihinleri çok daha güçlü bir şekilde kurcalamaya devam eder.

E. Candan'ın imal edilmiş insan ırkı  fikrinin temeli de vardır bu anlamda. Atlantisli bilgelere dair, açılımında göksel insanların [komik bir adla galaktik ırk'ın] Mısır, Himalaya gibi yerlerde gizlendikleri ve bizim gibi adi maddeden yapılma varlıkların onların sırlarını bulmaya çalışması gibi bir kurgu nasıl değerlendirilir?Platon, Atlantis'i Solon'dan, o da Mısırlı bilgelerden öğrense de, 'Mitler, tarihsel delil midir?' sorusu büyük önem kazanır.

"Elbette," der okültizmin yazarları; "Bakın, Truva'ya yahut Sodom ve Gomorra'ya..." Birden Nuh Tufanı da girince işin içine, doğa olaylarınca birdenbire mahvolan nice uygarlıktan birisi olarak Atlantis sırıtık bakışıyla karşınıza dikilir.

Böylesi bir temelden hareketle insanlık tarihi yeniden biçimlenir. Ama bu kez örneğin, sınıf savaşımıyla değil de, sırları ve tanrısal büyü güçlerini ele geçirmeye çalışan odakların çatışmalarıyla ilerler tarih... Bizim bilimimizin söyleyeceği ne vardır ki? İnsan ırkı, daha üstün bir insan türü tarafından "imal edildi" dedikten sonra, homo-sapiens'i nerede arayacaksınız?

Belki ciddi bir akıl yürütmeyle şu sonuca varabiliriz: Tektanrılı dinlerin ilk insanı Adem'in, dini kitaplardan hareketle oluşturulan yaşı IÖ 10-15 bine gidince, insanlar üzerinde giderek hâkim olmaya başlayan bilimin '60 bin yıl önce de insan vardı', sözü atlanamayacak bir çelişkiydi... Öyleyse ne demeli de bu çelişkinin altından kalkmalı? Birden Adem'in ilk insan değil de bir sembol, yahut ilk imal edilmiş insan olduğu ortaya çıkar... Tek tanrılı dinlerin de, pozitif bilimlerin de dağıldığı andır bu...

Kapı açılınca içeriye giren çok olur. Michael Baigent ve arkadaşlarının, tarihi bir broşürdeki hatadan hareketle derinleştirdiği çalışmalarında, Haçlı Seferleri'nin, daha sonradan Tapınak Şövalyeleri'nin kurucusu olan Aziz Bernard'ın da içinde bulunduğu bir grubun kişisel çıkarlarıyla kışkırtıldığı sonucuyla karşılaşırız." Daha sonra Fransız Ihtilali'nde de göreceğimiz gibi, Haçlı Seferleri de, öyle sosyal boyutun altında gizlenen, bir grubun eylemleriyle ve yeraltı hareketleriyle anlamlı hale gelir.

A. Vatandaş'ın H. Yahya'dan hareketle belirttiği gibi, aslında Tapınak Şövalyeleri'nin amacı da,Müslümanlara karşı Hıristiyan hacılarını korumak değil, Süleyman Tapınağı kalıntılarında kazı yapmaktır. Çok basit tarihsel kayıtlarda dahi Tapınak Şövalyeleri'nin gösterdikleri kahramanlıklara ulaşılabilecekken, salt kendi çıkarları için hareket eden bir şövalye tarikatı hayal etmek ise elbette bambaşka bir anlam taşır. Bülent Bengisu, Eco'dan alıntı yaparak, şövalyelerin yalnızca kendi halkı için değil, Müslümanlar için de saygı uyandıran bir yapıya sahip olduklarını, örneğin bir barış anlaşması için Tapınak Şövalyeleri'nin sözünün yeterli olduğunun söylendiğini aktarır.

Baigent'in ulaştığı deliller doğrultusunda, krallık içinde krallık yaşatan bir grubun ince ve kişisel amaç güden tasarıları ve hatırı sayılır nüfuzuyla tüm Hıristiyan dünyasını kışkırttığı fikrinin bu kadar önemli bir tarihsel olayı sosyo- ekonomik analizlerle açıklamaya çalışan Batı kafası için bir hayli yıpratıcı olduğunu da belirtmek gerek.

Hiçbir şey söylemeyen yapıtların büyüklük iddiaları

Bu konudaki örnekler insanlık tarihinin çok sayıda olayına yansıyabilir ve biz, birden nasıl gizillikler ağı ile kuşatılmış olduğumuz histerisine kapılabiliriz.

Bunun yanında bu keşmekeşe biraz anlam vermek gibi bir kaygınız var ise, kuşku, bir karakter özelliği olarak yanınızdan bir an olsun ayrılmamalıdır. Örneğin, Gizli Sırlar Öğretisi kitabının yazarı Ergun Candan, söz konusu eserin çeşitli yerlerinde ve hem de ısrarla Türkiye'de gençliğin "bilgi edinme" sürecine uzaklığından haklı olarak yakınır. Ancak, 1998'den 2002'ye kadar tam 8 baskı yapan bir kitabın yazarınca söylendiği göz önüne alındığında, bu saptamaların bireyi, 'acaba kâr kaygısından uzak, idealist bir yayıncı tutumu olmaktan öte bir anlamı olabilir mi?' diye sormaya yönelten bir ruh haline soktuğu da itiraf edilebilir.

Birçok okuyucu, sorgusuz sualsiz dahil olduğu ve bu dahil oluşu, benmerkezci bir övüncün gözleri bağlayan coşkusuyla yorumlayamadığı süreci, sorgulama adına ciddi engeller ortaya çıkmış demektir. Kuşku... Herşeyden kuşkulanmazsanız, bu yapıtları anlamanız, doğru değerlendirmeniz mümkün değildir. Bir göstergebilimci olarak Eco'nun, herşeyin herşeyle bağlantısını kurmasının altında bu yatmaktadır. Herşey herşeyle bağlantılıdır da, bu bağlantılar, nesnel değildir. Sorun da burada başlar. Öyleyse bu bağlantıyı kuracak olan, araştırmacıdır. Eco'nun, yıkıma sürüklenen kahramanları, gerçek bağlantıları kurdukları için değil, bağlantıyı kurduklarını düşündükleri ve bu bağlantıları kimsenin yanlışlığını ispat edemeyeceği alanlara dek ilerlettikleri için yok olmuşlardır. Sır yoktur; sır, vardır ve biliyorum diyendedir. O andan itibaren sır avcılarının hedefi, doğadan, sırrı bildiğini söyleyen özneye kaymakta bir sakınca görmez. Eco'nun yapıtı doğru çözümlendiğinde açıktır, bırakın onu. Ama örneğin, Dan Brown'un asıl amacının Arthur hikâyelerinden esinlenen kâse anlayışına yönelmiş ilgiyi dağıtmak ve "Kâse diye bir şey yok, kâse Magdalena idi" demek olmadığını kim iddia edebilir?

Kastedilen keyfilik aslında, araştırmacı için zorunludur ve konunun gereğidir ki, bu da içsel bir tutum olarak zamanla gelişir. Yine de zaman zaman acemice çıkışlar yapılabilir. Kuşkusuz H. Yahya'nın kaynağı dışarıdandır, yine de gotik sanatın ana unsurlarının, Süleyman Tapınağı'nda zaten hazır bulunduğunu ve Tapınak Şövalyeleri'nin yaptıkları kazı sırasında bu belgeleri bularak Avrupa'ya getirdiklerini söylemek bir hayli acemicedir. A. Vatandaş da keşke, bu konuyu ele alırken, H. Yahya'ya değil de, herhangi bir ansiklopedinin gotik mimari maddesine ya da sokaktan geçen bir sanat tarihi bölümü öğrencisine danışsaydı. En azından "Gotik Mimari"nin gökten düşmediği bilgisine sahip olurdu.

Bireyin evren karşısındaki güçsüzlüğünün ve özgürlüğünü sağlayacak bilgi eksikliğinin farkındalığına dayanan kuşkuculuk, bu aşamada müthiş bir yapı kurmuş gibidir. Kimse kısmen Sofistlerle başlayan bir düşünsel eğilimin bu noktalara varacağını hesap edemezdi. Bugün materyalist tarihin, arkeoloji ve antropolojinin, ortodoks dinin verilerinin üzerinde ve onları kısmen değersiz sayan, ciddi bir alternatif tarih anlayışı durmaktadır ve tüm bu disiplinlerin verilerini harmanlayıp bambaşka ama en az diğerleri kadar iddialı bir yapı oluşturmuştur. Bu, gizli bilimlerin tarih anlayışıdır.

Ancak gizli bilimler alanındaki bir faaliyetin sakıncaları, içine şöyle ya da böyle dahil oluşunuzun kolaylığını ve oynadığınız "Tanrıcılık" oyununun keyfini burnunuzdan getirecek niteliktedir. Neden mi?

