UFOLOJİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
UFOLOJİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Temmuz 2016 Salı

İNSAN DNA'SINDA DÜNYA DIŞI GENLER



İNSAN DNA'SINDA DÜNYADIŞI GENLER



Profesör Chang “Bizim varsayımımız şu, daha yüksek dünyadışı bir yaşam formu yeni yaşam yaratmakla ve bu yaşamı çeşitli gezegenlere ekmek ile meşgul” diyor. Dünya bu gezegenlerden sadece bir tanesi. Belki, programlamadan sonra, yaratıcılarımız bizim Petri kaplarında bakteri yetiştirdiğimiz gibi bizi yetiştiriyor/büyütüyor. Onların güdülerini bilemeyiz – bu bilimsel bir deney mi, yoksa kolonileştirmek için yeni gezegenler hazırlamanın bir yolu mu ya da evrende uzun süre devam eden yaşamı tohumlama işi/görevi mi?

Profesör Chang “Eğer bunu insan terimleri ile düşünürsek, görünür “dünya dışı programcılar” muhtemelen bir çok projeden oluşan “tek bir büyük kod” üzerinde çalışıyorlardır ve projeler çeşitli gezegenlerde çeşitli yaşam formları üretmiş olmalı” diye belirtiyor. Onlar ayrıca çeşitli çözümler denemekteler. “Büyük kodu” yazdılar, uyguladılar, bazı fonksiyonlarını beğenmediler, bunları değiştirdiler veya yenilerini eklediler, tekrar uyguladılar, daha çok geliştirdiler, tekrar tekrar denediler.”

Profesör Chang’ın araştırma ekibi şu sonucu çıkarıyor, “görünür “dünyadışı programcılar”a “Dünya projesi”nde yoğunlaştıkları zaman, son teslim tarihini karşılamak için, gelecek için tüm idealistik planlarını durdurmaları emredilmiş olabilir. Çok muhtemel olarak, görünür bir acele içinde “dünya dışı programcılar” büyük kodda azaltmalar yapmış ve Dünya için niyet edilen temel programı teslim etmiş olabilir.” Ancak, o zamanlar daha sonraları büyük kodun hangi fonksiyonlarının gerekli olabileceğinden (belki) emin değillerdi, böylece hepsini orada bıraktılar. Büyük kodun tüm hatlarını silerek temel programı temizlemek yerine, bunları yorumlara dönüştürdüler ve acele ile, orada burada yorumlarda birkaç /* sembolünü unuttular; bu nedenle insanlara kanser olarak bildiğimiz hücre kitlelerinin mantıksız büyümesini sundular.”

Problemin üç seçeneği var. Ya tüm /* sembollerini ve yorumları silmek ve bu şekilde temel kodu temizlemek veya kayıp */ ‘ı eklemek ve temel kodu büyük kod ile mantıksız şekilde karıştırmaktan kaçınmak. Alternatif olarak, üçüncü seçenekte, tüm / sembollerini çıkarmak ve temel kodu büyük kod ile tam bir program olarak çalıştırmak. Maalesef bu seçeneklerin hiçbirini yapabilecek kapasitede değiliz. Eğer canlı bir insanın kromozomlarına genler sokabilseydik, yenilikçi keşfimiz gelecekteki tüm kanser vakalarını anında tedavi etmek anlamına gelirdi, en azından programcı görüş açısından. Teorik olarak, bunu laboratuarda yapabiliriz, ancak yaşayan bir özneye onarılmış DNA aşılamak için pratik araçlara sahip değiliz. “Hurda DNA”nın gizemi ve kanserin çözülebileceği görülüyor, ama hızlı bir tedavi beklenmemeli. Şimdi yapabileceğimiz en iyi şey kademeli olarak kusurları giderilecek temel genetik koda sahip insanların yeni, kansersiz neslini beslemeye çalışmaktır. Bu uzun zaman alır. Bizim için ve çocuklarımız için ufukta umut görünmüyor.

“Ancak, programcının bakış açısından, ayrıca bunda pozitif bir sonuç vardır. DNA mızda gördüğümüz şey iki versiyondan oluşan bir programdır, büyük kod ve temel kod.” Bay Chang sonra, “İlk gerçek şu ki, komple ‘program’ kesin olarak Dünyada yazılmadı; bu şimdi doğrulanmış bir gerçektir. İkinci gerçek ise, genlerin kendileri tekamülü açıklamak için yeterli değildir; ‘oyunda’ daha fazla bir şeylerin olması gereklidir” diye onaylıyor. Onun ne olduğunu veya nerede olduğunu bilmiyoruz. Üçünü gerçek Marstan veya Mikrosofttan ister bir besteci, mühendis veya programcı olsun yeni bir çalışmanın yaratıcısı, çalışmasını geliştirme veya güncelleme seçeneği olmadan bırakmaz. Buradaki zeka, güncellemenin önceden içine konulmasıdır – “hurda/çöp DNA” temel kodumuzun gizli ve uyuyan güncellenmesinden başka bir şey değildir! Bir süredir bazı kozmik ışınların DNA yı modifiye etme gücüne sahip olduğunu biliyoruz. Bunu aklımızda tutarak, makul bir çözüm elde edilebilir. Dünyadışı programcılar, tüm /*…*/ sembollerini uzaklaştırmak, kendisini büyük kod (Hurda DNA) ile kaynaştırmak ve tüm DNAmızı çalıştırmak için temel koda talimat veren Evrende herhangibir yerden doğru enerjiyi kullanabilirler. Bu bizi ebediyen değiştirir, bazılarımızı birkaç ayda, bazılarımızı sonraki nesillerde. Değişim çok fazla fiziksel olmayabilir, (artık kanser, hastalık ve kısa ömür olmaz), ancak bizi entelektüel olarak fırlatır. Aniden, Neanderthaller ile Cromagnonların birlikte varolması ile karşılaştırılan zamanda oluruz. Eski, yeni döngüye doğum vererek yer değiştirir. Bütün program, Evrenin eskimez enerjisi ve bilgeliği ile bağlantıda olan oldukça ileri biyolojik bir bilgisayar için zarif, çok akıllı kendini – organize edici, oto- icracı, oto – geliştirici ve oto – düzeltici yazılımdır. İçimizdeki yazılım, ya kısa ve hastalıklı bir ömür veya uzun ve sağlıklı bir yaşama sahip süper – zeki süper bir varlığın potansiyelini taşıyor. Bu şaşırtıcı soruları tetikliyor – temel kodun indirgenmesi acele içindeki özensiz/dikkatsiz programcılar tarafından mı yapıldı, yoksa büyük kodun yetkisizliği, istendiğinde “uzaktan kontrol” vasıtası ile iptal edilebilen kasıtlı bir eylem mi idi?”

Profesör Chang İnsanlıktaki dünya dışı kaynakları keşfeden diğer araştırmacılardan sadece bir tanesidir. Profesör Chang ve araştırma arkadaşları, Dünyada insan yaşamı yaratmak için acele edilmesi ile oluşan DNA daki görünür “dünya dışı programlama” eksikliklerinin insanlığa kanser olarak bildiğimiz hücre kitlelerinin mantığa aykırı büyümesini sunduğunu gösteriyor.
“Er geç”, diyor Profesör Chang “Dünya üzerindeki her yaşamın bu dünya dışı kuzenlerinin genetik kodunu taşıdığı ve tekamülün düşündüğümüz şey olmadığı inanılmaz fikri ile ciddi bir şekilde ilgilenmek zorunda olacağız.”

İnsan Genom Projesi Keşfinin saklı anlamları “İnsana – benzeyen Dünya dışı varlıklar” ile ilişkili
Bu bilimsel keşiflerin saklı anlamları, “dünya – dışından” insan görünüşlü dünya dışı varlıklar ile teması olan diğer bilim adamları ve gözlemcilerin iddialarını destekleyecektir.

“Dünya – dışından” insan benzeyen dünya dışı varlıkların insanın tekamülü için genetik materyal sağladığı ve bu dünya dışı varlıkların çoğunun, kendi personelinin insan Dünyadaki ailelerde ‘yıldız tohumları’ olarak enkarne olmasına izin verdikleri iddia edilmişti. Bu “yıldız tohumları”, “yıldız çocukları” veya “yıldız insanları” Brad ve Francie Steiger tarafından ‘ruhları’ diğer yıldız sistemlerinin dünyalarında biçimsel olarak enkarne olan ve sonra Dünyaya yolculuk yapan ve insanlığın spiritüel tekamülsel gelişimini “itelemek/desteklemek” için Dünyada enkarne olmaya karar veren bireyler olarak tanımlandı. İnsanlığın çoğunluğu bu dünya dışı varlıklar grubunu, George Adamski, Orfeo Angelucci, George Van Tassell, Howard Menger, Paul Villa, Billy Meier ve Alex Collier gibi “dünya dışı varlıklar ile temas kuranlar” tarafından tanımlandığı gibi ‘yardımsever’ olarak düşünüyor. Bu temascılar çoğu zaman dünya dışı ırklarla temaslarını fotoğraf, film ve/veya tanıklarla fiziksel kanıtlar sunuyor. En kapsamlı dökümante edilen ve araştırılan temascı, araştırmacıları için çok fazla fiziksel kanıtlar sunan Eduard ‘Billy’ Meier’dir.

‘Kadim astronotlar’ ile ilgili tasvirler
Gerçeği söylemek gerekirse, ‘kadim astronot’ yazarları uzak geçmişte zeki dünya dışı varlıklar ırkının Dünyayı ziyaret ettiğine ve/veya kolonileştirdiğine inanıyor, burada Homo sapienler olarak bildiğimiz insan ırkını yaratmak için genetik mühendislik vasıtası ile ilkel hominid Homo erectusu geliştirdiler.
Bu fikrin kanıtı; (a) Ortodoks Darwinizm’in prensiplerine göre Homo sapienlerin bu kadar ani ortaya çıkmasının ihtimal dışı olmasında; ve (b) cennetlerden inen ve insanı ‘kendi suretlerinde’ yaratan insana – benzer tanrıları tanımlayan kadim uygarlıkların mitlerinde, bulundu. Homo sapienlere, Homo erectusun dünyasal genlerinin ve “tanrılar ırkı”ndan dünya dışı genlerin karşımından oluşan melez bir varlık olarak bakılır.

Uzay yolculuğu ve genetiklerin modern çağından önce, insanlığın kaynağı için bu teori hayal edilemezdi. Ve şimdi 21 nci yüzyılda bile, buna bilim kurgu olarak bakan bir çok insan var. Ancak, insan tekamülünün Ortodoks teorisindeki problemlerin ışığında, (kendileri daha inanılır bir zaman çerçevesinde başka bir gezegende tekamül etmiş olan) zeki insana – benzer bir türün genetik müdahalesi fikri, gizemin potansiyel çözümü olarak ciddiye almayı gerektirir.
Kadim astronot müdahalesinin en ünlü savunucuları İsviçreli yazar Erich von Daniken ve Amerikalı yazar Zecharia Sitchin’dir.

Özellikle, Sitchin durumu büyük ayrıntılar ile tartıştı.
“Exopolitik” gruplardan akademisyenlerin açıklaması

Dr. Micheal E. Salla, Evrende sosyal olarak sorumlu varlıklar olarak insanlığın yaşam kalitesi ve “küresel demokrasi”nin onaylanması için Dünya dışı varlıklar üzerine ve onlarla açık ve bilgili diyalog isteyen Exopolitik hareketin kurucularından biridir. Dr. Salla “Şu anda Dünya ve insan nüfusu ile karşılıklı temasta olduğu bilinen [çeşitli araştırma enstitüleri ve ajanslar tarafından] büyük sayıda dünya dışı ırklar var” diyor.

Dr. Salla ayrıca ‘Exopolitikler: Dünyadışı Mevcudiyetin Politik Müdahaleleri’ kitabının yazarıdır. Avustralya Ulusal Üniversitesinde ve Washington DC, Amerikan Üniversitesinde ful zamanlı akademik görevlerde/makamlarda bulundu. Avustralya Queensland Üniversitesinden Ph.D si vardır. Profesyonel akademik kariyeri sırasında, ABD Barış Enstitüsü ve Ford Vakfı tarafından fon sağlanan Doğu Timor çatışması için bir seri vatandaş diplomasisi girişimleri ile tanındı. Ayrıca Exopolitikler Enstitüsü’nün kurucusudur; ve ‘Exopolitics Dergisi’nin Baş editörüdür ve ‘Dünya dışı varlıklar ve Dünya Barışı Konferansının’ katılımcısıdır.

1998 deki bir görüşmede, ABD ordusuna 22 yıl hizmet etmiş olan ve yere düşen dünya dışı gemilerini ve dünya dışı biyolojik varlıkları ele geçirme operasyonlarına katılan emekli ABD ordusu çavuşu Clifford Stone [çeşitli enstitüler ve ajanslar] tarafından bilinen çeşitli türde dünya dışı ırklar olduğunu ortay serdi. Dr. Salla “farklı dünya dışı ırklar üzerinde en zorlayıcı tanıklıklar Sergeant Stone gibi insanlardan ve ayrıca dünya dışı varlıklarla direkt fiziksel teması olan ve onlarla iletişim kuranlardan geliyor” diyerek ayrıntılara giriyor.

Dr. Salla, Başçavuş Bob Dean’in askeriyenin en kıdemli alanlarında yirmi yedi yıllık seçkin bir kariyere sahip olduğunu not ediyor; bilinen dünya dışı varlıklarından bir grup için “bize o kadar çok benziyorlar ki, uçakta veya restoranda yanınıza oturduklarında asla farkı anlayamazsınız” diyor.
Aşikar olarak “Dean ve diğerlerinin tanımladığı şekilde insansı dünya dışı ırklar kolayca insan toplumuna entegre olabilir ve diğer insanlardan ayırt edilemez.” diye ekliyor Dr. Salla.
“Bir temascı” olduğunu iddia eden Alex Collier’e göre, çeşitli türdek-i dünya dışı ırklar ‘insan deneyi’ için genetik malzeme sağladılar. Alex Collier “Dünya insanlarının dünya dışı genetik manipülasyon ürünü olduğunu ve bu dünya dışı varlıklar bir çok farklı ırka – en az 22 farklı ırktan oluşan- ait hafıza bankasından oluşan büyük bir gen havuzunun sahibidirler.
İnsan ETlerin dinsel ruhsallık vasıtası ile insanlığın birliğini geliştirme çabaları
Alex Collier “İnsan ETlerin küresel insanlığın hem kendisini hem de bir parçası olduğu daha büyük galaktik topluluğu tehlikeye atmadan sorumlu bir şekilde tekamül etmesini sağlamaya çabaladığı” iddia ediyor. Exopolitik grup ve bağımsız temascılar ayrıca “İnsan ETlerin insan bilinçliliğini yükseltmeyi ve dinlerin birliğini teşvik etmeyi istediklerini” belirtiyorlar.

