5 Mart 2016 Cumartesi

TİTREŞİMLERİN SIRRINI ÇÖZEN KAİNATIN SIRRINI ÇÖZER : FREKANSLAR VE HAYATIMIZA ETKİLERİ


Bundan yirmi yıl önce size evrenin aslında kocaman bir titreşim olduğu söylenseydi, küçük evren insanın da etrafındaki her şeyle birlikte her an titreşmekte olduğunu ve hayatın sırrının titreşimlerde saklı olduğu söylenseydi ne düşünürdünüz?

Nikola Tesla titreşimlerin sırrını kısmen de olsa çözmüştü

Muhtemelen bu söylenilenlere çok fazla anlam veremez ve üzerinde de fazla durmazdınız. Çünkü o zamanlar titreşimlerin bu derece önemli olduğu insanlık tarafından bilinmiyordu. Gerçi hala da tam olarak bilindiği söylenemez… Hâlbuki bundan 100 yıl önce Nikola Tesla kendi icadı olan deprem makinesini anlatırken şu sözleri söylemişti: “Birkaç saniyede binanın titremeye başladığını hissettim. On dakika daha devam etseydim binayı ve sokağı yıkabilirdi. Aynı cihazla Brooklyn Köprüsünü 1 saatten kısa bir süre içinde East River’a indirebilirdim.” Tesla frekansların yani titreşimlerin sırrını kısmen de olsa çözmüştü. Tesla’ya göre evren kocaman bir titreşimdi ve hepimiz bu titreşimin küçük birer yansımasıydık. Ya da başka bir deyişle evren bir gitar, bizler de onun telleriyiz ve diğer tüm tellerle birlikte her an titreşiyoruz. Bilim adamları yüzyıllardır bu şarkıyı anlamlandırmaya çalışıyorlar ve sonunda notaları keşfettiler. Şimdi de gitarın tellerini koparmadan melodiyi çözmeye çalışıyorlar… Bu yazıda melodiye ait birkaç sol anahtarı vermeye çalışacağız.

Saniyede 10 bin kez hızla titreşen canlıları göremiyoruz,titreşimler atomlardan çoğalmamıza yarayan spermlere ,dünyamızdan yıldızlara kadar tüm evrene etki eder.

Her şeyin özü enerjidir. Kütle, enerjinin yoğunlaşmış halidir. Düşünce enerjidir. Enerji sürekli titreşerek bir salınım oluşturur. Bizler de insanoğlu olarak sürekli titreşen enerjileriz. Titreşim seviyemiz düşük olduğu için yeryüzünde çökeltilmiş şekilde yani kütle-beden olarak hayatlarımızı devam ettiriyoruz. Bizim titreşimimize uygun şekilde titreşen enerjileri de kendi titreşim dünyamızda kütle olarak görebiliyoruz (diğer insanlar, hayvanlar, masa, sandalye vs.) İnsan bedeninin doğal titreşim düzeyi saniyede ortalama 300 titreşimdir. Dünya işleriyle fazlaca ilgili olan insanlar bu titreşimin altındadırlar. Frekans yani titreşim düzeyi arttıkça kişilerin doğaüstü güçleri de artmaktadır. Şifa verme gücüne sahip olan kişilerin titreşim düzeyleri saniyede ortalama 500 titreşimdir. 800 titreşim seviyesine gelindiğindeyse medyumik güçler ortaya çıkar. 1000 titreşimin üzerinde telepati kanalı gayet akıcı şekilde açıktır. Saniyede 10 bin titreşim seviyesindeki insan astral seyahat yapabilir konuma gelir. Bu tıpkı bir gitarın tellerinin titreşmesi gibidir. Gitarın telini oynattığınızda önce hızla titreşir, teli göremezsiniz. Sonra titreşim azalmaya başlar ve tel görünür hale gelir. Bizler de şu anda saniyede 300 titreşimle birbirimizi görebiliyoruz ama saniyede 10 bin kez hızla titreşen canlıları göremiyoruz. Onları boyut üstü varlıklar olarak adlandırıyoruz. İçimizden pek azımız yani medyum diye tabir ettiğimiz kişiler onlarla temasa geçebiliyor. Bazen kanal olarak da onlardan gelen bilgileri aldıklarını iddia edebiliyorlar. Bu kişilerin bir kısmı şizofren hastası, bir kısmı dolandırıcı olabilir ama titreşim seviyesini saniyede 10 binin çok üzerine çıkartıp zaman mekân mefhumunu aşan insanların da var olduğu biliniyor. Çok büyük kâhinler bu frekans seviyesinde oldukları için söyledikleri pek çok şey doğru çıkmaktadır. Duru görü yapan medyumlar kaybolan eşyaları bu şekilde bulabilmektedir. Şifacılar tek bir dokunuşla hastanın hasarlı olan organına en uygun frekansı vererek onu iyileştirebilmektedir. Şifacı ya da bioenerji uzmanı olarak tabir ettiğimiz kişilerin yaptıkları şey özünde kendileri vasıtalarıyla hastaya doğru frekansları vermektir.

