BİLİM VE TEKNOLOJİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BİLİM VE TEKNOLOJİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mart 2016 Cumartesi

RUSYA'DAKİ DAĞLARDA BULUNAN GARİP ESRARENGİZ KAFATASLARININ GİZEMİ




Rusya dağlarında bulunan garip gizemli evrak çantası ve iki adet kafatası. “Komsomolskaya Pravda”  ( 13 Mart 1925 tarihinde kurulan günlük Sovyet ve Rus gazetesi.) ve  “Rossiyskaya Gazeta” gazetelerinin gazetecilerine göre üzerinde “Ahnenerbe” logosu olan bu evrak çantası  çok yakın bir zamanda  Adıge dağlarında bulunmuştur.
Ahnenerbe Logosu


Adıge Kafkasya bölgesinin dağlarında yer alır. Keşifi yapanlar bilim için  SS içindeki en gizli topluluk olan Ahnenerbe amblemli çanta ile bilinmeyen yaratıklara ait iki adet kafa tasını bularak gizli ve doğa üstü  güçler üzerinde çalışmaya karar vermişlerdir.

    Araştırmacılara göre, SS üyeleri antik dolmenlerin gizemi ve  Kishinski Kanyon bölgesinde yüksek doğal radyoaktivilerin sebepleri ile ilgilenmiş oldukları görülmektedir. Ayrıca onların Rusya İç Savaşı(1917-1923) sırasında kaybolan bir yer olan Altın Kuban Rada’yı araştırmış oldukları da muhtemeldir.                                    
                                                                    
     Ayrıca araştırmacılar 1941’de  Adıge topraklarında,  Almanlar tarafından  doğruluğuna, eksiksizliğine hayran oldukları  bir harita bulmuşlardır. Bu buluş uzmanlar arasında geniş bir ilgi uyandırmıştır.  

       Tarihçiler  Kafkasya'daki Kabardey-Balkar Cumhuriyeti ’nde bulunan Avrupa'nın en yüksek dağı olan Elbrus zirvesine Nazi pankartlarının dikildiği Wehrmacht Edelweiss operasyonu ile ilgili birçok ayrıntıları bilmektedirler. Ancak, Adıge dağlarında bu gizli örgütün amacı neydi?                                                                        

                                                                      Ormandaki Bulgular                                                                                       
Kamennomostsky köyünde bulunan Belovodie etnografik kompleksi içinde, esrarengiz kafatasları ve esrarlı gizli evrak SS tarafından kaydedilmiştir.

“ Yerel adam bana üstünde gizli cemiyet Ahnenerbe armasının olduğu deri saplı büyük kahverengi bir bavul getirdi  ve bu da Belovodye Vladimir Melnikov’un sahibini açıklıyor.Ormanda küçük tahta bir kulubede yaşayan gerçek bir münzevidir, ancak kimse tam olarak nerede olduğunu bilmiyor. Sonra ben onun ormanda gizli bir sığınağı bulup bulmadığını merak ettim.  İlaveten, tüm malzemeleri iyi durumda idi.Örneğin,orada bulunan kibritler bugün hala kullanılabilir durumda. Burayı çok istisnai bir yer buldum.”
Biz açıkça Ahnenerbe resmi amblemini gösteren çantanın kapağının rünik yazılardan oluştuğunu  not ettik.
                                                                                                             
 Ancak onlar bu yerlerde ne aradılar?

 Ahnenerbe’nin tam adı; “ ( Forschungs- und Lehrgemeinschaft das Ahnenerbe e.V.) (Anlamı:Irksal Miras Araştırma ve Eğitim Cemiyeti) ’dir.  Nazi Almanyası'nda nasyonal sosyalizm ile birlikte, spiritüel, eski Nordik Germen inanışlarını araştıran, Parapsikoloji ile ilgilenen ve Nazi Partisini oldukça etkileyen medyumlardan oluşan gizli örgüt. Bu kuruluş 1939 ve 1945 yılları arasında Almanya'da  Aryan ırkının gelenekleri, tarihini ve kültürel mirasını incelemek için oluşturulmuştur.


Bir askere ait olduğu düşünülen çantanın yanında bir de yüzük bulundu.



Dünyanın gizemli ve bilinmeyen her şeyini araştırıyorlardı, Tibet, Antarktika ve Kafkasya'ya seferler yaptılar ve mutlak gücün sırrı için UFO ile temas aradılar. Hitler Almanya’sı savaşın seyrini değiştirmeye yarayacak  yeni tip silahlar geliştirmekle meşguldü.  Ahnenerbe'de 350 uzman çalışıyordu: yüksek eğitimli, bilimsel kariyerleri olan,  uzmanlardı.
Bazı iddialara göre , savaştan birkaç yıl önce,( Abhazya'da,şimdi ki Karadeniz kıyılarında ) Pitsunda ve Ritsa arasında yol inşa etmek için Almanlar tarafından  SSCB'ye yardım teklif edildi. Yapılan işi bitirdikten sonra, Alman uzmanlar arabaları ile bir boşluğa düştüğünde trajik bir ölümle karşılaştı. O gün bugündür turistler Almanlar tarafından inşa edilen bölgeye akın ediyor.

Ritsa Gölü


"Yaşayan Su" Ritsa

Daha sonra bu stratejik yolun inşasının farklı nedenleri ortaya çıktı.Bir hidrolog  Ritsa Gölü’nün  altında bir mağarada bulunan bir kaynaktan alınan suyun bileşiminin , insan kan plazması yapmak için ideal olduğunu ve bu nedenle oluşturulmuş olduğunu ortaya çıkardı.
“Yaşayan su” “ Gümüş konteynırlarda ilk olarak Abhazya’dan  sahile kadar, sonra da Constance’nin dibinden bir denizaltı ile, son olarak da  uçakla Almanya'ya taşınmıştır”, diye açıklıyor Maykop Devlet Teknoloji Üniversitesinde ekonomi ve şirket yönetimi  bölümü Profesörü olan  Bormotov. Denizden  Ritsa’ya denizaltı için tüneller inşa etmeyi planlamışlar, ancak savaş yüzünden bu planlar kesintiye uğramıştır.

Adigey ile ilgili olarak, Elbrus Dağına tırmanış yapan Wehrmacht 49.Dağ Kolordusunun  Maykop içinde kaldığı bilinir. SS Westland Alayının bulunduğu Dajóvskaya Kazak köyü yakınlarındaki Belaya Nehri vadisinde, Phish PSHE nehirleri ve  tank alayları arasına Almanya ve Nordland yerleşti.
1942 yılının sonbaharında ,çift motorlu keşif uçağı FW-189’a sahip olan Maykop 3 Squadron 14 Filosunun havalimanı , en gelişmiş aletler ile donatılmıştı ve aslında uçan laboratuvarlardan oluşuyordu.

 "Bu, Adıge dağlarında gerçekleştirilen, Ahnenerbe için yürütülen gizli soruşturmayı korumak için yeterliydi" dedi Bormotov. "Merkezi Wehrmacht olan Maykop şehriydi. Oradan Caucasus'taki Alman askeri seferi yürütüldü. 1942 sonbaharında Adıgey dağlarında savunma hatları yoktu ve  Alman askeri gruplarının dağların derinlerine nüfus ettiği durumları biliyoruz. Askerlerin neden Pshekish dağına konuşlandırıldığı belli değildi."


Tanrıların Kafatasları

  Yaklaşık iki sene önce bir grup dağcı, etnograf  Vladimir Melikov'u  Bolshoi Tjach dağındaki bir mağarada bulduklarını iddia ettikleri boynuzlu iki tuhaf kafatasına yönlendirdi. Fosilleşmiş hayvanlara benziyorlardı. Ayrıntılı bir şekilde araştırmaya başladıkça, buldukları tüylerini diken diken etti.
   Kafataslarından birini göstererek,  " Kafanın aşağısındaki parmak kalınlığındaki yuvarlak deliğe bakın,"  dedi Melikov, "Bu omurganın başlangıcı. Ve duruşu yaratığın iki ayağı üzerinde yürüdüğünü gösteriyor. Bir başka tuhaf şey ise kafa boşluğu ve çenenin olmayışıdır. Birkaç boşluğun yuvarlak bir şekilde yayıldığı bir ağız.  Göz çukurları beklenmedik bir şekilde büyük ve iki boynuz şeklinde ayrılarak büyüyorlar. Bununla birlikte yüz kemikleri düz, insansılar ki ( hominid ) gibi."
    Gerçekten alışılmışın dışında buluşlardı.  Bir sonraki kapıda bir ayı kafatası vardı ve onunla karşılaştırıldı. Uzaylıların gizemini ellerinin arasında tuttuğunu düşünmemek mümkün değildi!                                                                            
 Paleontologlar, bulduklarının fotoğraflarını kapitallerine (keşfin para kaynaklarına) yollamalarına rağmen heyecanla karşılanmadılar.  Bunun gibi bir şeyi daha önce görmediklerini kabul ediyorlardı ve dikkatli incelendiğinde  belkide deforme olmuş bir halde su ve kumun içinde ilerleyen keçi kafataslarıydı. Deformasyon olduğu kabul edildiği taktirde, kafataslarının içinde farklı elementlerin senkronize bir şekilde yer alması gerekiyordu.
 Araştırmacılar, bulgularının pek çoğunun Hitler'in "büyücüleri"nin sıradışı eserleri olduğunu kabul ettiler.

 Mitolojistler bulunanların hiçbirinin direkt olarak temiz  olmadığı görüşündeydi. Eski Sümer uygarlığı Annunaki'nin "cennetten gelen" olarak çevrilen ilahi boynuzlardı. Sümer mitolojisine göre, dünyanın oluşumunun bir parçasıydılar.


 Amerikalı yazar Zecharia Sitchin, Annunaki tanımlarına dayanan eksantrik bir yörüngede ilerleyen farazi bir gezegen olan Nibiru'nun yerlileri olduğu görüşündeydi. Astrolojik hareketlere göre, bu gezegen 3600 yılda bir bizim görüş alanımıza giriyordu. Stichin'e göre Nibiru yerlileri, dünyamıza iniyor ve Aborjinlerle bizim için kontak kuruyordu.
 Ivan Bormotov,  "Her türlü versiyonu ve konjonktürü inşa ettik / hayata geçirdik, ancak Adıgey dağında bulunanlar düşünmeyi zorlar" dedi.

Çeviri :   Tolga Yazıcıer - Ersen Değirmenci

KAYNAKLAR :
http://ufosthetruthisoutthere.weebly.com/the-mystery-of-the-strange-briefcase-and-two-mysterious-skulls-discovered-in-the-mountains-in-russia.html

http://www.ancient-code.com/two-alien-skulls-discovered-in-russia-a-secret-nazi-institution-and-the-search-for-the-origin-of-mankind/

http://beforeitsnews.com/conspiracy-theories/2016/01/the-mystery-of-the-strange-briefcase-and-two-mysterious-skulls-discovered-in-the-mountains-in-russia-2473288.html

Devamını Oku »

5 BİN YILLIK URAL PİKTOGRAMLARI



5000 Yıllık Ural Piktogramları

Bunları ilk keşfeden Valeriy Chernetsov başta onlarca hayvan ve insan figürü arasında anlamsız gibi görünen bu şekilleri inceleyince ilginç bir detayı fark etmiş.