ETler ile temas kurduğunu iddia eden Alex Collier Hristiyanlık, Judaizm, İslam ve diğer kurumsallaşmış dinler ve ayrıca ‘kült’ gruplardan gelen köktendinci mesajların insanlığı manipüle ve kontrol etmek için “düşman unsurlar” tarafından özel olarak yerleştirildiğini ileri sürüyor.
Bir çok grubun “İnsan ET” olduğunu iddia ettiği İsa, insanlığın sosyal bilinçliliğini birliğe doğru esinlemeye, uyandırmaya çalıştı, amacı “Hristiyan dinini” yaratmak değildi.

Alex Collier ile temas kuran ETler ayrıca İsa’nın gerçekte yaşadığını ve yaşamının kalanını Massada’da geçirdiğini belirtiyorlar; ve İsa sadece dini doktrin tarafından çarmıha gerildi.
Örneğin “kurtarıcı senaryosu” ile ilgili olarak, Alex Collier’e ETler tarafından bunun “bizi güçsüzleştirmek” için inanç sistemlerimize konulduğunu anlattılar. Kurumsallaştırılmış dinlerin dogmasındaki kurtarıcı senaryoları, kendilerini “ahlaklılığın yargılayıcıları” olarak tayin eden elit- güdülü ezici güç yapısının yaratılmasını yasallaştırır. Bu dini elitler hükümetten iş girişimlerine dek diğer elitlerle açgözlülük – yönelimli kendini – büyütme ortak işlerini tamamlayan kapsamlı bir sosyal kontrol sistemi uygulamak için kendi tayin ettikleri rolleri tarihsel olarak kullandılar.
“Kapitalistlerin” çabaları, sosyal olarak ilerici İnsansı ETlerin spiritüel ve diğer “temsilciler” vasıtası ile ‘Dünya İnsanlarının’ yaşam kalitesinin kabulünü ilham etme çabalarına zarar verdi.
İnsansı ETler, “eğitim ve bilinçliliğin yükselişi vasıtası ile insanlığı baskıcı yapılardan özgürleştirmeye yardım etmeye çabalıyor”

Dünyada “İnsansı ET” karşılaşmalarının iddiaları
Dr. Salla’nın Ekim 2006’da yayınlanan “Dünya Dışı Varlıklar Aramızda” makalesinde, “ Belli bir sayıdaki bağımsız kaynaklardan ’’insan görünüşlü’ dünya dışı ziyaretçilerin bizimle bütünleştiğinin ve son zamanlara dek büyük nüfuslu merkezlerde yaşadıklarının ve bunun bazı enstitüler tarafından bilindiğinin çok şaşırtıcı kanıtları var.

Başçavuş Robert Dean gibi tanıklıkların yanı sıra, bir sayıda özel şahsiyet, gezegende büyük şehirlerde sıradan vatandaşlar gibi yerleşen dünya dışı varlıklar ile karşılaştıklarını iddia ediyor.
İnsan nüfusu arasında gizlice yaşayan dünya dışı varlıklardan bahseden ilk kişi George Adamski idi. Dünya dışı varlıklar ile karşılaşma deneyimlerini anlattığı ikinci kitabında, “Uçan Dairelerin İçinde”, Adamski insana benzeyen dünya dışı varlıkların insan nüfusu içinde nasıl yerleştiklerini anlatıyor. “Bize çok benziyorlar”, Dr. Salla not ediyor “işe girebiliyorlar, komşuları oluyor, araba kullanıyorlar ve insan nüfusuna kolayca karışabiliyorlar.”

Dr. Salla “Adamski dünya dışı araçlarla ünlü uçuşuna götüren toplantıları düzenlemek için onunla nasıl temas kurduklarının yazdı” diyor. Dr. Salla açıklıyor “Adamski’nin temas deneyimleri ve inanırlığı üzerine tartışmalar devam ederken, etkileyici sayıda tanıklar, fotoğraflar ve filmler ile desteklenen Adamski’nin UFO karşılaşmalarının aldatmaca olmadığı sonucuna varıldı”

Dr. Salla ilave olarak, “Adamski’nin tanıklığı, dünya dışı varlıklarının nasıl kılık değiştirerek insan nüfusu arasında yaşayabileceğinin önemli anlayışlarını sunuyor” diyor. Adamski vakasını ve onu destekleyen en güçlü kanıtı tartıştıktan sonra, Dr. Salla makalesinde, sıradan vatandaşlar gibi davranana dünya dışı varlıklar ile karşılaştıklarını iddia eden diğer temasçıları tartışıyor. Son olarak, Dr. Salla sıradan Dünyaya – bağlı bireyler arasında yaşayan dünya dışı varlıkları ile ilgili resmi tanıklıkları inceliyor.

Kaynak : Belirtilmeli
Devamını Oku »

5 Mart 2016 Cumartesi

RUSYA'DAKİ DAĞLARDA BULUNAN GARİP ESRARENGİZ KAFATASLARININ GİZEMİ




Rusya dağlarında bulunan garip gizemli evrak çantası ve iki adet kafatası. “Komsomolskaya Pravda”  ( 13 Mart 1925 tarihinde kurulan günlük Sovyet ve Rus gazetesi.) ve  “Rossiyskaya Gazeta” gazetelerinin gazetecilerine göre üzerinde “Ahnenerbe” logosu olan bu evrak çantası  çok yakın bir zamanda  Adıge dağlarında bulunmuştur.
Ahnenerbe Logosu


Adıge Kafkasya bölgesinin dağlarında yer alır. Keşifi yapanlar bilim için  SS içindeki en gizli topluluk olan Ahnenerbe amblemli çanta ile bilinmeyen yaratıklara ait iki adet kafa tasını bularak gizli ve doğa üstü  güçler üzerinde çalışmaya karar vermişlerdir.

    Araştırmacılara göre, SS üyeleri antik dolmenlerin gizemi ve  Kishinski Kanyon bölgesinde yüksek doğal radyoaktivilerin sebepleri ile ilgilenmiş oldukları görülmektedir. Ayrıca onların Rusya İç Savaşı(1917-1923) sırasında kaybolan bir yer olan Altın Kuban Rada’yı araştırmış oldukları da muhtemeldir.                                    
                                                                    
     Ayrıca araştırmacılar 1941’de  Adıge topraklarında,  Almanlar tarafından  doğruluğuna, eksiksizliğine hayran oldukları  bir harita bulmuşlardır. Bu buluş uzmanlar arasında geniş bir ilgi uyandırmıştır.  

       Tarihçiler  Kafkasya'daki Kabardey-Balkar Cumhuriyeti ’nde bulunan Avrupa'nın en yüksek dağı olan Elbrus zirvesine Nazi pankartlarının dikildiği Wehrmacht Edelweiss operasyonu ile ilgili birçok ayrıntıları bilmektedirler. Ancak, Adıge dağlarında bu gizli örgütün amacı neydi?                                                                        

                                                                      Ormandaki Bulgular                                                                                       
Kamennomostsky köyünde bulunan Belovodie etnografik kompleksi içinde, esrarengiz kafatasları ve esrarlı gizli evrak SS tarafından kaydedilmiştir.

“ Yerel adam bana üstünde gizli cemiyet Ahnenerbe armasının olduğu deri saplı büyük kahverengi bir bavul getirdi  ve bu da Belovodye Vladimir Melnikov’un sahibini açıklıyor.Ormanda küçük tahta bir kulubede yaşayan gerçek bir münzevidir, ancak kimse tam olarak nerede olduğunu bilmiyor. Sonra ben onun ormanda gizli bir sığınağı bulup bulmadığını merak ettim.  İlaveten, tüm malzemeleri iyi durumda idi.Örneğin,orada bulunan kibritler bugün hala kullanılabilir durumda. Burayı çok istisnai bir yer buldum.”
Biz açıkça Ahnenerbe resmi amblemini gösteren çantanın kapağının rünik yazılardan oluştuğunu  not ettik.
                                                                                                             
 Ancak onlar bu yerlerde ne aradılar?

 Ahnenerbe’nin tam adı; “ ( Forschungs- und Lehrgemeinschaft das Ahnenerbe e.V.) (Anlamı:Irksal Miras Araştırma ve Eğitim Cemiyeti) ’dir.  Nazi Almanyası'nda nasyonal sosyalizm ile birlikte, spiritüel, eski Nordik Germen inanışlarını araştıran, Parapsikoloji ile ilgilenen ve Nazi Partisini oldukça etkileyen medyumlardan oluşan gizli örgüt. Bu kuruluş 1939 ve 1945 yılları arasında Almanya'da  Aryan ırkının gelenekleri, tarihini ve kültürel mirasını incelemek için oluşturulmuştur.


Bir askere ait olduğu düşünülen çantanın yanında bir de yüzük bulundu.



Dünyanın gizemli ve bilinmeyen her şeyini araştırıyorlardı, Tibet, Antarktika ve Kafkasya'ya seferler yaptılar ve mutlak gücün sırrı için UFO ile temas aradılar. Hitler Almanya’sı savaşın seyrini değiştirmeye yarayacak  yeni tip silahlar geliştirmekle meşguldü.  Ahnenerbe'de 350 uzman çalışıyordu: yüksek eğitimli, bilimsel kariyerleri olan,  uzmanlardı.
Bazı iddialara göre , savaştan birkaç yıl önce,( Abhazya'da,şimdi ki Karadeniz kıyılarında ) Pitsunda ve Ritsa arasında yol inşa etmek için Almanlar tarafından  SSCB'ye yardım teklif edildi. Yapılan işi bitirdikten sonra, Alman uzmanlar arabaları ile bir boşluğa düştüğünde trajik bir ölümle karşılaştı. O gün bugündür turistler Almanlar tarafından inşa edilen bölgeye akın ediyor.

Ritsa Gölü


"Yaşayan Su" Ritsa

Daha sonra bu stratejik yolun inşasının farklı nedenleri ortaya çıktı.Bir hidrolog  Ritsa Gölü’nün  altında bir mağarada bulunan bir kaynaktan alınan suyun bileşiminin , insan kan plazması yapmak için ideal olduğunu ve bu nedenle oluşturulmuş olduğunu ortaya çıkardı.
“Yaşayan su” “ Gümüş konteynırlarda ilk olarak Abhazya’dan  sahile kadar, sonra da Constance’nin dibinden bir denizaltı ile, son olarak da  uçakla Almanya'ya taşınmıştır”, diye açıklıyor Maykop Devlet Teknoloji Üniversitesinde ekonomi ve şirket yönetimi  bölümü Profesörü olan  Bormotov. Denizden  Ritsa’ya denizaltı için tüneller inşa etmeyi planlamışlar, ancak savaş yüzünden bu planlar kesintiye uğramıştır.

Adigey ile ilgili olarak, Elbrus Dağına tırmanış yapan Wehrmacht 49.Dağ Kolordusunun  Maykop içinde kaldığı bilinir. SS Westland Alayının bulunduğu Dajóvskaya Kazak köyü yakınlarındaki Belaya Nehri vadisinde, Phish PSHE nehirleri ve  tank alayları arasına Almanya ve Nordland yerleşti.
1942 yılının sonbaharında ,çift motorlu keşif uçağı FW-189’a sahip olan Maykop 3 Squadron 14 Filosunun havalimanı , en gelişmiş aletler ile donatılmıştı ve aslında uçan laboratuvarlardan oluşuyordu.

 "Bu, Adıge dağlarında gerçekleştirilen, Ahnenerbe için yürütülen gizli soruşturmayı korumak için yeterliydi" dedi Bormotov. "Merkezi Wehrmacht olan Maykop şehriydi. Oradan Caucasus'taki Alman askeri seferi yürütüldü. 1942 sonbaharında Adıgey dağlarında savunma hatları yoktu ve  Alman askeri gruplarının dağların derinlerine nüfus ettiği durumları biliyoruz. Askerlerin neden Pshekish dağına konuşlandırıldığı belli değildi."


Tanrıların Kafatasları

  Yaklaşık iki sene önce bir grup dağcı, etnograf  Vladimir Melikov'u  Bolshoi Tjach dağındaki bir mağarada bulduklarını iddia ettikleri boynuzlu iki tuhaf kafatasına yönlendirdi. Fosilleşmiş hayvanlara benziyorlardı. Ayrıntılı bir şekilde araştırmaya başladıkça, buldukları tüylerini diken diken etti.
   Kafataslarından birini göstererek,  " Kafanın aşağısındaki parmak kalınlığındaki yuvarlak deliğe bakın,"  dedi Melikov, "Bu omurganın başlangıcı. Ve duruşu yaratığın iki ayağı üzerinde yürüdüğünü gösteriyor. Bir başka tuhaf şey ise kafa boşluğu ve çenenin olmayışıdır. Birkaç boşluğun yuvarlak bir şekilde yayıldığı bir ağız.  Göz çukurları beklenmedik bir şekilde büyük ve iki boynuz şeklinde ayrılarak büyüyorlar. Bununla birlikte yüz kemikleri düz, insansılar ki ( hominid ) gibi."
    Gerçekten alışılmışın dışında buluşlardı.  Bir sonraki kapıda bir ayı kafatası vardı ve onunla karşılaştırıldı. Uzaylıların gizemini ellerinin arasında tuttuğunu düşünmemek mümkün değildi!                                                                            
 Paleontologlar, bulduklarının fotoğraflarını kapitallerine (keşfin para kaynaklarına) yollamalarına rağmen heyecanla karşılanmadılar.  Bunun gibi bir şeyi daha önce görmediklerini kabul ediyorlardı ve dikkatli incelendiğinde  belkide deforme olmuş bir halde su ve kumun içinde ilerleyen keçi kafataslarıydı. Deformasyon olduğu kabul edildiği taktirde, kafataslarının içinde farklı elementlerin senkronize bir şekilde yer alması gerekiyordu.
 Araştırmacılar, bulgularının pek çoğunun Hitler'in "büyücüleri"nin sıradışı eserleri olduğunu kabul ettiler.

 Mitolojistler bulunanların hiçbirinin direkt olarak temiz  olmadığı görüşündeydi. Eski Sümer uygarlığı Annunaki'nin "cennetten gelen" olarak çevrilen ilahi boynuzlardı. Sümer mitolojisine göre, dünyanın oluşumunun bir parçasıydılar.


 Amerikalı yazar Zecharia Sitchin, Annunaki tanımlarına dayanan eksantrik bir yörüngede ilerleyen farazi bir gezegen olan Nibiru'nun yerlileri olduğu görüşündeydi. Astrolojik hareketlere göre, bu gezegen 3600 yılda bir bizim görüş alanımıza giriyordu. Stichin'e göre Nibiru yerlileri, dünyamıza iniyor ve Aborjinlerle bizim için kontak kuruyordu.
 Ivan Bormotov,  "Her türlü versiyonu ve konjonktürü inşa ettik / hayata geçirdik, ancak Adıgey dağında bulunanlar düşünmeyi zorlar" dedi.