Frekanslarla (titreşimlerle) hastalıkları iyileştirmek mümkün!

Her organın kendine özgü titreşimi vardır. Bedenin titreşiminin dışında organlar da kendi aralarında farklı hızlarda titreşirler. Örneğin kalbin titreşim hızıyla böbreğinki aynı değildir. Böbrek arıza yaptığında bu aynı zamanda onun titreşiminde bir sorun olduğu anlamına gelir. Bir insanı kalbine iyi gelmeyecek titreşimlere maruz bırakırsanız o kişi kalp krizi geçirip ölebilir. Bu şekilde uzaktan suikastların yapılması bile teoride mümkündür. Doğru titreşim hayat kurtardığı gibi yanlış titreşim de can alır. Dozer kullanıcıları, asfalt delici vibrasyon cihazlarını kullanan kişilerin kalp krizi geçirip ölmeleri ya da uzun vadede çeşitli hastalıklara yakalanmaları olasıdır. Çünkü bu cihazlar çok güçlü titreşimlere sahip oldukları için vücudun titreşimini bozmaktadır. Frekanslarla (titreşimlerle) hastalıkları da iyileştirmek mümkündür.

337 Hz: Kan dolaşımını düzene sokar
537 Hz: Endokrin sistemini düzene sokar (büyüme, gelişme, cinsellik, metabolisma ilşe alakalı hormonal denge)
625 Hz: Böbrek fonksiyonları
635 Hz. Hipofiz bezi (pituary)
654 Hz: Pankreas
662 Hz: Epifiz bezi (pineal)
696 Hz: Kalp
751 Hz: Karaciğer
763 Hz: Tiroid
764 Hz: Sinir sistemi
835 Hz: Bağışıklık sistemi
1335 Hz: Adrenalin, stresle mücadele
1565 Hz: Ruhsal şifa
—————
528 Hz frekansı tüm evreni şifalandıracak kapasitede mucizevi titeşimlere sahiptir. DNA onarıcı gücü vardır. 396 Hz korkulardan arınmamıza, 741 Hz farkındalığın artmasına ve uyanışa geçmemize, 582 Hz ruhumuzla bağlantıya geçmeye yarar.

Her titreşimin ölçüsü bir frekans değeriyle hesaplanır. Farklı titreşimlerin farklı frekansları vardır. Bir titreşimin ne tür bir titreşim olduğunu frekans değerleriyle ölçeriz. Frekans teknolojisi günümüzde kısmen de olsa tıpta kullanılıyor ancak gün gelecek pek çok hastalığın tedavisi frekanslarla yapılabilecek. Her hastalığa uygun frekans bulunacak ve hasta kişi o frekans ortamına sokularak tedavi edilecek. O gün geldiğinde modern tıp ile alternatif tıp birleşmiş olacak. Aslında bu bilinen bir şey ama hala hastalıkların çaresini ilaçlarda arayıp duruyoruz ve bu durum ilaç sektörünün çok işine yarıyor. Plasebo etkisi bile aslında frekansların değişmesiyle alakalı. İnanmak denilen şey, hastanın hastalığa karşı tutumu değişince frekansının da değişmesi ve hastalığın artık o frekansta kendine yer bulamamasından başka bir şey değil. Birinin elini tuttuğunuzda bedeniniz otomatik olarak onun frekansına ayarlanıyor. O halde kimin elinden tuttuğunuza dikkat edin çünkü eğer onun manyetik alanı sizinkinden daha kuvvetliyse sizi kendi frekansına çekebilir ve o frekans gerçekte size yaramayan bir frekans olabilir.