KAYNAK : http://epo.wikitrans.net/Ural_pictograms
Devamını Oku »

YENİ GENETİK ARAŞTIRMA KADİM MISIR FİRAVUNLARININ UZAYLI MELEZLER OLDUĞUNU İLERİ SÜRÜYOR



5 Haziran 2015
Yeni bir genetik araştırma Mısır firavunlarının soyunun teknolojik olarak ileri bir uygarlık tarafından kasıtlı olarak genetik manipülasyona maruz kaldığını öne sürüyor. Bazıları bu kesin kanıtın, piramitlerin inşacılarının evrende başka bir yerden kaynaklanan varlıklar ile kuvvetli bir bağlantısı olduğunu söyleyecektir.
Kahire’de İsviçre Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Genom Bilimi Yardımcı Profesörü Stuart Fleischmann ve ekibi son zamanlarda 9 kadim Mısır Firavunun genomunu haritalayan 7 yıllık çalışmasının sonuçlarını yayınladı. Eğer doğru olduğu kanıtlanırsa, bulguları potansiyel olarak dünyanın tarih kitaplarını değiştirebilir.
Fleischmann ve ekibi değerli kadim DNA örneklerini Polimer Zincir Reaksiyonu (PCR) adı verilen bir işleme tabi tuttu. Moleküler biyoloji alanında bu teknik çoğunlukla DNA’nin bir parçasının tek bir kopyasını kopyalamak ve büyütmek için kullanılır, bu araştırmacılara kişinin genetik parmak izinin net bir resmini verir.
Dokuz örneğin sekizi ilginç ama tipik sonuçlarla döndü. Dokuzuncu örnek esrarengiz MÖ 14 ncü yüzyıl firavunu ve Tutankamon’un babası Akineton’a aitti. Kurumuş beyin dokusunun küçük bir parçası DNA örneğinin kaynağı idi ve test kemik dokusu kullanılarak tekrarlandı, ama aynı sonuçlar elde edildi.
Zanlılardan biri korteks büyümesinden sorumlu olan CXPAC-5 adı verilen gen idi. Anormallik aşağıdaki resimde görülüyor.




Sağdaki bölüm normal bir insanda CXPAC-5 geninin yaygınlığını gösteriyor. Solda Akineton’un DNA örneği var.
Akineton’un genomundaki bu artmış aktivetinin, daha büyük korteksi barındırma gereksinimi nedeniyle onun daha yüksek kafatası kapasitesine sahip olduğunu ileri sürüyor. Ama insan beyninin büyümesine hangi mutasyon neden oldu? Genetiklerdeki yıllar süren atılımlara rağmen bu tür bir tekniği henüz keşfediyoruz. 3,300 yıllık bu kanıt kadim genetik manipülasyonun kanıtını gösteriyor olabilir mi? Bu, ileri dünya dışı varlıkların işi miydi?
Kadim Mısır mitolojisi mecazi hikayelerin toplamından daha fazlası mı? Prof. Fleischmann açıklıyor:
Telomeraz [genetik bir enzim] sadece iki işlem ile kullanılır: aşırı yaşlanma ve aşırı mutasyon. Genetik ve arkeolojik veriler Amenhotep IV/Akineton’un yaklaşık 45 yıl yaşadığını ileri sürüyor. Bu, tüm kromozomsal telomerazın tüketilmesi için yeterli değildir, arkasında rahatsız edici, ama olası bir açıklama bırakıyor.
Hipotez aynı zamanda elektron mikroskobu analizinin nükleotidik yara izi işaretlerini ortaya çıkardığı gerçeği ile destekleniyor; nükleotidik yara izi kuvvetli mutajenlere maruz kaldıktan sonra DNA sarmalı iyileşmesinin işaretini açığa vuruyor.
Bu, kadim Mısır’ın en gizemli firavunlarından biri olan Akineton’un yaşamı sırasında genetik modifikasyona maruz kaldığını mı ileri sürüyor? Aksine, bu iddia kadim uzaylıların bir zamanlar Nil’in kıyılarında yaşamış olan uygarlığı ziyaret ettiği teorisini destekliyor.
Bir başka ilginç kanıt parçası bu hipotezi destekliyor. Aşağıdaki resim Akineton’un kafatasından ve aynı yaştaki farklı bir mumyadan alınan kemik dokusu örneklerinin mikroskopta alınan fotoğraflarını gösteriyor.

Nanoskopik ölçekte soldaki kemik dokusu çok daha yoğun ve temel olarak farklıdır. Kafatası kemiklerinin kuvvetindeki bu artış, artan beyin gelişiminin göstergesi olabilir mi?
“Bu heyecan verici bir buldu” diyor Fleischmann. “Bulgularımızın tam çıkarımını bilmiyorum, ama bunların en azından bilimsel topluluğa yalnızca on yıllar önce bırakılmış bir yönü işaret ettiklerine kesinlikle inanıyorum.”
Bu araştırma doğru ise, benzeri görülmemiş bir paradigma değişimi tetikleyecek. Eğer uzaylılar binlerce  yıl önce en güçlü bireylerin yaşamına aktif şekilde dahil olduysalar, bu onların geri dönecekleri anlamına mı geliyor? Belki de hiç gitmediler.
Ama en önemli veçhe hala atalarının genomlarına ekilmiş uzaylı genlere sahip olan kadim Mısır’ın kraliyet soyunun direkt neslinin var olması olacaktır.

(Çeviri: Saffet Güler)

KAYNAK :
http://www.disclose.tv/news/the_pharaohs_of_ancient_egypt_were_alien_hybrids_new_genetic_study_suggests/118866?utm_content=buffer03e4c&utm_medium=social&utm_source=facebook.com&utm_campaign=buffer
Devamını Oku »

GÖBEKLİ TEPE - ADEN WATCHERS ' İN (GÖZCÜLER) EVİ



GÖBEKLİ TEPE – ADEN, WATCHERS’İN (GÖZCÜLER) EVİ

Yazar Andrew Collins İle Röportaj

Andrew Collins ile 11,500 – 11,000 yıl önce Güneydoğu Türkiye’deki Dünyadaki En Eski Tapınak Göbekli Tepe üzerine röportaj. Göbekli Tepe gerçekten Aden Bahçesi mi?

Soru: Göbekli Tepe’nin ana mimari karakteristiklerini tanımlayabilir misiniz?
Andrew Collins: Kuru – taş duvarlar ile sınırları tanımlanan üç ana yüzey – altı doğrusal yapı serilerinden oluşmuş ve bir çok bezenmiş T – şekilli sütunu içeriyor. Bu taşlar başlıca çatı destekleri olarak hizmet etti, sembolik bir amaç göz ardı edilemese de. Bir ‘kült binada’ serbest duran sütunların halkası var, bunların kenarları bir tekerleğin telleri gibi merkezi bir noktadan dışarı yayılıyor.
Soru: Okuyucularımıza Göbekli Tepe’nin neden bir “rahiplik” sitesi olduğunu açıklayabilir misiniz?
Andrew Collins: Göbekli Tepe rahiplik sitesi olarak tanımlanabilir, açıkça bir yüceltme yeri ve belki de doğaüstü varlıklar ve bölgeler ile iletişim yeri olarak kullanıldı. Bu, İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsünden ana kazıcı Dr Klaus Schmidt tarafından kabul ediliyor. İlginç biçimde, Türkçede Göbekli Tepe “göbek tepesi” anlamına geliyor, büyük bir havza bölgesine hizmet eden önemli bir dini merkez olarak sitenin eski rolünü ileri sürüyor.
Soru: Avcı/toplayıcı bir toplumun aniden dünyada eşi olmayan böyle ihtişamlı megalitik bir site inşa edebilmesi nasıl mümkündür?
A Collins: Geçişin bölge nüfusunu kolayca nasıl etkileyeceğini ve motive edeceğini bilen son derece güçlü ve çok kurnaz şamanik veya rahipliğe dayanan yönetici elit tarafından yönetildiğini sanıyorum. Göbekli Tepe gibi siteleri inşa etmek için yüzlerce insan gücü gereklidir ve bu yoğun ikna ediciliği olan yöneticiler tarafından kontrol edilmiş olmalıdır. Bu elitin nereden gelmiş olabileceği ve onların varlıklarının bağımsız kanıtının herhangi bir yerde bulunup bulunamayacağı soruları kalıyor. Ana gösterge, Yukarı Mezopotamya’nın (kuzey Suriye, kuzey Irak ve güneydoğu Türkiye) PPN sitelerinden önce gelen ilk – zirai deneylerin siteleri olurdu; Şu andan 11,500 – 11,000 yıl önce.
Gelen şamanik elitin orijinal yurdunun Mısır ve Sudan’daki Yukarı Nil’de olduğunu sanıyorum, burada 15,000 – 11,500 yıl öncesinin Isnan ve Qadan insanlarına ait olan sitelerin kazılması sırasında ilk – ziraatin bazı göstergeleri bulundu. Ama, bugün bu kanıtın doğruluğu ciddi şekilde sorgulanıyor. Göbekli Tepeden sorumlu olan bireylerin Afrika’dan geldiklerini ve bugün kuzey İsrail’in, güney Lübnan’ın bayırları ve dağları olan yerler vasıtasıyla Yukarı Mezopotamya’ya göç ettiklerini sanıyorum. Ama, ayrıca batı Avrupa’nın Cro – Magnon mağara sanatçıları ile veya hatta Çin ve Güneydoğu Asya’dan gelen insanlar ile bir bağlantı da olabilir. Bu zamanda açık bir zihni sürdürmeliyiz, çünkü ilk – ziraatin daha da erken olduğunun kanıtı tüm dünyada ortaya çıkıyor.
Soru: Sitenin gösterdiği ileri kültürün karmaşıklığını düşününce sitenin eskiliği şaşırtıcı. 11,000 yıl önce bu kadar ileri bir kültürü nasıl açıklarsınız?
Andrew Collins: Son Buzul Çağın sonunda, dünyanın kalanı hala günlük hayatta kalma kaygısı olan avcı – toplayıcı topluluklar tarafından nüfuslandırılırken, Yukarı Mezopotamya’da var olan yüksek kültürün görünür açıklaması yok. Ama, arkeologlar tarafından Pre – Pottery (çanak çömlek) Neolitik (PPN) insanlar olarak bilinen bu kimliği belirsiz bireyler binlerce yıl sonra daha iyisinin yapılmayacağı kadim dünyada en şaşkınlık verici bazı sanatları yarattılar.
Şamanik temeli olan yönetici elitin bölgeye girdiğini ve basit avcı – toplayıcı toplum ile karşılaştığını sanıyorum ve onların yerleşik çiftçi topluluklara geçişlerini yönettiler. Göbekli Tepe ve Nevali Çori gibi siteler onların sivil ve törensel kuvvet merkezleri oldu, hepsi aslında Avrupa – Asya kıtasına yayılmadan önce burada başlayan Neolitik devrim veya patlama olarak adlandırılan şeyin parçasıydı. [Nevali Çori, Şanlıurfa ilinin Hilvan ilçesine bağlı Güluşağı köyünün hemen kuzeybatısında bulunan bir höyüktür.] Yönetici elit ve Yukarı Mezopotamya insanları arasındaki trafiğin Enoch’un Kitabında bulunan hikaye olduğuna inanıyorum, kitapta Watchers (Gözcüler) adı verilen varlıkların ölümlü türe/soya giderek onlara cennetin yasak sanatlarını ve bilimlerini verdikleri söyleniyor. Bunlara otların ve bitkilerin kullanılmasının, metalürjinin, silahların biçimlendirilmesinin, kadın güzelliğinin ve astronominin dahil olduğunu söylendi, çoğu Yukarı Mezopotamyadaki Erken Neolitik dünyaya ait olduğuna inanılan şeyler.