Çeviri :   Tolga Yazıcıer - Ersen Değirmenci

KAYNAKLAR :
http://ufosthetruthisoutthere.weebly.com/the-mystery-of-the-strange-briefcase-and-two-mysterious-skulls-discovered-in-the-mountains-in-russia.html

http://www.ancient-code.com/two-alien-skulls-discovered-in-russia-a-secret-nazi-institution-and-the-search-for-the-origin-of-mankind/

http://beforeitsnews.com/conspiracy-theories/2016/01/the-mystery-of-the-strange-briefcase-and-two-mysterious-skulls-discovered-in-the-mountains-in-russia-2473288.html

Devamını Oku »

TANRILARIN ALTINI




BU benim için yüzyılın en inanılmaz, en akla gelmez öyküsüdür. Eğer gördüğüm şeylerin fotoğrafını çekmeseydim bir «Science Fiction Story» den söz edilebilirdi. Oysa bir düş, ya da hayal değil, somut bir gerçek var ortada. Güney Amerika'da, binlerce kilometre çapındaki bir alan içinde herhangi bir zamanda, bilinmeyen kişiler tarafından yapılmış, yeraltı tünelleri bulunuyor. Peru ve Ekvator'daki bu tünellerde yüzlerce kilometre gidildi ve gerekli ölçümler yapıldı. Her şeyden önce bu, ufak bir başlangıçtır ve dünyanın olanlardan haberi yoktur. 21 temmuz 1969'da Arjantinli Juan Morloz, Guayaquil'deki Noter Dr. Gustavo Falconi'ye birkaç tanık tarafından imzalanmış hukukî bir tapu bıraktı. Bu tapu Juan Morioz'i, Ekvator devletinde tünel kâşifi olarak gösteriyordu.

İspanyolca yazılmış olan belgeyi, bir Birleşmiş Milletler tercümanına çevirttirdim. Belgedeki en önemli kısım o inanılmaz şeyle ilgiliydi: «Juan Moricz, Macaristan doğumlu, Arjantin uyruklu, pasaport No: 4361689... Ekvator Cumhuriyeti sınırları içinde, Morona-Santiago kentinin doğu kesiminde insanlık için kültürel ve tarihsel açıdan büyük değer taşıyan yapıtlar buldum. Bu yapıtlar özellikle metal levhalardan oluşmakta, insanlığın şimdiye dek bilmediği ve delillerine rastlamadığı, kaybolan bir uygarlığın tarihsel özetini vermektedirler. Çeşitli biçimlerdeki yapıtlar, bir takım oyuklar içinde durmaktadır. Bu buluşu mutlu bir olanak sayesinde başarmış bulunuyorum. «Bir bilim adamı olarak kendime özgü yöntemlerle Ekvator kabilelerini folklorik, etnolojik ve dilbilimsel yönlerden inceledim...

«Bulduğum yapıtlar aşağıdaki özellikleri göstermektedirler: «1) Çeşitli büyüklük ve renkteki taş ya da metal cisimler. «2) Üzerlerine yazı ve şekillerin işlendiği metal levhalar. Bu levhalar yok olan bir uygarlık hakkında bilgilerle beraber, insanın kökeni ve insanlık tarihinin bir özetini veren düzenli bir metal kütüphaneyi oluşturmaktadır. «Buluşlarım, Medenî Kanunun 665. maddesine göre beni, metal levhaların ve diğer cisimlerin yasal sahibi yapmıştır. «Fakat kanımca, kendi arazim üstünde bulmadığım bu kalıntılar inanılmaz derecede büyük kültürel değer taşıdıkları için, 666. madde gereğince devlet kontrolü altında tutulacaklardır.

" «Ekvator Cumhuriyeti'nin Sayın Başkanı, sizden, bilimsel bir komisyon kurup bulduğum şeyleri denetlemenizi ve onların değerlerini korumanızı rica ediyorum... «Kuracağınız komisyona, sözünü ettiğim yerin tam coğrafî durumunu ve girişini, şimdiye dek orada bulduğum nesneleri göstereceğim...» iMoricz, kendisine uslu birer yardımcı olan ve tehlikeli kabileleriyle arabuculuk görevini başarıyla yerine getiren Peru'lu yerlilerle birlikte araştırmalar yaparken, 1965 Haziranında yeraltı tünellerine rastladı. Yaratılışı gereği kuşkucu bir insandı. Sonuca ulaşmadan herhangi bir açıklama yapmayı doğru bulmadığı için, üç yıl süreyle kimseye birşey söylemedi. Ancak bu yeraltı tünellerinde birkaç kilometre yol alıp ilginç nesneler bulduktan sonra, 1968 ilkbaharında Başkan Valasco IBARRA'nın huzuruna çıkabilmek için izin istedi. Fakat kendisinden önceki bütün başkanların ayaklanmalar sonucu devrildiği bir ülkenin başkanı, müthiş şeyler bulduğunu iddia eden biri için zaman ayıramazdı. Saray yetkileleri bu inatçı arkeologu çok kibar buluyor, ona uzun bir bekleme süresinden sonra, Sayın Başkan'ın kendisini kabul edebileceği garantisini veriyorlardı. Moricz, ancak 1969 yılı için bir randevu koparabildi.

Ve büyük bir acı içinde, yeraltı labirentlerinde sürünmeye devam etti. Juan Moricz ile 4 Mart 1972'de buluştum. Avukatı Dr. Matheus Pena onu telefon ya da telgrafla herhangi bir yerde yakalayabilmek için iki gün uğraştı. Ben, yanımda yeterli ölçüde yazılı material ile bürosunda oturuyordum. Açık söylemek gerekirse, biraz sinirliydim. Çünkü yapılan bütün tanımlamalara göre, Moricz kendisine çok zor yaklaşılabilen, yazı ile uğraşan kişilere güveni olmayan biriydi. Sonunda telgraflardan biri eline geçmişti. Telefon etti. Kitaplarımı okumuş. «Sizinle konuşurum!» dedi. 4 Mart akşamı çıkageldi. Yüzü güneşten kararmış, saçları ağarmış, 45 yaşında, sırım gibi bir adamdı. Konuşmayı pek sevmiyordu. Bunun için konuyu karşısındakinin açması gerekiyordu.

Peşpeşe sıraladığım sorular onu neşelendirmişti. Yavaş yavaş «Kendisinin mağaraları »ndan söz etmeye başladı. • Böyle birşey olamaz! diye bağırdım. • Olur, dedi avukat Pena. Herşey anlat tığı gibi. Gözlerimle gördüm. Moricz, beni oyuklarını ziyarete davet etti. Moricz, Dr. Pena, Franz Seiner (Yol arkadaşım) ve ben bir Toyota-Jeep'e bindik. Yirmi dört saatlik yol boyunca sırayla araba kullandık. Oyuklara varmadan durduk, derin bir uykuya daldık. Sabah uyandığımızda gökyüzü sıcak bir günün ilk müjdesini verirken, hayatımın en büyük serüveni başlıyordu. Morona-Santiago eyaletinin Gualaquiza -S. Antonio- Yaupi üçgeni içinde, yabancılara düşman yerlilerin oturduğu bölgedeydik. Samanlık kapısı genişliğinde bir taş oyuktan içeri girdik. Attığımız her adımla birlikte günışığı da giderek karanlığa dönüşüyordu. Tepemizde kuşlar uçuşuyor, bir esinti hissederek ürperiyorduk. Başımızdaki miğferlerin lambaları ve cep fenerleri yanıyordu. Önümüze bir iniş boğazı çıkmıştı. 80 metre derinliğe kadar inen bir ip asansörle ilk platforma kaydık.

 Bu platformdan aşağı üstüste iki kez daha seksener metre aşağıya inilebilmekteydi. Bilinmeyen, yabancı bir ırkın binlerce yıl önce yaptığı yeraltı dünyasında yürüyüş başlamıştı. Tünellerin hepsi istisnasız köşeli. Bazen dar, bazan geniş. Duvarları dümdüz. Çoğunlukla cilalanmış gibi. Tavanlarda düz. Üzerlerine cam bir örtü çekilmiş sanki. Her halde bunlar doğal tüneller olamazdı. Zamanımızın sığnakları da bunun gibi düz değil mi? Duvarları ve tavanı elimle yokladığımda gülme tuttu beni. Kahkahalarım tünellerde yankılanıyordu. Moricz lambasını yüzüme tuttu ve sordu: • Ne var? Birşey mi oldu? • Şu anda, bana bu işçiliğin baltalarla yapıldığını söyleme cesaretini gösterebilecek bir arkeologu görmek isterdim doğrusu. Artık, yeraltı tünellerinin varlığı konusunda kuşkum kalmamış, içimi büyük bir mutluluk duygusu kaplamıştı. Moricz ve Pena,şimdi içinde bulunduğumuz, yürüdüğümüz koridorlar gibi, Ekvator ve Peru'nun altında yüzlerce kilometre uzunluğunda tüneller olduğunu söylediler. «Şimdi sağa sapıyoruz!» diye seslendi Moricz. Jumbo-jet hangarı kadar büyük bir salonun girişinde durduk. Burası bir dağıtım merkezi ya da, bir malzeme ambarı olabilir, diye düşündüm. Çeşitli yönlere giden tüneller buradan başlamaktaydı.

 Elimdeki pusuladan hangi yöne gittiğimizi öğrenmek istedim, ama pusulanın ibresi hareket etmiyordu. Moricz bana baktı: - Boşuna uğraşma. Burada pusulanın çalışmasını olanaksız kılan ışınlar var. Ben ışınlardan anlamam, onları yalnızca seyrederim. Ama bu durum fizikçiler için ilginç bir araştırma konusu olabilir. Yan koridorların birinin eşiğinde, yerde bir iskelet yatıyordu. Tertemizdi. Sanki bir doktor, öğrencilerine anatomi dersi vermek için bunu dikkatle hazırlamış, ayrıca üstüne altın tozu püskürtmüştü. Kemikler, el lambalarımızın ışığında saf altın gibi parlıyordu.
Moricz, lambaların ışıklarını söndürüp yavaş yavaş kendisini izlememizi söyledi. Ortalık sessizdi, adımlarımızı, nefesimizi, oldukça çabuk alıştığımız kuş uğultularını duyuyordum. Geceden daha zifirî bir karanlık vardı. - Işıkları yakın! dedi Moricz. Dev bir salonun ortasında duruyorduk. Ağzımız açıkta, donup kalmıştık.

Buluşundan gurur duyan Moricz, oyununu öyle güzel hazırlamıştı ki, tıpkı yabancı turistlere, aynı oyunla, kuşkusuz dünyanın en güzel yapıtı olan Grand Place'i gösteren Brükselliye benziyordu. Yedinci koridorun ulaştığı bu isimsiz salon,şaşırtıcı güzellik ve büyüklükteydi. Taban alanının 110x130 metre olduğunu öğrendim. Bu boyutların, Teotihhuacan'daki güneş piramidinin boyutları ile hemen hemen aynı olduğunu düşündüm. Orada olduğu gibi burada da ustanın, o üstün teknisyenin kim olduğu bilinmiyordu. Salonun ortasında bir masa duruyordu. Gerçekten bir masa mı? Belki de; çünkü bir tarafında yedi iskemle sıralanmış. İskemle mi onlar? Öyle görünüyor. Taştan mı? Hayır, taşa benzemiyor. Tahtadan mı? Hiç değil. Tahta olsaydı, binlerce yıl dayanmazdı. Metalden mi? Sanmıyorum. Dokunulduğunda bir cins plastik hissi veriyor, fakat oldukça ağır ve çelik gibi sert bunlar.İskemlelerin arkasında hayvanlar duruyordu. Dev kertenkeleler, filler, arslanlar, timsahlar, panterler, develer, ayılar, maymunlar, bizonlar, kurtlar ve aralarında sürünür gibi görünen salyangozlar, yengeçler. Sanki kalıp halinde dökülmüşler, güzelce ve zorlamasız yan-yana dizilmişlerdi. Tufan resimlerindeki Nuh'un gemisine aldığı hayvanlar gibi çift çift değillerdi. Bir zoologun istediği gibi cins cins, ya da, biyologun istediği gibi doğal evalüsyon sırasına göre de dizilmemişlerdi. Orada, sanki doğa kanunları geçersizmiş gibi, barış içinde duruyorlardı. Burası çılgınlıkların hayvanat bahçesiydi ve tüm hayvanlar saf altındandı. Noterlik belgesinde sözü edilen en değerli hazine, yani metal kütüphane de bu salondaydı.

 Hayvanat bahçesinin karşısında, konferans masasının sol arkasında, yer alan kütüphanede, boyutları 96x48 cm. olan milimetrik incelikte metal plakalar vardı. Uzun ve dikkatli bir kontrola rağmen bu denli ince ve büyük metal kâğıtların nasıl bir maddeden yapıldığını anlayamadım. Yaprakların o inceliğe rağmen nasıl kıvrılmadığı da ayrı bir soruydu. Kitap sayfaları gibi yan yana yerleştirilmişlerdi.Üzerinde yazılar olan her yaprak, sanki düzgün bir makinede basılmıştı. Moricz, şimdiye dek metal kütüphanenin yapraklarını saymayı başaramamış. Ama bunların iki-üç bin kadar olabileceği şeklindeki tahminine ben de katılıyorum. Metal sayfalardaki yazıların ne olduğu bilinmiyor. Fakat ilgili bilim adamları bu eşi olmayan hazineden haberdar edilirse, karşılartırmalı çalışmalar yoluyla oldukça çabuk çözüme gidileceğinden eminim. Kütüphanenin yaratıcısı kimdir, ne zaman yaşadı? Önemli değil. Ancak yardımcıları ile birlikte, böyle çok sayılı, ölçülü metalfolieni yapabildiğine göre yalnızca bir tekniğe sahip değildi; aynı zamanda uzak geleceğe önemlişeyler duyurmak için gerekli yazı sanatını da biliyordu...

Yapıt yerinde duruyor! Metalden yapılması, çağlar boyu, sonsuzda bile okunabilecek durumda kalabilmesi düşüncesine dayanmaktadır... Bakalım yaşadığımız şu zaman, bu denli büyük bir yapıtın sırlarını öğrenmek için, işi ciddîye alacak mı? Bunu yine zaman gösterecektir. Gerçekleri ortaya çıkartabilecek bir eski yapıtın okunması, güzelim, fakat sorularla dolu dünya düzenini tamamen altüst edemez mi? Bütün dinlerin yürütücüleri, yaratıcıya inanmanın yerini, belki de yaratıcıyı öğrenmeye dönüştürebilecek tarihöncesi sırların ortaya çıkmasından korkmuyorlar mı? İnsanoğlu, yaradılış tarihinin, kendisine bir dinsel masal gibi empoze edildiğinden, tümüyle farklı şekilde oluştuğunu öğrenmek istiyor mu acaba? Tarihöncesi uzmanları gerçekten kuşkusuzca ve ciddî olarak asıl gerçeği arama yolundalar mı?Hiç kimse kendi yaptığı gökdelenden kendisini isteyerek yere atmaz. Tünel sisteminin koridorları ve duvarları çıplaktı.