İlişkilerde de asıl mesele doğru frekansı bulabilmekte…

Frekans teknolojisi hızla gelişmeye devam ediyor. İleride öyle günler gelecek ki, kişiler eş seçimini yaparken sadece kan uyuşmazlığına değil frekans uyuşmazlığına da bakacaklar. Bu şekilde kimin kiminle anlaşamayacağı net bir şekilde bilinebilecek. İyi başlayıp kötü giden ilişkilerin de sebebi frekansların değişmesi aslında. On yıldır birlikte olduğunuz kişiyle artık anlaşamıyorsunuz çünkü ikiniz de on yıl önceki frekanslarınızda değilsiniz artık ve bugün apayrı iki frekansta yaşıyorsunuz hayatı. Kısmet dediğimiz şey de frekanslarla son derece ilintilidir. Dünyanın iki ayrı ucunda da olsa en doğru frekanslar her zaman birbirlerini buluyor. Tıpkı göçmen kuşların yollarını bulması gibi dünyanın manyetik haritasında hepimizin ayarlı olduğu bir frekans var ve kendimize en uygun frekansı bir göçmen kuş edasıyla buluyoruz. Bazen de bulamıyoruz. İşte o zaman hayatımızda problemler ortaya çıkıyor. Bizimkinden daha güçlü bir frekansın etkisine girdiğimizde kendi manyetik alanımızdan kopuyoruz ve kendimizi kötü giden bir evliliğin içinde ya da istemediğimiz bir işi yaparken bulabiliyoruz. İşte bütün bunların sebebi yanlış frekanslar… İlişkilerde de asıl mesele doğru frekansı bulabilmekte.

Herkesin kendisine en uygun titreşimi bulma potansiyeli vardır. Kendimizi dinlemek diye ifade ettiğimiz kişinin bir karar vermeden önce içe dönme hadisesi de budur aslında. Kendimizi dinlediğimizde titreşimlerimizi de fark ediyoruz ve titreşimler iç ses olarak bizim için neyin iyi ve doğru olacağını bize söylüyor. Bir miktar derin düşünme ve yalnız kalmak kendimizi yani titreşimlerimizi anlamak için yeterlidir. Yeter ki kendimize bu fırsatı verelim…

Devamını Oku »

DÜNYA DEĞİŞİMLERİ ÜZERİNE MESAJ (Manyetik Alan ve Etkileri)




Dünya Değişimleri Üzerine Mesaj (Manyetik Alan ve Etkileri)

Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı
Drunvalo Melchizedek

Bu, yaşanacak en şaşırtıcı zamanlardan biridir ! Hepimizin etrafında olan – güneş sisteminde, gezegenimizde ve hatta bedenlerimizde – bu hızlı tekamülsel değişimleri deneyimlemek için burada olduğumuz için çok şanslıyız.
Burada Dünya üzerindeki bir çok insan gerçekleşmekte olan olağandışı şeyleri görmüyor, çünkü dıştaki görünüşler normal ve her günkü gibi kalıyor.
Ama, gerçekleşmekte olan şey kesinlikle normal değil. Milyonlarca yıldır, insanlık yirminci yüzyıla kadar yavaş, düzenli bir hızla tekamül etti. 1900’de, atlara biniyorduk ve basit bir mektubun gezegenin uzak alanlarına erişmesi haftalar veya aylar sürüyordu. İnsanlığın aya adım atması fantezi olarak düşünülüyordu. Gerçekte, diyelim 1890’da doğmuş olan biri ayda yürümenin gerçekleşebileceğine asla inanmazdı. Ama sadece 78 yıl sonra, bu gerçekleşti.
Ne oldu ? Tekamül hızımız nasıl bu kadar hızlı arttı ? İnsanlığın tekamülünde gerçekte olmakta olan nedir ?
Neden şimdi ?
Bir çok soru var.

Bilginin Toplanması

Bu zamanlarda insanın bilgisinin toplanması denklemine bakmak aydınlatıcıdır. Britannica ansiklopedisi yirminci yüzyılın gelmesi ile, insanlığın belli sayıda bilgi – modern terimlerle “bit” – elde ettiğini belirtir. Bu bilgi bitleri 6000 yıl önce, Sümer’deki uygarlığın başlangıcından, MS 1900’e dek toplandı.
Ve 1900’den 1950’ye dek, insanlık, uygarlığın başlangıcından bu yana topladığı aynı sayıda bilgi bitini topladı. Başka bir deyişle, sadece 50 yılda, 6000 yılda elde ettiğimiz bilgiyi elde ettik.
Bu kesinlikle normal değildir.
Ve bu bitmedi. Bilgideki artış üssel olarak devam ediyor. 1950 den 1970’e dek iki katına çıktı. Şimdi, bilgi artışı o kadar hızla ilerliyor ki, NASA bile bununla başa çıkamıyor. Bir noktada, NASA’nın bilgisayarlarına yeni veriler almada sekiz buçuk yıl geride olduğu bana anlatıldı.
Ancak, değişen sadece bilgi değil. Ayrıca, daha önce asla görülmeyen fenomenler ile birlikte insan deneyiminin her seviyesinde gerçekleşen değişimler var.