Benzer hikayeler Annunaki adı verilen tanrıların ölümlü tür arasına geldiğini ve onlara uygarlığın temel bilgelerini verdiğini anlatan Sümer mitlerinde ve efsanelerinde vardır. Watchers’in ve onların soyu Nephilim’in aslında Yukarı Mezopotamya’nın erken Neolitik kült merkezlerini kuran şamanik elit olduklarına inanıyorum. Onlar tekrar tekrar kuş adamlar olarak gerçek olmayan epigrafik literatüre değiniyorlar ve Neolitik periyodun son derece göze çarpan ölü kültünün ekskarnasyona odaklandıklarını (ekskarnasyon: bulunan ceset kalıntısının organlarının çıkarılıp sadece kemiklerinin bırakılması) ve hem astral uçuş hem de ölümde ruhun göçünün sembolü olarak akbabanın kullanıldığını biliyoruz. Güneydoğu Türkiye’de Göbekli Tepe’de ve diğer PPN sitelerinde ve Kuzey Suriye’de akbaba oymaları ve tasvirleri ve de kuş adamların temsilleri bulundu.
Soru: Göbekli Tepe’de totem sembolleri olan ilk tapınaklar bulundu. Orada hangi tür kültün kutlandığını ve o hayvanların anlamını bize açıklayabilir misiniz?
Andrew Collins: Göbekli Tepe’deki taş sütunlarda görülen kabartmalarda oyulmuş şekiller arasında insana benzeyenler, kedigiller, yırtıcı kuşlar, sperme benzeyen yılanlar, örümceğimsiler, böcekler, tilkiler, yaban domuzları ve deve kuşları var. O kadar çok farklı türde zoomorfik imgeler var ki, bunların hepsinin sembolizmini yorumlamak imkansız.
Ancak, akbaba gibi, yılanlara ve kuşlara net bir ilgi tercihi olduğu görülüyor. Türkiye’nin güneydoğusunda bulunan dünyadaki en eski Neolitik şehir olan Çatal Höyük’te olduğu gibi akbaba ölüm ve yeniden doğuş ile ilişkili olduğuna göre, PPN toplulukları arasında yılanın hafifçe farklı bir rol oynadığını sanıyorum. Yılan evrensel olarak doğum, yeni hayat, dönüşüm, kozmik yaradılış ve ilahi bilgi ve bilgeliğin sembolüdür.
Ayrıca Yukarı Mezopotamya’nın mistik kültünün halüsinasyon yapıcı maddeler – özellikle mantarlar- kullanma göze çarpan niteliğine sahip olduğunu sanıyorum, çünkü yılanlar zihnin değiştiği haller sırasında görülen evrensel bir semboldür ve Göbekli Tepe ve Nevali Çori’de görülen örnekler psilosibin ailesinin son derece psikotropik mantarlarına çok benziyor.
gobekli_tepe01_04Soru: Göbekli Tepe’nin doğru araştırılması vasıtasıyla incilde anlatılanların orijinlerini anlayabileceğimize gerçekten inanıyor musunuz?
Andrew Collins: Göbekli Tepe dünyadaki en eski taş tapınaktır ve Aden Bahçesinin hikayesinin sembolizmini anlamanın anahtarı olmalıdır. Adem ve Havva’nın Genesis Kitabındaki hikayesinde yılanın önemli bir sembol olarak görünmesi gariptir. Burada eski Ahitte Adem ve Havva’nın çıplak oldukları ve üstlerini örtmeleri gerektiğinin farkındalığının bilgisini sembolize eder. Bunun Yukarı Mezopotamya’ya gelen yönetici elitin ölümlü türe yasak bilgiyi vermesinin, bunun onların hayat hakkında düşünme şekillerini ebediyen değiştirmesinin metaforu olduğunu hissediyorum. Ancak, bu çok kısa zamanda çok fazla bilgi aktarılması vakası idi ve bu nedenle Adem ve Havva Aden’den kovuldu, buranın Van Gölüne odaklanmış gerçek bir krallık olduğunu biliyoruz. Buradan cennetin iki nehri Fırat ve Dicle, Irak’ın Bereketli Hilal’ine akmadan önce yönlerini alırlar.
Soru: Aslında, arkadaşınız yazar ve arkeolog David Rohl, Göbekli Tepe’nin incildeki Aden olduğuna ikna olmuş. Onunla aynı fikirde misiniz? Eğer öyleyse, bu ilişkiyi nasıl açıklayabilirsiniz?
Andrew Collins: David orijinal Aden Bahçesinin yerini Yukarı Mezopotamya (Güneydoğu Türkiye, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak) olarak bildiren MELEKLERİN KÜLLERİNDEN (1996) ve ADEN’İN TANRILARI (1998) kitaplarımdaki konulara çok aşinadır. Kendi kitabı EFSANE’de (1998) David Aden Bahçesini sadece Yukarı Mezopotamya olarak almaz, ayrıca Batı ve Kuzey İran ve Ermenistanı da dahil eder. Benim seçtiğim bölgenin yanlış olduğunda son derece kararlıdır, çünkü Aden Bahçesinden dökülen cennetin dört nehri üzerine kendi teorileri ile aksini iddia eder. Eğer David şimdi Göbekli Tepe’nin Aden Bahçesi olduğuna inanıyorsa, her nasılsa pozisyonunu değiştirmiş. Evet onun haklı olduğunu sanıyorum, çünkü 2004’te Göbekli Tepe’yi ziyaretim ile açılan CYGNUS GİZEMİ’nde aynı şeyi söylüyorum.
Soru: Göbekli Tepe, Nevali Çori ve Çatal Höyük merkezileri arasındaki ilişki nedir?
Andrew Collins: Göbekli Tepe ve Nevali Çori gibi anahtar PPN siteleri arasındaki ana ilişki onların yerleşim planlarının, tasarımlarının ve sanatlarının aynı olmasıdır. Aynı eşsiz insan ırkı tarafından inşa edilmiştir. Çatal Höyük ile bağlantılıdırlar, çünkü bu aynı yüksek kültürün daha sonraki gelişimidir ve bu nedenle bu şehir (ilk kez 1960’ların başında İngiliz arkeolog James Mellaart tarafından kazılmış) Göbekli Tepe ve Nevali Çori gibi yerlerdeki erken kültler hakkında bize çok şey anlatabilir. Örneğin, Neolitik ölüm kültünü. Çatal Höyük’de sonraki dünyaya göç eden kişinin ruhuna eşlik eden akbaba fresklerini görüyoruz ve ayrıca şamanik uygulamalar için akbaba formunu alan şamanların fresklerini görüyoruz; öteki dünyayla temas kurmak veya oraya yolculuk yapmak gibi. Kuş adamların ve akbabaların heykelleri hem Göbekli Tepede hem de Nevali Çori’de bulunduğu için, burada 11,500 – 10,000 yıl önce aynı kültün var olduğundan emin olabiliriz.
Soru: Bize hayat ağacını koruyan Karibu taşını anlatabilir misiniz? Bu bana Ahit Sandığını koruyan cherub’u çok fazla hatırlatıyor (Cherub: Melekler sınıfından bir tür melek) ve benzer imge Babilliler arasında da bulundu. Göbekli Tepe gerçekten bu incil sembollerinin kaynağı mı?
Andrew Collins: Karibu ve Cherubim aynıdır – melek varlıklar ve nıhai olarak onların kökleri Göbekli Tepe gibi yerlerde rahiplerin veya yönetici elitin anılarına dek geri izlenebilir. Açıkça, Aden Bahçesindeki Hayat Ağacını koruyan cherub’un hikayesinin daha fazlası vardır, çünkü ayrıca ya arkeo – astronomi ya da son Buzul Çağın sonunda küresel felaket ile ilişkili olabilir. Bu dönem ile ilgili daha fazla bilgi Enoch’un Kitabında ve Devlerin Kitabında kapsanıyor, ama her ikisi de Ölü Deniz Tomarları arasında bulundu ve muhtemelen ilk kez Musevi ırkının atası olan İbrahim’in geldiği yer olduğu söylenen Güneydoğu Türkiye bölgesinde kaydedildi. Çeşitli PPN sitelerinin keşfedildiği Şanlıurfa’da (kadim Edessa’nın kadim şehri) İbrahim’in doğum yeri olduğunu işaret eden mağara tapınak ziyaret edilebilir.
Kadim Urfa’nın İbrahim’in doğduğunun söylendiği Kaldelilerin orijinal Ur şehri olduğunu gösteren, David Rohl tarafından desteklenen güçlü bir kanıt vardır. Enoch’un kitabında bulunduğu gibi, Watchers’in hikayesinin İsraillilerin ve Musevilerin ataları olan İbrahim ve ailesinin Kenan’a destansı yolculuklarında Harran şehrinden İsrail’in gelecekteki topraklarına yola koyuldukları zaman, Kalde’nin gerçek sitesinden Yukarı Mezopotamya’ya taşınması çok olasıdır.
Soru: Ayrıca Göbekli Tepe’de bir meleğin ilk temsillerinden birinin bulunduğunu okudum. Bundan bahsedebilir misiniz? Bu sitenin Watchers ile bağlantılı olabileceğini düşünüyor musunuz?
Andrew Collins: Sadece yukarıda söylediklerimi tekrarlayabilirim. En sonunda Enoch’un Kitabının Gözcüleri ve incil geleğinin melekleri olarak hatırlanacak olan Kuş adamlar kültünden, akbaba şamanlardan konuşuyoruz. Göbekli Tepe’de ‘melek’ bulunmadı, sadece arkasında kanatları olan oyulmuş insan heykelleri var. Bu melezler muhtemelen doğa üstü varlıklar değil, kanatlar takan şamanlardır. Orijinal olarak meleklerin kanatları olmadığını not etmek önemlidir – bunlar MS dördüncü yüzyılda erken Hristiyanlar tarafından var olan hikayelere eklendi. Gerçekte, kuş tüyü pelerinler giyen bazı Watchers hikayeleri var, Hristiyan zamanlarında kuş tüyü yerine ‘kanatlar’ olarak değiştirilmiş.