 Luxor civarındaki «Krallar Vadisi»nin derin mezar odalarındaki gibi resimler, dünyanın her yerindeki tarihöncesi oyuklarda rastlanılan süsler (Relyefler) burada yoktu. Onların yerini, adım başında göze çarpan taş figürler almıştı. Moricz'in 12 cm. yüksekliğinde, 6 cm. genişliğinde taştan bir muskası var. Bunun ön yüzüne çocuk eliyle çizilmiş hissini veren, altıgen vücutlu, yuvarlak başlı bir insan resmi kazınmış. Resmin sağ elinde ay, sol elinde güneş vardır. Haydi, bu o kadar hayret verici değil diyelim, fakat iki ayağın bastığı yuvarlak dünya çizimine ne buyrulur? Bu, ilkel resimlerin taşlara oyulduğu zamanlarda, atalarımızın hiç olmazsa seçkin bir zümresinin bir küre üstünde yaşadığımızı bildiklerine açık bir delil değil mi- dir? Muskanın arka yüzü, yarım ayı ve ışıldayan güneşi tanımlıyor. Her türlü kuşkuyu bir yana bıraktım; bu taş muska, tünellerin orta taş devrinde (M.Ö. 9000-4000) mevcut olduğunu kanıtlıyor gibime geliyor. 29 cm. yükseklik, 53 cm. genişlikteki bir başka taş levhada bir hayvan oyması var. Bunun dev bir dinozor olduğunu sanıyorum:: Resme bakılırsa, soyları tükenen bu eski hayvanlar karada, ön bacaklarından daha uzun olan arka bacaklarıyla hareket ediyorlar. Hayvanın kocaman gövdesi (Dinozorlar 20 m. uzunluğundaydılar) bu küçültülmüş resimde bile fark edilebilmektedir.

Ayrıca üç parmaklı oluşları da sanımı kuvvetlendirmektedir. Eğer benzetmem «Doğru» ise, çok garip bir şey olacak. Çünkü bu yaratıklar arz orta çağının ileri tebeşir döneminde yaşamışlardı. Yani bugünkü kıtalar şekillenmeye başladıklarında; bundan 135 milyon yıl önce. Uzun boylu teorilere gitmeden yalnızca şu soruyu sormak isterim: O zamanlar hangi düşünen yaratık böyle dev bir sürüngen görmüştü? Önümüzde taştan oyulmuş bir insan iskeleti duruyordu. On çift kaburga saydım, kusursuz bir anatomiydi bu. Yoksa o çağda insan vücudunu bir heykeltraşa model olsun diye açan anatomistler mi vardı? Wilhelm Conrad RÖNTGEN, X-ışınları adını verdiği «yeni bir ışın türü» bulmuştu.

Bilindiği gibi ancak 1895 yılının olayıdır bu! Bir büroda, pardon, bir kare taş odada Moricz, bir kubbe gösterdi. Kubbenin çevresinde karanlık yüzlü, başlarında sivri şapkalar, ellerinde savurmaya hazır mızraklar tutan, dizi dizi bekçiler var. Sanki kendilerini savunmaya hazırlanmışlar. Kubbenin üstünde uçan, süzülen yaratıklar görünüyor. Cep fenerimin ışığında «romanesk» kubbe girişinin arkasında iki büklüm öne eğilmiş bir iskelet gördüm, İskelet pek şaşırtmadı beni. Asıl şaşırtıcı olan kubbenin modeliydi! İlk kubbeyi Heinrich Schliemann, 1874-1876 yıllarında kuzeydoğu Pelepones'de yaptığı kazılarla «Myken» kalesini ve kentini ortaya çıkardığında bulmuştur. Ve bu kubbe 14. yüzyılın sonunda Achaer'ler tarafından yapılmıştı. Okulda öğrendiğime göre, Roma'daki Pantheon, zaman sonrası dönemin 120-125. yılları arasında, Harian tarafından yapılan ilk kubbedir. İşte şimdi bu kubbeyi en eski kubbe modeli diye tanımlıyorum... Bir taş kaidenin üstünde top burunlu bir palyaço oturmaktadır. Bu küçük adam kulaklarını örten miğferini başında gururla taşımakta. Kulak memelerinde bizim telefonlara benzeyen kulaklıklar var. Miğferin alın kısmında çapı 5 cm., kalınlığı 1 cm. ve üzerinde 15 delik bulunan bir kapsül göze çarpıyor. Boyundaki kolyenin üstünde ise telefon numaratörüne benzeyen delikler bulunuyor. Aynı zamanda cücenin giysisi de çok ilginç. Uzay pilotlarının giysilerin; andırıyor.

İçindeki parmakları tehlikeli kontaktlardan en iyi biçimde koruyan eldivenleri var. Eğer, Madrit'teki Amerikan Müzesi'ni ziyaretim sırasında, kilden yapılmış aynı modelini görmeseydim, kolları arasında motosiklet miğferli, çekik gözlü, çömelmiş bir çocuk tutan kanatlı bir annenin, burada rastladığım figürü üzerinde hiç durmayacaktım. Adı geçen oyuklar ve hazineleri üzerine kitaplar yazılabilir ve yazılacaktır da! Bu kitaplarda pek çokşeyin yanında, üç-beş başlı bir yaratığı tanımlayan, iki metre yükseklikteki taş oyma işlerinden; üzerinde sanki ilkokul öğrencilerinin ilk yazı denemelerini belirten karalamaların bulunduğu üç köşeli levhalardan, altı yüzünde geometrik şekillerin yer aldığı küplerden; bumerang gibi eğik, üzerinde yıldızların kaynaştığı 114 cm. uzunlukta 24 cm. genişlikteki düz sabun taşından da söz edilecektir... Tünelleri kim yaptı; o garip, fakat anlamlı yapıları hangi heykeltraş yonttu, bilen yok. Yalnız bana göre bir nokta açık-seçik ortada: Tünel yapımcıları ile taş işleyicileri aynı adamlar değillerdi. Çünkü bu işlemeler dekoratif amaçtan uzak görünmektedir. Gördükleri ve duyduklarışeyleri taşlara kazıyan adamların, bunları önceden yapılmış yeraltı tünellerinde depo ettikleri olasılığı akla yakındır.

 Bu tarih hazinelerine açılan kapı, hâlâ yalnız birkaç güvenilir kişi tarafından bilinmekte ve vahşî bir kızılderili kabilesi tarafından korunmaktadır. Kızılderililer çalılıklarda saklanmakta, kamışlarından fırtlattıkları zehirli oklarla yabancıların hayatlarını kelimenin tam anlamıyla söndürmektedirler. Moricz, yerlilerin reisi ve uygarlıkla ilişki kuran üç kabile mensubu tarafından dost olarak kabul edilmiştir. Her yıl ilkbahar başlangıcında (21 Martta) kabile reisi tapınmak için, tek başına, birinci platforma kadar inmektedir. Reisin yüzü, tünel girişindeki kaya üstünde bulunan şekillerin kopyalarıyla süslüdür. Tünel muhafızlarının kabilesi bugün bile maske ve oyma işleri yapmaktadır: «uzun burunlu insan yüzleri» (Bunlar gaz maskeleri mi acaba?). Moricz'in dediğine göre, bu yörede bir zamanlar gökyüzünden inen, uçan bir yaratığın kahramanlıkları anlatılır. Fakat kızılderilileri ne konuşmayla, ne de hediyelerle bu oyuklara indirebilmek mümkün değildir. - Hayır! diyorlardı Moricz'e. Orada, aşağıda ruhlar yaşıyor..! Erich Von Daniken...

Erich Von Daniken "The Gold of the Gods" ("Tanrılar' ın Altını") adlı harikulâde kitabında, Ekvator ve Peru' nun altında uzanan "binlerce mil uzunluğunda devasa bir tüneller sistemi" nden sözeder. Birbirleriyle irtibatlı mağaralar ile tünellerin oluşturduğu bu sistem, 1965' de Juan Moricz tarafından keşfedilmişti. Von Daniken' nin anlattığına göre tünellerden biri, içinde som altından yapılma çeşitli türden hayvan heykellerinin yanısıra taş ve metal nesnelerin de bulunduğu muazzam bir hole uzanıyordu.Dahası, üzerinden bilinmeyen bir lisanda yazılımış yazılar bulunan metal plakalar (yapraklar) dan teşekkül etmiş, metal bir kütüphane de mevcuttu. Moricz' e göre bu yazılar, insanlığn tarihi ile kaybolmuş bir medeniyet hakkındaki ayrıntıları içeriyor olabilir. Von Daniken, Ekvator ve Peru altındaki tünellerin "çoğunlukla cilâlanmış gibi görünen" ve pürüzsüz duvarları olduğunu belirtmektedir. Bu tünellerin baltalarla çentilerek değil de çok daha gelişmiş yöntemlerle insa edildiklerini farkına varılmıştı.

Kitabında, tünelleri yapanların ısı (thermal) matkapları ile birlikte elektron ışın tabancaları da kullandıklarını ileri süren Daniken şöyle diyor :

"... Matkap olağanüstü sertlikteki bazı jeolojik katmanlara gelip dayandığında bunlar, iyice nişan alınarak birkaç kez ateşlenen tabancayla parçalanabiliyorlardı. Sonra, zırhlı ısı matkabı, ortaya çıkan blokların üzerine yöneltiliyor ve yıkıntı yığını ısıtılarak sıvı hale dönüştürülüyordu. Sıvı halindeki hava soğur soğumaz elmas sertliğinde bir sır tabakası oluşturuyordu. Bu tünel sistemi su sızmasına karşı emniyetli olacak ve bölmeleri desteklemeye gerek kalmayacaktı." Von Daniken kitabın sonuna doğru, tünellerinn inşa edilmelerinin özel nedeni ile ilgili olarak, çok ilginç bir kuram ileri sürmektedir. Bu, Brinsley Le Poer Trench' in sözünü ettiği ve gerçek bir tehdit teşkil etmiş olan, sismik faaliyetlerin tehlikelerinden çok daha farklı bir nedendir.

Daniken, çok eski zamanlarda bizlere çok benzeyen insanlar arasında bir kozmik savaş olduğunu iddia etmektedir. Görünüşe göre, kaybedenler bir uzay gemisi ile kaçmışlardır. Brinsley Le Poer Trench ise, gemi adedinin birden fazla olması gerektiğini söylüyor.

Sonra, kaybedenlerin, onlara değişik gelen atmosferimiz içinde taktıkları "gaz maskeleri" nden bahsederek dikkatimizi mağaralarda görülen çeşitli miğferler ile solunnun aygıtlarına çekmekedir, Daniken. Von Daniken iddiasını sürdürerek, zafer kazananlar - bunlar bu gezegende kalanlardır - "oyarak yerin derinliklerine doğru uzandılar ve her çeşit teknik gereçle donatılmış bulunan takipçilerinin korkusundan tünel sistemlerini geliştirdiler.", demektedir.

Sonra, düşmanlarının iyice şaşırtmak için, o zamanlar Mars ile Jüpiter arasında yer alan Güneş sistemimizin beşinci gezegeni üzerinde yayın istasyonları kurtular. Bu istasyonlar sürekli olarak şifreli mesajlar yayınlıyorlardı. Von Daniken' in dediğine göre, bu aldatmacaya kanan düşman, beşinci gezegeni dehşetli bir infilâk ile imha etti. İnfilâk eden gezegenin döküntüsü şimdi "Asteroid Kuşağı" dediğimiz alana yayıldı. Bu alan binlerce asteroidden ve ufak taş parçalarıdan oluşmaktadır. Von Daniken' in belirttiği gibi, "...Gezegenler kendilerince infilâk etmezler. Onları biri infilâk ettirir." Bu, çok çekici ve geçerli olabilecek bir fikirdir. Ayrıca, görülüyor ki çok eski zamanlarda kullanılan silahlar günümüzde ve bu çağda kullanılandan daha da öldürücüydüler. Bu açıdan bakılırsa, Zeus ve diğer tanrıların atıp durdukları "yıldırımlar" ın gerçekte ne oldukları konusu da önem kazanır.

"Timeles Earth" ("Zamansız Dünya") adlı kitabında, Lima'yı Cuzco'ya bağlayan ve oradan da Bolivya sınırına kadar uzanan bir tünel sisteminden söz eden Peter Kolosimo şöyle yazıyor :
"Kazanç peşinde koşanlara çekici gelebilecek tüneller, büyüleyici bir arkeoloji sorunu olarak da gözükürler. Araştırmacılar, tünellerin, bunları kullanan fakat kökeni hakkında bilgileri olmayan İnkalar tarafından yapılmadığı üzerinde hemfikirdirler. Aslında, bu tüneller insanı öylesine etki altında bırakırlar ki, bazı bilim adamlarının yaptığı gibi, bunların bilinmeyen bir devler ırkının elinden çıkmış olduklarını düşünmek pek de tuhaf kaçmaz."

Eski Güney Amerika' nın Esrarı :

Harold T. Wilkins de "Mysteries of Ancient South America" ("Kadim Güney Amerika' nın Gizmeleri" adlı kitabında, muhtemelen aynı tünel sistemini anlatırken şunları yazıyordu :
"Büyük tünellere yaklaşım yollarından biri de eski Cuzco' nun yakınlarında bulunuyordu ve halâ daha bulunmaktadır. Ancak, keşfedilmeyecek bir şekilde kamufle edilmiştir. Bu saklı yaklaşım yolu, doğudan, 380 millik bir mesafe boyunca Cuzco' dan Lima' ya uzanan muazzam bir ' yeraltı dünyası' na ulaşır! Bu büyük tünel sonra güneye döner ve 9000 millik bir mesafeyi aşarak 1868 yılına kadar Bolivya olagelen toprakların içlerine doğru uzanır! ..."
Wilkins, ayrıca, Batı Hind Adaları' ndaki bazı tünellerden de söz eder :

"Martinik'i ziyaret ettiği zaman Kristof Kolomb'un dikkatini, inanılmayacak kadar eski bir tarihten kalmış olan ve kökeni bilinmeyen, Batı Hind Adaları' ndaki garip tünellere çekilmişlerdi. Şüphesiz, Atlantis' li beyaz ırk, şimdi Batı Hind Adaları olan, fakat çok eski tarihlerde, adının 'Antiller' kelimesiyle hatırlantığı batık bir orta Amerika kıtasının bir parçasını teşkil etmiş olabilecek yerde, muhteşem şehirler inşa etmişti. Asya' nın kadim dünyasının ilginç bir geleneği de, batık ülke ile bir yandan Afrika, diğer yandan da kadim Brezilya arasındn geçişin mevcut olduğu günlerde eski Atlantis' in her yönde uzanan bir tüneller, ve geçitler labirenti şebekesine sahip olmasıydı. Atlantis' te tüneller, ölülerle ilgili kültler ve kara maji klütleri için kullanılırlardı..."