Bu sorunun yanıtı, konuyla ilgili uzmanların "ortaya koydukları verilerin" sürekli tekrarlanmasından çok öte, son tahlilde hiçbir şey söylememiş olmasıdır. Ana şablonun belli başlı noktalarındaki bilgi aktarımları yerine getirilir de, derinlere dalınamaz. Bu imkânsızdır. Çizgi asla aşılamaz. Bu bir ironidir aslında, şayet siz, gizli bilimler jargonunda sıkça kullanılan bir sıfatla " sır avcısı değilseniz" kozmik bir topluluğun üyesi olarak "sır"lan korumayı zaten çok iyi bilirsiniz. Kitap yazmanızın nedeni de kendi içinde anlamlıdır. Ama bu yapıtlar, ya sırları açığa çıkartmayan sembolik bir dille kendini anlayabileceklere bir mesaj niteliği taşıyordur, ya da şu an aklınızdan bile geçmeyen bir kaygı taşıyordur. Öte taraftan bir sır avcısı iseniz, zaten söyleyebileceklerinizin sınırı zamanla sizin de midenizi bulandırır. Örneğin, herkes Hermes tapınağında bir mürid adayının geçtiği sınavlardan haberlidir de, tüm bu işlerin sonunda yeterli olgunluğa erişen bireye aktarılan sırrı açıklayamaz. Önemli olan şudur ki, asla bir gizli bilim çalışması bir diğerinden farklı değildir. Derecelendirilmiş, tasarlanmış bir bilgi yoğunluğunun arkasına saklanılır. Öte taraftan asla sırlara bu yolla ulaşılamaz. Konu kendi içinde korumacıdır.

Bu açıklamalardan sonra, Isaac Glaad'ın E Yayınları'ndan çıkan İsa'nın El Yazmaları isimli romanının son bölümünde İsa'nın ağzından yazılmış metinler de ne oluyor o halde diye sorulabilir. Akla ilk gelen ve en mantıklı açıklama spekülasyondur kuşkusuz. Ölü-deniz'de bulunan yazıtlar üzerine Vatikan'ın yazıtlarda ne yazdığı açıklamalarının dönemsel çelişkisi ve el altından oradan oraya sürülen belli bölümlerin şantaja da varan keşmekeşinde, ortalık yine tahmin edilebileceği gibi toza dumana boğulmuştur. O kadar çok şey söylenmiştir ki, doğrunun ne olduğu asla bilinemez ve böyle bir ortamda edebi kurgu, gerçeğe de uzanan gizemsel kanadıyla, önemli ticari başarı sağlayabilir. Ne olursa olsun, İsa'nın düşüncelerini birinci elden açıklayan yazıtlar heyecan vericidir.

Toparlarsak, görünenin aksine bu zorluklar sıradan okuyucu için hissedilir değildir. Kimbilir hangi sır, hangi sayfada karşımıza çıkacak umuduyla arşınlanan yapıtlar bittiğinde, hayal kırıklığı bile yaşanmaz ama, bir bilgi edinimi olarak bile anlaşılamayacak bir yoğunluk geçip gitmiştir nihayetinde. Herhangi bir türde olmadığı kadar, büyük bir hayal kırıklığı bekler kapınızda.

Ortak kökenden alınan güç

Candan'a göre tüm insanlık ortak bir kökten gelmektedir. Bu, dinsel ve okültik metinlerde de sıklıkla tekrarlanan bir oluşumdur. Yazar, görünürdeki farklılığın tarihte birtakım gizli olaylardan kaynaklanan bir yanılgı olduğu düşüncesindedir. Tüm insanlık ortak bir kaderi paylaşmakta ve kaçınılmazcasına kaybettiği itibarını kazanacağı mekânlara doğru ilerlemektedir. Bu konuyla ilgili bir şekil kitabın çeşitli yerlerinde verilir. Burada okültizmce tarihe yüklenen erek ile tanışmış oluruz: Henüz neden olduğu okuyucu için açık olmamakla ve saltık olarak ortak köken vurgulanmakla birlikte, bu kutsal kökenin tüm coğrafyalardaki farklı uygulamalarca paylaşıldığı, insanın temel vurgusunun içindeki gerçeğe ulaşmak olduğu sezilir. 62. sayfada bu durum bir örnekle açıklanır.

"Tanrı'nın yanından kovulan insan" teması, kuşkusuz birçok dini metinle birlikte, okültizmin tarihine de büyük katkı yapar. Hepimizin bildiği bu hikâye çekicidir. Şeytana inanan insanoğlu, sonunda Tanrı katından kovulacağı bir ceza işler. Hikâyenin özneleri bellidir belli olmasına ama, öylesine farklı yorumlanır ki, üzerinde büyük tartışmalar dönmeye başlar. Bu tartışma ise bilgimiz temelinde yükseldiğinden ilgimiz kaybolmaz.

Esas itibariyle, kaynağın sözel geleneği ve gizli bilimlerin sembolizm girdisi, araştırmacıları hep yan anlamlara yöneltir. Örneğin Moon cemaatinin lideri, insanın böylesine kötü olmasının nedenini Havva ile cinsel ilişkiye giren şeytanın çocukları olmamıza bağlar. Gerald Messadie'nin kadim dinlerde şeytanı arayan bilimsel çalışmasında kurduğu bağlantı, böylece Vatandaş'ın yapıtında somutlanır. "Mezopotamya, bireyi ezmek için ve daha kötüsü birey kendi ezilişini doğrulasın diye günahı keşfetti ve İran bireyi korkutmak için Şeytan'ı icat etti." Tarih ona nereden bakarsanız bakın, sizi doğrulayacak bir yığın veri içerdiğinden, doğru olarak kabul edilenin, büyük bir bütünün önemsiz bir parçası olduğuyla ilgilenmek gerçekten zordur. Dışlamak ise gerçekten çok kolaydır.Kendi içinde mantıklıdır.

Öcülleri vardır. Ama bilimselliğin tartışmalı doğası diyalogunu gereksiz yere kışkırtmamak için, dikkate değer bir teori için, bu kadarı yeterli değildir. Aynı durum, örneğin Dan Brown'un yapıtında da söz konusudur. Kutsal Kâse'nin ne'liği ve nerede'liği ile ilgili alabildiğine geniş yorumlar içerisinden bir tanesini, kâse'nin Magdalena'nın döl yatağı olduğu yorumunu seçen [seçmek sözcüğü bilinçli olarak kullanılmıştır] Dan Brown, buna bir de, Da Vinci'nin zaten bilindik gizemli kimliğini de ekleyerek kurgusunu oluşturur. Okültizm alanındaki keyfiliğe burada bir kez daha rastlasak da, bundan daha önce Da Vinci'nin Şifresi yapıtının, sıradan insanı nasıl böylesi ağır konulara kolaylıkla dahil ettiği sonuç açısından düşünülmelidir. Gizli bilgilere ulaşmak, düşüncesi itibarıyla bile güzeldir. Cezbedicidir. Buna herkes kolaylıkla kanar. Yeter ki Eco'nunki gibi densizce, zor bir dille yazılmasın.

Gizli bilimlerin göksel değil materyalist kökeni olarak, Mu ve Atlantis uygarlıklarıyla her yerde karşılaşırız. Mu ve Atlantis uygarlıkları ve zamanla insanların "Tanrı ve şeytan" taraflarının keskinleşmesiyle ortaya çıkan bir savaş sonrası dağılması söylencesi de, tipik olarak E. Candan'ın temel verisini oluşturur. Candan'a göre, iyi ve kötü olarak ikiye bölünen dünyada artık tanrısal bilgilerin aktarımında kesin bir kontrolün gerektiği ortaya konulur. Bu, sembolizmi doğurur. Yazara göre artık bilgiler herkese açık değildir. Bu kapalılık, gizli bilimler tarihinin kutsal soluğudur ve bilgiye ulaşmak için gizli okullar geleneği başlar. Çünkü insanlar Tanrı'nın bahşettiği cennet gibi bir yerde tanrısal bilgilerden yararlanacakları büyük bir savaş çıkarmışlardır. Bilgiye ulaşmak isteyen birey artık, bozulmuş kimyasının tamiri için, alışacak ve inisiye edilecektir. Bundan böyle artık yeni bilgiler insana saflaşma sonrasında açılacaktır. Bu arada yavaş yavaş bizim tarihimize geçiş başlar. Batan şehirden tufan uyarısını umursayarak kaçan bilgelerden ikisi de Osiris ve Thot'tur.

Gerçekten de tarihte görünen olayların arkasında birçok neden yatar. Pozitivizmin çoktan çürüyen neden-sonuç ilkesinin sığ duruşunun yerine, çoksal neden ve değişebilir sonuç ilkesine tarihçinin ideolojik yaklaşımı da eklendiğinde ortaya çıkan yoğunluk kontrol edilebilir olmaktan uzaklaşır okültizmde. Örneğin Hallac-ı Mansur'un siyasi nedenlerle öldürüldüğünü de, dinsel nedenlerle öldürüldüğünü de düşünebilirsiniz. İkisi için de veri vardır. Çünkü ortada bir olay ve tarihsel kayıtlar vardır. Ama Mansur'un öldürülüş nedeninin "insanlara sırları gerektiği zamandan önce açıklaması olduğunu söylemek" yalnızca kişisel kanaattir.