Göbekli Tepe’de bulunan oyma akbaba kafası
Soru: Ayrıca Karahantepe, Sefertepe ve Hamzantepe’de aynı yaşta benzer tapınakların keşfini okudum. Bu gerçekten zamanın geniş alana yayılmış toplumuydu ve Balıklıgöl heykelinin keşfine göre, bölgede Neolitik Çağın doğuşunu daha erken bir tarihe alabilir. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Andrew Collins: Şu anda Doğu ve Güneydoğu Türkiye’de araştırılan bir çok yeni PPN sitesi var ve umarım zamanı gelince çok fazla yeni kanıt ortaya çıkacak. Şanlıurfanın şehir sınırlarının içinde iki PPN sitesi son zamanlarda ortaya çıkarıldı. Ne yazık ki, bu örnekler tahrip edildi, sadece bir kaç parça korundu. Sitenin biri mabutun keşfedildiği Balıklıgöl idi. Bu, dev bir ithyphallic (şehvet düşkünü) erkek. Temsil ettiği şey toprakların verimliliği ve bereketi ile bağlantılı olmalı.
Çok daha önemlisi, 1990’ların sonunda keşfedilen ve hala tam kazılmayı bekleyen bir site olan Karahan Tepe’dir. Bu, Harran Ovasında Sogmatar yakınında yerleşiktir ve en azından 11,000 yıl geriye gider. Burada çok sayıda T – şekilli sütun ve taş dizileri ortaya çıkarıldı ve onların kuzey ve doğu – kuzey – batı yönüne yönelmiş olmaları Yukarı Mezopotamya’da Çanak Çömlek Yapımı – Öncesi Neolitik zihniyetin önemini kavramama neden oldu. Her yerde erken Neolitik kült merkezlerin, taş çember prototiplerin ve höyüklerin kabaca kuzey – güneye yönlendiğini görmeye başladım.
Kuzey Çatal Höyük’te ölüm ve yeniden doğuşun yönü olduğu için, Karahan Tepe ve Göbekli Tepe gibi yerlerde dikkat odağının kuzey gökyüzü kutbu etrafındaki yıldızların hareketinde olduğunu çabucak kavradım, çünkü MÖ 9500 – 9000’de Kutup Yıldızı yoktu. Bu tarihler için Skyglobe astronomik programına yakından baktım ve sadece tek bir takım yıldıza bakabileceklerini anladım ve bu Cygnus idi, Avrupa eski bilgisinde Cygnus göksel kuğudur.
Ama, Kadim Mezopotamya’da Cygnus’un yırtıcı kuş olarak görüldüğünün açık kanıtı vardır, klasik mitolojide nadiren Neolitik ölüm kültünde ruhun göçünün sembolü olan akbaba olarak görüldü.
Ayrıca Harran’ın Sabian’larının – Çanak Çömlek Yapan Neolitik insanlar ortadan yok olduktan binlerce yıl sonra Yukarı Mezopotamya’da oturan Kaldeliler olarak da bilinen insan ırkı – kuzeye İlk Neden ve aynı zamanda cennetin yönü olarak saygı gösterdiklerini keşffetiğim zaman, bir şeyin üzerinde olduğumu biliyordum. Bu araştırmanın sonuçları CYGNUS GİZEMİ’nde bulunmaktadır, bu bizi erken atalarımızın kozmos ve kozmosun içindeki yerimiz ile ilgili anlayışları hakkında bildiğimizi sandığımız her şeyi yeniden değerlendirmeye zorluyor.
Devamını Oku »

PİRAMİTLER UZAYA ENERJİ IŞINLARI MI GÖNDERİYOR ?




Piramitler Uzaya Enerji Işınları mı Gönderiyor?

DÜNYANIN PİRAMİTLERİ GİZEMLİ UZAY BULUTUNA ENERJİ IŞINLARI GÖNDERİYOR

NASA güneş sistemini sarmalayan garip foton bulutunu saklamasına rağmen, bu dünyaya bazı bilim adamları tarafından sızdırıldı.
Ve şimdi, kaygı verici bulut yaklaşırken, güneşi ve gezegenleri ölçülebilir şekillerde etkiliyor.
Şaşırtıcı bir şekilde tuhaf enerji uzayımızı istila ederken, dünyanın bazı en ünlü piramitleri yoğun enerji üretiyor.

Gökyüzüne doğru, yabancı foton bulutuna doğru yükselen birçok inanılmaz görülebilir güç ışınları olayları iyi dökümante edildi. Aynı zamanda tüm dünyadaki insanlar korkutucu sesler – gürültüler duymaya ve kaydetmeye başladılar, sanki Dünyanın kendisi inliyor ve ağlıyor.
Tüm bu fenomenler – buna çalkantılı güneşin daha önce hiç görülmemiş devasa elektriklenmesinin ölçümleri de dahil – foton bulutuna merkezlenmiş görünüyor. Kadim piramitler yüzyıllar, binyıllar süren uykudan uyanıyor

Maya piramidi gürlerken turistler çığlık atıyor, diğerleri kameralarıyla videolar çekiyor. Ama arkasından deprem olmuyor, bunun yerine parlak ışık demetleri gökyüzüne, uzaya doğru atış yapıyor. Ama uzaya inanılmaz bir enerji sütunu gönderen Maya Kukulkan piramidi, bunu yapan en son piramit idi.

Bosna Piramidi

2009 ve 2010’da Bosna güneş piramidi uzaya doğru kurşunkalem kalınlığında saf enerji ışını ışınladı. Son zamanlarda Çin hükümeti Xianyang piramidini aktivite işaretleri için yakından incelemeye başladı. Geçen yıl bir bilimadamı ekibi piramidi araştırdı ve onun dünya dışı orijinleri olabileceğine inanıyorlar.

Bu inanılmaz olayı vorteks patlaması izledi – buna tanık olundu ve filme çekildi – Meksika, Teotihuacan’daki ünlü Aztek Ay Piramidinin zirvesinden atış yaptı. Yoğun gücü olan enerji ışınları, vorteksler, kasırgalar… bu ne anlama geliyor? Enerji nereye yönleniyor ve neden? Yüzyılların geçişini sessizce işaret eden bu sessiz taş gözcülerin gizemli gücünü aktive eden neydi?

Aztek Ay Piramidi

Onları hayata getiren şey belki piramitlerin eylemlerinden çok daha inanılmaz olan bir şeydir: şu anda güneş sistemini sarmalayan galaktik boşluktan gelen bilinmeyen kuvvetin gelişi.

Foton Kuşağı

NASA ve Avrupa Uzay Ajansı iki yıldır dünyayı 2012 – 2013 sırasında ortaya çıkabilecek yaklaşan felaketler hakkında uyarmakta. Şimdi seçkin astrofizikçi Alexey Demetriev, gerçekleşmekte olan şeyin daha kötü – NASA ve Avrupa Uzay Ajansının uyarılarından çok daha kötü – olduğunu iddia ediyor. Tüm güneş sistemimiz yoğun, potansiyel olarak ölümcül, yıldızlararası enerji bulutuna girdi.

Piramitler bilinmeyen, yabancı buluta tepki veriyor

Dr. Demetriev hem Voyager 1 hem de Voyager 2 roketlerinin tüm güneş sisteminin risk altında olduğunu bildirdiğini ortaya çıkardı. George Mason Üniversitesinden NASA Heliofizik misafir araştırmacı Merav Opher bu yıldızlararası enerji bulutunun istikrarsız ve çalkantılı olduğunu iddia ediyor.

Rus bilimadamı bu fotonik enerji bulutunun gezegenlerin ve özellikle güneşimizin atmosferlerini uyardığını ileri sürüyor. Bu yıldızlararası enerji bulutu güneşimizi uyarmaya ve onunla etkileşmeye devam ederken, güneşin daha aktif olmasına neden oluyor, bu da daha büyük faaliyet ve istikrarsızlık ile sonuçlanıyor.
Manyetik akış, güneş manyetosferi ve Yerküre’nin jeomanyetik alanları ile etkileşim çekirdek mutasyonlara, anormal alan vortekslerine ve süper fırtınalar, çılgın iklim salınımları ve – hepsinin en şaşırtıcısı – tüm gezegende duyulan atmosferik ve yeraltı armoniklere neden olabilir.
Piramitler – gezegenin manyetik kuvvet alanından yararlanmak için tasarlanmış yerküre enerjisi ve ileri kapasitörlerin doğal rezervuarları – savunmasız gezegen sistemimizi yutan sürüklenen uzay bulutuna saf enerji salıveriyor ve püskürtüyor.

Tahmin edilmiş armonikler 2011’in baharından beri duyuluyor, kaydediliyor ve tartışılıyor.

Son zamanlarda, Youtube’ta tüm dünyadaki ülkelerden gönderilen bazı kayıtlar ortaya çıktı, bunlar insanları şaşırtıyor, bazen da korkutuyor, seslerin ne olduğunu bilmek istiyorlar. Bunların bazıları sahte olsa da, diğerleri yeraltı ve atmosferik armoniklerin hakiki kayıtlarıdır.
Garip yerküre armonikleri ile ilgili Geochange Dergisine verdiği son röportajında seçkin bilim adamı Profesör Dr. Elchin Khalilov şu analizi verdi:

“Bu seslerin olası nedeni Yerkürenin çekirdeğinde yatıyor olabilir. Gerçek şu ki, Yerkürenin kuzey manyetik kutbunun sürüklenmesinin hızlanması 1998 ve 2003 arasında beş kattan fazla arttı ve bu günkü aynı seviyede Dünyanın çekirdeğindeki enerji süreçlerinin yoğunlaşmasını gösteriyor, çünkü bu Yerkürenin jeomanyetik alanını oluşturan iç ve dış çekirdekteki süreçlerdir. “

“Bu arada daha önce bildirdiğimiz gibi, 15 Kasım 2011’de Yerkürenin yerçekimi alanının üç boyutlu varyasyonlarını kaydeden tüm ATROPATENA jeofizik istasyonlarında neredeyse aynı anda güçlü bir yerçekimsel impals kaydedildi. İstasyonlar İstanbul, Kiev, Bakü, İslamabad ve Yogyakarta’da yayıldı, ki İstanbul ve Yogyakarta arasındaki mesafe 10,000 km . Bu tür bir fenomen sadece eğer bu yayılımın kaynağı Yerkürenin çekirdek seviyesinde ise mümkündür. Bu yılın sonunda Yerkürenin çekirdeğinden bu muazzam enerji salıverilmesi, Yerkürenin içsel enerjisinin yeni aktif bir aşamaya geçişini gösteren bir tür başlama sinyaliydi” [Geochange Dergisi]
Ve profesörün teorileştirdiği gibi armonikler Yerkürenin çekirdeğinden yayılıyor. Benzer sesler bazen büyük depremlerden önce işitiliyor.
Ancak bu kez, sesler çok büyük depremleri haber vermiyor, bükülen manyetik alan ve dönen Yerküre çekirdeğinin titreşim değişimleri tarafından üretiliyor. Her şey Samanyolu Galaksisinin bizim bulunduğumuz bölgesini istila eden muazzam fotonik bulutun gelişine tepki veriyor.
Devamını Oku »

ANNE SÜTÜNÜN İÇERİĞİ BEBEĞİN SAĞLIK DURUMUNA GÖRE DEĞİŞİYOR





Soldaki normal sütün, sağdaki de bebeğin hastalandığı günün ertesi günü alınan örneği.


ANNE SÜTÜNÜN İÇERİĞİ BEBEĞİN SAĞLIK DURUMUNA GÖRE DEĞİŞİYOR

      Uzmanlar, bebeğinizi ek besinlerle beslemeye başlasanız dahi, sütünüz ne kadar azalırsa azalsın emzirmeye devam etmenizi öneriyor. Bu bir arz talep meselesi, bir çay kaşığı süt dahi üretebiliyor olsanız, sütünüz görevini sürdürmeye, bebeğinizi hastalıklara karşı korumaya devam ediyor.  Bilim insanlarını hayran bırakan çalışma  2013 yılında gerçekleşti. 