Kolosimo, tünel sistemlerinin dünyanın her yerinde bulunduklarını ileri sürüyordu. Listesine, Güney Amerika' nın ışında Kaliforniya, Virginia, Hawai, Okyanusya ve Asya' yı da katmışştır. Avrupa' da, isveç ile Çekoslavakya' da ve Akdeniz bölgesinde ise Balear Adaları ile Malta' da tüneller mevcuttur .

"İspanya ile Fas arasında, otuz millik bir bölümü incelenmiş olan, muazzam bir tünel uzanmaktadır. Birçok kişi, Avrupa' da bu bölge dışında bulunmayan 'Berberistan Maymunları' nın, Cebelitarık' a bu yoldan geçmiş olabileceklerine inanmaktadır." Kolosimo şöyle devam ediyor:

"Bu devasa (Cyclopean) galerilerin, gezegenimizin en uzak bölgelerrini birbirine bağlayan bir şebeke oluşturduğu düşüncesi bile ileri sürülmüştür."

Denizin altında uzanan bu tünelleri kimler ve hangi nedenden dolayı inşa etmişlerdir? Kadim tünel sistemleri üzerinde Wilkins' in, bize söyleyeceği bazı şeyler daha var : "İç Moğolistan' ın Moğol kabileleri arasında, bugün dahi, tüneller ve yeraltı dünyaları hakkında, kulağa modern romanlardaki kadar fantastik gelen gelenekler mevcuttur. Efsanelerden - eğer böyle denebilirse! - birinin dediğine göre bu tüneller, Afganistan içlerinde bir yerde, ya da Hindu Kuş bölgesinde bulunan ve tufan öncesi nesilden gelen bir yeraltı dünyasına uzanırlar...

Burasının bir ismi de vardır - Agharti. Efsanenin devamı, Agharti' yi benzeri diğer bütün yeraltı dünyaları ile bağlayan bir bağlantılar silsilesi içinde bir tüneller ve yeraltı geçitleri labirentinin uzandığını anlatır - ... Söylendiğine göre yeraltı dünyası, tahıların büyümesini sağlayan ve hayatın uzunluğu ile sağlığa yararlı olan acayip bir yeşil parlaklıkta aydınlatılmaktadır."

Kolosimo, dünyanın bir diğer yerinde de bu yeşil floresanın görüldüğüne dikkati çektiğinden dolayı bu son konu özel bir anlam taşımaktadır. Kolosimo "Timeless Earth" de, Azerbaycan' daki acayip bir " dipsiz kuyu" dan bahseder. Görünüşe göre, kuyunun duvarlarından mavimsi bir ışık çıkmakta ve tuhaf sesler işitilmektedir. Yapılan incelemeler ve keşiflerden sonra bilim adamları en nihayet, tüm Kafkasya ve gürcistan' daki diğer tünellerle birleşen tam bir tüneller sistemi buldular. Belirli bir düzene göre biçimlenmiş olan bu tünelleri tanımladıktan sonra ve bunların Orta Amerika' daki benzerleri ile hemen hemen aynı olduklarını belirledikten sonra Kolosimo, bu tünellerin İran' la ve dahası Çin, Tibet ve Moğolistan tünelleriyle bile birleşen devasa bir sistemin bölümü olduklarından söz eder.

Esrarengiz Yeşil Işıkla Aydınlatılmış Mağara Sistemleri

Şimdi, acaip bir yeşil parlaklıkla aydınlatıldığı söylenen Agharti adındaki bir yeraltı dünyası üzerine Walkins' in anlattıklarına dönersek, bu konuda Kolosimo' nun da söyecekleri vardır :

"Tibetliler, tünellerin kentler olduğuna inanırlar. Bunların sonuncusu, muazzam bir afetten sağ kalanlara halâ daha sığınak vazifesi görmektedir. Bu bilinmeyen kişilerin Güneş' in yerini alarak bitkilerin üremesi ile insan hayatının uzamasına neden olan bir yeraltı enerji kaynağını kullandıkları söylenir. Bu kaynağın yeşil bir floresans yaydığı sanılmaktadır. Bu düşünceye Amerika efsanelerinde de rastlamamız oldukça ilginçtir..."

Bu konudan olmak üzere, Wolfpittes' in Yeşil Çocukları' nın tuhaf hikâyesinin de anlatılanlarla özel bir ilişkisi olabilir.

Görülüyor ki Atlantisliler, çeşitli amaçlar için dünyanın her yanında tünel sistemleri inşa etmişlerdir. Bu amaçları, öncelikle, sismik faaliyet ile seller biçimince oluşan ve o zamanlar için çok olağan sayılan doğal afetlerden ya da uzaydan gelebilecek saldırılardan korunabilmekti.

Bu fantastik tünellerin çoğu bizim bugünkü imkânlarımızın ötesindeki yöntemlerle inşa edilmişlerdir. Senelerdir İngiltere ile Fransa, bir Manş tüneli yapma fikri üzerinde tatrışmaktadır. Ancak, galiba, atalarımızın devirlerine ait bu şaşıtrıcı tünelleri doğal bir rahatlıkla ve gerekli nedenlerden dolayı da oldukça büyük ölçüde inşa etmişlerdir.

KAYNAK VE GÖRSELLER  :
http://www.bibliotecapleyades.net/arqueologia/gold_gods/gold_gods01.htm
Devamını Oku »

İÇ DÜNYA,LEMURYALILAR,YETİ,DEVALAR,UFO'LAR



İç Dünya, Lemuryalılar, Yeti, Devalar, UFOlar

Metatron Kanalı
James Tyberonn vasıtasıyla

Gezegeninizi katı bir küre olarak düşünüyorsunuz, ama aslında gezegeninizin kutupları yassıdır ve içinde kayıp uygarlıklar dediğiniz şeyi barındıran büyük boşluklar içerir. Jeologlarınız gezegeninizin yaşını 4.5 milyar yıl olarak belirledi ve biliminizin yasaları içinde bunun doğruluğa yakın olduğunu söylüyoruz. Biliminizin anlamadığı şey boyutsallığın biliminizin yasalarını etkilediğidir. Farklı bir boyuttan, gezegeniniz paralel olasılıkların sonsuzluğu ile eşmerkezli olarak sıralanmış, birçok dünyaların bir yığını olurdu.

Soru: Yer altı uygarlıkları hakkında birçok şey söyleniyor, bunlar var mı, varsa nerede?

Metatron: Onlar var ve çok uzun zamandır varlar. Lemurya zamanından ve Atlantis’teki daha sonraki aşamadan kaynaklanan, insanımsı varlıkların ırkı vardır, onlar dünyanızın boşluklarına girmek için yöntemler buldular.

Gezegeninizin içinde bir zamanlar engin tünel şebekeleri ile birbirine bağlı olan engin boş genişlikler vardır. İlk giren o varlıklar daha hafif bir beden formunda idiler, o zamandan bu yana dünyanın yüzeyinde gelişmiş olan yüzey insanlarının sahip olduğu kadar yoğun olmayan fiziksel şekle sahiptiler. İlk önce uzun bir zaman periyodu boyunca kıtalarını istila eden dinozorların saldırılarından kaçmak için bu yarıklara Lemuryalılar girdi.

Zamanla adapte oldukça, mükemmel sükunet bölgeleri ve harika bir güzellik keşfettiler. Daha derinlere doğru gitmeye cüret ederek içsel bir güneşin olduğunu öğrendiler. İç güneş mavi ışık formunu yayar ve yarı – fiziksel eterik bedenlerdeki Lemuryalılar bu ışıkta görmek için bir araç geliştirdiler ve bu boşluklarda şaşırtıcı bir güzelliği keşfettiler. Bazılarınız Lemuryalıların yükselmiş olduğunu düşünüyorsunuz, gerçek şu ki, onlar dünyanın içine indiler, ama tamamlanmalarına veya Yükselişe çok yakınlar.

Arizona, Nevada ve Kaliforniya bölgelerinin altında iç dünya büyük mağaralarından düzinelerce vardır. Bunların çoğu son yüzyılınızda insanlar tarafından tesadüfen bulundu.

Bunlar Grand Canyon, Flagstaff, Kaliforniya’daki 51 nci Bölge ve Ölüm Vadisi dediğiniz bölgelerde mevcuttur. Hopi, Navajo ve Havasupai yerli insanları hala efsaneleri ve bu büyük mağara ve tünellerin bazı bilgilerini koruyorlar.

İç dünyanın içinde artan basınçların, yerçekimsel manyetiklerin ve tektonik kuvvetlerin, daha büyük somutluğa, boyutsal paraleller dediğiniz şeyin daha büyük demirlenmesine izin veren eşsiz ve özel bir vektör kalıbı yarattığı not edilmelidir.

Bu nedenle, içsel boyutların çoklu yer paylaşımlarını sağlayan dünyanın içinde eşmerkezlilikler vardır. Aslında, bunlar bildiğiniz şekliyle Evren’de her yerde mevcuttur ve gezegenin yüzeyinde mevcuttur, ancak elektromanyetik ve basınç yoğunlukları nedenleriyle yüzeyde oldukça az somuttur/hissedilirdir.

Dünyanın içinde enerjisel kalıp mantolarda (yerkabuğu ve yerözeği arasında kalan katman) daha odaksal olur ve birçok boyutların, yaşam gücünün daha çok görüntü öğelerinin var olmasını sağlar. Basit bir karşılaştırma ile, bir anten sinyali alan bir televizyon ile bir kablo veya uydu sinyali alan bir televizyonu karşılaştırmaya benzer; ilki gezegeninizin yüzeyinin kalıbı, ikincisi ise iç kısım. Daha fazla kanallar vardır ve daha zengin netliktedir, ancak biz kanallar terimini kullandığımızda paralel boyutlardan bahsediyoruz.

Buna göre, dünyanın içinde ayrı paraleller vardır, kısaca yan yana sıralanmışlardır ve eşmerkezli olarak yerleşiktirler; bu, farklı yaşam formlarının kendi başlarına, arayüz oluşturmadan birlikte varolmalarını sağlar. Ve aynı televizyon biriminizde birçok kanalın bulunduğu gibi, aynı dünyanın içinde var olan birçok paralel boyutun planları vardır. Aslında, dünyanın içinde üsleri olan birçok dünya dışı varlıklar, bu tür paralel frekanssal kalıpların içinde mevcutturlar, buna hologramic denilebilir. Anlıyor musunuz?

Dünya’nın eşmerkezlilikleri içinde birçok yaşam formu vardır, bunların çoğu insanlıktan çok daha uzun süredir buradadırlar, çoğu kendilerinin sizin kadar dünya üzerinde hakka sahip olduklarını düşünür. Ama aslında insanlığa en yakın hizalananlar kadim Lemurya’dan olanlardır.

Soru: Bu varlıklar nerede yaşıyorlar ve neye benziyorlar?

Metatron: Aslında, bu Lemuryalı varlıklar bu zamanda ruhsal olarak sizden çok daha fazla tekamül etmiş durumdalar. Söylediğimiz gibi, bedenleri daha az yoğun, ama yine de fizikseldir. Derileri yeşil renk tonunu aldı ve bazı durumlarda yeşil – mavidir, çünkü içtikleri suyun mineral içeriği yüksektir, yüksek konsantrasyonda oksitlenmiş bakır ve diğer metalleri içerir. Bu varlıklar barışçıldır, kaynağın sevgisinden başka din bilmezler ve büyük sükunet denilen anlayışa sahipler. Sizden oldukça haberdarlar, ama sizinle karışmayı arzu etmiyorlar. Neden diye sorabilirsiniz? Birçok nedenden dolayı, en önemlisi onlar sizin şiddet içeren doğanızın, korkunuzun ve kitlesel spiritüel gelişim eksikliğinizin farkındalar.

Fiziksel hastalıklarınızın farkındalar, bu hastalıkların bazıları potansiyel olarak onlara bulaşabilir ve onlar sizin güneş ışınlarınıza dayanamazlar. Eşsiz bir yön oluşturan ve yolculuklarını tamamlamaya yakın olan varlıklara tekamül ettiklerini söyleyelim. Onların bedenleri gezegeninizin çekirdeğinden yayılan kristal manyetik kuvvet ve ışık kaynağı ile desteklenip sürdürülür. Onların zihinsel kapasiteleri bu kuvvet alanlarından yararlanmayı ve bunları kendi fiziksel ve spiritüel devamlılıklarına adapte etmeyi sağlıyor. Fiziksel biyoloji içinde olmalarına rağmen, bu 4 ncü boyut biyolojisidir ve sizinkinden çok daha az yoğundur. Onların çoğu teleportasyon dediğiniz şeyde çok beceriklidir.

İç dünyanın sakinleri ve hükümetlerinizin arasında temaslar oldu. Yüzeydeki insan ırkının gelen değişimlerin farkında olmaları gerektiği ile ilgili mesajlar aktarıldı. Daha önce söylediğimiz gibi, iç dünyadakiler farklı bir rotadalar, farklı bir zaman döngüsündeler ve tamamlanmaya daha yakın olan bir zaman döngüsündeler.

Bu iç boşlukların nerede yerleşik olduğunu soruyorsunuz. Zihninizde boyutsal paralel veçheyi tutarak, sizin terimleriniz ile size yanıt veriyoruz, bu boşlukların daha büyük yoğunlaşmaları denizlerin altındaki topraklardadır, ancak her kara kütlesinin altında var olan cepler/çukurluklar vardır.

ABD’nin kuzeybatı bölgeleri, Arkansas Dağları, New Mexico, Arizona, Meksika, Orta Amerika, Peru, Britanya, Avrupa, Himalayalar, Şili, Arjantin, Bolivya, Brezilya, Çin, Sibirya, Grönland, İzlanda ve Sri Lanka, hepsi yer altı kolonileri içerir.

Soru: Dünya’nın içinde ne kadar derinde yaşıyorlar ve Dünya’da bu iç boşluklara erişim noktaları var mı?

Metatron: Kutuplarda giriş noktaları ve gezegen yüzeyinde birçok girişlerin olduğunu ifade ettik. Gerçekte bunlar boyutsal terimler ile paralel oldukları için ne kadar derin olduğunu belirlemek imkansızdır, fiziksel terimlerinizle ölçüm geçerli değildir. Daha küçük boşlukların ve toplulukların bazıları yüzeye oldukça yakındır, ama, sizin terimlerinizle büyük boşluklar manto yüzeyinin 20 mil altındadır ve bazıları yüzlerce mil aşağıdadır. (Jeologlarınız basınç ve sıcaklık nedeniyle bunu hayal etmenin imkansız olduğunu düşünecektir, ama bu yerlerin var olduğunu ve tasnif edilen kuvvet alanları vasıtası ile, bunlarda yaşamın var olduğunu size söylüyoruz.)