Dünya Değişimleri

Dünya Değişimleri departmanında, Dünya’nın jeomanyetik alanı, kısa bir zaman periyodunda o kadar değişimden geçiyor ki, hiç kimse bunun gerçekleşebileceğine inanmazdı.
Manyetik alanın yaklaşık 2000 yıldır zayıfladığını biliyoruz. Ve ayrıca, 500 yıl önce dramatik olarak düştüğünü de biliyoruz. Ancak, yaklaşık 30 yıl önce, manyetik hatlar kaymaya başladığında bizi şaşırttı. 1990 lara kadar o kadar kaydılar ki, ticari uçakların iniş yapması için kullanılan aeronautik haritaların tüm dünyada değiştirilmesi gerekti.
Balinalar, aynı nedenle, kıyıya vurmaya başladılar. Onların göçleri bu manyetik hatları takip ediyor. Bu hatların aniden ve beklenmedik şekilde değişmesi ve karanın içine gitmesi balinalar için felaket oldu.
Kuşların göçü de Dünya’nın manyetik alanına bağlıdır. Ve kuşlar da balinalar gibi kötü durumda. Bu masum yaratıklar, beklemedikleri Dünyanın farklı bölgelerine vardıklarında büyük problemlerle karşılaşıyorlar.

İnsanın Dünya Değişimlerine Tepkisi

Bu değişimler insanlar için problem olabilir mi ? Evet, olabilir, ve oluyor. Son zamanlarda, Gregg Braden, Nature dergisi dahil bilimsel dergiler, Dünya’nın manyetik alanının, Kuzey ve Güney Kutuplarının yer değiştirmeye hazırlanıyor olabileceği bir akışta olduğunu bildiriyorlar.
Eğer bu gerçekleşirse (şüphesiz bu bir spekülasyon, ama bunun 13,000 yıl önce gerçekleştiğini biliyoruz), önümüzde yoğun problemler olabilir. Ve bir kutupsal yönelim ile diğeri arasındaki tersine dönme periyodunda, manyetik alanın kendisini iptal etmesi ve sıfıra düşmesi mümkündür.
Kutup değişiminin insanlık için ne anlama geldiğini hiç kimse bilmiyor. Ama, eğer manyetik alan iki haftadan daha uzun süre sıfır olursa neler olacağını biliyoruz. Rus uzay programı bunu bize gösterdi. Ruslar, bir kozmonot uzaya bırakıldığında – uzayda manyetik alan azdır veya yoktur – iki hafta sonra kozmonotun iyileştirilemez şekilde çıldırdığını keşfettiler. Bu manyetik alanın zihinlerimizi dengede tutmak için gerekli olduğu görülüyor (bunun olması için, Rus kozmonotlara bedenlerinin etrafına giymeleri için özel cihazlar verildi)
Dünyada, bir çok değişiklikler gerçekleşiyor, hiç kimse bunların ne anlama geldiğini bilmiyor. Gerçek şu ki, sevgili Dünya Anamız son 30 yılda, “doğal” afetlerde normalin üzerinde % 500 den fazla artış deneyimledi. Daha fazla tornado oldu (ABD de bir ayda 400 den fazla), daha fazla ve daha hızlı kasırgalar (bazıları 300 mil/saat), olağandışı hava durumları, daha fazla deprem, toprak kayması – öncesinden daha fazla.
Dünyanın etrafında, hiç kimsenin daha önce görmediği yeni bir atmosfer gelişiyor.
Ve Güneşten ne haber ? Bugün Güneşimizde gerçekleşenler benzer olayları daha önce asla görmedik. Güneşten gelen enerjinin şiddeti bilimsel gözlemlerimizin tarihinde olanlara paralel değildir.
Ve Güneşte olan şey Dünyada olanları direkt olarak etkiliyor.

Bilinçlilik Izgaraları

Bilinçlilik ızgaraları (orijinal olarak Ruslar tarafından bulundu) belki de en önemli olan Dünya Değişimlerinin veçheleridir. Bu ızgaraların nasıl değiştiği ve onlara olan şey, hepimizi etkiler.
Bazen Mesih Izgarası veya Birlik Bilinçliliği Izgarası olarak refere edilen yeni ızgara, gerçekten “olacağımız şeydir”. Gizli hükümet bu ızgarayı yok etmek için bildiği her şeyi denedi, ama Dünya Ana onu savunmaya devam etti ve gelişmesine izin verdi.
Dünya Değişimlerinin tartışması, ızgaraların bu anlayışı olmadan tam olmazdı.
Bu Sayıda
İnsanlık, çevresindeki inanılmaz değişimin ortasındadır, ve bunun insanlığın bilinçliliğinde inanılmaz bir değişime dönüşeceğini hissediyoruz. Biz – siz ve ben – sonuçları göreceğiz, çünkü bu değişimler şimdi, bizim ömrümüzde gerçekleşiyor.
Bu sayıda, Dünyadaki bu ve diğer değişimleri incelemekte olan önemli araştırmacılardan ve yazarlardan örnekleri bir araya getiriyoruz. Amacımız tüm bunların ne anlama geldiğini deneyimlemenize yardımcı olmak ve kendiniz ve sevdikleriniz için uyum yaratmak için bu değişimlerle etkileşmenin bir yolunu bulmanıza yardımcı olmaktır.
Doğa ile dengede olan yollarla yaşamlarımızı yaşamak için, anlayış ve bilgiden bilgelik gelir. Her yerde kaosun ortaya çıktığı görülebilir, ancak – Roger Nelson ve Vladislav Lugovenko’nun çalışmasının gösterdiği gibi – insan ruhu, Tanrı ile candan bağlantımız vasıtası ile kaosu düzene getirebilir.
Kişisel olarak, bu dışsal değişimlerin, kalplerimizde gerekli olan değişimler için katalizör olabileceğini hissediyorum. Çünkü çözümü ve varoluşumuzun nedenini sadece kalplerimizde bulacağımıza inanıyorum.