Clinical and Translational Immunology yani aktarılabilir bağışıklık sistemi klinik çalışmaları da, bebeğin ihtiyaçları doğrultusunda anne sütünün içeriğinin değiştiğini, annenin meme uçlarında bulunan reseptörlerle bebeğin tükürüğündeki virüs ve bakteri gibi patojenlerin taramasının yapıldığını ve bebeğin ihtiyacı olan antikorların süte çarçabuk dahil edilerek bebeğe aktarıldığını kanıtlıyor. Geçtiğimiz günlerde bu mucizevi değişimi kendi yaşamında deneyimleyerek şaşkına dönen iki çocuk annesi Mallory Smothers’ın Faceebok hesabında paylaştığı fotoğraflar, annelerin farkındalıklarını artırmak açısından büyük ses getirdi. Çocuğunun öksürüp hapşırmaya başladığını, ateşlendiğini, farkeden Smothers, her zamanki gibi o gece de sütünü sağıp yatıyor. 

Ertesi gün sağımında sütünün düne oranla hem daha çok, hem de normalden daha yoğun olduğunu farkeden anne, iki sütü yanyana koyup fotoğraflıyor. Aradaki fark gözle görülecek düzeyde. 


KAYNAKLAR :

Devamını Oku »

SUYUN HAFIZASI VAR!




SUYUN HAFIZASI VAR!


Fransız bilim adamı Dr. Jacques Benveniste, araştırmalarda DNA hücrelerinin belli bir frekansta foton (ışık) yaydığını, farklı hücrelerin farklı frekansta titreştiğini, farklı titreşimdeki iki hücre yan yana geldiğinde yeni bir frekans oluşturup birlikte bu frekansta titreşmeye başladıklarını ve elektro manyetik dalgalar ile bir çağlayan yaratıp ışık hızında yolculuk ettiğini keşfetmiş.1980'lerde başlattığı çalışmalarında suyun hafızası olduğunu anlamış. Suya bir madde ekleyerek bunu 1 milyon kez sulandırmış ve özel bir alet ile aşırı hızda karıştırarak o maddenin yok olacağını tahmin etmiş ama hala maddenin suda mevcut olduğunu görünce deneylere defalarca milyonlarca kez daha sulandırarak devam etmiş. Ancak ne kadar sulandırsa da suyun içine en başta eklenmiş olan maddenin yok olmadığını tespit etmiş. O zaman suyun yüklenen maddeyi bir şekilde hafızaya kaydettiğini anlamış. Bir başka deneyinde suya bir zehir yerine sadece zehirin frekansını yüklemiş ve aynen zehirin kendisi eklenmiş gibi içine koyulan sinekleri öldürdüğünü tespit etmiş.


Benvenistenin araştırmalarını şüphe ile karşılayan Queens Belfast üniversitesi Profesörü Madeleine Ennis Avrupa ülkelerinde yelpazelenen bir araştırma grubuna katılmış. Fransa, İtalya, Belçika ve Hollanda'dan oluşan ekip Profesör M. Roberfroid tarafından koordine edilmiş. Belçika Katolik Üniversitesinde, Benvenistenin kullandığı orijinal deneyin daha rafine edilmişini kullanarak, yapılan uygulamayla ilgili her dört laboratuardaki bilim adamları deney solüsyonlarının içinde ne olduğunu bilmeden çalışmışlar. Hatta tüplerin bazılarında sadece saf su varmış. Tüm deney bağımsız bir bilim adamı tarafından koordine ediliyormuş. Bu kişi tüm solüsyonları kodluyor ve bilgiyi topluyormuş ama deneylerde bil-fiil çalışmıyormuş, bu yüzden yalan ve dolana yer kalmamış. Yapılan tüm deneyler Benveniste'nin sonuçlarını desteklemiş. Benveniste buna karşılık "12 sene önceye, bizim başladığımız noktaya gittiler" demiş. Benveniste ayrıca "Biyokimyevi maddelerin yaydığı sinyal kaydedilip internet aracılığı ile dünyaya yayılabilir ve bu sinyal biyolojik hücreleri sanki gerçekte o madde varmış gibi etkileyip değişim yaratır" demiş.

  Unutmayalım ki; insan bedeninin %85'i sudur. Düşüncelerimiz ve konuştuklarımız bedenimizdeki suya kaydedilir ve o kalitede yaşarız. Şeklimizi, sağlığımızı ve hayatımızı biz oluştururuz. Yaşam muhteşem bir enerjisel danstır, frekansların uyumu, birleşmesi, çatışması, iç içe geçmesi, aşağı-yukarı, sağa-sola, zıt yönlere dalgalanmasının dansı.


Masaru EMOTO
"İÇİNDE SU OLAN ŞİŞENİN ÜSTÜNE YAZILMIŞ VEYA SÖZEL SÖYLENMİŞ OLAN SÖZCÜKLER, DÜŞÜNCELER, SUYA ÇALINMIŞ OLAN MÜZİK VEYA OYNATILMIŞ FİLM İLE SUYUN YAPISAL ÖZELLİĞİ DEĞİŞİR."
  Yaratıcı Japon bilim adamı Emoto'nun çalışmasında somut kanıtlarla insanın titreşimsel enerjisinin, düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin, hatta son yaptığı çalışmalarda suya oynatılan filmlerin dahi suyun moleküler yapısını etkilediğini ispat etmiştir. Su bu gezegendeki yaşamın kaynağıdır. Beden bir sünger gibidir ve hücre denilen, sıvı dolu trilyonlarca odacıktan oluşur. Yaşamımızın kalitesi sıvımızın kalitesi ile direk bağlantı halindedir. Su son derece uyumlu bir maddedir. Fiziksel şekli kolayca bulunduğu ortama adapte olur. Fakat değişen sadece fiziksel şekli değildir, moleküler şekli de değişir. Çevreden aldığı enerji veya titreşimler suyun moleküler şeklini değiştirir. Bu anlamda su sadece görsel olarak çevresel durumu yansıtmaz, aynı zamanda moleküler anlamda da yansıtır.

Bay Emoto görsel anlamda bu moleküler değişimi belgelemekte. Su damlacıklarını dondurup fotoğraf çekme kapasitesi olan bir karanlık alan mikroskobu altında inceliyor. Yapılan çalışmalar çevresel etkilerin suda yarattığı moleküler değişimi açıkça ortaya koymakta. Bay Emoto dünyanın değişik kaynaklarından alınan ve değişik durumlarda olan suyun kristalize şekillerinde birçok büyüleyici farklılıklar keşfetmiş. Akarsulardan ve kaynaklardan alınan su çok güzel geometrik şekilleri olan kristal desenler gösterirken, sanayi ve yerleşimin yoğun olduğu yerlerden alınmış kirli ve toksik su ile su borularında, depolarda bekletilen durgun su damıtılmış olsa bile kesin olarak şekilsel bozukluk ve rast gele oluşmuş kristal şekiller oluşturuyor.







Devamını Oku »

AĞAÇLARIN VE BİTKİLERİN TİTREŞİMLERİ İNSAN SAĞLIĞINA İYİ GELİYOR





Ağaçların ve Bitkilerin Titreşimleri İnsan Sağlığına İyi Geliyor


Matthew Silverstone bilimsel olarak ağaçların ve bitkilerin vibrasyon yani titreşimlerinin insan sağlık kalitesini yükselttiğini kanıtladı.

Araştırmalar sadece bir ağaca dokunmanın değil, onun çevresinde bulunmanın bile iyileştirici olduğunu söylüyorlar.

Örnek olarak;

- Selvi ve sedir ısı azaltmak ve yin enerjisini beslemek için
- Söğüt ,yüksek kan basıncı azaltmak için ,idrar yolu ve mesaneyi güçlendirmek için
- Karaağaç zihni yatıştırmak ve mideyi güçlendirmek için
- Akçaağaç,ağrıyı azaltmaya yardımcı
- Keçiboynuzu ağaçları iç ısı dengesine yardımcı olur.
- Hint inciri ağaçları,kalp temizlemek ve vücuttan nemi uzaklaştırmaya yardımcı olur.
- Köknar şişmeyi azaltmak ve kırık kemiklerin daha hızlı iyileşmesi için
- Dikenler, sindirime yardımcı ,bağırsakları kuvvetlendirir ve kan basıncını azaltır.
- Ginkgo Biloba, mesane güçlendirmeye yardımcı ve kadınların idrar sorunlarını giderici

Onlarla çalışmak için uygun bir ağaç bulmak amacıyla ormanlara kadar gitmek şart değildir . Etrafınızdaki erişilebilir ağaçlar yeterli olabilecektir.


Ağaç ile olan bu uygulama için günün en iyi zamanı sabahtan öğleye kadar olan süredir.

Ağaç ve bitkilerin bizim bizim psikolojimizi nasıl etkilediği sorusuna verilecek yanıt da bir hayli basit aslında. Her şeyin bir titreşimi olduğunu biliyor ve kabul ediyorsak farklı titreşimlerin bizim biyolojik davranışlarını etkilediğini de kabul etmek zorundayız.

Son zamanlarda yapılan bir araştırma 10HZ titreşimli bir bardak su içmenin kan dolaşım seviyesinin düzelttiğini gösteriyor. Aynı şey ağaçlar için de geçerli, bir ağaca dokunmak onun farklı titreşimiyle temas etmek bizim bedenimiz içindeki biyolojik davranışlarımızı etkiliyor.


Bütün bu araştırmalar gösteriyor ki bir ağaca sarılmak hiç de çılgın bir fikir filan değil.

Bir rapora göre ‘yeşil, açık alanlar zihinsel hastalıkların iyileştirilmesinde anti-depresan ilaçlar kadar etkili olabilirler’.

Örneğin, Tao ustası Mantak Chia’nın ‘Cosmic Tree Healing Qigong’ yani Çikong’un Kozmik Ağaç Terapisi adlı kitabında, ağacın aurası yani enerji alanı ile nasıl bütünleşilebileceğini yazıyor.

Chia ağacın yaşamsal gücünün bedenin hastalığını ya da negatif enerjisini nasıl pozitife çevirebileceğini anlatıyor.

Ağaçla bağlantı kurduğunuzda kendi fiziksel ve duygusal şifanızı kolaylaştırıyorsunuz.

Taocu teoriye göre ağaçlar Yeryüzü enerjisini en iyi alabilen ve onu Kadiri Mutlak enerjiyle birleştirebilen yaratımlar Ağaçlar ve bütün bitkiler ışık frekanslarını alma ve bunu fiziksel dünyaya yiyecek olarak dönüştürme kapasitesine sahipler. Aynı şeyi enerjetik besinler için de yapabiliyorlar.


Taocu görüşe göre ağaçlar sürekli meditasyondalar ve bu onların doğal durumu.

Bir başka ilgi çekici labaratuar çalışması ise İtalya’da Damanhur’da yapılmış. Bu barışçı ekoköy de ağaçların şarkı söylediği tespit edilmiş. Evet yanlış duymadınız ağaçlar şarkı söylüyorlar.

1976 yılından beri Damanhur’da bazı aletlerle yaprakların ve köklerin elektromanyetik değişimleri kaydediliyor ve sonra bunlar seslere çevriliyor.

İlginç olan yan ise bu ağaçların bir tür geri dönüşüm mekanizmasıyla kendi elektirsel tepkilerini kontrol etmeleri ve bir tür farkındalık geliştirerek müzik türlerini seçmeleri.