Sonuç

Foucault'nun aydınlanma ile birlikte insanın bilginin çok küçük bir kısmına hapsolduğu saptamasına katılmak başka, görünenin arkasındaki gizil akışı mistik bir bakışla yorumlamak ve bu fikrin sorgu bilmez militanı olmak başka bir şeydir. Bugün artık tüm ağırlığına rağmen popüler olmaya başlayan okültizm, olur olmaz yerlerde karşımıza masonların hangi önemli koltuğu etkileyerek dünyayı kontrol ettiklerinden, uzaylıların neden belli kişilere göründüklerine kadar bir yığın konuda etkin ve güçlü sesler çıkartabilmektedir. Buna göre eski tartışma yeniden canlanır. Bilgi, hiç de pozitif bilimlere hapsolmuş değildir ve hatta çok daha avantajlı alanlar vardır. Bilim adamının kemikleşmiş bakış açısı gözünün önünden akandan fazlasını göremezken, gizli bilimcilerin maddeyi özüne dek süzen görüsünün kutsanmasıdır bu.
Devamını Oku »

AGHARTA ve OKÜLT BİLGİLER




Agharta ve Okült Bilgiler

Bogdolar, yani kutsal kişiler, bize birkaç kez, Yeraltı Krallığı'nın gizeminin, Shensi'nin 7 Piramidi'nin açıldığı zaman çözüleceğini söylemişlerdi. Mısır'daki piramitleri duymuştuk ama, ASYA'daki Piramitter ise daha başka bir şeydi. Bu piramitler, Shensi eyaletinin başkenti Sionfu'nun batısında yer alıyordu.

R. C. Anderson

Raymond Bernard, «Tuhaflık ile Karşılaşmalar> (Rencontresavec l'insolite) adlı kitabında sunlan söylemektedir;

«Dünya'nın Okült Yönetimi'nin varlığını, tradisyonlar, her zaman için doğrulamışlardır. Bu Yönetim'e çağlar boyunca pek çok ad verilmis ve ikamet yeri olarak da bir çok deiğişik mekan gösterilmiştir.
«Ancak, açıkça beyan ediyorum ki, otuz yıl kadar bir zamandır. Artık bu atfetmelerin [yani isim, mekan. vb.] hiçbiri geçerli değildir. Ayrıca, ( Dünya'nın Okült Yönetimi) artık Gobi Çölü'nde bulunmamaktadır. Modern dünyanın şartları her bakımdan gözönünde bulundurulmuştur. Ve yavaş bir gelişme içinde yeni şartlara sürekli. Bir uyarlama yoluyla bu hep böyle olmuştur:»
Raymond Bernard'a göre, Saint-Yves'in, «Hint Misyonu» (Mission de l'Inde) adlı eserinde. Dünya'nın Kralı'nın krallığı olan ve ozamana dek işitilmemiş olan Agartha yeraltı krallığının varlığını açıkladığı dönemden bu yana birçok şey son derece değişmişti:

«( Saint-Yves d'Alveydre, eserini yazdığı zamanki Agartha'nın durumu ile Agartha'nın şu anki yapısı vefaaliyetlerine ilişkin, Agartha'nın üzerindeki perdenin sadece bir köşesini kaldırdı . Aynı şekilde, diğer emin kaynaklardan, bu Dünya'nınyönetimi'nin meka­nının bu dönemde Gobi Çölü'nde bulunduğu  öğreniliyordu.»

Son yüzyılın Alman mistiği Anne-Catherine Emmerich, vizyonlarından birinde, Orta Asya'da, Peygamberler Dağı adını verdiği Dünya'nın Kralı’nın erişilmez mekanını görmüştü.
Saint-Yves d'Alveydre'e göre esrarengiz : Agartha Krallığı'nın, Sanskrit dilinde «Tanrı'nın Zihni'n de ruhların dayanağı (desteği)» anlamına gelen Brahatma ya da Brahmatmü adında bir hükümdar vardır. Marlti Saint-Yves d' Alveydre, Dünya'nın Kralı'ndan sahsen bir mektup aldığını da açıklamıştır.
Saint-Yves'e göre, Dünya'nın Kralı'nın iki yardımcısı bulunuyordu: Biri «Evrensel Can temsilcisi», diğeri «Kozmos'un tüm maddi organizasyonunun timsali> idi.

Saint- Yves d'Alveydre'in tanıklığına, Moğolistan'da Ferdinand Ossendowski'nin tanıklığına ve diğer tanıklıklara göre, bu esrarengiz ve Dünya'nın Kralı gerçekliği kesin bir hakikattir.
Ossendowski'ye ve tuhaf serüvenci Trebitsch Lancoln'a göre, Dünya'nın Kralı Tanrısal niteliğe sahip bir insan olup, beşeriyetin mukadderatının eksiksizce yerine gelmesini gözetmekteydi.

Trebitsch-Liricoln, 1937 Ekimi'nde yayımlanan bir broşürde şu açıklamayı yapmaktan çekinmiyordu;
«Tibet'te yaşamakta olan Dünya'nın Kralı,  yakında sizi kokuşmuş Batılılar'a karşı varlığı henüz sizin için meçhul olan kudret  ve kuvvetlerini harekete geçirecektir ve onlara karşı çaresiz olacaksınız.»
Rene Guenon'un, «Dünya'nın Kralı» (LeRoi du Monde ) adlı eserinde [Dünya'nın Kralı ile ilgili ] birçok şeyi daha ayrıntılı bir şekilde gördüğü bir gerçektir. Bolşevik devriminden sonra Sibirya'yı ( orada maden araştırması yapmaktaydı ) terk eden Polonyalı jeolog Ferdinand Ossendowski; çok yüksek mevkiiden bir moğol lamanın ağzından, Saint-Yves d' Alveydre’in açıklamalarını tamamen doğrulamakta olan ifşaatlar elde etti. [F. Ossendowski'nin tasvir ettiği]Dünya'nın Kralı, Ossendowski'nin« Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar» (Betes, Hommes et Dieux) adlı kitabında yazmış olduğu gibi, beşeriyetin okült idaresi ile temas halinde idi.

[Beşeriyet içindeki] çatışmalar, kanlı çarpışmalar manzarası her ne kadar karşıt fikirlerin mevcudiyetinin bir sonucu gibi gözüküyorsa da; tarihin yönleri işi ve oluşumu, metodlu üstün bir planın yansıması mıydı?

Agartha hükümdarı olan ünlü «Dünya'nın Kralı» kavramına gelince, dünyanın gizli mukadderatının efendisi bir mit veya bir doğaüstü varlık olmayıp, tamamiyle et ve kemikten bir şahıs sözkonusudur .
Dünya'nın Kralı'nın bir çok defa Orta Asya'da; Hint'te ve Tayland'da ortaya çıktığını belirten birsürü kesin tanıklık mevcuttur. Dünya'nın Kralı, bu görünmelerde, beyaz bir fil ya da lekesiz biratın üstünde idi ve üzerinde kuzu olan altın elma sembolik motim asası ile halkı takdis ediyordu.

Hatta, bu görünmelerden biri 1938'de, ingiltere kralı VI. George'un Hint imparatoru olarak yapılan taç giyme töreninde, Delhi'de yer alacaktı; Dünyanın Kralı, Hint hükümdarları (racalar ve Mahatacalat) kortejine şahsen katılmış ki bu Hint hükümdarları Britanyalı efendilerine bağlılık yemini etmek için gelmişlerdi - fakat boyun eğme seremonillerinden hiç birine katılmamıştı .

Büyük Fransız bayan seyyah Simone de Villermont Orada bulunuyordu ve olayın tanığı olarak,bunu, 1957'­de Paris'te «Natya İnisiyatik Merkezi» adına verilen bir konteransta açıklamıştı.
Kendisinin Kont Saint-Germain olduğunu ileri süren ve adı 1972'de altına dönüşüm hususunda Paris günlüğüne konu olan Richard Chanfrey, ki bu dönüşüm kendi gayretiyle O.R.T.F.'nin (Organisation de Radio et Television Française) kameraları önünde yapılmıştı Agartha'yı (-daha önce Saint-Yves d'Alveydre'in yapmış olduğu gibi-) yerin derinliklerine yerleştiriyordu.

Pascal Seuran'a şu açıklamaları yapmıştır': . «Agartha der.. Saint-Germain, yeraltı dünyasıdır. Zira yer oyuktur.Büyük Efendiler için, Agartha, Hermes'in 22 arkanı  ve kutsal alfabenin 22 harfi arasında mistik sıfır'ı temsil eder. Mistik Sıfır, bulunmazdır, o herşey ya da hiçbir şeydir: Her uyumsal (armonik) ünite onsuz hiçbirşeydir.

((Agartha'nın ilk sahalığı yerin 2400 m. altındadır. [Sahanlığın giriş] açıklığı, insanlardan başka, hayvanların ve aynı zamanda Yer üstündeki çeşitli üslerden gelen aygıtların da geçebileceği büyüklüktedir. Volkanik menşeli doğal kanallar Yer'in kalbine inmektedir.
({Agartha'nın ilk salonu 800 m. uzunluğunda, 420 m. genişliğinde ve 110 m. yüksekliğindedir. Bu, [içi] oyuk bir piramittir.