Yakın Gelecekte ne olacak,

Değişimlerin yer aldığı Dünya yalpalamasının bu noktasına yaklaştığımız zaman, bütün sosyal yapılar vb. herşey çözünmeye başlar ve çöker. Bunun anahtarı Dünyanın Manyetik Alanıdır. Günümüz Biliminin anladığı, Dünyanın sıvı görünümlü kompozisyonun katı olduğu yerde, Manyetik Alanın desteklediği bir bağlantı yeri olan Manyetik-Hidrodinamikler içindeki ilk yerde değişim için bir eksene sahip bir Anahtar olabilir. Bu Alan çöktüğünde, bazı katı unsurlar sıvı ve kaypak olur. Onlar bunu Laboratuvarda örneklerle kanıtladılar. Bu Manyetik ve Elektromanyetik Alan bir Anahtardır. Bu Manyetik Alan biz olarak düşündüğümüzün kim ve ne olduğunu yorumlamak ve hem de zihnimizi depolamak için kullandığımız bir şeydir. Biz hafızayı yitirmemek için dış bir Manyetik Alana gereksinim duyarız. Manyetik Alanın bazı biçimleri olmadan yaşayamayız. Dünyanın belli başlı şehirlerine bakacak olursanız, Dolunay esnasında ve onun önceki ve sonraki günlerinde daha fazla tecavüz ve öldürme olaylarının olduğunu fark edeceksiniz. Neden, Dolunayın Dünya Manyetik alanında bir dalgalanma sebebine meyletmesidir, ve bu değişim İnsanları duygusal olarak aşırı bir duruma getirmek için yeterlidir. Manyetik Alan duygusal bedeni etkiler.

Manyetik Alanın Çöküşü

Şeylerin bir denge dışına çıkmaya başladığı bir yalpalama noktasında olduğunuz bir Gezegen düşünün. Aniden Dünyanın Manyetik Alanı, zamanın çok kısa bir devresinde (genellikle üç ile altı ay) bir aşağı, bir yukarı inip çıkmaya ve dalgalanmaya başlıyor. Olan, İnsanların onu kaybetmeye başlamasıdır. Onlar çılgınlaşır. O, bütün bir Gezegen yapısının çökmesidir. Dengesizleşen herşey parçalar halinde düşer. Manyetik Alan nihayetinde üç buçuk gün içinde bütünüyle gidecektir. Genellikle siz büyüyen bir Kaos göreceksiniz.

Dünyanın başlıca 4000 Kutsal alanı, Dünyanın Gezegensel ızgarası düğüm noktalarında yerleşiktir; Mısır Gizadaki Büyük Piramit, Perudaki Machu Picchu, İngilteredeki Stonehenge, Meksikadaki Teotihuacan Piramitleri, Titicaca gölü, Güney Amerika, Shasta dağı, Kaliforniya, Sedona, Arizona, Kambodyadaki Angor Wat, Guatemala daki Tikal, İngilteredeki Averbury, Çindeki Shaanxi Piramitleri, Büyük Zimbabvenin Harabeleri, Avusturalyadaki Kunoonda taş çemberleri, Haleakala Krateri, Hawai, Kailas dağı, Tibet ve Haleakala, Hawai vb.

Morfolojik Izgara Etkileşimleri

Her zaman bir kişi, Bilinç Izgarası içinde düzenli çalışır, onlar ızgaradan gelen belirtileri arttırır. Burası, bu yolla, İnsanların tamamen hatırlamaya ve nefes almaya başlayacağı bir yerdeki bir noktaya gelecektir. Çocuklar en az soruna sahip olacaktır. Sizden daha yaşlılar onu daha zorlukla yapacaktır.