Can Cuang (Dikili Kazık Duruşları, Ağaç Duruşları) (İngilizce Yazılışı: Zhan Zhuang) : Ağaç duruşları, Kök salma ve Demir Gömlek duruşlarıdır.


Enerjiyi dönüştürüp topraklayarak yer küreye kök salma anlayışı ile yapılan çalışmaları kapsar
Sözcük anlamı ‘bir ağaç gibi ayakta durmak’tır.

Ağaç duruşları, ruhu ve bedeni eş ölçüde eğiten az sayıdaki çigong sisteminden birisidir.

Ağaç duruşlarının kökeni Çin’de antik çağlara kadar geri gitmektedir. Diğer çigong sistemlerinde olduğu gibi ağaç duruşları da farklı aile ve gruplar içinde gizlice çalışılmaktaydı.

Ön hazırlık çalışmalarından ve aslen statik duruş çalışmalarından meydana gelir. Dahili çigong veya Neigong denilen gruba giren bir alıştırmadır. Savaş sanatları ve sağlık geliştirme amaçlı kullanılır.

Cigong veya Çikung, belirli fiziksel duruşlar ve beden hareketleri ve/veya hayalle birleştirilen nefes tekniklerini kullanarak bedenin enerji dengesini düzenleyen Çin tıbbının ve savaş sanatlarının bir parçası olan Çin kaynaklı biyoenerjetik/enerjetik egzersizlerin genel başlığıdır.

Cigong bedendeki çeşitli sistemleri optimum fonksiyon halinde tutarak vücudun doğal sağlık durumunu yeniden oluşturmasıyla Alternatif tıp uygulamalarının arasında yer almaktadır.

Kelime, yaşam enerjisi anlamına gelen Çi ile çalışma ve inceleme anlamına gelen etkinlik yani gong (ya da Kung /Kung Fu/ kelimesindeki kung ile aynı) kelimesinin biraraya gelmesinden türetilmiştir.

Cigong, vücudun enerji akışını güçlendirip düzenleyen bir enerji çalışmasıdır.

Yaşam enerjisini arttırıp meridyenlerdeki tıkanıklıkları açmak, rahatsızlıkları iyileştirmek, bağışıklık sistemi ve iç organların güçlendirilmesi, fiziksel güç ve dayanıklılığın artırılması için çalışılır.

Her yaş ve sağlık durumuna uyarlanabilen Çigong´un ilk aşaması “Ağaç Duruşları”dır.

Ağaç Duruşları sırasında enerji toplayıp vücudun enerji merkezleri güçlendirilirken meridyenler açılır, metabolizma hızlanır ve solunum derinleşir. Bu duruşlar sayesinde beden güçlenir ve daha verimli çalışır, doğal beceriler gelişir, farkındalık artar.

Hareketli Çigong çalışmalarıyla da Ağaç Duruşları sırasında toplanan enerji çeşitli amaçlar için kullanılır.

Cigong nefes kapasitesini, kan dolaşımını, kalp-damar sistemini ve eklemleri güçlendirir, kemik erimesinden korur, alyuvarlar ve akyuvarlar sayısını arttırır, eklem iltihabı, anjin ve kardiyovasküler rahatsızlıkların tedavisini destekler, uykusuzluk, migren, konsantrasyon bozukluğu ve irritabilite semptomlarını, baş ağrısı, sersemlik ve yorgunluk şikayetlerini azaltır, rahatlık ve sağlık hissi verir.

Ağaç duruşlarının Batı’da tanınmasını sağlayan kişi ise Yu Yong Nian’ın öğrencisi olan Lam Kam Chuen olmuştur.

Lam Kam Chuen ağaç duruşlarının anlatıldığı “The Way of Energy” kitabının da yazarıdır.


Ağaç duruşları adından da anlaşılacağı gibi hareketsiz, belirli bir duruş pozisyonunda bekleyerek gerçekleştirilir.

Herhangi bir hareketin olmayışı sebebiyle yeni başlayanlar için fiziksel ve zihinsel olarak zorlayıcısı olabilen ağaç duruşlarının çok sayıda biçimi olmasına karşın ‘sarkıtma’ ve ‘top tutma’ duruşu adlarıyla geçen iki biçimi en temel eğitimidir.

Duruşlar durdurucu kasları eğitip merkezî denge hali yaratır. Hiç kıpırdamadan büyük bir iç güçle durmak ve özellikle bacakların toprağa çakılı birer kazık gibi güçlenmesi duruşların yarattığı olağan hallerdendir.

Ruhu ve bedeni eş ölçüde geliştiren nadir çigong alıştırma sistemlerindendir.

Yaşam gücünü arttırıp dağılım ve dolaşımını iyileştirerek uygulayıcıyı özel güç yetenekleriyle donatır. İyileştirme alanında insanın yaşam gücünü hastaların ve gereksinim duyanların hizmetine sunmasına olanak verir.

Avuçlardan çıkan güçlü yaşam enerjisi hasarlı alanlarda onarım işlevi görür.

Savaş sanatlarında ise duruşların özel biçimleri de çalışılır. Savunma ve saldırı için büyük güçler geliştirilir. Ağaç duruşları özellikle yi çüen ya da şeng çüen adlı savaş sanatının temel eğitimini meydana getirir. Çok uzun süreli ayakta duruş çalışması yapılır.

Tıp alanında yüksek tansiyon, baş ağrıları ve dönmeleri, şizofreni, beden farkındalığı yitimi, kireçlenme, bronşit, sarılık, karaciğer sertleşmesi, dışkı atımını kontrol edememe ve şeker hastalığı tedavilerinde başarıyla kullanılır.

Devamını Oku »

4 Mart 2016 Cuma

AY'DA BULUNAN GEMİ VE UZAYLI KADIN MUMYASI




AY ' DA BULUNAN GEMİ VE UZAYLI KADIN MUMYASI


Geçtiğimiz yıllarda, gizlice gerçekleştirilen Apollo 18 görevinde NASA astronotlarının çektiği yaklaşık seksen saatlik görüntüler internette yayınlandı ve muhtemelen bunları sızdıran taraf olan Ruslar, Apollo 18 ismi ile bir de film çektiler.

Bu filmde dünyanın bilmediği bir gerçeği de ilan ettiler. Ay'a ilk ayak basanlar Ruslardı. Ruslar gizlice gerçekleştirdikleri bir uçuşla Ay'a gittiler ve başarılı şekilde indiler. Ama geri dönüş yapamadılar ve bunu dünyaya ilan edemediler. Lakin Ruslar da Ay'da dünya dışı canlıların ve araçların olduğunu net olarak gördüler ve bir daha Ay'a gitmediler. Bunun yerine Lunakhod adını verdikleri, şimdilerde NASA'nın Mars'a gönderdiği robotlara benzer robotlar göndermeyi tercih ettiler ve elbette bunu da gizlediler.


BULGULAR

    Astronotlar kendilerine verilen bilgiler doğrultusunda Ay’a inip cismin bulunduğu noktaya ulaşmışlar ve gördükleri manzara karşısında hem çok korkmuş hem de şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir. Çünkü karşılarında devasa büyüklükte ve yükseklikte puro biçimli bir ana gemi ile üçgenimsi bir uzay aracı enkazı ve hemen araca yakın bir bölgenin az ilerisinde koca bir şehir kalıntısı yer almaktaydı.




    Karşılarında duran tahmini hesaplara ve yıpranma paylarına bakılarak en az 1.5 milyar yıllık bir geçmişe sahip gibi görünüyordu. Devasa aracın içine giren astronotlar oldukça ilginç bir çok şeyle karşılaştılar.

   William Rutledge aracın sadece kokpit kısmına girebildiklerini ve orada gördüklerini şöyle anlatıyor:

    “Aracın içine girdiğimizde rutubetli bir hava hakimdi. Aracın motor kısmını  yosun benzeri garip bir bitki örtüsü kaplamıştı. Etrafta tüpler içinde sarımsı bir takım sıvılar bulunan üçgenimsi taşlar bulunuyordu. Ayrıca bazı tüplerin içinde de küçük, boyları 10 cm’i bulan organımsı nesneler göze çarpmaktaydı. Etrafımızda tüplerden oluşan bir ağ dışında bir tür kaligrafiyle yazılmış bir çok yazı bulunmaktaydı. Çevrede bulunan bazı güneş sistemi motifleri aracın çok uzak bir galaksiden geldiğini gösterir gibiydi.  Tahminimizce bu ana gemi bir tür devasa laboratuvardı”.

    Ama astronotları asıl şaşırtan şey iki adet insanımsı, Asyalıları anımsatan dünya dışı varlığa ait bedenlerdi. Bulunan bedenlerden birisi oldukça parçalanmış, diğeri ise jelimsi bir tabaka ile kaplanmış, bir şekilde mumyalaşmış ve bütün halindeydi. Varlığın bedeni gayet iyi korunmuş bir halde sapa sağlam karşılarında durmaktaydı.



    Aracın içinde görüntüler alıp kısa bir inceleme yapan astronotlar yanlarında yeterli tıbbi teçhizatları olmadığından ele geçen 1.65 cm boyundaki varlıkları inceleyemeden yanlarına alarak dünyaya getirmişlerdir.

     Ele geçen mumyalanmış haldeki, hiç bozulmamış dişi varlığa  astronotlarca “Mona Lisa” kod ismi verilmiştir.

      Mona Lisa kod isimli varlığın fiziksel özellikleri şöyledir:




-  İnsanımsı bir varlık
-  Cinsiyeti : Kadın
-  1.65 cm boyunda
-  Siyah saçlı
-  6 Parmaklı
-  65 – 68 kilo civarı bir ağırlığa sahip
-  Çekik gözlü ( Uzak doğuluları andırıyor)
-  Genital bölgesi ve göğüsleri mevcut
-  Vücudunun bir kısmında renkli dövmeler mevcut.


    Varlık araç içinde bulunduğunda elleri ayakları düzgün bir biçimde yanına hizalanmış. Göz kapakları ve dudakları bir kablo benzeri malzeme ile sabitlenmişti. Başı kayış benzeri bir malzeme ile bulunduğu yere bağlanmıştı. Cildi Jelimsi bir madde ile kaplanmış ve adeta dondurulmuştu ve onca uzun yıllara rağmen oldukça mükemmel bir şekilde korunmuştu.  Varlık adeta donmuş ve ölmemiş gibi sağlam ve diri gözüküyordu. Ağız ve burun bir tür sıvı ile doldurulmuş ve tıkanmıştır.

    Ele geçen diğer parçalanmış varlık ise biraz daha farklı özelliklere sahipti. Oda Mona Lisa gibi sabitlenmiş ancak çokça parçalanmıştı.

    Ten rengi mavi ve gri tonlarında pastel bir renge sahipti. Vücudunda yazı yada dövme bulunmamaktaydı. Üzerinde ince bir kıyafet kalıntısı görülmekteydi. Gözleri yukarıya doğru çekikti. Onunda başının etrafında bir tür kayış benzeri nesne mevcuttu.

AY'A SEYAHAT ARTIK NEDEN YAPILMIYOR?