«Bu salondan, kanallar yeraltı alemine doğru dalıp giderlerse de, Agartha sakinlerinin bir çoğu oralara asla gitmezler. Oralarda yaşayamazlar, zira oradaki atmosfer onlar için yapılmamıştır. Orada müthiş bir sıcaklık hüküm sürer. Yer'in merkezindekilere gelince, onlar, Saint-Germain gibi, Atlantlar'ın doğru yolunu izleyen inisiyelerdir. Çoğu oradan çıkmazlar. Bunu yapabilme yetkisinde olan nadir kişiler ise, yolculuklarını, şartlandırılmış uçan dairelerle yaparlarki, bu uçan daireler onların yolculuk boyunca yersel atmosfere dayanmalarını sağlar.Üs’se ulaştıklarında, dünyaya intibak edebilir ve görünüşte tüm insanlar gibi yaşayabilirler.

Ricnard Chanfrey, muhtelif ve bilhassa Chatres daki) katedrallerin labirent yollarında bulunan olağan ­üstü sihirli sırrı şöyle açıklıyor:

«Bütün mesaj veren katedrallerde labirent mevcuttur .. Labirent ruhun ve yasamın zikzaklarını temsil eder. Dairesel olarak değil: doğru hat olarak düşünülmelidir..
«Eğer o bir kağıt üzerine açılıp sergilenebilse ve düz çizgiler halinde resmedilerek gösterilebilseydi, tam olarak titreşim dalgasının grafiğini temsil ederdi.
Bu hat, antigravitasyonu ve antitmaddeyi açıklayacaktı.  Kuşkusuz, katedrallerde [bunun] daireden başka bir şekil olması mümkün değildir.

«Labirentin verdiği [anahtar], "ağırlıksızlığın anahtarıdır. Labirent, onu sadece açıldığı zaman verir. Onun nasıl açıldığını inisiyeler -ki onlardan biri de benim­ haricinde kimse bilmez ve asla, bilmeyecektir de.

Eğer labirent, doğru hat haline konabilseydi,o zaman Altın Çağ olurdu.
G. H. Williamson'a göre, Dünya'nın Kralı tufandan öncekilerin hayatta olan sonuncusu olmalıydı:

( ... )And Dağları'nın bu sitesinde Büyük Efendi yaşamaktadır. O, qezegenimizde devlerin dolaştıkları devirlerde yeryüzünde yaşayan o eski büyük insanlardan hayatta kalmış biridir. 144 kişi onun yönetiminde çalışmaktadır ve onlardan bazıları bir zamanlar bu dünyanın 'büyükleri oldular»
Bu gizemli Agartha Yer'in derinliklerinde oldukça uzaklara yayılmaIıydı.Peki Agartha adı nereden geli­yordu. Sanskrit dilinde, agartha sıfatı «ele geçirilemez» ya da «ulaşılmaz» anlamına gelir, fakat agartha kelimesi aynı zamanda, argha «uzun gemi» kelimesinden türetilen (geminin) yeraltı gövdesi» anlamını da vermektedir. Bazı ezoteristler en azından böyle gözüpekçe bir etimoloji verirler.

Agartha'ya çıkan başlıca beş girişin var olduğu şöylenir. Himalayalar'ın Gobi Çölü'nde ki bu  giriş gizli krallığın kendi başkenti Shamballah'a çıkar. Mont Saint-Michel'de;( Bretagna'daki ) Brocelfande Ormanı görünümünde Neant Pertuis'de  Gize Sfenksi'nin ayakları arasında.

Saint-Yves d'Alveydre, geçen yüzyılın sonlarında Agartha'nın varlığını ifşa ettiği «Hint Misyonu»adlı kitabını kaleme aldığı sırada Fransa Cumhurbaşkanı'na, İngiltere, Kraliçesi'ne ve Rus Çarı'na dünya işlerinin okült denetimini konu alan  mektuplar  göndermışti. Belirtmek gerekir ki, Saint-Yyesci'AlVeydre Asya'nın gelecekteki uyanışına dair mükemmelen gerçekleşmiş olan bir kehanet yapmıştı;

«Eğer ingiltere, bu yüzyılın sonunun kesinlikle göreceği bağımsızlık patlamasını önlemek be bunu tatlı­lıkla gidermek için gereken çareleri akıllılıkla bilgelikle ve ınsanlıkla [yani iyilikle] aramazsa; Rusların, Asya' nın özgürleşmesinin, müthiş yardımcıları olma durumuna ister istemez sürüklenmiş olacakları, görmezlikten gelinemez.»

Ve şu uyarıyı ekliyordu:

«Belecek 50 yılda, Asya'nın, kadim Keltik sentez zihniyetinde yeniden canlandığını göreceksiniz; Tüm ihtiraslarımızdan akıllıca kurtulduğunuzu ve kendinizin sakınarak,yine kendiniz tarafından kurtarılacağını göreceksiniz.Fakat, eğer Nemrut düzenine göre genel yönetim sisteminde direterek, hala kendinizi, karşılıklı olarak parçalamaya devam eder ve kulaklarınızı Hristiyanlık vaitinin ahenkli çağlarına kapatmış olursanız, kulaklarınızı sonyargının, [ sesi] gök gürültüsünü andıran borularına ister, istemez açmak zorunda kalacaksınız. Sizin kendi askeri eğitmenlerinizin kılavuzluğuyla, başta Çin ve İslamiyet olmak üzere Asya  elde silah, Tanrı'nın egemenliği yasasına uyuş kapsamı içinde olarak,orayı bozmanıza engel olacak ve geri püskürtülmüş olacağınız,Hz.Musa'nın ve,' Hz. İsa'nın, sosyal vaitinin altını imzalamak zorunda kalacaksınız;»

Agartha'yı yarım milyara yakın bir nüfusla İskan edilmiş olarak tasvir etmekte tereddüt etmeyen Saint ­Yves" d'Alveydre, aynı eserde" şunları söylüyordu.

«Agartha nerededir? Bulunduğu muayyen yer neresidir? .Oraya gitmek için hangi yoldan, hangi halkların arasından yürümek gerekir?.Bana ,bu soruyu sormaktan geri kalmayacak, olan diplomatlara ve harp adamlarına,[yani askeri yetkililere], sinarşik  anlaşma yapıılmadıkça veya en azından imzalanmadıkça cevap vermemem daha uygun düşer. Fakat biliyorum ki, tüm Asya içinde,  karşılıklı rekabetlerinde bazı güçler sürtüşmekteler .Her ne kadar umut etmiyorsakda; biliyorum ki, muhtemel bir çarpışma sırasında orduları ya, bizzat bu kutsal bölgeden ya da çok yakınından geçecek. Agartha için olduğu gibi,bu Avrupalı haIklara, dostluk uğruna basladığım ifşaatı sürdürmekten korkmuyorum.
Esrarlı Rahip Jean, Dünya’nın,Kralı'ndan başkası olamazdı ki Ortaçağ"da 'Batı birçok defa' onunla ilişki kurmaya teşebbüs etmişti. Frida, Wion «Meçhul Krallık» (Le Royaume Inconnu) adlı kitabında, Rahip Jean'ı şu şekilde tasvir ediyor:  
         
«Başı en nadide taşlarla parıldamakla olan altından bir taçla süslü olarak, soyluluk ifadesi taşıyan çehresiyle  ve üzerinde erguvan kırmızısı ipek ve nadir kürklerden giysilerle  beyaz bir at üzerinde görkemle giden sağ elinde zümrütten yapılma bir asa tutan, [bir] haçın ve rahiplerin sınıfının önünde giderek ilerleyen, kral majlar’ın soyundan ve kutsal yeri [yani Arz-ı· Mukaddes'i] fetetmelerinde Haçlılar'a yardım etmek için gizemli bir girişten geçerek dünyanın derinliklerinden gelen bir kral.
Bu Kral, rakiptir. O, Hz. Süleyman'dan daha güçlüdür; orduları sayısız ve yenilmezdir, kralılığı sınırsız ve zenginliği dillere destandır.

«Bu [tasvir], varlığı o devrin az zaman öncelerine dek herkes için meçhul kalan, ve henüz yeni açıklanmış olan Rakip J'ean'ı, Avrupada ortaçağın XII. yüzyıl halkının, perisel görünüm etkisi altında gözunde tasarlayışıdır.»

Kesin olarak, doğru olan husus şu ki, Orta çağda Papa III. Alexandre, bir gün Türkistan'dan (Orta Asya) gelen ve esrarengiz bir kişi olan Rahip Jean imzasını taşıyan bir mektup aldı. Mektupta Rahip Jean şöyle tanımlanıyordu: Dünya'nın tüm krallarının fevkinde olan en guçlü kral.
Saint-Yves d'Alveydre, bize, Agartha'da kullanılmakta olan ve, Vattain ya da Vattan alfabesi ile yazılan bir kutsal yazının varlığını açıklamaktadır.Saint Yves  Agartha'daki, tufandan önceki uygarlıkların, tüm eski gizli kitaplarını gruplandıran fantastik kütüphanelerin varlığını da  açıklamaktadır.