Boyutsal Arayüz ve Eksen Değişimin Son Zamanı

O olursa, umarım orası dışında çılgınlığa ulaşmayacaktır, orası Kıyametin geldiği fikrinin olduğu yerdir. Eğer kayıtlardan geriye doğru bakacak olursanız, M.S 1400 de eksenin değiştiği zaman Güney Amerika da, onların hepsi, duygularının çok güçlenmesi nedeniyle birbirleriyle kavga ve savaşa başlamışlardı. Bunun olmayacağını umut ederim.

Bilinç içindeki Boyutsal değişimden önceki beş altı saat civarında işlem (çoğunlukla o bir eksen değişimine bağlıdır) başlar. Bilinç içindeki Eksen değişimleri ve değişimler genellikle birbirine bağlıdır. Bu sebepten, bu Bilinç değişimi, Eksen değişiminden önce ya da sonra olabilir. Genellikle onlar eşzamanlıdırlar, ve çoğunlukla Boyutsal değişimden önceki bu beş-altı saatlik devre içinde olan, görsel bir fenomen, bir olağanüstülüktür. Neredeyse kesin olan bu olgu, 3. Ve 4. Boyutun bir Arayüze sıçraması sırasında olacaktır, ve Bilincimiz 4.Boyuta doğru bir harekete başlayacak ve 3.Boyut Bilinci geriye doğru uzaklaşacaktır. Bu olduğunda, Dünya üzerinde doğal yoldan ortaya çıkmamış, Sentetik olarak üretilmiş maddi nesneler, ne maddeleri olduğuna bağlı olarak, büyük bir oranda gözden kaybolmaya başlayacaktır. İlkinde hepsi gözden kaybolmaz. 3.Boyut Bilinç Izgarası, Manyetik Alanın çökmesiyle birlikte çökmeye başladığında bu sentetik nesneler, beş-altı saatlik bir devre içinde gözden kaybolmaya başlar. Eksen/Bilinç/Izgaradan bu yana değişimler milyonlarca yıldır olmuştur, bu, haklarında anlatılması için geride bir öykü bırakan daha önceki Uygarlıklardan (ki onların bazıları bizimkinden daha ileriydi) geriye kalan, neden bu kadar az miktarda üretilmiş nesnenin var olduğudur

Kozmik Gelişiminiz
.
Bu değişim esnasında, bilincinizin şimdiki ifadesi içinde, sizin olduğunuz yerdeki bir noktayı Bir yaparak birleştiren “Yüksek Benliğiniz” ile bir kutupluluk vardır.

Boyutsal Bilincin çok yüksek bir seviyesi, Dünya Gezegeni olarak bir “Bedene” sahiptir. Bu Bilincin yüksek seviyesi üzerindeki siz, bir beden olarak şimdiki kullandığınız bedene sahipsiniz. Abartısız, bir gün siz, bu yaşam sürecinin bir parçası olan Gökyüzündeki Güneş ve Yıldızlar olacaksınız.
Devamını Oku »

PERİYODİK TABLOYA DÖRT ELEMENT DAHA EKLENDİ




Periyodik Tabloya Dört Element Daha Eklendi


Onaylanmış keşifler ile tablonun yedinci sırası da dolmuş oldu.

Tablonun yürütücülüğünü yapan uluslararası kimya organizasyonu keşifleri onayladıktan sonra, dört yeni element periyodik tabloya kesin olarak eklendi. Uluslararası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliği (IUPAC) geçen hafta 113, 115, 117 ve 118 numaralı elementlerin keşif kriterlerine uygunluğunu duyurdu ve bu elementler 2011 yılından beri periyodik tabloya eklenen ilk elementler oldular. Bunların ilave edilmesi periyodik tablonun yedinci sırasını da tamamlamış oldu.

İnsan eliyle yapılmış bu dört elementin isimleri bulundukları yerden kaynaklanıyor ve sonraki birkaç ay içinde resmi olarak isimlendirilmesi bekleniyor. 115, 117 ve 118 numaralı elementler Dubna, Rusya’daki Birleşik Nükleer Araştırma Enstitüsü’nden ve California’daki Lawrence Livermore Ulusal Laboratuarı’ndaki araştırmacıların ortak gayreti ile keşfedildi. Rus-Amerikan ekibi 113 numaralı elementin de keşfini kendilerinin yaptığını iddia ediyor (bu element şimdilik ununtriyum olarak biliniyor), ancak IUPAC Japonya’daki Riken Enstitüsü’ne bu hakkı tanıdı. Dolayısıyla 113 numaralı element Asya’daki araştırmacılar tarafından ismi konulan ilk element olacak.

“Olimpik Altın Madalyadan bile daha değerli”

Aşırı ağır elementlerin keşfedilmesi, bunların hızla bozunmasından ötürü zor bir süreç. Ancak araştırmacılar son süper-ağır elementler için birazcık da olsa daha uzun ömürler biçiyor, böylece araştırmacıların “kararlılık adası” olarak bilinen, hem çok ağır, hem de kararlı olduğu durumu keşfetme umutları yeşeriyor. Kosuke Morita, Riken’de 113 numaralı elementin araştırılmasının başını çekmekte olup bir demecinde ekibinin “119 numaralı ve ötesindeki elementleri araştıracağını” söylüyor.