Tarih 11 Aralık 1972’yi gösterirken, Apollo 17 aya iniş yaptı. Bu insanoğlunun son ay seyahati değildi, ancak aya giden insanlı uzay araçları için yörüngeden çıkılan son sefer oldu. Apollo 17 ay yüzeyine Orion kapsülünü bıraktı. Astronotlar kapsülden çıkarak çalışmalara başladılar. Birden bire Apollo 17'den sonra NASA insanlı ay araştırmalarını askıya aldı. Peki, ne olmuştu?


Komplo teoristleri, NASA'nın Apollo uçuşları sırasında, özellikle de Apollo 20 görevinde dünya dışı yaşama dair çok kesin kanıtlara ve gerçeklere ulaştığını ve bunları gizlice devam ettirmek için ödenek kesintisi bahanesi ile uçuşları durduruğunu ilan ettiğini savunuyorlar. Dayandıkları en büyük kanıt ise Ay'da bulunduğu iddia edilen ve uzaylı bir kadına ait olduğu söylenen mumyanın görüntüleri.


İlgili Video :
http://www.youtube.com/watch?v=P_Y2XLzlhq8&index=25&list=FLC2Wl49NbrrO16HKNUEHm4g
Devamını Oku »

RUS BİLİMADAMLARI : İNSAN DNA'SI DÜNYA DIŞI VARLIKLARDAN BİR MESAJ İÇERİYOR



RUS BİLİMADAMLARI: İnsan DNA’sı Dünya Dışı Varlıklardan Bir Mesaj İçeriyor

Yeni bir araştırma insan DNA’sının uzak geçmişte Dünyayı ziyaret etmiş olan kadim uzaylılar tarafından kullanılan dünya dışı sinyal kullanılarak kodlandığını ortaya koyuyor.
Araştırmaya yerküresel genetik kodun ‘Waw! Sinyali” adı veriliyor ve Kazakistan Cumhuriyeti Fesenkov Astrofizik Enstitüsünün Matematik bölümünden iki araştırmacının çalışması.
Araştırmacılar Vladimir I. shCherbak ve Maxim A. Makukov “Biyolojik SETI”nin varlığına inanıyor – Biyolojik SETI; insan DNA’sında bulunan matematiksel bir kod ve geleneksel teorilerin iddia ettiği gibi evrimin gidişatı ile açıklanamayan bir şey.
Araştırmaya göre, bilim Kadim Astronot teorisini, ayrıca türlerimizin DNA manipülasyonu ile ileri uzaylılar tarafından tasarlandığı hipotezlerini kanıtlamaya bir adam daha yaklaşıyor. İkili, Icarus Dergisinde şunları ifade ediyor:
“Sabitlendiğinde, kod kozmolojik zaman ölçeklerinde değişmeden kalabilir. Aslında, bilinen en dayanıklı yapıdır. Bu nedenle zeki bir imza için olağanüstü güvenilir bir depolamayı temsil ediyor. Genom uygun şekilde yeniden yazıldığında, imzası olan yeni kod hücrede ve hücrenin silsilesinde donmuş kalır, ki bu uzay ve zamanda taşınabilir.
Başka deyişle, insan DNA’sı o kadar kesinlik ile tasarlanmıştır ki, “sembolik dilin aritmetik ve ideografik kalıplarının grubunu” ortaya serer.”
Bu araştırmanın sonucu olarak, şimdi diğer araştırmacılar bir kaç milyar yıl önce uzaylı yaratıcılar tarafından güneş sistemimizin dışında tasarlanan insan varlıkları olduğumuzun olasılığını tartışıyor; insanlığın yaratılmasından ve yaratıcı tanrılar veya ilahlardan bahseden Dünyada bulunan bir çok kadim metin tarafından kuvvetli bir şekilde desteklenen bir hipotez.
Ancak, araştırma ayrıca Dünyadaki yaşamın kozmosta asteroidler ve kuyruklu yıldızlarda taşınmakta olan mikrobiyolojik parçacıkların sonucu olarak ortaya çıktığı fikrine de odaklanıyor. Bu teori klasik evrim teorisinden farklılaşıyor, destekçileri evrimin tesadüfi bir ürünü olmadığımıza, yapımcılarımızın yaratımı olduğuna, tasarlanıp Dünyaya gönderildiğimize inanıyorlar.
Cherbak ve Makukov DNA’nın nükleotidleri ve amino asitler arasındaki haritalamada daha önce görmezden gelinen kesinlik/duyarlık – türü yöntemi gösteren insan genomunun ayrıntılı analizini sundular. İkili şunları belirtti:
Kodun basit düzenlemeleri, sembolik dilin aritmetik ve ideografik kalıplarının grubunu ortaya koyuyor. Bu altta yatan kalıplar duyarlı/kesin mantık ve çözülmesi zor hesaplamanın ürünü olarak ortaya çıkıyor.
DNA manipülasyonu ile yaşam yaratma bilgisine sahip olan ileri uzaylı varlıklar tarafından tasarlanmış olmamız mümkün mü? Eğer öyleyse, insan türleri bu engin evrende başka bir gezegenden kaynaklanan bir ürün mü? Yoksa bir çok metnin öne sürdüğü gibi kadim geçmişte bu gezegene gelmiş olan ileri bir ırk tarafından Dünyada tasarlanmış olan bir ürün mü?
Dünyadaki yaşamın, uygun bir ortama ulaştığında yaşamı başlatabilen, dış uzayda bulunan yaşamın mikroorganizmalarından veya kimyasal öncüllerinden kaynaklandığını iddia eden panspermia hipotezini yadsıyamazken, Dünyadaki yaşamın aslında yaşam yaratma yeteneği olan daha zeki türlerin bir ürünü olduğunun olası olduğunu görüyoruz. Durum ne olursa olsun, gelecek yıllar şimdiye kadar yasaklanan veya görmezden gelinen konularla ilgili daha fazla bilgiyi ortaya çıkaracaktır.

(Çeviri: Saffet Güler)


Devamını Oku »

9 Ocak 2016 Cumartesi

KUANTUM ENERJİ - BİOFEEDBACK



Kuantum Enerji - Biofeedback

   Her Birimiz Birer Işık Parçasıyız…

Biofotonik alanında öncü bir biyofizikçi olan Alman Dr. Fritz Albert Popp, bütün canlı hücrelerin ışık saçtığı ve ışığın kaynağının DNA olduğuna dair araştırmasını yayınladı.
Araştırma sonuçlarına göre DNA sadece tek frekans değil, birden çok frekans yayınlayabilir, hem organizmanın içinde hem de organizmalar arasında foton alışverişi oluyor.

Yani kelimenin tam anlamıyla her birimiz birer Işık parçasıyız.
Daha önce de bütün canlıların yaydığı enerjiyi ortaya koyan ve bu enerjiyi kullanmanın yollarını arayan birçok araştırma yapılmıştı.
- 1920 yılında Dr. Raymond Rife belli frekansları kullanarak virüsleri ve bakterileri yok edebildiğini buldu.
- Nikolas Tesla insan vücudunun yaydığı frekanslarla karışan dış frekansları yalıtabildiğimiz vakit rahatsızlıklara karşı büyük bir direnç geliştireceğimizi savundu.

İsveçli radyolog Bjorn Nordenstrom 1980’li yıllarda bir tümörün içine bir elektrot yerleştirilip doğru akım verilirse tümörün eridiğini bulguladı.
Dr. Robert O. Becker “The Body Electric” adlı kitabında insan vücudunun elektriksel frekanslarını belgeledi.

Rezonans

Kuantumun keşfinden sonra önem kazanan rezonans yani tınlaşım, bazı sırları açıklamada önemli rol oynuyor.

Frekans 1 saniyedeki tınlaşım sayısıdır. Her cismin, her maddenin, her organın, kısacası tüm sistemin bir frekansı vardır. Yani evren tınlaşan canlı bir organizmadır. Böylelikle sabit gördüğümüz tüm madde âlemi tınlaşan canlı bir organizmadır.

Her şey bir enerji, düşünce bir enerji, madde bir enerji. Enerji hem tınlar hem salınır. Evren tınlaşan, salınan enerji bütünü ve her şeyin bir tınlaşma sayısı var. Kuantum enerji tekniğinin temeli de rezonansa yani tınlaşıma dayanır.

Ne kadar hızlı tınlaşım olursa o kadar süptil bağlantılarımız kuvvetlenir, algılarımız ve anlayışımız değişir, hislerimizde büyük ölçüde değişim meydana gelir. Çünkü bizler de atomlardan meydana geliyoruz. Dünyanın tınlaşımı, bizim de tınlaşımımızı etkiler. Örneğin insanlar 62-68 Hertz titrerler. Hertz, saniyedeki tınlama sayısı demektir.

Bilimsel çalışmalar ilerledikçe, aslında maddeciliğe dayalı bilimin, ruhsallık ile nasıl bütünleştiğini görmek gerçekten çok güzel. Ve bilimin, kuantum alanındaki çalışmalar sayesinde, ruhsallığı ve bütünselliği, fiziki evrenin dışında, görünmeyen evrenin varlığına gün geçtikçe yaklaşması kaçınılmaz oluyor. Ve birçok bilinmeyenin, açıklanamayanın temeline açıklayıcı ışık tutuyor.

Magnetik Biorezonans hangi alanlarda kullanılabilir ve neyi dengeler?

Magnetik Biorezonans yöntemi bedenin ve psikolojik durumunun pek çok dengesizliklerinde ve bebekten yaşlıya kadar her yaşta kullanılmaktadır.
Sinir sitemine ait dengesizlikleri, stresin azaltılması/depresyon azaltılması, anxiyete gibi durumların azaltılması ve duygusal durumun dengeye getirilmesi, uykusuzluk, panik atak, iştahsızlık gibi yeme bozuklukları. İskelet sistemi dengesizlikleri.

Yan etkisi var mıdır?

Biorezonans, herhangi bir yan etki olmadan çalışır. Bu yöntemin büyük bir avantajı herkes tarafından kullanılabilir oluşu, yetişkin, çocuklar ve yaşlı kişiler.

İnsanların Frekansları

Araştırmalar her canlının bir frekansa sahip olduğunu (megahertz olarak ölçülüyor) ve dahası hepimizin çevremizdeki frekanslardan etkilendiğini gösteriyor. Geçen yüzyılın başında Amerikalı doktor Bruce Tainio insanların ve gıdaların biyofrekanslarını ölçen bir alet geliştirdi. Esans yağlar uzmanı D. Gary Young’un da yardımıyla araştırma frekanslar ve hastalıklar arasındaki ilişkiyi incelemeye yöneldi. Bu ekip aynı zamanda esans yağların insan vücudunun frekansları üzerine etkisini de inceledi. Keşifleri çok ilginçtir.

Canlıların Frekansları

                                                

Dengeli bir insan vücudunun 62-68 MHz’lik bir frekans aralığı var. Dengesizlikler ve rahatsızlıklar 58 MHz’de baş göstermeye başlıyor. Esans yağlar insan tarafından kullanılan doğal maddeler arasında en yüksek frekansa sahip olan şey. Yukarıdaki frekans tablosunda bir uçta işlenmiş/konserve yiyecekler dururken (0 MHz) öteki uçta en yüksek frekans ile gül yağı (320 MHz) bulunmaktadır. Gül’ün aşkla ilişkilendirilmiş olması belki de bir rastlantı değildir.