Ancak bu mesafeler paralel çokboyutluluk ile ilgilidir. Örneğin, eğer kutup boyutsal bölgelerinin birinden veya üçgen boyutsal geçişlerin birinden paralel Dünya’ya, farklı bir uzay – zaman sürekliliğine girmiş olsaydınız, gerçekte girdiğiniz noktadan ne kadar uzakta olurdunuz? Yanıt, sizin durduğunuz yerden bakışınıza bağı olarak santimlerde ve eonlardadır. Dünyaların sonsuzluğunu doğru şekilde kuşatmaya en yakın bilim kuantum fiziğidir ve bu bilim sadece dünyadaki bilimsel topluluklarda anlaşılır olmaya başlıyor. Bu bilim sizin planınızda doğru bir şekilde anlaşılabilmeden önce, geometrik ve matematiksel temel kadar paradigma da değişecektir.

Gezegenin iç boşluklarına ana girişler Kutup Bölgelerindendir. Çok boyutlu dünyanızın (dünyaların) genişlemiş boyutsal veçhesi kuantum olarak kutuplarda birbirine bağlanır. Gezegen küresinde boşluk bölgelere izin veren Kutup Bölgelerinin manyetik olarak yassılaşmış veçhesidir.

Amiral Byrd bu bölge üzerinde uçtuğunu ve akan nehirler ve tropikal topraklar gördüğünü yazdı. Onun, boş dünyanın paralel veçhesine kısa, zamansız bir periyot boyunca boyutsal olarak geçtiğini söylüyoruz ve, o ve başkaları birkaç kez bunu yaptılar. Kutup Bölgelerinde boyutsal hiper – nakil belirli koşullar aralığında gerçekleşebilir. Kutupsal açıklık boyutsal nakli dik konik eğimli bir alanı karşıdan karşıya geçmeye benzer şekilde gerçekleşir. Duyumsama aniden tekrar ‘yassı’ olma veya yüzeye paralel olmadır. Aslında, insan o zaman paralel bir boyuttadır. İç Dünyadakiler bu tür uzayda varolurlar.

‘Çok boyutlu’ dünyanızda birçok ırklar ve varlıklar mevcuttur. Aynen sizin gibi, gezegeninizin vatandaşları olduklarını iddia eden dünya dışı varlıklar dediğiniz birçok varlığı kapsar. Gerçekte, çoğu durumlarda onlar dünyada insanlıktan daha uzun süre bulunmaktalar.

Soru: Bu, Yeti ve Devalar dediğimiz varlıkları da kapsıyor mu?

Metatron: Hayır. Bu varlıklar da varlar, ama iç dünyaya giren Lemuryalılar ve Atlantisliler arasında değiller.

Soru: Bize Yeti’leri anlatabilir misin ve bunlar Koca Ayak denilen varlıklar mı?

Metatron: Yeti ve Koca Ayak dedikleriniz, Dünya’daki genetik deneyin erken versiyonlarıdır, başlıca 200,000 yıl önceki Atlantis aşamasından kaynaklanır. Bu varlıklar zekidir, ama genetik olarak noksandır, zarar görmüştür. Bu kocaman formlar işçi insansı hayvanlar yaratmak için, insan DNA’sı ile maymunun DNA’sı kullanılarak genetik olarak yaratıldı; daha büyük zekaya sahip olan, ama beynin bazı bölgelerinin ‘fişini çeken’ genetik tertibat veya aşılamaları olan bir hayvan yaratmak için. Bunlar Atlantis’in ‘diğerleri’ denilenlerin hayatta kalanlarıdır.

Bunlar madenlerde, çiftliklerde ve ormanlarda iş gücü için zalimce yaratılan varlıkların kalıntılarıdır. Duyguya ve genişleyen düşünmeye izin veren beyin bölgeleri kendi kodlarında yapay olarak noksan bırakıldı, yine de bu zayıflatılmış yaratıklarda yaşayan, yunuslarda yaşayan aynı kaynaktır; ancak kendi bedenlerinde ifade bulamıyor veya zihinsel olarak belirli sınırların ötesine tekamül edemiyor. Buna rağmen ilahi zekaya sahipler. Sadece fiziksel kuvvet ve hayatta kalma içgüdüsü mekanizmalarında yaşamlarını sürdürebiliyorlar ve büyüyebiliyorlar.

Bu varlıklar Dünya’nın iç boşluklarında yaşamıyor. Onlar mağaralarda, uzak dağlarda, ormanların derinliklerinde ve bataklık arazilerde yaşıyorlar. Onlar geceye özgü varlıklardır. Onlar küçülmekte olan bir ırktır, yani zamanla artık var olmayacaklar. Bu varlıklar insanlardan çok korkuyorlar ve kendi tekamülleri ile ilgili çok büyük üzüntü ve şaşkınlık/utanma deneyimliyorlar.

Sizi ihtiyatla izliyorlar, sizin kardeşleriniz olduklarını biliyorlar ve size daha yakın olmak istiyorlar, ama bunu yapamayacaklarını bilecek kadar zekiler. Onların bedenleri uç bölgelerde yaşamak için kalın kıllar ve kalın yağlı deriler geliştirmeye izin vermek üzere gelişti ve burada yaşamlarının son devrini yaşıyorlar. Onların ruhları artık tamamlanmayı istemiyor, çünkü genetik sınırlılıkları tekamül etmelerine izin vermiyor.

Eğer bu varlıklardan birinin gözlerine baksaydınız, büyük bir üzüntü hissederdiniz.

Soru: Yeti’nin, yunuslar gibi aynı ruhsal kaynaktan olduğunu mu söylüyorsun?

Metatron: Hakikaten. Ama açık olun, aynı kaynaktır, aynı ifade değil, aslında bundan çok uzak. Görüyorsunuz, bu yaratıklar yunuslar gibi aynı canlı duyguyu, zekayı ve neşeyi ifade etmiyorlar; çünkü tuzağa yakalandıkları bedenleri bunları yapmalarına izin vermiyor. Neden böyle ruhların bu tür sınırlı fiziksel araçlarda yaşamayı seçtiğini merak edebilirsiniz, yanıt şu; çok daha azı bunu yapmayı seçiyor ve yakında tür olarak artık var olmayacaklar.

Bu varlıklar hayatta kalmada ve birbirlerini sevmede büyük kuvvet ifade etme yeteneğine sahipler, ama bu ifadeyi terk etmeye karar verdiler. Eğer insan okyanusları kirletmeye devam ederse ve balina ve yunusların görkemli enerjilerini katlederse, bu görkemli kardeşler de bu role son verecekler. Balina ve yunusların denizlerinizde kullandığı ışık enerjisi ile ilgili fikriniz yok.

Görüyorsunuz, gezegeninizde var olan ızgara hizalanmaları, güç düğümleri ve beyaz delikler sadece kuru topraklarda mevcut değildir, bunların birçoğu suların üzerinde ve altında mevcuttur. Başlıca, yunuslar ve birkaç durumda balinalar, gezegeninizin enerjisini dengelemeye yardımcı olmak için enerjilerini bu sitelere hizalarlar.

Deva Krallığı denilen şey, kaya, toprak bitkisi ve topraklardan çok, okyanus ve göllerde daha fazla yaşam ifadelerine sahiptir.
Soru: Deva Krallığı nedir?

Metatron: Deva Krallığı esasen elektromanyetik enerji vasıtaları ile bilinçli dinamik ifade bulan elemental, mineral ve bitki krallığının parçalardan oluşmuş veçheleridir. Bazı deva formları diğerlerinden daha ileridir. Periler ilahi zekaya sahipken, diğerleri düşünce kalıpları ve grup bilinci terimlerinde daha çok hayvanlarınıza benzer. Deva formlarının hepsi, pozitif veya hayırsever doğada değildir. Bazıları elektromanyetik alanlardan kaynaklanan bilinçliliktir ve hem pozitif hem de negatifin elektriksel spektrumu dengelemesi gerekir. Bazıları insanlığı kardeşleri olarak görür, diğerleri ise görmez. Bazıları en yüksek derecede sever, diğerleri sizin perspektifinizden kötü niyetlidir. Yine de her ikisi de elektriksel yaşam formlarıdır.

Tüm yaşam formları kutsaldır ve sizler büyük gizemin enginliğini anlamaya girişmek için bilinçte büyürken, bu uygundur. Işıkta büyümenin korkuyu elimine etmeyi ve sınırlayıcı inanç sistemlerinin paradigmasını parçalamayı gerektirdiğini hatırlayın.

Soru: Daha önce dünyanın içsel boyutlarında üslere sahip olan dünya dışı varlıklardan ve bunların holografik boyutlarda gerçekleştiğinden söz ettiniz.

Birçok insan bu tür gemiler gördüğünü bildiriyor, ancak eğer onlar başka planlarda iseler, kolayca hissedilemez ve görülemezler gibi geliyor. Onların gemileri insanlığa görünebilir mi? Lütfen açıklayın.

Metatron: Bu karmaşık bir soru. Şimdi, şu tarzda açıklayalım; diğer boyutlardan, diğer planlardan, diğer zamanlardan ve diğer dünyalardan varlıklar hem geçmişte hem de şu anda insanlık arasında tezahür ettiler ve göründüler. Onların ‘görünüşü’, ‘çıplak göz’ ile algılanma yetenekleri bazen tamamen kazara ve nadir durumlarda kastendir. Kazara olan durumlarda, aynen insanların şimdiki anınızın, geçmiş ve geleceğinizin alanları arasında ardıl zaman perdesi boyunca kazara yalpalamaları gibi, ‘dünya dışı’ yaşam formları ve varlıklar da bir paralel veya boyutsal plan ile diğeri arasındaki ayırıcı frekanssal zara tesadüfen materyalize oluyorlar.

Genellikle bunu yaptıkları zaman, geçmişe veya görünüşte geçmişe düşen bir kaçınızın o zaman devrindeki insanlara görünmez olması gibi, onlar sizin planınızda görünmezdi. Bu nadir fenomen bilinçaltının bilinçli farkındalığa ani genişlemesini tetikler. Varlığın çokboyutlu özünden direkt olarak başlatılır ve onu bu zamanda deneyimleyen için oldukça rahatsız edici olmasına rağmen, tüm bu boyutsal sınırlar ve paradigmalar sadece pratik amaçlar içindir. Görüyorsunuz, aynen şu andaki realitesinde insanlık için bilimin ve fiziğin farklı yaklaşımları ve yolları olması gibi, her bir boyut için farklı bilimler, farklı fizik vardır. Çok farklı kavramlara yönlendiren bilimler büyük ölçüde görmezden gelindi. Nakil, dönüşüm ve hareket ile ilgili sizin kabul edilmiş ana görüş biliminin anladığından veya anlamayı dilediğinden çok daha fazlasını ortaya koyan fiziğin alternatif yaklaşımları vardır. İnsan türleri dışsal teknolojik ‘yasaları’ keşfettiği için, belirli zihinsel disiplinlere girdiğinden, bilginiz, araçlarınız ve sonuç olarak nakil sistemi çok farklıdır. Siz dışsal olanı kucakladınız ve bir dereceye kadar ilahi bilinçteki ‘içsel yeteneklerinizin’ kapasitesini düşünmediniz.

Şimdi, insanlık ana görüş çalışmasını nakil ve aynı anda iki yerde bulunma bilimi olarak adlandırılan şeye adamaya karar verdiği zaman (bu öğrenilebilen ve uygulanabilen ve de ince ayarlı yasaları olan bir bilimdir), zaman ve uzayın içindeki paralellere ve vektörlere ziyaretler daha az tesadüfi olacak ve tasarım, planlı olarak gerçekleşecek. İnsanlık ‘zihinsel fiziği’ öğrendiği ve bunda ustalaştığında, filtreleyici illüzyondan, fiziksel kalıbın dualite kamuflajından özgürleşecek. Aslında, kristalin alana inşa edici olarak zihinle ayarlandığınızda, Merkabah ve Merkivah’ın bu anahtarı nasıl açtığını henüz anlamaya başlıyorsunuz. Bu, 144 Izgaranız olarak bir dereceye kadar geliştirilmiş şeyin parçasıdır ve onun kristal enerji şebekesi, bu ilahi bilime odaklanmaya adanmaya istekli olanlarınıza sunacaktır. Görüyorsunuz, tüm bilim ilahi olanı içermelidir ve şu anda ana görüş akademisyenleriniz tarafından dahil edilmiyor.

Sorunuza, konuya geri dönelim, insanlığın dünya dışı gemileri veya sizin deyiminizle ‘uçan daireleri’ görme iddiaları ile ilgili ilginç olan nokta, onların orada olmaları değildir, birçok insanın bunları gerçekten gördüklerini iddia etmeleridir. Bazıları görmüştür, ama çok azı ve çok nadiren. Ve görenler, çoğunlukla onları normal göz görüşü ile değil, genişlemiş bilinç halindeyken ‘görür’. Çoğu geminin paralel boyut alanı içinde seyahat ettiği gerçeği, onun düzlemsel boyutsal ayrılmasının frekanssal kamuflajı ile görülebilirliğe kalkan olmasıdır.

Gerçek terimlerde, bu tür gemilerin büyük çoğunluğu sizin boyutunuzda fiziksel olarak tezahür etmez, edemez; bunların görüldüğü durumlarda, bir kırılmadır, dünyanın boyutsal spektrumlarına girerken, ışık hızlarının yavaşladığı anda sizin boyutunuzda bunların enerjisel bir yansımasıdır. ‘Uzay gemisini’ yapısal olarak oluşturan atomlar, plazma ve moleküllerin kendileri, kendi boyutsal çimenlerinin, kendi orijinal bölgesel realitesinin özlü doğası ve modeline göre fiziksel olarak hizalanmış ve yapısal olarak bağlanmış fiziksel modellerle oluşturulur. Bir uzay gemisi sizin planınıza girerken, keskin bir çarpılma/sapma gerçekleşir. Onun asıl yapısı, kendisini tamamen dünyanın belirli realite dokusuna dönüştürme ve kendi orijinal modelini sürdürme arasında bir şekil ikilemine yakalanır. İnsan gözlemci evrende inanılır şekilde olası olarak kabul ettiği şeyin inanç sisteminde ‘görülen’ şeyi ilişkilendirmeye girişir.

Gemi orijinal yapısını sürdürebilir ve kendi yapısını yeni boyutsal planın yasalarına dönüştürürken, değiştirmesi gerekeni değiştirebilir. Çünkü insan aynı imajı görür ve inanç sistemine ve ışık miktarına göre bunu bireysel olarak yorumlar, iddiaların ve raporların çoğunda şekil, boyut ve renk dramatik şekilde farklıdır.