The Guardian, Ryoji Noyori’nin (Riken’in eski başkanı ve kimya Nobel ödüllü bilim adamı), bilim adamları için, bunun anlamı bir Olimpik altın madalyasından daha değerli olmasıdır” dediğini aktardı.



KAYNAKLAR :
Devamını Oku »

BİZDEN SAKLANAN GERÇEKLERDEN YALNIZCA BİRİ : GÜMÜŞ HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİZ




BİZDEN SAKLANAN GERÇEKLERDEN YALNIZCA BİRİ : GÜMÜŞ HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİZ

Günümüz çağı, günümüz insanı, yeniçağ insanı, modern teknoloji çağı, dijital çağ… diye gider bu günün isimleri… Peki, gerçekten bunlar gelişmişliği ifade ediyor mu? İleriye doğru gittiğimizi gösteriyor mu? Dünya’nın daha iyi bir yer olmasını sağlıyor mu? Birçoğunuzun içinizden hayır dediğini duyar gibi oluyorum.

Geçmiş zamanlardan bu güne doğru zihninizde gelişim sürecini izlediğinizde, bir bütün halinde hareket eden minik organizmaların oluşturduğu büyük bir organizma görürsünüz. Sorumluluk bilinci, paylaşım, bilgilerin aktarılması üzerinde durulan hassasiyet ve birbirini destekleyen insanlar görürsünüz; çünkü aslında toplumlar bireylerden değil bireyler toplumlardan oluşur ve siz toplumun makro organizma halini sağlam bir şekilde oturtursanız mikro düzeyde de bireyler her yönden gelişimin potansiyellerini zorlamaya başlar.

Bu genel durumun özetinden sonra birazdan bahsedeceğim bilgi ile aslında bizlere aşılananları, toplumsal düzenleri, kapitalizmin bizi hasta edip sonra iyileştirme vaadinde nasıl bulunduğunu ya da bizleri, var olan verimli şeyleri nasıl da tüketime götürdüğüne dair birçok dallanıp budaklanan sorgulara gideceğinize inanıyorum. Basit gibi görünen her durumun arkasında, gerçekten sorgulayıp anlamaya çalışanlar için örümcek ağına dönüşen gerçekler vardır.

Şimdi size biraz gümüşten bahsedeceğim.

Bizlere açık açık anlatılmayan ancak faydaları oldukça geliştirilebilirlik sağlayan bir elementtir gümüş. Onlara geri kalmış derken çok eski zamanlarda insanlar sağlık alanında bu elementi kullanıyordu. (Peki, bu modern çağda neden bunca hastalıktan kurtulamıyor üstüne bir de yeni hastalıklar ile mücadele etmek zorunda kalıyoruz? Yorum sizin.)

Gümüşün faydaları Jül Sezar döneminden beri biliniyor. Romalılar, küçük gümüş parçacıklarını yanıkları, kesikleri ve yaraları tedavi etmek için; Grekler, su ve şarap kaplarını bakterilerden temizlemek için gümüşü kullanırlardı. Ayrıca Roma döneminde sadece gümüş kaplarda su taşıyan askerlere savaşa gitmeye izin verilirdi çünkü Romalılar gümüş kapların suyu temiz ve saf tuttuğunu biliyorlardı. 14’üncü yüzyılda Avrupa’nın merkezinde nüfusun yüzde 25’i vebadan ölmüştü, sadece çingeneler bu felaketten etkilenmemişlerdi. Çingenelerin tedavi amacıyla gümüşü küçük partiküllere ayırıp açık bir damardan vücuda verdikleri biliniyordu. Partiküller kan dolaşımı sayesinde bütün vücuda yayılıp bakteri ve virüsleri yok ediyordu. Bu partiküllerin gereğinden fazla olması nedeniyle çingenelerin çoğu argyria hastası* olmuşlardı.

ilaç sektörü

Doktorlar gümüşün faydalarını biliyorlar ve hastalarına eğer sağlıklı olmak istiyorlarsa gümüş tabaklarda ve gümüş çatal bıçak kaşık kullanarak yemek yemelerini tavsiye ediyorlardı. İnsanlar bebeklerine emmeleri için gümüş kaşık vermeye başladı. “Ağzında gümüş kaşıkla doğmak deyimi” buradan gelmiştir; çünkü bunu o zamanlarda zengin aileler yapabiliyordu ve zengin çocuğu olmak yani doğuştan kısmetli olmak manasına kullanılan bu deyim buradan türemiştir.