Magnetik Biorezonans, tüm dünyada, bilim adamları tarafından yüzyılın en modern stres ve dengeleme yöntemi olarak kabul edilmiştir. Magnetik Biorezonans insan bedeninin enerjetik titreşimini saptayıp yorumlayarak tüm bedenin taranması ve enerjetik dengelenmesini yardım eden bir yöntemdir.
Magnetik rezonans ile inceleme, klasik tıp yöntemlerinden farklı olarak hücre ve doku düzeyinde analiz yaparak daha geniş kapsamlı sonuçlar verir ve sadece fizik beden değil, aynı zamanda enerjetik, duygusal ve spiritüel bedenleri de taramaktadır.


Magnetik rezonans ile biofeedback (geri bildirim) yöntemlerinin modern bilgisayar programı ile birleştirilmiş şekli olan Kuantum Biofeedback sistemi, günümüzde insan bedenini analiz eden en komplike cihazlardan birisidir.
Kuantum Biofeedback cihazı kişinin bedeni ile tamamen uyumlu olan dengelemeyi de (enerjetik veya doğal olarak) sağlamaya yardımcı olmaktadır.


Sistemin Çalışma Prensipleri

Prof. William Nelson tarafından tasarlanmış ve geliştirilmiş olan bu sistem kuantum fiziğinin, enerji bilgilerine dayanmaktadır ve fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal açıdan dengelenmenize yardımcı olur.
Biofeedback (biyolojik geri bildirim) ve biyorezonansı bir araya getiren Kuantum Biofeedback sistemi, bedenin kendini dengeleme kapasitesini uyararak, tamamen doğal ve enerjisel yöntemlerle harekete geçirir.

Kuantum Biofeedback sistemi oldukça hassas ve tamamıyla güvenli bir sistem olan QXCI sisteminin en son hali ve dünyada birçok ülkede EPFX olarak kabul görmüştür.
Royal Raymond Rife 1920'li yıllarda temellerini attı bu sistemin. Rife, virüsleri canlı olarak gözlemleyebilen ilk bilim adamı. Rife kendi geliştirdiği mikroskobu ve polarize bir ışık ile bu gözlemleri yapmaya başladı ve bir gün gözlemlediği virüsün aniden parçalandığını ve öldüğünü fark etti. Bunun nedenini araştırdığında, kullandığı polarize ışığın frekansı ile virüsün yaşam frekansının tuttuğunu fark etti. Daha sonra virüs, bakteri, mantar ve benzeri patojenlerin öldüğü frekansları bulmaya başladı.

Kanseri, ‘BX virüsü’ olarak tanımladı ve o dönem dünyada büyük ilgi uyandırdı, gazetelerde manşetlerde yer aldı. Tabii ilgi artınca çalışmalarını hızlandırdı, başka bilim adamlarının da katkılarıyla Kaliforniya Pasadena'da bir klinik kurdu. Dönemin ilaç tröstleri Rife'in çalışmalarını engelledi. Fakat, bu çalışma bilim adamlarının hep merak konusu oldu ve el altından bu araştırmalara devam edildi. Böylece zaman içinde Rife jeneratörleri ve  biorezonans cihazları gibi çeşitli cihazlar ortaya çıktı.

Sistemin çalışma prensipleri
Magnetik rezonans, doku ve organların içindeki DNA düzeyinde etki ederek, sinir sistemi, kalp damar sistemi, kemik, sindirim gibi akut veya kronik dengesizliklerin tespitine yardımcı olabilmektedir.
Magnetik rezonans yardımıyla bedenin genel durumu ve olası potansiyel riskleri, genetik yatkınlığa göre tespit edilmesine yardımcı olabilmektedir. İlaçların yan etkilerinin azaltılmasına yardımcı olabilmektedir.

Kuantum Biofeedback cihazı, biorezonans, biofeedback, stres azaltma, Rife frekansları, homeopati, NLP, elektro-akupunktur..vs ile kuantum fiziğinin harmanlandığı, doğu ile batının felsefe ve tekniklerini birleştiren 72 modalitede 200’den fazla biofeedback terapisi ile dünyanın en geniş kapsamlı ve hassas biofeedback enerji dengeleme ve uyumlanma sistemidir.

Tüm fiziksel ve ruhsal dengesizlikler önce kişinin enerji sisteminde başlar. Vücudumuzdaki her bir organ kendi enerjisiyle titreşir. Bu titreşim enerjisi toksinler, mikroorganizmalar vs. sonucu bozulduğunda organ fonksiyonlarını kaybetmeye başlar. Titreşim veya enerji terapi, hücresel düzeyde her organın kendi titreşim frekanslarını düzene koymaya yardımcı olur ve böylece organ dengelenmeye başlar.

Kuantum Biofeedback cihazı vücudu 12000 farklı frekansta, bir anti-virüs programının bilgisayarı taradığı gibi tarar. Saniyenin 1/1000’i hızında çalışır ve vücudun bu frekanslara verdiği cevapları alır, normal değerler ile karşılaştırır, yanıtlarını derecelendirir, vücuttaki akut ve kronik dengesizlikleri belirler.
Organlarınızdan gelen enerjik yanıt, olması gereken enerjisel frekansa ulaşıncaya kadar, sistem özgün frekansı ile hücreleri beslemeye devam edecektir. Vücudumuzun birçok bölgesi terapi sonrasında doğal frekansında titreştiği zaman, kendini dengelemek için daha yüksek enerjisel frekansa sahip olunmasına yardımcı olunur.

Kuantum Biofeedback cihazı’nın test sonucunda verdiği bilgiler, standart tıbbi testlerin (laboratuar testleri, radyolojik tetkikler) sağladığı bilgilerden farklıdır. Vücudunuzu bütünsel olarak ele alarak bir yaklaşım sunmak için fiziksel, duygusal, psikolojik, toplumsal ve çevresel açılardan incelemeye yardımcı olur.
Kuantum Biofeedback cihazı, kişinin vücudunu aynen bir bilgisayardaki virüs tarama programı gibi baştan aşağı tarar. Her türlü zayıflığı ve dengesizliği araştırır.
Kuantum Enerji Dengeleme ve Uyumlama sistemi stresin dengelenmesini amaçlayan, fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal açıdan dengelenmenize yardımcı olur.

Bu titreşim vücuda nasıl iletiliyor?

Biofeedback sisteminde frekanslar, kişinin el bileklerine, ayak bileklerine ve başına elektrotlar bağlayarak iletiliyor. Seanslar bir buçuk saat sürüyor. İlk önce cihaz kendini kalibre ediyor, bunu bedenle tanışma olarak tanımlayabiliriz. Kişinin normal reaksiyon seviyeleri belirleniyor, ayrıca eğer kişi üzerinde herhangi bir jeopatik stres tespit edilirse, bu stresin nötrlenmesi ve dengelenmesi için bir çalışma yapılıyor.
Test yaklaşık 4 dakika sürüyor, bu sırada vücuda 12 bin farklı frekans gönderiliyor ve her bir frekansa vücudun tepkisi ölçülüyor.

Biofeedback (biyolojik geri bildirim) ve biorezonansı bir araya getiren Kuantum Biofeedback sistemi, bedenin muazzam düzeydeki kendini dengeleme kapasitesini uyararak tamamen doğal ve enerjisel yöntemlerle harekete geçirir. Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal açıdan dengelenmemize yakalamanıza yardımcı olur.
Basitçe Kuantum Biofeedback sistemi insanlarda ortaya çıkan enerjisel dengesizlikleri, stresi ve dolayısıyla oluşan sorunlarını dengelemede destek ve tamamlayıcı olan ileri teknoloji ile çalışan bir bütünsel dengeleme ve uyumlanma cihazıdır.




'EDUCTOR' Biofeedback cihazında özel terapi seanslarındaydım...Olağanüstü bir cihaz.. Kişisel görüşümü soracak olursanız,geleceğin tıbbı budur...Devrim niteliğinde ve ilaçsız tedavi alanında en üstün başarı diyebilirim. 
 Tolga Yazıcıer

KAYNAK :
http://www.siriuskuantumenerji.com/tr/kuantum-enerji-biofeedback.aspx

CİHAZIN ÇALIŞMA PRENSİPLERİ :
http://www.siriuskuantumenerji.com/tr/sistemin-calisma-prensipleri.aspx

CİHAZLAR : EDUCTOR ve SCİO
http://www.siriuskuantumenerji.com/tr/kuantum-biofeedback-eductor.aspx

İLETİŞİM :
http://www.siriuskuantumenerji.com/tr/iletisim.aspx



Devamını Oku »

CERN DENEYİNE GELECEKTEN MÜDAHALE



CERN Deneyine Gelecekten Müdahale

İki fizikçisinin, ortaya attığı bir iddia komplo teorisi meraklılarında büyük heyecan yarattı. Tanrı parçacığı da denilen Higgs parçacığını bulmak için CERN'de yapılan deneyin karadelik yaratarak zaman tüneli açacağı iddia edilmişti. Şimdi iki saygın fizikçi, bu tünelle deneyin gelecekten sabote edildiğini öne sürdü.

Masao NinomiyaHakkında en fazla komplo teorisi üretilen konulardan biri olan CERN'deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı ile ilgili bugüne kadar bir çok iddia ortaya atıldı. Bir diğer adı “Tanrı parçacığı” olan Higgs parçacığı üretmek için çalıştırılacak olan Hadron'un, dünyayı yutacak bir karadelik yaratacağı, zaman yolculuğuna neden olarak gelecekten insanların gelmesine neden olacağı bunlardan bazılarıydı. Dünyanın merakla beklediği gün, Eylül 2008'di. Büyük Hadron Çarpıştırıcısı, dünyanın gözleri önünde deneyine başladı. Ancak deney, mıknatıslarda gerçekleşen bir arıza nedeniyle durduruldu. 8 milyar dolar harcanan ve 15 yıl süren araştırmalar, ertelendi. Daha sonra CERN'den yapılan açıklamada deneyin Aralık ayında yapılacağı söylendi.

Holger Bech NielsenCERN uzmanları, Tanrı parçacığını bulmalarına engel olan arızayı arayadursun, dünyanın en önemli iki fizikçisinin, ortaya attığı bir iddia, bilim dünyasını karıştırdı ve internetteki komplo teorileri sitelerinde büyük heyecan yarattı. Kopenhag'daki Niels Bohr Enstitüsü uzmanı Holger Bech Nielsen ve Kyoto'daki Yukawa Fizik Teorisi Enstitüsü'nden Masao Ninomiya tarafından kaleme alınan iki makalede, Hadron deneyinin gelecekteki bazı insanlar tarafından bilerek sabote edildiği öne sürüldü. Önce fizik sitesi arXiv.org sonra da New York Times gazetesinde yer alan “Büyük Hadron Çarpıştırıcı'na Gelecekten Bir Etki” ve “LHC'nin Üzerindeki Gelecek Etkisi” adlı iki makale yazan uzmanlar, şunları söyledi: “Higgs parçasının elde edilmesi, belki de dünyamız ve doğamız için yıkıcı bir etki yaratacak. Belki de gelecekte yapılan bir etki veya müdahale ile bunun önüne geçiliyor. Tıpkı, dedesine gençliğinde otobüs çarpmasını engellemek için gelecekten gelen bir torun gibi”. Nielsen ve Ninomiya, teorilerine kanıt olarak da 1993'te Higgs parçacığını bulmak için ABD'de yapılan deneyi gösterdi.

Devamını Oku »

Yukarı Git