Çoğu gemi bu zamanda teknolojik bilimlerde dünyadakinden çok daha ileri olan varoluşun realite ve planlarından gelir. Sizin önünüzde, çarpıtılmış formda bile ortaya çıkan saf düşünce tezahürünün yüksek planlarından veya bilinç – bilim planından kaynaklanmaz. Bundan dolayı kamuflaj donatı kırılımı bir parça daha görünür oluyor. Sizin boyutlarınıza kasten gelen o gemiler, sadece çok kısa periyotlar için geçici olarak bunu yapıyorlar, çünkü böyle içsel uzay araçları sizin planınızda uzun süreli kalamazlar.
Bunun nedeni, geminin yapısal bütünlüğüne baskı yapan muazzam strestir ve aslında bunlar buharlaştırıcı demateryalizasyon ile sonuçlanan feci basınçlar yaratabilir. Farklı bir boyutsal planın fiziksel yasaları ile yapısal uygunluğa materyal olarak dönüştürme gereksinimi, pratik bir gerekliliktir ve bu zamanda uçan daire gemisi belirsiz periyotta kalamaz. Basit bir karşılaştırma; denizaltılarınız derinlik sınırını aştığında, basınçlara yenilmeden önce sağlam kalmak için mücadele eder. Anlıyor musunuz?
Böylece görülen kısa süreli şekiller, gerçek yapının eğri izomorfik (eşbiçimli) görünümleridir. İnsanların sıkça gördüklerini bildirdikleri, uçan daire şekli veya uzunca sigara şeklidir.

Yine de yanlış anlamayın, dünya dışı yaşam Kozmos’ta bol miktarda vardır ve birçoğu dünyanızın içinde mevcuttur. Sadece çokboyutluluk içinde değil, bazıları, özellikle sizi tohumlayan atalarınız yükselişte ve dünyanın gelişiminde sizinle yakından çalışıyor. Bu yardımsever varlıkların en göze çarpanları arasında Pleiades, Sirius A ve B, Andromeda ve Arkturuslular vardır. Aslında, birçoğunuz bu varlıklar olarak Atlantis’te yaşadınız ve bu varlıklar olarak ŞİMDİDE (şu anda), paralelde aynı anda varoluyorsunuz.

Aslında, bu varlıklar dünyanızda fiziksel olarak bulunma yeteneğine sahipler ve zamanın eonları boyunca bunu yaptılar, ama bu çoğunlukla zihinsel dönüşüm, zihinsel üstatlık vasıtası ile yapılmadı. Ancak onların gemileri, birçoğunuzun hayal ettiği gibi sizin boyutunuzda ortaya çıkmadı. Gerçekte, bu varlıklar materyalize olmalarına yardımcı olan yıldız kapısı teknolojisi dediğiniz şeyi kullanıyorlar, ‘Star – Trek’te ‘ışın’la nakil sistemine benzer şekilde.

Boyutlararası planlar birçok gezegene karışabilir, sadece Dünyanızla sınırlı değildir ve onlar dahil olan özel planların sakinlerinin farkındalığı veya bilinçli bilgisi olmadan bunu sık sık yaparlar. Çok az insan şu anda onların çokboyutlu realitelerinin bilincindedir. Dünyanızın içsel uygarlıklara, üsleri olan ziyaretçilere ve dünya dışı sakinlere sahip olduğu kavramı, size oldukça yabancıdır.

Boyutsal paralel planlar çoğunlukla hologramik doğadadır. Aslında bunlar uzaydan yoksun olabilirler. Sizin mekan kavramınızdaki bir ‘yerde’ değillerdir. Paralel hologramik bir plan, zihinsel realite olarak belirli bir zamana sokulabilir. O, ayrı olarak var olma yeteneği olan tek – başına özel bir realite olabilir, ancak bu onun geçerliliğini azaltmaz. Gerçekte, Christos (İsa) dramalarınızın çoğu bu tür kasıtlı hologramik ilavelerdir (eklentilerdir). Hologramik eklentiler bir süre varolabilir ve sonra ortadan kaybolur, çünkü kendi başına gerçek bir Kozmik mekan (mevki) değildir. Hologramik bir eklenti, çeşitli seviyelerde duygusal gerçekleştirmeler ve dersler için gestalt modelleri olan varlıklar için oluşturulur.

İnsanlar çoğu zaman duygu ve imajinasyonun büyük önemini ve geçerliliğini dikkate almazlar. Her ikisi de zihinsel bilimde önemlidir. Gerçek anlamda, duygusal haller ve imajinatif hayaller dediğiniz şey boyutsal planlardır. Aslında, boyutsal bir planın duygusal bir hal ile karşılaştırmalı benzerliği, bir planla belirli bir vektör mekanı veya sizin yer dediğiniz şey arasındaki benzerlikten çok daha uygun ve geçerlidir, çünkü gerçekte ne duygusal haller ne de boyutsal planlar mekan işgal etmez.

Sizin asıl genetik kaynağınız olan Pleiades’liler ve Sirius’lular insanlık ile çok yakın çalışıyorlar. Bu hayırsever dünya dışı varlıklar insanlığın gerçek üstatlığını yeniden elde etmesine yardımcı olma çabalarıyla sizinle geçmişte, şu anda ve gelecekte çalıştılar. Bu varlıklar sizin yerçekimsel alanlarınızla, ızgaralarınız ve ley hatlarıyla, vorteks ve portal sistemleriyle çalışıyorlar, özellikle dünyanın boyutsal erişim güncellemesinin sürekli yenilenmesi ile. Bu yüzden, bir noktaya kadar sizinle bir arada varolma araçlarını geliştirdiler ve dünyanızın içinde ve üzerinde yaşamak için formlar tezahür ettirme yeteneğine sahipler. Çoğunlukla, size sayısız şekilde yardımcı olmak için bilgiyle kodlanmış biyoplazmik küreler oluşturular. Sembolik geometrik ekin çemberlerinizin bazıları bu şekillerden biridir. Bunlar başlıca, programlanmış geometrik semboller oluşturmak için dünyanın elektromanyetik alanları ile birleşik olan yoğunlaştırılmış ışık – düşünce tezahürleri vasıtası ile yayımlanır. Bunların doğası oldukça elektrikseldir, yeni oluşan bir ekin çemberinde oturan herhangi biri bunun içindeki somut enerji uğuldamasını onaylayabilir.

Kapatma

Sizlere tüm yaşamın ışıktan kaynaklandığını ve ışığın bilinçten kaynaklandığını söyleyerek bitiriyoruz. Düşünceden! Dünya’daki misyonunuz dualiteyi deneyimlemek, büyümek, öğrenmek, ışığı aramaktır. Amacınız yaşamı deneyimlemek ve anlayış aramak. Gizemi bilinir kılmak için, sevginin tüm yaratıcılığın titreşimi olduğunu göreceksiniz ve gerçek bilgi büyümenin anahtar elementidir.
Bilinçli zihninizdeki bazı filtreler hem genetik tasarımınızdan hem de uzay – zaman sürekliliğinizdeki amacınızdan gelmektedir. Eğer aynı anda başka boyutlarda olmanın, paralel ‘ŞİMDİ’ hayatları yaşamanın farkında olsaydınız, lineer dualitenin seçilmiş illüzyonundaki tek bir deneyime nasıl odaklanabilecektiniz? Görüyorsunuz, bunu yapmak ego benliğin amacı değildir.

Ancak bu filtreler arka beyine, kristal alana girerek geçilir! Siz şimdi daha büyük olma bilgisine sahipsiniz. Ancak bilin ki, daha büyük bilgi meditatif zihin, Tanrı Beyni vasıtasıyla arayarak ve bu bilgiyi bilinçli zihin dediğiniz bilgisayara beslemekle elde edilir. Her ikisinde de işlem yapmayı öğrenin!
Devamını Oku »

STEWART SWERDLOW İSTANBUL SEMİNERİNDEN NOTLAR



STEWART SWERDLOW İSTANBUL SEMİNERİNDEN NOTLAR

Stewart Swerdlow

En iyi kontrol yöntemi Gizli Totaliter Hükümet. 9/11, İşid
Her 7 yılda bir ekonomik problemler, kriz yaratıyorlar.
13-9-2015 İncilde var olan döngü başlıyor.
İŞİD; ABD zihin kontrolü yöntemi. ISIS; Kadim Mısır tanrıçası, özellikle bu ismi verdiler.
Bin Ladin Ekim 2001’de öldü, yaşıyormuş gibi gösterdiler. Sonra öldürdüklerini, denize attıklarını söylediler, cesedini göstermediler.
Yeni Haçlı savaşları yaratıyorlar. Eski dinleri yıkıp yeni dünyada dini getirmek istiyorlar. Satanist ve Reptilian kökenli din. Ritüel, büyü, astral varlıkları kullanıyorlar.
Vatikan’ın Arizona’da gözlem evi var, adı Lucifer.
Şimdiki papa son papa, yeni dünya dinini o getirecek.
Yeni bir Sovyetler Birliği geri gelecek.
Suriyeli, Iraklı mültecileri Avrupa’ya gitmeye zorladılar. Neden kimse onları durdurmuyor. Onların Avrupa’ya gitmesini istiyorlar. Bu insan grupları arasında zihin kontrolü teröristleri var. Mültecileri kabul eden ülkelerde kötü şeyler olacak. Ulusal kimliği ortadan kaldırmak istiyorlar. Çok fazla mültecinin olduğu ülkede, kendilerine ait olan özellikleri kaybetmeye başlarlar.
ABD elektromanyetik enerji ile kuzey ve güney kutuplara bombardıman yapıyor. Yanardağ patlamalarına, depremlere neden oluyor. Bunlar doğal olarak gerçekleşecekken, bu şekilde bunların daha erken gerçekleşmesini sağlıyorlar. Amaçları İncildeki Vahiyin gerçekleştiğini göstermek, senaryo bu. Neredeyse her hafta İncil ile ilgili keşif haberleri çıkıyor TV lerde.
İncilde yazılı olanların doğru olduğunu göstermek istiyorlar. Bu da Sahte Mesihin İkinci Gelişi.
Bütün bunlar olmadan önce sahte uzaylı istilası düzenleyecekler. Galaksimizde dünyaya benzeyen milyonlarca gezegen olduğunu söylediler.
Bir kaç hafta önce Ceres’te piramit olduğunu söylediler. Marsta’da aynı şeyi söylediler. Sizi uzaylıların olduğuna hazırlamaya çalışıyorlar, Blue Beam projesi holografik yansıtma.

Gökyüzünde UFO lar varmış gibi görünecek. Her şeyin başlangıcındayız.
Uzaylı saldırısı görmeyeceğiz, sadece göklerde UFO lar göreceğiz.
Bundan sonra başka bir uzaylı grubu diğer UFO ları kovup kurtarıcı ırk olacak. Bunlar reptilianlar olacak. Onların bizim atalarımız olduğunu söyleyecekler, reptilian genetiğimiz var, bunu kanıtlıyorlar. Reptilian lenfatik sistemimiz var. İlk 6 – 7 haftada cenin reptiliana benziyor ve androjen. Ondan sonra memelilere ait genetik özellikler açılıyor.
Mary Magdalene’in 2 çocuğu vardı. Güney Fransada Les Saintes Marios de La Mer’e yerleşti.

Khazar’ların sembolü Dragon. Mary Magdalene halkının sembolü Aslan.
Bunlar Güney Fransa’da birleştiler. Merovian kralı Hazar grubundan biriyle evlendi. Dragon sembolü ile Aslan sembolü birleşti. Tüm Avrupada soylu ailelerin sembollerinde Dragon ve Aslan var.
Bu evlilikten tüm 13 İllüminati ailesi doğdu. 14 ncü bir aile daha var Japonya’da. İsa ve büyük oğlu sahte çarmıha gerilme olayından sonra Hindistan’a geldiler (Keşmir), orada yaşadılar. İsa’nın mezarı orada, 117 yaşında ölmüş. Torununun torunu başka bir grupla Japonya’ya gitti. Shingo kasabasına. Japon Royal Family kendi aile kökenlerini buna bağlıyorlar.
Avrupalı İllüminati Japon İllüminatiyi istemiyor, Japonlara saldırıyorlar, deprem, tsunami yaratıyorlar.

Fukuşima olayı yapay olarak yaratıldı, orada fay hattı yoktu. Deprem olması imkansız, nükleer silahlar.
2004’te Endonezya’da aynı şeyi yaptılar. Bu, nükleer silahlarla yapıldı. Hassas tektonik alana gömülen nükleer silahlar. Lazer ışınlarıyla aktive edildi. Kurtulan bazı insanlar radyasyona maruz kaldı, denizden gelen radyasyon.
Afrika platosu yukarı doğru hareket ediyor. Yunanistan, Kıbrıs ve Güney Türkiye’de depremler oluyor. Tüm bunlar zaten en sonunda olacak, ama kutuplara yapılan bombardıman ve HAARP çok daha önce gerçekleşmesini sağlıyor. Vahiy kitabının doğru olduğunu kanıtlamak için. İsa’nın dönüşü ile İslam ve tüm diğer dinler ortadan kaldırılacak.
Türkiye’nin yeraltında pek çok uzaylı üssü var, bir kısmı düşman ırk, bir kısmı ABD ile işbirliği yapanlar. ABD ve Rusya’nın Türkiye ile ilgilenmelerinin nedeni bu. Burayı kontrol altına almak istiyorlar.
Khazarların içinde Sümerler, Babilliler vardı. M.S. 830’da tüm Khazar imparatorluğu Musevi dinine geçti, Hristiyanların ve Müslümanların etkilerinden kurtulmak için.

UZAYLI GÜNDEMİ

Tüm İllüminati konularının üzerinde uzaylı gündemi var. Bulunduğumuz yerden paralel evrenlere gidip gelmek kolay.
Galaksimiz olması gerektiğinden 20 kat daha fazla kütleye sahip. Bu fazlalıklar alternatif realitelerden geliyor, böylece boyutları kanıtlamış oluyorlar.
1970’de dünyayı ziyaret eden 70 uzaylı türünü tanımladılar.
1997’de 117 uzaylı türünü tanımladılar. Hepsinin düşman olduğunu düşünüyorlar.
Alien: fiziksel varlık, bu evrenin herhangi bir fiziksel bölgesinden geliyor.
E.T.; fiziksel olabilir, fiziksel olmayabilir. Bizim fiziksel evrenimizden değil, alternatif evrenlerden gelenler.
İnsanlık Lyra takım yıldızında ortaya çıktı. Draco Lyra’ya saldırdı, Lyra’da sağ kalanlar Mars ve Maldek’e geldiler. Reptilianlar buzdan yapılmış bir kuyruklu yıldızı gönderdiler. Maldek gezegeni Jüpiter ve kuyruklu yıldızın yerçekimleri nedeniyle patladı, asteroid kuşağı oluştu.
Kuyruklu yıldız Mars’ın okyanusunu ve atmosferini çekti. Mars’ın kuzey yarıküresinden 3 km toprağı çekti. Kuyruklu yıldız Dünyaya yaklaştı. Dünyanın okyanuslarını kutuplaştırdı, kıtalar ortaya çıktı. Dünya ve buzlu kuyruklu yıldız yer değiştirdi. Dünya 3 ncü gezegen oldu, kuyruklu yıldız Venüs oldu. Sıcaklıktan dolayı buzlar eridi. 1989’da Sovyetler Birliği Venüs’e araç gönderdi, özel kamerayla. 7 adet kubbeli binanın resmini çektiler.
2014’te Rus bilim adamları resimleri tekrar incelediler. Venüs’ün yüzeyinde 3 farklı türde varlık olduğunu gördüler. Biri dinozora benziyordu, biri reptilian, biri de akrebe benziyordu.
Dünyanın ve Mars’ın içi boş. Reptilianlar dünyanın uydusu olan Ay ile yine geldiler. Ay yapay bir nesnedir. Ay Dünyanın doğal uydusu olmak için çok büyük.