«Geçmiş devrelerin kütüphaneleri, kadim Avusturalya kıtasının batmış olduğu denizlerin altına kadar ve tufan öncesi eski Amerika'nın yeraltı yapılarına kadar
uzanmış bulunmaktadırlar »

Dokunulamaz saklama yerlerinde ise, geçmişin tüm keşifleri,ve tüm teknik buluşları kaydedilip iş olduğu gibi, geleceğinkilerin de daha ortaya çıkmadan önce kaydedili olduğu belirtilmektedir.
Öte yandan, Agartha’ya ilişkin tradisyonlarla, lejandların ve büyüleyici mitlerin belirli bir çoğunluda; tüm afetlerden uzak olan hatta zaman akımının yıpratıcı etkisine dahi maruz bulunmayan dünyasal bir merkezi bölgenin, beşeriyetin algı alanına girmeyen dünyasal bir yüce inisiyatik merkezin ve majik etkilemesi olan bir yeraltı aleminin sözünün edilmesine rastlamak tamamiyle manidardır. Bununla birlikte Agartha ile ilgili bu mit ve tradisyonların içinde, aşırı bir sembolizme dayalı salt sembolik ve masalsı olanları da var mıdır?

Bu konuda en ayrıntılı görüş Rene Guenon'a aittir. Rene Guenon Dünya'nın Kralı adlı eserinde,konuya ilişkin olarak şunları yazıyor:,

«( Gerçekten, Amerika’da olduğu gibi Orta asya... "i da da ve belki daha başka yerlerde, kendilerini asırlardan beri ayakta tutabilmiş olan inisiyatik merkezlerin bulunduğu mağara ve yeraltı galerileri mevcuttur.. Fakat bu olgunun dışında, bu konuda tüm anlatılanlarda farkedilmesi pek güç olmayan bir' parça sembolizmde mevcuttur» Ve Guenon, açıklamasına devam ederek, bu türlü mit ve tradisyonların çoğunda, bu inisiyatik, merkezlerin kaldığı yeraltı barınaklarının mevcut olduğu bölgeler belirtilirken, ister istemez, [beşeriyet tarafından, belli bir oranda dejenerasyona uğratılmış veya ortaya çıkarılmış bir sembolizmle karşılaşacağımızı belirtmektedir.

Raymond Bernard ise, «Tuhaflık ile Karşılaşmalar» (Bencontres avec I'insolite) adlı kitabında, (ince  tülden) bir sarık  taşıyan bir Doğulu olarak tasvir ettigi et ve kemikten bir şahıs tarafından ona yapılan ifşaları  an1atmaktadır ki bu şahıs kendisini 'Maha adıyla ve tüm dünya  işlerini denetleyen yüksek Meclisin ( Haut Conseil) lideleri, olarak takdim edder. Bu,esrarengiz Maha, ,Agartha konusunda şunları açıklamaktadır.

«Agarta’yı sadece duymuş olabilirsiniz, fakat bu, isim artık kendisineuygun değildir. Hakiki ve  kesin isim sadece çok az, sayıda kişi tarafından bilinmekte olacaktır, ve ismin açığa vurulmasınada gerek yoktur. Bu isim A ... 'dır, ,Dünyanın okült yönetimi ... Bul ne kadarda uygun olmayan bir ifade. Bununla birlikteYüksek Meclis'i ve onu oluşturan 12'leri ne kadarda iyi belirtmektedir.Tüm devirlerde işlenilmiş olan, hata, Yüksek Meclis'in üyelerinin ebediliğine inanmak olmuştur. Yüksek Meclis ebedidir, fakat onun üyeleri,Siz ve Ben gibi ölümlüdürler. Oniarı diğer insarlardan sadece bilgileri ayırmaktadır, onların bilgileri ve bu dünyanın geleceğini olağan üstü görüş ve kapsayışları ! Bir üye öldüğü zaman, onun yerine geçmesi için seçilmiş olan kişi derhal onun yerini alır ve üç ay esnasında, selefinin bıraktığı 'bilgi' ve 'tecrübe'ye alışır.Yüksek Meclis'in toplanmış. üyeleriyle de ilk defa olarak ilişki kurar. Böylece, sürekli bir intikal vardır»

O halde bu yüksek Meclis nasıldı ve kesin olarak hangi kudretlere sahipti?
«Yüksek Meclis, bu dünyanın, evriminde ulaşacağı en son noktayı bilmektedir. Yüksek Meclis ( bu dünya evrimindeki ) aşamalarıda  bilmektedir. İnisiye halkalarında bulunan kimileri, bu konuda [Yani dünya evrim aşamaları hakkında] bazışeyler bilmektedirler;örneğin; Balık Burcu ya da Kova Burcu çağları gibi. Fakat, bu konuda, Yüksek Meclis'in dışında hiç kimsenin asla bilemeyeceği bilgilerde vardır. Yüksek Meclis'in esas işlevi? "Yüksek Meclis'in esas işlevi, her aşamanın, istenen zarfnda gerçekleştirilmiş olmasıyla ve duruma göre hızlandırma ya da geciktirilmesiyle meşgul olmaktır. Yüksek Meclis,dolğal olarak,olaylara etki etme vasıtalarına sahiptır. "Beşeriyetin hatasından ve beşeriyetin yeni şartlara aykırı düşmeksizin intibak etmekte güçlük çekme kusurundan dolayı [ortaya çıkan) beklenmedik ve mukadder olguları, Yüksek Meclis öteden görür...
,
«Yüksek Meclis, kendisinden daha yükseğin görünmeyen Muktedirler'in ya da daha iyi bir deyişle daha yüksek bir hiyerarşinin varlıklarının« kollarıdır. Evren öyle bir ünitedirki, her şey ve her varlık onun [zincir]baklalarıdır. Yüksek Meclis'in üyeleri yılda dört defa, sabit dönemlerde, kurul halinde toplanırlar. Bununla birlikte onlardan biri, bütün yıl boyunca, iste­diği an diğerleriyle temas kurabilir»
Şu halde, et ve kemikten yapılma insanlardan oluşan bu yüksek Meclis, spiralin ard arda gelen devreleri arasından beşeriyetin birlikte evrimi için - tesadüfi engeller, karışıklıklar, çatışmalar hesaba katılmış olarak-  bütünüyle değişmez (kesin) bir planın: dünyamız da mukadder gerçekleştirilmesiyle meşgul olacaklardı.

Maha'nın ifşalarını izlemeye devam ediyoruz: ' «Politika insanların işidir. Politika, tasarılarımıza kimikez hizmet ediyorsa da, her zaman değil. Biz onu tüm dünyada yakından izler ve ondan sonuçlarımızı çıkarırız,hepsi bu. Kuşkusuz, politika her ne kadar dün­ya evrimini güçleştiriyorsa da, biz politikayla hiçbir ilgisi olmayan vasıtalarla [duruma] müdahale etmekteyiz. Bu 'vasıtalar, her durumda [politika ve benzeri vasıtalardan] daha etkilidirler.

Yüksek Meclis'in üstünde Maha'ya göre tüm bir öte alemsel kozmik hiyerarşi vardı:
«Yüksek Meclis A. ... , kozmik hiyerarşik bütünlük ' [zincirinin] görünür birinci baklası olarak ve tüm uzun sürecin önceden tesbit edilen farklı devreleri boyunca; beşeriyetin organize edilmiş toplum olması için beşeriyetin ahenkli gelişimiyle meşgul olmak misyonuna sahip olarak{zincirin] temel baklasıdır. Bu devrelerin sayısı 12'dir, onlar Zodyak Burçları Tarafından sembole edilirler ve yaklaşık 24.000 yılı kaplarlar. [12 devrelik periyodun bitiminden] sonra kollektif ve ferdi yargı ve 12 devrenin yeni bir devri aşaması için hareket ediş gelir.»

Dünya, er geç mukadder devreleri izlemekte, izleyecek ve izlemek zorundaydı. Maha, Yüksek Meclisin, işlevlerine ilişkin olan açıklamasına şöyle devam ediyor:
«Onlar [yani Yüksek Meclis'in 12 üyesi], halkların meczetme kapasitesi oranında, uygarlığın dinsel,bilimsel, sanatsal' ve felsefi tekamülüne hizmet etmesi gereken [şeyleri] analiz eder, ölçüp biçer, dozunu ayarlayıp ve süzerler.

Yeniden Dünya'mn Kralı konusuna dönüyoruz. Saint-Yves, d'AİveYdre, Cumhurbaşkanına, Agartha’ nın yöneticileriyle ilişki kurmasını önermekte tereddüt etmiyordu:
«[Cumhurbaşkanı görüşmek için] eğer beni çağırmak konusunda karar verirse, ülkenin lideri [olduğu için [her zamanki] prensiplerin dışına çıkarak, .[bu daveti) istisnai bir durum olarak telakkı etmem gerekir ve ona açıklama yapmaktan şeref duyacağımı önceden yayınlıyorum. Koç Burcu Çağı'nın Sinarşik' Üniversitesi’nde öğretilen bilim ve sanatları tehkik etmeyi arzu edecek olan bizim yüksek okullarımızın ödül almış kişileri veya profesörlerinin öğretime alınmasını ( inisiyasyana kabul edilmesini] Agartha'dan talep edebilmek için tutulacak yolu Cumhurbaşkanı’na yalnızken şifahen söyleyeceğim.»