Dr Henry Crookes, 1900’lerin başında gümüşü pek çok hastalığın tedavisinde kullanmıştır. Bilimsel çalışmaları sonucu bilinen hiçbir mikrobun kolloid gümüşe 6 dakikadan fazla dayanamayacağını söylemiştir. Dr J.Mark Hovel, British Medical Journal’de kolloid gümüşün virüslerin kontrolünde özellikle etkili olduğunu rapor etmiştir.

İkinci Dünya savaşı sırasında penisilin keşfedildi ve sentetik olarak üretildi. Böylece tıpta patenti alınmış sentetik ilaçlarla büyük ilaç firmalarını çok zengin eden yeni bir çağ başladı. Bu şirketler patentini almadıkları hiçbir şeyi satmayacaklardır ve tabiatta bulunan maddeler patentlenemezler (Yakın zamanlarda penisilinin virüslere karşı etkisiz ve pek çok insan için alerjik olduğu anlaşıldığı halde günümüzde maalesef kimyasal, sentetik antibiyotikler çok popüler!)

Colloidal-Silver-range

Gümüşün ilk antibiyotik madde olduğu düşünülmektedir. Tarihte gümüş metal yaprağı bir sargı bezi olarak kullanılmıştır. Bugün gümüş, neredeyse enfeksiyon kontrolünün kritik olduğu her yerde, bandajlardan yanık tedavisinde kullanılan ilaçlara kadar sağlık ürünlerinde çok geniş spektrumda antimikrobiyal özelliliğinden dolayı kullanılmaktadır.

Amerika’daki doğan çocuklara, doğumdan hemen sonra gümüş içerikli göz damlaları, gözde oluşacak enfeksiyonları engellemek için kullanılmaktadır.

Gümüş, yüzde 95’den daha fazla oranda kızılötesi yansıtırlığa sahiptir. Gümüşle temas eden radyoaktif enerjinin yüzde 95 i kaynağa geri dönecektir. Yani gümüş radyasyona karşı etkilidir.

450 tür bakterinin DNA’sını bozarak yok edebiliyor. Sedef, şeker, mayasıl, kaşıntı, ayak kokusu gibi birçok rahatsızlığa da iyi geliyor. Yeni hücrelerin çoğalmasını destekleyerek yaraların iyileşmesini hızlandırıyor. Ayrıca Kolloidal Gümüşün HIV virüsünü bir kaç dakika içinde yok ettiği ile ilgili araştırma Dr Xiaojian Yao tarafından “Nanoteknoloji 2012 International Journal”da yayımlanmıştır (Buna rağmen hiçbir şey yapılmadı).

İçerisinde gümüş iyonu barındıran tek besin cevizdir. Bu bilgilere bakarsak tüketmeyi ihmal etmemiz gereken en önemli besindir.



Doktorların temelde gümüş suyunu tanımama sebebi yine kapitalist dünya düzenine dayanır. 1906 senesinde bütün büyük ilaç şirketlerini satın alan John D. Rockefeller koloidal gümüşün ilaç satışlarının önünde engel oluşturacağının farkındaydı. Bu sebeple Jude Abraham Felxner yardımı ile Amerika’daki tüm tıp fakültelerinde gümüş suyu konusunun işlenmeyeceği ve bu talimata uymayan tüm profesörlerin lisanslarının elinden alınacağını belirtmişti. İşin ilginç tarafı Rockefeller, ailesinin hiçbir zaman ilaç kullanmasına izin vermemişti?

Bilim kurgu dünyasına bakarsak, karşımıza içine girdiğiniz zaman bir anda bütün hastalıklarınızı iyileştiren ve sizi uzun süre yaşatan sandıklar çıkar. Peki, bu sandıklar gümüşten yapılmış olabilir mi? Daha da geliştirilmiş, içerisinde bakteriler dünyasından oluşmuş, gümüş kaplama mini bir laboratuar günümüzde yapılmış olabilir mi?

Bizden saklanan birçok gerçek varken bunların dahi yapılmış olması olasıdır. Bize gösterilenleri değil gösterilmeyenleri görmeye çalıştıkça aslında nasıl bir düzende yaşadığımızı görmek, sınırlarımızı zorlamak için bize daha da büyük nedenler vermelidir. Dünyamızı yaşanılabilir bir yer yapmak için el ele, değerimizin farkında olarak çalışmalı ve sorgulamalıyız.

*Argyria, vücuda aşırı miktarda gümüş alınması sonucu ciltte mavi-gri bir renklenmenin oluşmasıdır.



KAYNAK :
https://gaiadergi.com/bizden-saklanan-gerceklerden-yalnizca-biri-gumus-hakkinda-bilmediklerimiz/
Devamını Oku »

Yukarı Git