Uzaydaki hiç bir doğal cisim dairesel yörüngede dönmez. Ay dairesel yörüngede dönüyor. Ayın yüzeyinde Helyum 3 var, bu doğal olarak bulunmaz. Nükleer füzyon sonucunda ortaya çıkar. Nükleer reaktörlerde bulunur. Bir nesne Ay üzerine indiğinde Ay zil gibi çalar, bu içinin boş olduğunu gösterir. Ayın karanlık yüzünde daha fazla krater var. Kraterler kamuflaj gibi. Aydaki taşların yaşı dünyadakilerden daha fazla, bizim güneş sistemimizden değil.
Griler Zeta Reticuli’den geliyorlar. Onlar yaratılmış bir ırk, Reptilianlar tarafından bir tür robot ırk olarak yaratılmışlar. Orion’da yaratıldılar. Grilerin kökeni insan cenininden. Bunlar kendi kültürlerini geliştirdiler. İnsanları izlemek için Dünyaya gönderildiler. 1950 li yıllarda bir karar verdiler, bu gezegeni sevdik, ama burada yaşayamayız. Burada yaşamak için değişiklik yapmak lazım. Melezleştirme programı başladı, insanları kaçırmaya başladılar. 2000’de insana benzeyen melez yarattılar, görünüşü insan, zihni reptilian. Bu melezler bir çok ülkede toplumun içinde yaşıyorlar. Bu sadece bir grup.
1968 – Florida’da bir çok kaçırılma gerçekleşti. Bu grup daha farklı görünüyordu, 1,5 mt boyunda, insana benziyor, saçsız, ten kahverengi, yeşil – kahverengi göz. Hükümet onlarla toplantı yaptı. Florida’da hava üssü var. Meksika körfezinde uzaylılara ait çok sayıda üs var.
Bu grup kendisine Network adı veriyor. 17,000 farklı gezegeni temsil ediyorlar. Bu galaksi ve Andromeda Galaksisinde bulunan gezegenler, liderleri fiziksel olmayan evrenden. Bizim gezegenimiz onların arazisinde, dünyanın kendilerine ait olduğunu düşünüyorlar.
İllüminati 5 – 6 grupla iletişimde.
İllüminatinin nıhai amacı yeni bir galaktik imparatorluk kurmak, dünya merkez olacak.
Amaçları nüfusu başka bir yere taşımak, bu nedenle Mars’ta, Jüpiter ve Satürn’ün aylarında koloni kurmaktan bahsediyorlar. Plan bu.
Güneş sisteminin etrafında Kuiper kuşağı var. 2008 – 2009’da başladı. NASA bu bölgede nesnelerin görülmeye başladığını söyledi.
Bir evrendeki kara deliğe girip diğer tarafta bir yıldızdan çıkabilirsiniz. Güneşi portal olarak kullanıyorlar.
Wormhole (solucan deliği) ve vorteks farklı. Solucan deliği aynı realite içindeki kısa yol.
Vorteks; A’dan B noktasına farklı realitelere gitmek.
ABD’nin Avustralya’da üssü var, Avustralya’dan Mars’a gidiyor. Bermuda Şeytan Üçgeninde vorteks var. Atlantis teknolojisinden kalma.
Vatikan da CERN projesi içinde. CERN’in amacı vorteks açmak. Paralel/alternatif evrenlere ulaşmak. Kuiper Kuşağındaki varlıklar tarafından CERN’e 3 kez sabotaj yapıldı. CERN’e sabotaj yapmaya devam edecekler.
Boyutlar arası varlıkların gelme nedeni, burada olanların onları etkilemesi. Nükleer silah patlayınca zaman çizgilerini etkiliyor. Kuiper kuşağında bir çok uygarlık var.
Pluto yapay. Mars’ın 2 ayı da yapay. Bu ayların da içi boş.
Kuiper kuşağındaki varlıkların dünyadaki ittifakları 4 ncü Reich (Antarktika’da 1938 – 1944’te Almanlar üs kurdular). Aldebaran yıldız sisteminden yüksek teknoloji alıyorlar (vril). Kuiper Belt kuşağındakiler İllüminatiyi Dünyadan uzaklaştırınca dünyayı 4 ncü Reich kontrol edecek.
Dünyanın başka versiyonları var. Dünyanın farklı bir frekansında olan varlıklar dünyada hak iddia edebilirler. Atlantis’in batmadığı bir dünya var, başka türlerin yönettiği bir dünya var, Nazilerin 2 nci Dünya Savaşını kazandığı bir dünya var.
Türkiye’de Roma zamanından ve kadim İbraniler zamanından çok fazla eski şeyler ortaya çıkacak, dağların altında büyük şehirler.
Türkiye çok popüler olacak, araştırmacılar, turistler dolup taşacak


Devamını Oku »

YILDIZ ÇOCUKLARI




YILDIZ ÇOCUKLARI
Mary Rodwell

‘Dünya dışı varlıklarla iletişim kurmayı öğrenme: Hindistan – Çin Himalaya’sındaki genç çocuklar garip işaret dili kullanıyor’ başlıklı bu kısa makale India Daily’nin websitesinde var (29 Ocak 2005):
‘Himalayaların derin bölgelerinde, insanlar çocuklardaki garip davranışları bildiriyor. Çocuklar ailelerinin ve etraflarındaki hiç kimsenin bilmediği işaret dilleri kullanıyorlar. Bir çok çocuk gökyüzünde uçan üçgen nesnelerin resimlerini çiziyorlar. Onların çoğu ne gördüklerini ve bu işaret dillerini nasıl öğrendiklerini bilmiyorlar. Aksai Chin bölgesindeki bazı insanlar bu çocukların düzenli olarak sadece çocuklara görünen ve telepati ile iletişim kuran dünya dışı varlıklar ile iletişim kurduklarına inanıyor. Çocuklar bu varlıklarla iletişim kurmak için işaret dilini öğreniyor. UFO araştırma materyallerine göre, bazı Meksikalı çocuklar da benzer davranışı sergiliyor.. O bölgedeki okullardaki bazı öğretmenlere göre, genç çocuklar bugünlerde aşırı çevik ve aşırı yetenekliler. Problem çözme yetenekleri arttı ve çok daha disiplinli oldular. Kendi aralarında garip bir işaret dili kullanıyorlar. Ancak çocuklar bu dili yetişkinlere öğretemiyorlar! Bölgedekiler UFO’ların o bölgeyi binlerce yıldır ziyaret etmekte olduklarına inanıyorlar. Bu bir süre durmuştu ve şimdi yine başladı’

Sadece Avustralya, Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika’dan değil, Asya Ve Rusya’dan da aileler benimle temas kurdular ve hepsi psikolojik ve fiziksel gelişim normlarında ileri olan ve müstesna psişik yeteneklere sahip olan çocukları tanımlıyorlar.
Meksiko City’de bu aynı ‘Yeni İnsanlar’ ortaya çıkmaya başladı ve 1000 den fazla çocuğun bedenlerinin çeşitli parçaları ile ‘görebildikleri’ söyleniyor. Bazı ülkelerde, hükümet ajanları böyle çocuklarla ilgileniyorlar, bu fenomeni aktif bir şekilde araştırıyorlar. Çin’in benzer yeteneklere sahip çocukları araştırma programı var, bu Pekin’deki Çin Hükümeti tarafından çok ciddiye alınıyor. Paul Dong ve Thomas Raffill’in ‘Çin’in Süper Psişikleri’ kitabı, İndigo veya Yıldız Çocuklarına benzer modeller gösteren müstesna insan fonksiyonlarına sahip çocukları anlatıyor. Bu çocuklar da çok psişik ve sezgisel, örneğin bazıları sadece düşünce ile çiçek goncalarını açtırma yeteneğine sahip. Ve Meksikalı çocuklar gibi, bir çoğu bedenlerinin diğer parçaları ile görebilme yeteneğine sahip. Diğer şaşırtıcı çok – boyutlu yetenekler kadar telekinetik yetenekler de gösteriyorlar. Ayrıca Çin hükümeti bu çocukların petri kabındaki insan DNA molekülünü değiştirmesini izledi ve bilimsel ekipman bu imkansız görünen beceriyi kaydetti. Bu yeteneklerin dünya dışı müdahalelerin sonucu olduğuna dair kanıtımız yok. Ama Çin hükümeti çok ketum, belki de bu henüz paylaşmaya hazır hissetmedikleri bir şeydir. Ama, Çin hükümetinin UFO fenomeni ile çok ilgilendiği ve bunu çok ciddiye aldığı bana anlatıldı.
Bulmacanın diğer parçaları
Tüm araştırmamı bu makalede de veremesem de, okuyucuya düşüneceği bazı noktalar verebilirim. DNA molekülünün şeklini keşfedenlerden biri olan ve yaşamın Kendisi kitabının yazarı Nobel ödüllü Francis Crick, şaşırtıcı bir iddiada bulundu ‘ileri bir uygarlık yaşamın tohumlarını bir uzay gemisinde getirdi!’. Onu böyle inanılmaz bir sonuca neyin götürdüğü merak edilebilir. Dini metinlerdeki referanslar gerçek orijinlerimiz ile ilgili sorular ortaya koyuyor. Antropoloji Neandertal insandan Homo sapienlere nasıl dönüştüğümüzü hala açıklayamıyor ve kayıp halka henüz keşfedilmedi. Zecheria Sitchin bu tür yanıtların kadim dini metinlerde yatabileceğini ileri sürüyor, örneğin İncilde. Sitchin’e göre İncil kadim Sümer ve Akad metinlerinin özetlenmiş tercümesidir. Kendi araştırmalarından, Homo sapienlerin, Dünyaya 450,000 yıl önce gelmiş olan Nephilim denen dünya dışı varlıklar tarafından üstlenilen mevcut hominidlerin (insanların) “genetik güncellenmesi” olduğuna inanıyor.
Dünya çapındaki yerli kabileler kendi sözel tarihlerinde, gökyüzü varlıkları tarafından ziyaret edildiklerini ve genetik olarak güncellendiklerini anlatırlar. Dogon kabilesi (Afrika maki kabilesi) yıldız ziyaretçilerine Nummo adını verir, Sirius’tan gelen ve insanları genetik olarak güncelleyen uzaylı türü. Avustralyanın Aborijinleri de onları yaratan ve yaşamaları için yasalar veren gökyüzü varlıkları Wandjina’dan bahseder.
Daha fazla araştırmak isteyenler arkeolojik, antropolojik, dini ve spiritüel metinlerde bilgiler bulabilir. Ama, en zorlayıcı kanıt çocukların ifadelerinden geliyor, bunların çoğu henüz okumayı öğrenecek kadar büyük değil. Bu bilgileri nasıl ve nereden aldıklarını insan merak ediyor.
Mike Oram İngiltere’de yaşıyor. Sadece 4 yaşında iken, annesine ölüm diye bir şey olmadığını söylemiş. Annesi karşı çıkmış, ama Mike ‘Evren ebediyen devam eder ve Artık Evrende bir rol oynamayacağımız doğru değildir. Geri geliriz”. ‘Reenkarnasyon sözcüğünü bilemeyecek kadar küçüktüm’ dedi. Sonra söyledikleri şok ediciydi, “Siz benim gerçek annem babam değilsiniz, anne – babam uzayda ve bu gezegende inanılmaz önemli bir şey olacak ve bilinçliliğin tüm seviyelerini etkileyecek, sen bunu görmeyeceksin ama benim ömrüm içinde olacak.” ‘Zavallı annem bu konuşmayı asla unutmadı.’
Colin Wilson, Andria puharich’ ölmeden az bir zaman önce ne üzerinde çalıştığını sormuş. ‘Paranormal çocuklar’ dedi: ‘Bu çocuklardan ne kadar olduğuna inanamayacaksınız, dahi seviyesinde oldukları görünüyor. Düzinelercesini tanıyorum, belki de binlerce vardır”.
“Yıldız çocukları”, “Yeni İnsanlar”, İndigolar ve zeki çocuklar vs hepsi aynı fenomen mi? Eğer böyleyse, o zaman dünya dışı varlıklar hipotezi daha anlamlı oluyor.
Dünya dışı varlıklar realitesi sadece imkansız değil, ayrıca olasıdır ve dinlerimizdeki, mitolojimizdeki ve orijinlerimizdeki bir çok anormallikleri açıklıyor. Eğer deneyimleyenlerin ve yerli insanların anlattıkları doğru ise, ziyaretçiler ile çok yakın ve süregiden bir ilişkimiz var, ilave olarak ortak bir gen havuzumuz var. Bu onların sürekli ilgisini ve tekamülümüze katılımlarını açıklar.
Sadece birbirlerini değil, güzel gezegenimizi yıkmak için teknoloji donanımlı Homo sapienlerin ilkel ve saldırgan doğası, belki de bu ET ataların insanın tekamül güncelleme programını hızlandırmaya karar vermelerinin nedenidir. Her şeye olan kozmik bağlantımızın çok –seviyeli farkındalığına sahip “Yeni İnsan” sonunda sahip olduğumuzu kabul etmemizin, davranışımızı değiştirmenin ve kendimiz ve bu güzel gezegen için ful sorumluluk alacak kadar büyümemizin tek yolu olabilir.
Yıldız çocukları bu uyanış çağrısının bütünsel parçası olabilir ve onlar vasıtası ile bu mükemmel bağlantıyı anlamaya yönlendirilebiliriz.
‘İnsan varlıklar bilinçli farkındalık ile ve Evren ile içsel bağlantılarının tam anlayışı ile kendilerini hatırlamak için buradalar – T. Taylor”
Eğer kuantum teorisi doğru ise, bilim dünya dışı ziyaretçiler dahil her şey ile bağlantılı olduğumuzu yadsıyamaz!. ‘Onlar için biz yabancıyız! (uzaylıyız) – Jess, 8 yaşında.

KAYNAK :
http://experiencer.co/wordpress/?page_id=673
Devamını Oku »

Yukarı Git