Gobi Çölü’nün sırlarına gelinee, bu konu  (gizemli Gobi Çölü konusu hiç de salt hayal ürünü değildir.Prof. Rameau Saint-Sauveur, Clup Marylen kayıtlarında şu hususa dikkat çekiyordu. Gobi çölü vaktiyle kapalı bir denizken onlar ( Baavi Planetinden gelen uzaylılar] tarafından, Ak Ada ya da daha doğru olarak 'Yabancı Denizin Ak Adası' ismi konulan muhteşem  bir adaya sahipti. Burası, [uzaylıların]önemli bir iniş noktası oldu. Buradan çağımırpa Atis tepesi kalmıştır: Moğolistan'da, Güney Altay dağ kollarında Lob-Nor Gölü'nün 600 km kuzey doğusunda, (45° paralelinin 130 km. üstünde). Orada önemli bir yeraltı [ga1eriler] şebekesi mevcuttur, Çin ve sovyetler birliği bunu biliyorlardı. Kimileri orayı Agharta'nın gizli bir girişi olarak düşündü.»
Kuşkusuz, tufandan önceki uzak medeniyetlerin tüm mirasını bize birdenbire açıklayacak olan çok büyük arkeolojik  keşiflerin eşiğindeyiz.

Bu  açıdan, Amerikalı meşhur medyom Edgar Cayce şunları haber vermişti: Gelecekte, Sfenks'in ayaklarından birine uzak olmayan bir yerde, «küçük piramide yerleştirilmiş ve eski Mısır ile batık kıta Atlantis hakkında çok değerli anıları içeren arşivlerle dolu bir mezarın» keşfi yer alacaktı.
Frida Wion, «Meçhul Krallık» (Le Royaume İncoenu)' adlı eserinde şunları beyan etmekten çekinmiyordu: «Öyle görünüyor ki, [başkan] yardımcılarıyla çevrili ve beşeriyetin seçkin tabakasının, hizmet ettiği, bir insan bedeni içerisinde öğrenecek hiçbir seyi olmayan ve dünya ile dünyanın sakinlerinin evrimini sevk  ve idare etme misyonu olan bir gizemli varlığı farketmeye başlıyoruz. Bununla birlikte, onların arasından ve bizim aramızdan [yani beşeriyetimizin içinden ) bazı doğruluk gözeticileri, bilinçsizleri gelecekteki 'Mabed'e girişlerine hazırlamak için atanmış oldular . Başında ezoterikve inisiyatik merkezler bulunan egzoterik popüler dinler,binlerce yıl boyunca, böylece tesis edilmiş oldular.»

Tradisyonel perspektiflerdeı çevresinde fenomenlerin, alemlerin dönüşünün gerçekleştirildiği değişmez sabit yer  ( sembolizmi ) Agharta’yı somut bir şekilde sembolize etme yollarından biriydi. Bu sabit yer, çevresinde her şeyin devindiği ‘ kımıldamaz ekseni’i, gizemli merkezi sembolize ediyordu.

Saint Yves d’Alveydre’nın açıklamalarını sürdüren Ossendowski’ye göre, Dünya’nın Kralı, Brahitma diye anılıyordu. Yer küremizin ( Yüce Prensipten Kaynaklanan ) Yüksek varlık tabakaları ile temas ettiği merkezi yerde ikamet eden Dünya’nın Kralı’na – Agharta’nın Yönetimi’ne – iki yardımcısı yardım etmekteydi; ( Gelecekteki Olayları Bilen )  Mahitma ile  ( Bu olayların sebeplerini sevk ve idare eden ) Mahinga Yüksek bir inisiyatik merkezin mevcudiyetini varsaymak normal değil midir? Frida Wion şunları yazıyor;

‘’ Bir inisiyatik merkezin konumu değişmez diye bir şey yoktur, politik ve dini gereklere göre, yer değiştirebilir ve hatta bölünebilir… Krallığın lideri olan Dünya Kralı’da Krallığını, kendisinin bulunduğu ve devrin gereksinimlerini en iyi karşılıyor gibi gördüğü yerde kurar. Lejandda bir kutsal coğrafya mevcutsada, bu kutsal coğrafya merkezin sadece yeni yerleşmesiyle değişir; çünkü her yer onun varlığıyla kutsallaşır. O, ( varlığı ile bir zamanlar Mısır’ı şereflendirmişti) Mısır’dan Çin’e, Çin’den İrlanda’ya geçti. İrlanda’dan da Delphes’e geçti. Bugün için nerede bulunuyor? Başka bir gezegen üzerinde midir?

Anlaşıldığına göre, Agarta’nın yöneticisi bir insandır; gene anlaşıldığına göre, yüce bir güce ve atomik enerji makinelerinin kullanımınıda kapsayan görkemli bilimlere sahiptir. Ayrıca, bilindiği kadarıyla, Kendisini, bizlerin büyük Rahmetlerden nasiplenmemize adamıştır ve istediği zaman dünya yüzündeki savaşları sona erdirme gücüne sahiptir.

Devamını Oku »

AKAŞA KAYITLARI (AKAŞİK KAYITLAR)




Akaşa Kayıtları (Akaşik Kayıtlar)

Akaşik kayıtlar (akashic records), evrende meydana gelen her olayın, her hareketin yok olmadığını, hepsinin izlerini bıraktığını ve kaydolduğunu ileri süren teozoflarca kullanılan bir terimdir. Terim Hint teozofisindeki “evrendeki tüm uzayı kapsayan temel esîrî cevher” olarak tanımlanan “akaşa” sözcüğünden Batılı teozoflar tarafından türetilmiştir. Bu görüşe göre, nasıl evrende hiçbir madde dönüşümler geçirmekle birlikte yok olmazsa, hiçbir hareket ve olay da yok olmayıp Akaşa denilen süptil cevhere kaydolur.
Budizm’de Akaşa, bu kayıtlanma olayının kapsamıyla ilgili olarak iki türde ele alınır:
1- Kişisel Akaşa: Kişinin duyguları, algıları, zihinsel oluşumları, bilinç hareketleri, fiziksel biçimi vs. ile ilgili bireysel Akaşa.
2- Maddi her şey ile ilgili olan sınırsız Akaşa.
Batı teozofisine göre Akaşa ya da Akaşik kayıtlar her düşüncenin, her eylemin, her sesin, her ışığın vibrasyonlarının kaydolduğu, özetle, fiziksel alemden yansıyan tüm tesirlerin seri ve dakik bir biçimde yoğunluklarına göre sınıflanıp kaydolduğu sınırsız ve ebedi bir arşivdir. Batı teozofisinin kurucusu olan ve Akaşa sözcüğünü Batı’ya aktaran H.P. Blavatsky’e göre “kişisel Akaşik kayıtlar”ın yanı sıra, her gezegenin “gezegensel Akaşik kayıtlar”ı mevcuttur ki, Rudolf Steiner ve Edgar Cayce gibi ünlü medyumların Dünya tarihinin bilinmeyen geçmişiyle (Atlantis, yedi kök soy vs.) ilgili olarak aktardıkları bilgileri, bu “gezegensel Akaşik kayıtlar”la irtibata geçerek aktardıkları ileri sürülür. Kimileri Kurân'daki Levh-i Mahfuz kavramını Akaşa kavramıyla ilişkili olarak yorumlarlar.
Spiritüalistler kişisel Akaşik kayıtlar yerine serbest hafıza terimini kullanırlar ve sınırsız Akaşa kavramına sıcak bakmazlar. Çünkü spiritüalist anlayışa göre, bir vibrasyonun varlığını Akaşik teorideki gibi ebediyen sürdürmesi maddesel olarak imkânsızdır.

akashic records

Ararsanız bu konuda Internet'te pek çok bilgi var. Ancak bu bilgilerin bize düşündürttüğü şey nedir? Akaşik kayıtlar veya Levh-i Mahfuzu anlayabilmek, anlatabilmek bilincimizin gücü ile ilgili. Genel tarif, geçmişteki bireysel veya evrensel olarak tüm olayların, yaşantıların, bilgilerin kaydı. Ama bunun yanında geleceğin de kaydı. Bunu aklımızla kabul etmek çok zor değil; mademki zaman sadece şu andan ibarettir; geçmiş ve gelecek şimdidedir; öyleyse Akaşik kayıtların dünü bugünü ve yarını kapsaması doğaldır. Tabii bunu aklımızla kabul ediyoruz, bilinçle kavrayamıyoruz, öyleyse anlamıyoruz.
Akaşik kayıtların geleceği de kapsaması karşısında, insanın özgür iradesi, insanın seçimi nerede kalıyor, karma sonuçlarından sorumlu olmamız nasıl açıklanır? Çünkü her şey zaten belli, bizim elimizden ne gelir ki? Bu sorular, akla dayalı dar bir şuurla, “insan gibi” düşünmemizden kaynaklanıyor. Dünya koşullarının, deneyimlerinin yarattığı akılla bu sorunu çözemeyiz. Çünkü konu çok farklı üst boyutlara ait deneyimlerin oluşturacağı bilinçle anlaşılabilir.
Bugün için kendi hesabıma şunu ifade edebilirim: belki O’nunla yarattıkları arasında, koşullarını ve sonuçlarını bizim bilemediğimiz bir ilahi satranç oyunu var ve tüm oluşumlar bu özel oyunun sonucu. Bu oyunda bizim karşı hamlelerimiz, hem sorumluluğumuzu doğuruyor, hem varoluşu biçimlendiriyor. Ama O’ bu oyunda yaratılanların hamlelerini ve sonuçlarını biliyor. O’nun biliyor olması bizim özgür seçimlerimiz olmadığı anlamına gelmez. O’nun bilmesi, bizim bilmemiz gibi bir olay değil. O’nun durumunu kendi aklımıza kıyasla düşünmek çok büyük bir yanlışlık ve şirk olur. Bunu anlamak için önce şu insan aklından vazgeçmeliyiz ki sezgilere açılabilelim. Anlatamasak bile hissedelim.
Spiritüel bilgiler bu deyimi, Akaşik kayıt sistemi olarak işler. Üst şuurumuza kaydedilen her türlü gözlem, deney ve eylemlerin yön bulduğu yer anlamındadır. Dünyamıza ait, geçmiş ve gelecek tüm planı burada kayıtlı bulunmaktadır. Yaratılışın başlangıcından sonlanacağı zamana kadar gezegenimizin akıbet planıdır.

Manevî mertebeye sahip görücü kişilerin, bir çeşit üst vibrasyon boyutunu yakalayarak bu kayıtları inceleme imkânının olduğu bilgisi vardır. Geçmiş uygarlıklarda, bazı dinî liderlerin belli bir süreçteki mistik dinsel gelenekleri inceleyebildikleri rivayet edilir. Ruhsal literatürde; zamanımızda bazı medyumların da, geçmiş-gelecek olay ve olguları öğrenebildiklerinden söz edilir.

Akaşa bir tür arşivdir. O arşivde Dünya’nın tüm geçmişi kayıtlıdır. Dünya’nın oluşumundan itibaren bütün olaylar, üzerinde yaşamış bütün canlı ve cansız varlıkların yaşamlarındaki seyir, sesli-renkli sinema filmi gibi tespit edilmiştir. Bu tespit elbet ki uygun bir sistem dâhilinde yapılmıştır. Öyle ki, Akaşik kayıtlara erişme ehliyet ve liyakatinde bulunanlar, geçmişin görmek istedikleri durumlarını aynen görüp canlandırabilirler. Akaşa'nın incelenmesinde izleyenin amacına göre zamanın hızlandırılması, yavaşlatılması, hatta durdurulması mümkündür; tıpkı bir sinema filminde olduğu gibi. Akaşa'nın İslam literatüründeki adı “Levh-i Mahfuz”dur, saklanmış, korunmuş levha anlamında. Bu sistemi kuranlar onun gereksiz gözlerden korunmasını da sağlamışlardır elbet. Çünkü gerçek nezdinde her şey yerli yerince makbuldür, yerince olmayan istenmeyendir.

Esas itibariyle Akaşa'yı izleyebilenlerin bir yeterliliği ve bir üst amacı vardır. Bu tür yetenekler onların gerektirdiği olgunluğa eriştikçe verilirler, bu prensiptir. Dolayısıyla, Akaşa'yı kullanmak bir tekâmül amacına hizmet etmelidir. Bu nedenle Akaşik kayıtlara görevlilerin girebilmesi esastır. Fakat Dünya’mızda ve Evrenimizde gerekli ruhsal olgunluğu kazanmamış oldukları halde, bazı ince titreşimlere nüfuz edebilen varlıklar da vardır. Onlar, bizim bilemediğimiz, belki makro ölçekli sınav mekanizmaları sebebiyle, bir kısım süptil tesirlere tasarruf edebilirler, bu arada Akaşik kayıtları da okuyabilirler. Bu da (bize göre olumsuz) bazı olay ve sonuçların sebebidir. İşte spiritüel bilgilerde anlatılan “karanlık ve aydınlık güçlerinin mücadelesi” bunun anlamıdır. Bu mücadelede bizim “iyi” ya da “kötü” gibi nitelendirmelerimiz yine bize göredir. Aslında, her şeyin olması gerektiği gibi cereyan etmekte olduğunun kabulü bizler için daha uygun olabilir. Ama bu zordur, bir ileri seviye meselesidir. O zaman her türlü bulunuşta yerel ve evrensel bütün olanak ve yasaların liyakate göre kullanıldığını görebilecek düzeye yükselme amacında olmalıyız. Akaşa, kullanılan bu olanak ve araçlardan yalnızca bir tanesidir.
Bu tabirin, saklı kitap anlamına gelen Levh-i Mahfuz olduğu bilinmektedir. Evren planında dünyamıza ait, evvel-ezel bilgilerinin de yer aldığı ve herkesçe okunamayan yoğun bilgi yekûnu anlamı bulunmaktadır. Bir çeşit dünya hafızasını bulunduran dünyadaki bütün olayların yansımalarının kaydolduğu büyük defterdir.
Aslı Sanskritçe olan kelime, mevcut olan her şeyin son ilke ve cevheri olarak biliniyor. Her şey onun eseri olarak meydana gelmekte ve gelecek devrenin de bu bilgiler üzerinden tezahür edecek bilgisi saklı bulunmaktadır.
Akaşik kayıtlar varlık sisteminin tüm olaylarının kayıtlandığı bir nevi arşivleme sistemidir, bu arşivleme sistemi geçmiş ya da geleceği dosyalamaz, her şey "şimdi" de olmakta ve bütün kayıt "şimdi" nin kaydıdır. Sıradan bir akıl-zihin bakışıyla bunu ilk anda kavramamız beklenemez ancak bir takım benzetmelerle şu şekilde bir izah belki anlamamızı kolaylaştırabilir;

İçinde yaşadığımız zaman aslında "şimdi" ne oluyorsa ondan ibarettir, şu an yaşadıklarımız "dün" olarak yaşanmış "insan aklıyla belirlenmiş" zaman çizgisinin devamıdır ve yarın devam edende, gerçekte devam eden şimdi çizgisinin bir parçasıdır. Bizim gelecek olarak gördüğümüz zamanlar aslında devam eden şimdilerde sürekli olarak yaratımdadırlar. Bu yaratım mekanizması karmik faktörlerin, yüksek ilahi yasaların, insan düşünce ve eylemleri ile ortaklaşa işlemekte olan büyük bir sistemden oluşur. Geleceği oluşturan şimdide bu mekanizmadaki faktörleri 7 renk ve 7 ses olarak ele alalım. 7 renk ve 7 ses birleşir ve ilahi prizmadan geçerek hologram olan yarını oluşturur, her renk ve her ses bu sistemin ayrı bir parçasıdır ama bileşende tek bir hologramdırlar ve hologramın içindeki şekillerin netliği ve seslerin güzelliği o an prizmaya vuran renklerin ve seslerin o anlık karışım değişimiyle sürekli değişmektedir. Bu şekli oluşturan her rengin ve sesin anlık durumu sürekli kaydedilmekte ve bu da Akaşik kayıtları oluşturmaktadır.

Bir gün 7 ışık ve 7 ses, mükemmele yakın olan parlaklıkta ve temize en yakın olan ses de olmayı anladıklarında ve sevip istediklerinde, bunu sürekli kılmayı hak edip mükemmele yakın armoniyi oluşturacaklardır.
Akaşa, her yerde bulunan en ince yapıdaki ortamdır. O içinde bulunduğumuz bir canlı ve sihirli enerji denizidir. Eter, ruh ya da bilinmeyen madde olarak da isimlendirilir. İçinde çeşitli yaşam fonksiyonları barındırır. Sadece bilgi değil, her türlü iletişim, oluşum, intikal ve keşfedilmemiş nice potansiyele sahiptir. Çok çalışma ve hak ediş sonucunda onu kullanmaya başlayanlar için büyük bir güç oluşturur. Olanaksız olan mümkün olur. Bilinmeyen bilinir, görülmeyen görülür.
Akaşa, içinde bulunan varlıklara -ki onların da içindedir- cevap verir ve ayna olur. Bu cevap varlığın yaydığı tesire, talebine, ihtiyacına göre kendisini kendisine gösterecek her türlü ortam şartı oluşturur. Akaşa sadece fizik boyutta değil sonsuz sayıdaki boyutlarda bulunur. Boyutlar arası iletişimi sağlar.
Akaşik kayıt tüm evrensel bilgileri içerir. DNA da bir Akaşik kayıttır. Yeni bir göksel bilgi diyor ki: “Büyük Akaşa içinde, Büyük Merkezi Güneşte yer alan DNA bilgi bankası bulunur. Bu zamanda geçirdiğimiz dönüşümler oraya kaydolacak ve insanlık ileri doğru büyük bir geçiş yapacaktır.”
Evren hafızası, bilginin kayıtlı olduğu yer. Aslında buna herkesin, her şeyin sicilinin kayıt edildiği yer de diyebiliriz. Bir nevi kâinatın dengesini oluşturan, işleyen bir mekanizma da diyebiliriz. Bizim yaptıklarımız, bir başka mertebede bir başkasının yaptığı birçok şeyin sentezlenerek dengeye getirildiği bir yer olarak da görebiliriz Akaşik kayıtları. Ruhsal yaşamımız içerisinde karşımıza çıkan, çıkacak olan her ne konu varsa burada Akaşa da sentezleniyor. Aslında biraz önce de değindiğimiz gibi bu işleyen bir mekanizma. Ne ekersen onu biçersin gibi, birçok bileşen var. O yüzden de konuyu genel, bir bütün üzerinden görmekte fayda var. Burada karşımıza çıkacak konulara sadece kendimiz üzerinden pay biçmememiz lazım, konular; karşımıza bir başka yerde yapılanan dengeleri düzeltmek içinde çıkabilir, bir bakarız ki anlam veremediğimiz bir şekilde, hiç düşünemeyeceğimiz şeylerle karşılaşırız, yenmemiz gereken. Karma dediğimiz şeyde aslında buradaki tesirler mekanizmasından kaynaklanmaktadır. Yaptıklarımız üzerinden farklı bir kanala sokarız kendimizi ve bu kanal üzerindeki kâinatın bütün bileşenleriyle, yarınlarımızı oluştururuz. Burada bence bize düşen, sistem bilincine ulaşabilmemizin gereğidir. Eğer sistemin işleyişini kavrayabilirsek, ne yapmamız, nasıl davranmamızın gereklerine de nail olarak, yarınlarımızı ve diğerlerinin yarınlarını da bilinçli olarak şekillendirmiş oluruz.
Akaşa her an, kâinatın pusulasından, dengesinden şaşmaması için hak edişleri hakkınca dağıtan, özümüze işleyen bilinç kitaplığımızdır.
Akaşa, muhafaza edilmekte olan hiç kaybolmayan bilgidir, bir anlamda okunabilen kitaptır ve her an yazılmaya devam etmektedir. Bu yazı her yerdedir, dağlarda, taşlarda, ağaçlarda, kuşlarda, çiçeklerde, böceklerde tüm hayvanlarda, insanlarda ve de tüm evrende. Gizli saklı değil sadece görebilen ve anlayabilen olması gerekiyor. Hangi boyuttan bakıyorsak o boyutun bilgisindeyiz. Fiziksel boyutta her titreşim kendi formu ile beyanda bulunur. İnsan da şekli, davranışları, sözleri ve düşünceleri ile kendi Akaşik kaydının beyanında bulunur.

Bugün, insanın geçmişinin beyanıdır, yarınını da bugünkü durumu ile belirler ve beyan eder. Tek tek her birey kendi özel kaydını da ayrıca meydana getirir. Eylemlerimizin anlamına sahip olmak bu nedenle çok önemlidir. Bilinçli farkındalık içinde aklımızı ve gönlümüzü bir ederek bulunduğumuz eylemler tekâmülümüzü hızlandırır.
Akaşa, kainatta meydana gelen tüm titreşimlerin kaydolduğu bir arşiv gibidir. Kainatın varoluşundan bu yana meydana gelen hareketlerden, düşüncelerden, seslerden, ışıklardan, bilgilerden yansıyan titreşimlerin kaydolduğu bir oluşumdur. Her varlığın bir Akaşa'sı olduğuna göre bunların toplamı da Akaşik arşivi oluşturur.
Yaratılışın başından sonuna kadar geçmişin geleceğin kayıdı olarak biliniyor. Bilgilere göre seyyal ve her yerdelik içinde hava, su, katı madde ve ateş olabiliyor. Güneşi, gezegenleri, yıldızları ve tüm kozmosu meydana getiren olarak bilinmektedir. Bir görüşe göre; nasıl evrende hiç bir madde dönüşümler geçirmekle birlikte yok olmuyorsa, hiç bir hareket, düşünce olay da yok olmayıp Akaşa denilen süptil cevhere kayıt oluyor. Akaşa; Her eylemin, düşüncenin, sesin, nefesin, ışığın titreşimlerinin kayıt olduğu, ruhsal ve fiziksel âlemden yansıyan tüm tesirlerin en hızlı bir biçimde yoğunluklarına göre sınıflanıp kaydolduğu türden bir arşivdir.
Uzakdoğu'nun ileri uygarlıklarında, pırana=esir olarak biliniyor. O’nun Soluğu olarak bilinen nefes, beden-zihin, ruh ile bütünlük içinde yaşama, yaşam gücünün gelişimi, bedensel-zihinsel yenilenme ve insanın ruhsal olgunlaşmasının temeli olan kendinin bilincine varma yolu olarak görülmektedir.
Sanskrit dilinde öz ve uzay’ı ifadelendirmek üzere "ışıklı" anlamına gelen Akasha (Akaşa) (Akaşa) (Akaşa) sözcüğü, Hinduizm'de evrendeki her şeye nüfuz etmiş beşinci ve en ince olan "ether" cevheridir. “Dünya hafızası” anlamına gelir. Çünkü bu akışkan, Dünya’nın oluşumundan beri, yeryüzündeki bütün olayların yansımalarını kaydetmiştir. Akaşa, evrenin akışkan cevheridir.
Yoga felsefesinde Akasha (Akaşa) (Akaşa), bundan binlerce yıl önce Pisagor ve takipçileri de fiziksel dünyada oluşan her eylem ve düşüncenin gökyüzüne kaydedilmekte olduğunu söyleyerek buna “Doğanın Belleği” ya da “Akaşa” adını vermişlerdir. Yoga felsefesinde Akasha (Akaşa) (Akaşa), prana ve yaratıcı zihin üç evrensel prensiptir ki, majik ve psişik güçlerin kaynağı, evrenin her yerinde mevcut bu üçlüdür.
Bununla birlikte, birimsel ya da toplumsal eylem ve düşüncelerin meydana getirdiği Akaşa'lardaki enerji, belli bir yoğunluğa ulaşmasıyla birlikte yine toplumların bir sonraki aşamada ortaya konacak fiillerin şekillenmesini sağlar. Resullerin bulundukları toplumu uyararak, yaşamlarında oluşturacakları menfi hareketlerin başlarına yakın gelecekte bela şeklinde tekrar kendilerine yansıyacaklarını bildirmeleri ve akabinde bunun gerçekleşmesi gibi.

Akaşa, üstat merhum Ergün Arıkdal’ın belirttiği gibi “Dünya hafızası” anlamına gelir. Dünyanın bir plan olarak evrensel görevine başlamasından bu yana bütün kayıtları bu hafızada saklıdır. Levh-i Mahfuz ise evrensel bütünlüğün hafızasıdır. Bütün kutsal bilgiler, sırlar ve hakikatlerin yeri orasıdır. Kaynak ordadır.
Bireysel olarak bizlerinde bu evrensel olan bütünlük içinde kendimize ait, geçmişimizi, bilgi ve tecrübelerimizi barındıran bir bellek vardır. Yaşamımızda ihtiyacımız olan bilgileri bu bellekten çekeriz. İçinde bütün yaşamlarımızın bilgileri barınmaktadır. Hayatta bizleri farklı kılan bu belleğe ne kadar bilgi ve deneyimi kaydettiğimizdir. Ancak yaşarken kendimizi aşma becerisi gösterdiğimiz şartlarda bu evrensel hafıza kaynağından nasibimiz, ihtiyacımız olanı liyakatimiz ölçüsünde alabiliriz.
Geçmişin bütün bilgilerini, geleceğin olanak ve olasılıklarını bünyesinde barındıran Akaşa, yani dünya hafızasına kişi, yine merhum Ergün Arıkdal’ın söylediği gibi Akaşa'ya özgü “dalga boyu”nu yakalayabilirse, Akaşik kayıtları inceleme imkânı bulabilir.

Bizim bir bedende kaba enerji (madde) âlemine insan olarak yansıdığımız bu boyutta evrim yasalarının aynı şekilde ki tatbikatı (tekâmül) 26.000 yıllık dönemler halindedir. Onun için dünyada birçok bozulmalardan sonra yeniden tanzimler ve düzenler olmuştur, olmaktadır. Mevsimlerin peş peşe oluşumları buna en güzel örnektir. Bugün kadim, Atlantislerden bahsediyoruz. Milyarlarca yıl geriye giden bütün bu olgu, oluşum ve bilgiler Akaşa yani dünya hafızasında mevcut olup, yeri zamanı ve vakti gelince beşer için bir kaynak olmaktadır. Ancak gelecek, ikiden birin çıkması ile geriye birin kalacağının bilinmesi gibidir… Ondan öteye gelecek ile ilgili detayların bilinebilmesi olanağı yoktur.
Devamını Oku »

Yukarı Git